2 Ocak 2016 Cumartesi

Şehitlerimize mi, Hitlerimize mi yanalım?

Erdoğan'ın önüne cam (prompter) konmadan konuşmasına genelde izin verilmiyor.

İzin verilmiyor diyorum, zira onu bu aşamaya hazırlayıp getirenler, camsız konuştuğu zaman beynindeki karanlıkları açık ettiğini çok iyi bilmektedirler.
Nitekim daha evvel dailymotion sitesine yüklediğim, CHP Mersin milletvekili İsa Gök'ün "Başbakan, Küfürleri bile camdan okur" konuşması hemen ertesi gün yasaklandığı için artık izlenemez olmuştu.

Nihayetinde Efendimiz Hz. Tayyip konuşmasında Hitler'den demlenmek istemiş, beyninin karanlıkları ışık yüzü görmüştü.

Efendimiz, "Üniter sistemli başkanlık baktığımızda var. Hitler Almanya'sına baktığımızda da bunu görürsünüz" demişti. 

Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mariya Zaharova, "Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Hitler yönetimindeki Almanya'yı etkili başkanlık sistemine örnek gösterdi. Şimdi her şey netlik kazandı, sahiden" demiş.

Ne deseydi, aferin mi deseydi?

 Bakınız, Hitler teşbihi bana ait değil.

Tüm dünyada yine alay konusu olmuşuz.
Bakınız Telegraph'da ne yazmışlar?
 
Biri silah dayayarak mı söyletti, spontane olarak konuşunca vahametin boyutları ortaya çıkıyor.

Bunun üzerine KaçAK Saray'dan, "Böyle bir benzetme söz konusu değildir. Holokostu ve antisemitizmi, İslamofibiyle beraber bir insanlık suçu olarak ilan eden Sayın Cumhurbaşkanımızın ifadelerinin Hitler Almanya'sına olumlu bir gönderme gibi yansıtılmaya çalışılması kabul edilemez" açıklaması gelmiş.

İşin başka boyutu ise dünyaya rezil olmanın ötesinde AİHM, Diyarbakır Barosu avukatlarından Muhammed Neşet Girasun ile Batman Barosu'ndan avukat Erkan Şenses'in Şırnak'ın Cizre İlçesi'ndeki sokağa çıkma yasağının kaldırılması ve operasyonların durdurulması talebini gündemine alarak, Türkiye'den savunma istemiş.

Arkadaş, on yıla yakın yazıyor, yüzlerce kez "Tayyip Erdoğan, bir sus kardeşim, sus artık, sus bre sus yahu" dedik ama dinletemedik.

Sonunda uluslararası yargı seni susturacak, mesele senin susman değil elbet.

Mesele Türkiye'nin uluslararası itibarının yok edilmesidir.

Yüzlerce kez, "Milletvekili olmak için akıl sağlığı raporu getirilsin" önerisini bu nedenle yapıyorum.

İnsan bilmeyebilir, normaldir ama çıkarları için tarihi bile çarpıtmanın bu kadar ayaklar altına almanın ne anlamı vardır?

Söylediği söze bakar mısınız?

Hitler Almanya'sı diyor.

Sen Hitler Almanya'sının ne olduğunu bırak, günümüz Almanya'sının ne olduğunu bile bilmiyorsun.

Günümüz Almanya'sının yapısını danışmanların sana anlatsın diyeceğim, ancak onların da bilmediği açık.

Yazının sonunda adres vereceğim, oradan bari öğrenirsin.

Hitler Almanya'sına mini bir göz atalım bakalım, senin dediğin gibi bir durum var mıymış?

Hitler denince bilinmesi gereken bazı kavramlar var.

Hitler, Nazi söylemi olarak kendi dönemi için III. Reich (Drittes Reich-Üçüncü İmparatorluk-Büyük Alman İmparatorluğu) ifadesini kullanmaktadır.

Bunun nedenleri var, laf olsun diye bu ifadeyi kullanmıyor.

1929 yılının ekonomik buhranı, Alman iş adamları açısından Hitler'in kurtuluş umudu olarak görülmesine yol açmıştır.

1929'lardan itibaren Almanya'da Nazilerin ilerlemesinin en önemli nedeni budur.

AKP'nin iktidara getirilmesi için, Mesut Yılmaz, Tansu Çiller, Erbakan döneminde Anadolu kaplanları denen KOBİ'lerin ortaya çıkartılmasının altında yatan ve Ecevit-Derviş döneminde hortlatılan ekonomik buhranın yaşatılmasının nedeni de budur.

Yani, Nazilerin iktidar olması gibi Türkiye'de de İslamofaşizmin emperyalizmin hizmetinde olabilmesi için, Erdoğan'ın ekonomik umut olarak algı yaratılmasından bahsediyorum.

Nitekim bunda başarılı olunmuştur.

Fakat Almanya'dan ders almadan bu işe kalkışanlar hem içeride hem dışarıda, gün geçtikçe durumun vahametini kavramaya başlamışlardır.

Almanya'da 1932 seçimlerinden sonra Cumhurbaşkanı Paul von Hindenburg, Hitler’in başkanlığında Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi, Alman Ulusal Halk Partisi'ne iktidar yolunu açmıştır.

Bizdeyse bu yolu açan, sonradan adını Y-CHP olarak değiştirecek olan partinin genel başkanı Baykal ve ekibi olmuştur.

Tüm bunlar Erdoğan'ın bilgi ve öğretisinde baskın bir yer edindiği için, camsız konuşmalarında sıklıkla ağzından kaçırdığını görenler,  prompter olmadan konuşmasına izin vermemektedirler.

Dikkat ederseniz, Türkiye'nin son 13 yıldır yaşadıklarının III. Reich Dönemi’yle aşırı benzerlikleri vardır.

2. Cihan harbi biter bitmez (günümüzde Orta Doğu savaşı) Hitler iktidarı tek başına devralmıştır.
 
Orta Doğu'da yaşanan Arap Baharı bitiminde de Erdoğan kendisini halife ilan etmek istediği artık sır olmaktan çıkmıştır.

Hitler, iktidarının ilk yıllarından itibaren kendisini yetkilendirecek olan yasalar çıkartmaya başlamıştır.

Aynı uygulama, Erdoğan tarafından da yapılmıştır.

Nitekim, daha geçen ay, çift başlılık olmaz ifadesi, başbakanlık makamını da zorla yok etmeye yönelik anayasal bir suçtur, ancak bu konuda yazık ki devletin kendini koruma mekanizmaları da hapishanelerde çürütülerek bu fırsat elde edilmiştir.

Şimdiyse kendisine bu fırsatı yaratanları susturmak için, paralel yapı masalı uydurmuş ve maşalarını birer birer başka devletlere kaçma ya da sığınma talepleriyle karşı karşıya bırakmıştır.

Üstelik öylesine pervasız bir tavır içindedir ki, alenen Türk halkını aşağılamayı bile göze almıştır.

Hitler Almanya'sı ile benzerlikler öylesine açıktır ki, tarih bilinci olmayan Türk halkı bunu göremediği gibi, tarihçiler de sindirilerek bu konularda söz söyletilmemiş, söyleyenler bir şekilde susturulmuştur.

Hitler, Federal Meclisin onayı olmamasına rağmen parlamentoda uydurduğu, yetkilendirme yasasıyla şahsi hedeflerine uygun yasalar çıkartmaya başlamış, muhalifleri birer birer susturmuştur.

Bunun neticesindeyse dönemin Almanya'sındaki federe devletlerin bağımsızlıkları kaldırılmış, Cumhurbaşkanı'nın ölümünü fırsata çevirip, Federal Konsey'in faaliyetleri durdurulmak suretiyle lağvedilmiş, Hitler kendisine doğrudan bağlı, merkezi bir yönetim tesis etmiştir.

Nihayetinde Erdoğan'da Hitler taktiği uygularcasına yöntemlere başvurarak, tüm yetkilerin kendisinde toplanması gerektiğini defalarca dile getirmiş, halkı "400 vekil verin bu iş tatlı bitsin" diyerek işi tehdide kadar vardırmıştır.
 
Ancak Erdoğan'a bu aklı verenlerin hesap etmediği bir şey vardı.

Dönem Hitler Almanya'sı dönemi değildi.

O dönemde güçlü devletler açıkça meydanda savaşa girmişlerdi, şimdiyse eş başkanlarını savaşa sokmuşlardı.

Aradaki fark, kazanana kadar savaşacaklardı ancak şimdi, eş başkanları eskiyene ya da sözlerinden çıkana kadar ortalıkta görünecek, sürekli perde arkasında olacaklardı.

İşte Erdoğan'ı piyasaya sürenler bunun hesabını iyi yapmış, ancak Erdoğan'ın kurmay dediği tayfa, bunun hesabını yapamamıştı.

İçeride müritleri kandırmak, yandaş medya oluşturmak, karşıtlara meydan okumak kolaydı, lakin kazın ayağı hiç göründüğü gibi değildi.

Zira ilk kez, NATO genel sekreterliği (Anders Fogh Rasmussen) seçimlerinde kendini gösteren çelişkiler, yine NATO'nun füze sitemi anahtarı, Çin Füzesi alım denemesi, Nükleer santral ihaleleri, Esad düşmanlığı gibi hayati öneme sahip durumlarda kazın ayağının şeklini belli etmişti.

Hitler'in güç kazanmasında İngiltere'nin de rolü olmuştur.

Çünkü hem dönemin ekonomik buranı hem Hitler Almanya'sı hem de Mussolini İtalya'sının saldırganlıkları, İngiltere'nin ekonomisini olduğu kadar dış politikasını da çökertmeye başlamıştır.

Dönemin İngiliz Başbakanı Neville Chamberlain, bu durumdan kurtulmanın yolunu Hitler'e karşı Appeasement Policy (yatıştırıcı siyaset) izlemesi olarak görmesi, Hitler'in başarısını artırmıştır.

İngiltere muhalefetinin başta Winston Churchill  olmak üzere , Chamberlain'in bu tutumunun Hitler'i güçlendirdiğini görmesiyle durum tersine dönmüş ve  Başbakan Chamberlain'in istifasıyla bu gidiş sonlanmıştır.
İngiltere'nin Hitler'e desteğinin benzeriyse, İsrail tarafından Erdoğan'a verilmiştir.

Erdoğan'ın iktidara geldiği yıllarda İsrail ile aralarından su sızmaz ve desteğini almışken, 2004 yılında Hamas kurucusu Ahmet Yasin'in öldürülmesi olayına Erdoğan'ın, "İsrail terörist ülkedir" demesiyle ipler gerilmişti.

29 Ocak 2009 yılına gelindiğinde bu gerginlik iyice artmış, Erdoğan'ın Davos'ta malumunuz "one minute" olayı patlak vermişti.

O dönemlerde Orta Doğu için model ne olacak tartışmaları yaşanıyordu ve özellikle yandaş basında "Türkiye model ülke" olarak gösterildiği sıkça dillendiriliyordu.

Erdoğan'ın katıldığı oturumun adıysa sanki özellikle seçilmiş gibi, "Gazze Orta Doğu İçin Model" olarak seçilmişti.

Erdoğan ve Peres arasındaki atışmada pek gündem bulmayan bir hareket vardı.

Peres parmağını sallayarak, "İstanbul'a roketler düşse siz de aynısını yaparsınız" diyordu.

Peres'in salladığı parmağın sırrı daha sonra ortaya çıkacaktı ancak o dönemde "one minute" daha revaçta olduğu için kimsenin dikkatini çekmemişti.

Zira 13.4.2001 yılında Kudüs Ermeni Milli Komitesi (Armenian National Committee of Jerusalem) Peres'in “Bizler Holokost ve Ermeni meselesi arasında benzerlik bulma girişimlerine karşıyız. Hiçbir olgu Holokost’a benzmesi imkansız. Ermenilerin başına gelenlerde bir trajediydi ama bir soykırım değildi” (We reject attempts to create a similarity between the Holocaust and the Armenian allegations.  Nothing similar to the Holocaust occurred.  It is a tragedy what the Armenians went through but not a genocide) açıklamasını göz ardı ettiğimizi anlatıyordu.

13.6.2012 tarihinde İsrail Çevre Bakanı Gilad Erdan,  parlamentoda İsrail’in Ermeni soykırımını tanıması gerektiğini savunmaya başladı.

Parlamento başkanı Reuven Rivlin her ne kadar, "bu konuyu siyasetten uzak tutalım" dese dahi milletvekili Zahava Gal-On, "artık menfaatlerimiz gereği bunu tanımak İsrail’in ahlaki ödevi" diyor, Çevre Bakanı Gilad Erdan'da bu söylemi destekliyordu.
 
O dönemde The Economist'in şu yorumu dikkat çekiyordu.

"Erdoğan, İsrail ile ilişkilerin kesilmesi yönünde yapılan baskılara ABD arabuluculuğu sayesinde direnebiliyor,  İsrail'le ilişkileri normalleşiyor  ancak çok daha fazla sinirli. İsrail'in savaş suçu işlediğini ve Birleşmiş Milletlerin görevini yerine getirmediğini söylüyor" yorumunda bulunuyordu.

Economist'in kullandığı "savaş suçu" ifadesini, gelecekte Erdoğan için kullanılması amacıya yapılmış bir yorum diye düşünmüştüm.

Sonrasında, Peres'in salladığı parmağın sırrı yavaş yavaş ortaya çıkıyordu.

Nitekim İsrailli politikacıların, Neville Chamberlain'ın akıbetinden ders almayı bildiği belli oluyordu.

8 Temmuz 2015  yılına gelindiğindeyse İsrail parlamentosunda bu kez başkan Yuli Edelstein, "İsrail'in Ermenistan ve diğer ülkelerle olan diplomatik ilişkileri göz önüne alınarak soy kırım tanınmalıdır" demekteydi.

Görüldüğü üzere Erdoğan'ın hastalıklı politikaları, Türkiye'nin dünya siyasetindeki yerini değiştirmeye başlamıştı.

Elbet ki İsrail Cumhurbaşkanı artık Peres değildi  ve Peres'in o salladığı parmağın, daha çok aranacağının işaretini Cumhurbaşkanları Reuven Rivlin'in, BM Genel Kurulu'nda, "Holokostu Anma Günü" konuşmasında işaretini vermiş oluyordu.

Burada garabet gibi görünen bir durum da var elbet.

O durum, tüm bu yaşananlara rağmen İsrail ile yapılan ticaretin İslam ülkeleriyle yapılan ticaret hacminden fazla olmasıdır.

Bunun tek açıklaması vardır, İsrail'in güttüğü dış politika, kendi çıkarlarını ön planda tutan politikalar olduğudur.

Eğer öyle değilse, Türk halkının % 99,9'u Müslüman diyenler yalan söylüyor, halkı kandırıyor demektir.

Bu yazdıklarım aslında herkesin hafızasının unuttuğu, ulaşabileceği güncel bilgilerden oluşmaktadır, lakin hepsini bir araya getirmek gibi bir derdi olmayanların pek umursamadığını bildiğim için ben bir araya getireyim istedim.

Yazının özeti şudur.

Yaklaşık 3 yıldır söylemeye çalıştığım Erdoğan'ın etrafındaki çemberin daraldığıdır.

Bunu Erdoğan'da artık görmüştür.

AKP'nin iflas eden iç ve dış politikalarıyla Türkiye bir arpa boyu yol gidemediği gibi, son sürat karanlığa, yalnızlığa terk edilmektedir.

Erdoğan ve şürekası için sorun olmayabilir, ancak Türkiye'nin iflası şatafatlı söylemlerle, hovarda mirasyedi tarzında harcamalarla ört bas edilemez.

Parlamenter sistemi yıkmak, yıkmaya çalışmak anayasal bir suçtur.

Hitler'i örnek gösterebilen bir zihniyetin sözleri, kastını aşan ifadeler olarak algılanmaya çalışılsa dahi, başkanlık sistemi istemeye hakkı yoktur.

Bu ifadenin, dünyada bile bardağı taşıran son damla olduğunu yakında hepimiz öğreneceğiz.

Şimdilik hazmettire hazmettire anlatıyorlar.

Tıpkı Erdoğan'ın "Kürdistan açılımı Hazmettire hazmettire olacak" dediği gibi oluyor, bağıra bağıra söyleyecekleri günler yakında geliyor.

03.01.2016

A. Dursun




İşte Almanya

Kesnizani Tarikatı`nın Mareşal müritleri...

Gülümseyin... Düşünün ve hüzünlenin-Charles Spencer CHAPLİN

Büyük Diktatör / Charlie Chaplin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder