4 Mart 2016 Cuma

BABASINA KEFİL OLUNMAYACAK ZATIN MACERALARI

17 Aralık’ta başlayan yolsuzluk soruşturmalarının ikincisinde 41 kişi hakkında gözaltı kararı alınıyordu. Kararı aldıran Savcı Muammer Akkaş kararların ardından apar topar soruşturmadan el çektiriliyordu.


Yetmiyor;
Savcı, “Onunla işimiz bitmedi” diyen Tayyip’in tehdit ve hakaretlerine maruz kalıyordu. Tayyip, oğlu hakkında da celp çıkaran savcıyı “yüz karası” olarak nitelemekten de çekinmiyordu.

Gözaltına alınacak isimlere baktığımızda, Tayyip’in öfke ve saldırılarının bu denli büyük olma nedenleri de ortaya çıkıyordu.

Gözaltına alınacak isimlerden M. Fatih Saraç, Tayyip’in gizli kasalarından biri olarak adı sıkça geçenlerden biriydi. Bugün Turgay Ciner’in sahibi olduğu belirtilen HaberTurk gazetesinin Yönetim Kurulu Başkan Vekili.

Yine listede yer alan M. Latif Topbaş, Tayyip iktidarı ile birlikte servetine servet katanlardan biriydi. Tayyip’in kızı Esra’nın kınası onun sarayı pardon evinde yapıldı.

Gözaltı listesinin orta sıralarında kendine yer bulan Ahmet Ergün, adı kasa olarak anılanların başında geliyordu. Tayyip’i övme kitabı olarak piyasaya verilen ve Tayip tarafından birçok yere hediye olarak dağıtılan; “Bir Liderin Doğuşu” adlı kitapta sürekli olarak en yakınında olduğu anlatılan isimlerden… Patron’un diğer adamları, Necmi Kadıoğlu ve Harun Karaca’nın sicillerinde yer alan eylemleri şöyleydi;

“Cürüm işlemek için kurulan teşekkülün kurucusu ve yöneticisi olmak, irtikâp, zimmet, ihaleye fesat karıştırmak, görevi kötüye kullanmak, özel evrakta sahtecilik ve kamu kurumunu dolandırmak”tı.
Hoş, Tayyip’in de aynı suçlardan oluşan ve “kalpazanlık”ta içeren dosyası dokunulmazlığının kaldırılmasını bekliyordu. 

Tayyip, 12 Haziran 2011’de yapılacak milletvekili seçimlerinde Harun Karaca’yı İstanbul 3. bölgeden milletvekili adayı olarak gösteriyordu. Diğeri de AKP’li Esenyurt Belediye Başkanı.
Ergenekon iddianamelerinin ek klasörlerinden 87’ncisinde, Tayyip’in en yakın adamlarından ve danışmanlarından Ahmet Ergün hakkında şunlar yer alıyordu:

“Millet Gıda’nın sahibi, Kola Turka’nın ortağı ve dağıtım şirketinde… Av. Alpaslan Aslan bunun üç yıldır yanındaymış. Başbakan Tayyip Erdoğan da iyi tanırmış…”

Belgeyi “aslı gibidir” diye onaylayan isim de Ayhan Işık isimli polis memuruydu.
Belgelere göre Danıştay hakimlerinin katili Alpaslan Aslan, olaydan önce üç yıl Ahmet Ergün ile berabermiş.

Tayyip’in danışmanlarından ve 17 Aralık sürecinde gözaltı kararı olan isimlerden; Ahmet Ergün’ün Belediye Başkanlığı dönemlerinde; ihale kazanan firmalardan komisyon yani daha açık bir deyişle rüşvet istediğini belirttiği İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde Tayyip’in bir diğer danışmanı Harun Karaca 1986 yılında İstanbul Fatih İlçesi Refah Partisi teşkilatına üye olmuştu. 

Karaca, 1989 ve 1991 yıllarında yapılan yerel seçimlerde memleketi olan Tokat Zile'den Refah Partisi adına belediye başkan adayı oluyor, ancak seçimleri kaybediyordu. 1994 yerel seçimlerinde Fatih Belediyesi Meclis Üyeliği’ne seçiliyordu. 

Parti listesinde 3. sırada olması nedeniyle de otomatik olarak Büyükşehir Meclisi’ne de giriyordu. Kendisindeki yetenekler Tayyip tarafından anında keşfediliyor. 

Bu tarihten sonra da Tayyip'in danışmanı oluyor. Bundan sonrasını adli makamlara verdiği kendi ifadesinden dinleyelim:

"...Benim Yönetim Kurulu Üyesi olduğum Belediye İktisadi Teşekkülleri’nde ihale olduğu zamanlar yönetim kurulu sıfatıyla görevim oluyordu. Büyükşehir Belediyesinin yapmış olduğu diğer ihalelerde bir görevim olmadığı gibi dosya inceleme yetkim de yoktur. Ancak danışman olmam sıfatıyla Recep Tayyip Erdoğan beni yanına çağırdığında ihale verilen firmalardan alınacak komisyonu görüşme ve yüzde miktarlarını belirleme görevlerini bana verdi…”

Neymiş?
Tayyip Erdoğan, Harun Karaca’yı yanına çağırıp, ihale verilen firmalardan alınacak komisyonu görüşme ve yüzde miktarlarını belirleme görevlerini ona vermiş…

Sonra;
O da Tayyip adına bu komisyonları yani rüşvetleri toplamış.
Peki, bu rüşvetler ne amaçla toplanıyordu?
Bunu da; Tayyip’in sürekli olarak yanında bulunan danışmanlarından Necmi Kadıoğlu açıklasın:
“Biz geleceğin Başbakanı için bunları yapıyoruz”

Yani;
Geleceğin takunyalı diktatörünü hazırlamak için…

Şimdi?
Kendi yaptıkları yolsuzluklarının, ihanetlerinin bir gün hesabının sorulacağı korkusu içinde olanların heveslendiği tek makam diktatörlüktü.

Her diktatör adayı kendi suçlarını, dalaverelerini, düzenbazlıklarını, kalpazanlıklarını, entrikalarını muhaliflerinin üzerlerine yüklerken, onların muhalif olduklarını ya da onları siyasal ikbali karşısında tehlike gördüğü açıklamaz. Muhalifleri kendi deyimi ile içeri tıkarken yine onların muhalif olma nedenlerini ileri sürerek yapmaz, mutlaka bir suç üretmeleri, böylece halkı kandırmaları gerekmektedir.

Atatürkçü, yurtseverlere; Ergenekon iftiralarının atılma nedeni budur…
Gözaltı listesindeki bir diğer isim; Hasan Dağcı, Dağcı, Tayyip’in özel kalem müdürlerinden. Emine’nin Kürşat’ın evinde sahibi olduğu/olacağını söylediği Star gazetesinin de sahiplerindenmiş.
Dağcı; Tayyip’in özel kalem müdürü olmasının yanında sırdaşıydı da.
Yani en yakınındaki isimlerden biri…

Şimdi Tayyip’in gözaltı tehdidinde bulunan ve Tayyip’in uykularının kaçmasına neden olan kasaları ve en yakınındaki isimler; Esentepe Mahallesi Gazeteciler Sitesi’nde Detay Kültür Eğitim Basım Sanat ve Turizm Limited Şirketi adı ile bir şirket kurmuşlar.
Ne güzel değil mi?

Şirketin ortakları şu şekildeydi:
Ermet İnşaat Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti…

Hasan Dağcı.
M.A. Minyatür Mimari Tasarım Maket Turizm Yazı Ltd. Şti.
Tayyip’in cezaevi koruması Hasan Yeşildağ’ın kardeşi, Tayyip döneminden beri AKP’li Büyükşehir Belediyesi Encümen Üyesi olan Zeki Yeşildağ.

Yeşildağ, ilginç bir hareket yapıyor, ortaklıktan ayrılıyor ancak şirketin müdürlüğüne getiriliyordu.
Yeşildağ kardeşler; Hasan, Mehmet ve Zeki’nin Tayyip’in oğlundan ismini alan ve Şişli’de faaliyet gösteren Burak Turizm ve Sanayi Limited Şirketi adıyla bir başka ticarethaneleri vardı.
Firmanın iş konusu şöyleydi:

“Her türlü turizm amaçlı faaliyetlerde bulunmak, yurt içi ve yurt dışına tur düzenlemek, otel, motel, kafeterya, turistik satış mağazaları, reyonları ve benzeri turistik tesis işletmeciliği yapmak, almak, satmak, kiralamak ve kiraya vermek, turistik ve ticari amaçlarla gayrimenkuller satın almak, satmak, inşa etmek, müteahhitliği yapmak, devir almak, devretmek, kiralamak, kiraya vermek, bu amaçla ihalelere katılmak, gayrı menkuller üzerinde leyh ve aleyhte ipotek tesis etmek ve ana sözleşmesinde yazılı diğer işler…” 

Yeşildağ kardeşlerin Zeytinburnu’nda etkinlik gösteren bir diğer şirketleri; Zeya İnşaat Turizm Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi’ydi.

Tayyip’i övme kitabında adı çok geçen ve sürekli Tayyip’in yanında yer alan ve onu Pınarhisar Cezaevi’ne teslim eden, sürekli olarak ilçede kalarak Tayyip’in hizmetinde bulunan, sırdaşlardan Ahmet Ergün’ün de İstanbul’da birçok şirketi bulunuyordu.

Milliyet Gazetesi’nden Serpil Yılmaz, 16 Mayıs 2002’de kaleme aldığı yazısında Ahmet Ergün’ün “yurt dışına para kaçırma” iddiasıyla polis tarafından arandığını açıklıyordu.

Ergenekon iddianameleri ek klasörlerinde yer alan Emin Şirin ile Şaban Kalafat arasındaki telefon görüşmelerinde, Ahmet Ergün’ün Refah Partisi’nin seçim anketlerinde birinci gösterilmesi için araştırma şirketlerine para aktardığı konuşuluyordu.

Ahmet Ergün az önce de belirttim; “Cürüm işlemek için kurulan. Teşekkülün kurucusu ve yöneticisi olmak, irtikâp, zimmet, ihaleye fesat karıştırmak, görevi kötüye kullanmak, özel evrakta sahtecilik ve kamu kurumunu dolandırmak”tan sicilliydi…

Yargılandığı dosyada verdiği savcılık ifadesinde; Belediye’den ihale alan firmalardan yüzde 3 ile 10 arasında komisyon aldıklarını çok açık bir şekilde söyleyen isim.

Ahmet Ergün’ün İkitelli Mehmet Akif Mahallesi, İnönü Caddesi, Star Sokak’ta YAAO İletişim Teknolojileri İnternet ve Tanıtım Hizmetleri ve Sanayi Ticaret Limited Şirketi adıyla faaliyet gösteren şirketinde ortağı olan bir diğer isim sizce kimdi?

Sıkı durun;
Hasan Dağcı!
Yani Tayyip’in sırdaşı ve özel kalem müdürü…

Başka?
Tayyip’in özel (!) ihtiyaçlarını karşılayan danışmanı…
Hasan Dağcı ve Ahmet Ergün’ün Kısıklı Mahallesi Kısıklı Caddesi Üsküdar’da iştigal eden bir diğer şirketi; Belen İnşaat ve Taahhüt ve Turizm Ticaret Limited Şirketi’ydi.
Hasan Dağcı’nın yurt içinde ve yurt dışında kara, deniz, hava, nakliye işleri yapma konulu şirketteki ortağının soyadı, Tayyip’in belediye döneminden beri avukatı ve Hükümet olduktan sonra Bakan yaptığı Hayati ile aynı soyadını taşıyordu; Yazıcı…

Tayyip’in özel kalem müdürleri, danışmanları ve cümle yakınlarının birbirleriyle kurdukları şirketlerin sayısı bırakın bir kitabı ansiklopedi olacak kadar çok.

Gözaltına alınacak isimler uzun, hadi gelin biz Yasin El Kadı ile başlayalım:
18 Nisan 1999 Genel ve Yerel seçimler öncesinde Kanal 7 televizyonunda Ahmet Hakan’ın karşısına geçen Tayyip, “Fazilet Partisi Büyükşehir Belediyesi Başkan adayı Ali Müfit Gürtuna’ya kefil misiniz?” şeklindeki soruya, “Ben sadece kendime kefil olurum. Babama, hatta çocuklarıma bile kefil olmam” diyordu.

Tayyip, bu sözlerinin ardından daha 7 yıl bile geçmeden, bu kere Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin terörü finanse edenler listesinde 39. sırada yer alan Yasin el Kadı’ya kefil oluyordu.
11 Temmuz 2006’da NTV’de Yasin el Kadı’yı “hayırsever bir işadamı” şeklinde tanımlayıp, kendisine kefil olduğunu söyleyen Tayyip, El Kadı’nın bir dönem ortağı olan danışmanı Cüneyt Zapsu’ya ve distribütörlüğünü yani mamullerinin dağıtıcılığını yaptığı Ülker grubuna da sahip çıkıyordu.

Tayyip, “Ben Yasin Bey’i tanıyorum ve kendime inandığım gibi inanıyorum…” diyordu. Ancak, kendisinin Başbakan, Abdullah Gül’ün de Dışişleri Bakanı olduğu hükümetin, 16 Nisan 2003 tarihinde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne gönderdiği bir yazı hiç de öyle demiyordu:
“Türk vatandaşı olmayan, yabancı sermaye sahibi olan bir şahsın (Yasin El Kadı) Türkiye’de ekonomik açıdan faal olduğu belirlenmiştir. Bu şahsın neredeyse 2 milyon doları bulan mal varlığı Maliye Bakanlığı Teftiş Kurulu’nun kararı ile dondurulmuştur…”

Ne gariptir ki;
2000’li yıllarda; Kendisine kefil olunamayacağı milyonlarca insanın önünde ilan edilen bir adamın oğlu, bu ülkeye Başbakan oluyordu.

Ve yine; 2000’li yıllarda; Çocuklarına kefil olunamayacağı yine milyonlarca insanın önünde ilan edilen çocukların babası, bu ülkeye Başbakan oluyordu.

Bu inanılmaz olay insanlık tarihinde ilkti.
Türkiye Cumhuriyeti’nde kendisine güvenilemeyecek bir adamın oğlu Başbakan olmuştu.

Üstelik;
Babasına güvenilemeyeceğini söyleyen, ama bir teröriste güvenebileceğini iddia edende aynı babanın Başbakan olan oğluydu.

Ve,
Yine ne garip ki, babasına ve hatta çocuklarına bile güvenilemeyecek adamı, bir at, evet evet bir at sırtına almıyor, onu taşımayı kendine yediremiyor ve anında onu yere atıyordu!
Koskoca bir ülke bir at kadar olamamıştı!

Atın kabullenemediği ve büyük bir öfke ile sırtından attığı bu adam, yine gariplikler üstü bir şekilde hala bu ülkenin fakir insanlarının sırtında!..

Dün;
Yırtık ayakkabıları ile başladığı hayat mücadelesinde, siyasete atıldığında partisinin yardımları ile geçimini sağlayan, belediye başkanlığının ilk günlerine kadar kaçak gecekonduda oturan Tayyip, Başbakanlığını ilk günlerinde de yabancı ülke başkanlarına “ben geçinemiyorum, sen nasıl geçiniyorsun” sözleri ile yakınıyordu.

Bugün;
Kendilerine güvenmediğini milyonların önünde ilan ettiği çocuklarından büyük oğlu Burak, “gemicikler imparatoru” oldu. Şirketlerinin mal varlıkları ve ticaret hacimleri 100 milyonu çok gerilerde bıraktı. Küçük oğlu, kızı pırlanta dahil her işi yapıyor, milyon dolarlara dönüp bakmıyor bile, Tayyip’in “onlara güvenemeyeceği” sözü haklı çıkmış olacak ki, savcı, oğlu Bilal’i ifadeye çağırdı ve sonunda kıyamet koptu.

Çünkü; çanlar kendi için çalmaya başlıyordu!
Gerek seçimler öncesinde gerekse iktidarlarında hep Müslüman olduklarını iddia ediyorlardı. Ancak devri hükümetlerinde; yağma, talan, soygun ve vurgun hep ayrılmaz parçaları oldu.
“Adalet” dediler, kendi anlatımlarında bile adaleti çetelere teslim ettiklerini itiraf ettiler.
Ülke, içinde hırsızın, yağmacının, soyguncu, vurguncu ve eli kanlı katillerin yuvalandığı çetelerin cenneti, Atatürkçü yurtseverlerin ise cehennemi oldu. 

Kalkınma ise; fakir fukaradan, garip gurabadan çalınıp, ayakkabı kutularına zulalanmış milyon dolarlar…

Oysa;
İslam inancında Beytülmal’den bir kuruş çalanın namazı bile kılınmaz.
Bunlar; fakir fukara, garip guraba’nın rızklarını, tüyü bitmemiş yetimin haklarını çalarak dünya milyarderler listelerini alt üst ettiler.

Ve,

Böylece, bırakın cenaze namazlarının kılınmamalarını, salaları bile verilemeyecek hale geldiler…
Tayyip; Yasin El Kadı’yı eleştirenleri şu sözleri ile tehdit ediyordu:

“Onları hoplatacağım.”
Tayyip’in kefil olduğu Yasin El Kadı, Almanya IHH’ya 26.01.1996 tarihinde 200 bin dolar, 15.02.1996’da ise 300 bin dolar olmak üzere toplam 500 bin dolar gönderiyordu. Ve yine Savcı’nın listesinde yer alan isimlerden bazılarına ise ne siz sorun ne ben söyleyeyim.
IHH; yani siyasal İslamcıların yardım toplayıp, topladıkları yardımları genellikle yerlerine ulaştıramayan yardım teşkilatı; GFR Global Relief Foundation yani Küresel Kurtuluş Vakfı, El Kifah gibi kuruluşlarla da işbirliği içindeydi.

GRF’nin ilişkide olduğu isimlerden biri yine Yasin El Kadı, vakıf ise Muvaffak Vakfı’ydı.
Yasin El Kadı, başta Bahar Su olmak üzere birçok şirket de Ülkerlerle ortak ticari faaliyetlerde bulunmuştu. Tayyip de Ülker’in mamullerinin dağıtıcısıydı. Tayyip’in kızının kına gecesini yapıldığı evin sahibi Topbaşlar ve Özallar Kadı’nın diğer ortak grupları arasında yer alıyordu.

Resim...

Yasin El Kadı, Tayyip’in yeğeni Ahmet Erdoğan’a değişik tarihlerde para transferleri yapıyordu.
Nedeni ne diye sormayın? 

Ticari sır!

Ahmet Erdoğan, Ayşe Erdoğan ve Ahmet Köse ile birlikte 1993 yılında Ahsen Deri Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti, adıyla bir şirket kurmuştu. Şirketin merkezi Zeytinburnu’ndaydı.
Erdoğanlar bir süre sonra bu şirketi Rabıta’nın Türkiye temsilcisi Salih Özcan’a devrettiler.
Ne yani tesadüf veya isim benzerliği olamaz mı?

Olur!
Alın size bir isim benzerliği daha,
IHH’nın Türkiye şubesinin kurucularından biri de Hasan Köse ile aynı soyadını taşıyan Mehmet Köse’ydi. Diğer kurucular ise Fehmi Bülent Yıldırım ve Mahmut Savaş’tı.

Buyurun bir tesadüf daha:
Tayyip’in dünürü ve idolü Sadık Albayrak, 2010 yılının ilk ayında Türkiye Yazarlar Birliği’nin yüzüncü kuruluş yıldönümü dolayısıyla Sultanahmet Kültür Merkezi’nde düzenlenen etkinlikten, dönerken Polisten dayak yiyordu. Albayrak, Polisten bi’ araba dolusu dayak yerken yanında IHH Yönetim Kurulu Üyesi ve Ortadoğu Özel Temsilcisi Ahmet Emin Dağ bulunuyordu. Albayrak ile Dağ, Yazarlar Birliği’nin etkinliğine beraber katılmışlardı.

Yasin El Kadı hakkındaki bilgilere devam etmeden, ülkemizde yayınlanan “Sosyal Bilimler Ansiklopedisi” ve Ansiklopedinin yazarlarını tanımakta büyük fayda olacaktır.
1990 yılında yayın hayatına atılan Risale Yayınları; laikliğin hor görüldüğü, Atatürk’ün ve silah arkadaşlarının yok sayıldığı, buna karşılık Vehhabi Şeriatına ve irticai örgütlere övgüler düzülen bir Sosyal Bilimler Ansiklopedisi çıkarıyordu.

Risale Yayınları’nın finansörü Yasin El Kadı’ydı. El Kadı bu dergiye çok miktarda para akıtıyordu.
Risale Yayınları aynı zamanda “Vahdet” adlı örgütle de işbirliği içerisindeydi. Risale yayınlarının piyasaya sürdüğü bu Ansiklopedi, Emine Şenlikoğlu’nun çıkardığı “Mektup” adlı dergi başta olmak üzere birçok dini yayın ve yayıncı tarafından dağıtılıyordu. Şenlikoğlu, Ergenekon tertipçilerinden Haham yamağı homoseksüel Tuncay Güney’in heykelinin dikilmesini istiyordu.

Ansiklopedinin yazar kadrosuna baktığımızda bugün hemen hepsinin AKP’li Belediyelerde, Hükümet’te ve hepsinden önemlisi Anayasa Mahkemesi’nde bile görev yaptığı görülüyordu.
Refah Partisi ve Fazilet Partisi’nin kapatılmasına karşı çıkan Sacit Adalı Ansiklopedinin hazırlayıcıları ve yazarları arasında yer alıyordu. 

Anayasa Mahkemesi’nin Başkanı Haşim Kılıç, İslami Büyük Doğu Akıncılar Cephesi ya da bilinen adıyla İBDA-C’nin yayınladığı Gölge adlı derginin Ankara Temsilcisi’ydi. Dergi, İslam devrimi için silahlı mücadele çağrılarıyla yayın yapıyor, bu uğurda yapılan eylemleri de kutsuyordu.
İBDA-C’nin lideri Salih İzzet Erdiş veya bilinen ismiyle Salih Mirzabeyoğlu, “Tilki Günlüğü” ve “İşkence” adlı kitaplarında Haşim Kılıç’tan bahsederken, “Sayıştay Müfettişi Haşim Kılıç”, “Arkadaşım Haşim Kılıç” şeklinde bahsediyordu. 

Haşim Kılıç, bütün bu iddialara karşı cümle dinciler gibi aynı taktiğe başvuruyor, önce inkâr ediyor, belgeler ortalığa döküldükçe suskunlaşıyordu.

Nakşibendî Tarikatı mensubu Haşim Kılıç, Turgut Özal tarafından Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçildiğinde, dinci tayfası yaptıkları toplantılarda zaferlerini kutlamışlar ve şu sözleri söylemişlerdi:
“Surda bir gedik açtık mukaddes mi mukaddes ey kahpe rüzgâr artık ne taraftan esersen es”
Ansiklopedinin yazarlarından Ömer Dinçer, Başbakanlık Müsteşarlığı’nın ardından, bugün Çalışma Bakanlığı koltuğunda oturuyor, Davut Dursun ise RTÜK Başkanlığı’na getiriliyordu.

Tayyip’in ve Abdullah Gül’ün danışmanlığının ardından Dışişleri Bakanı yapılan Ahmet Davutoğlu, AKP’nin ekonomiden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı ve Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Nazım Ekren de yazarlar arasındaydı. Aynı Ansiklopedinin yazarları arasında AKP’nin bir diğer Genel Başkan Yardımcısı Nevzat Yalçıntaş da vardı. 

Tayyip’in Baş Müşaviri ve Atatürk ile Laik Cumhuriyet’e ağır hakaretler yağdıran İşaret Yayınları’nın sahibi, şimdinin Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, Tayyip’in danışmanları arasında yer alan ve Türkiye’de İran modeli bir düzen kurmayı amaçlayan “Türkiyeli Talebeler Konseyi” üyesi ve Zaman Gazetesi yazarı Ali Bulaç Ansiklopedi yazarları arasında yerini alıyordu.

Abdullah Gül gibileri kullanmak için yetiştirdiğini söyleyen Sabahattin Zaim, Tayyip tarafından Ziraat Bankası Yönetim Kurulu’na getirilen Nur Zahit Keskin, Tayyip’in danışmanlarından İ. Süreyya Sırma, Merkez Bankası Başkanlığı’na getirilmek istenen AL Baraka kökenli Adnan Büyükdeniz. 

Milli Gazete yazarı Zübeyir Yetik, Akit ve Vakit Gazetesi yazarı D. Mehmet Doğan, yine aynı gazetede Yusuf Kerimoğlu takma ismyle yazan Hüsnü Aktaş, gazetenin başyazarı ve Fehmi Koru’nun şirket ortaklarından Abdurrahman Dilipak…

Zaman Gazetesi’nden Mustafa Armağan,
Fetullah Gülen’in Edirne’de vaiz olması için gayretler sarf eden ve Gülen’e en yakın isimlerden Suat Yıldırım, Ali Ünal, Vehbi Yavuz, Ansiklopedi’de saf tutuyorlardı.

Prof Dr. Mehmet E. Palamut, Dr. Fehmi Cumalıoğlu, Doç Dr. Abdülaziz Bayındır, Doç Dr. Bilal Eryılmaz, Beşir Ayvazoğlu, Rasim Özdenören, Dr Tayyar Arı, Doç Dr. Şükrü Karatepe, Kürşat Demirci, Dr. Erol Göka… Aynı cephede yer alan yazarlardandı.

Ansiklopedinin sahibi ve yazarı, Ülker grubuna bağlı AK Gıda ve Bahar Su’da Yönetim Kurulu Üyeliği yapan ve Ülkerlerle ortaklıkları bulunan, Usame Ladin’in adamı olmakla şöhret olan M. Fatih Saraç’tı.

Saraç, Tayyip’in gizli kasalarından olduğu söylenen isimlerin başında geliyor ve yine Tayyip’le beraber Eyüp Sultan Vakfı’nda faaliyette bulunuyorlardı.

Peki, bu vakıfta başka kimler vardı?
Eyüp Belediye Başkanı Ahmet Genç, Ahmet Ergün, Kanal 7’nin başında bulunan Mustafa Çelik…
Tayyip’in kurduğu İslami Araştırmalar Vakfı ise şu isimlerden oluşuyordu:
Ali Bulaç, Nabi Avcı, Veysel Eroğlu, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Şenol Demiröz… 

Ansiklopedi’de, İhvan-ül Müslümin şöyle tanıtılıyordu:
“Müslüman Kardeşler Kur’an ve sünnete olduğu şekliyle İslam’a dönülmesini ve pratik hayatta İslam şeriatının uygulanmasını isteyen ve çağımızda yaşanan İslami uyanışta büyük payı olan bir teşkilattır.”

Ansiklopedi’de Müslüman Kardeşler Örgütü’nün lideri Hasan El Benna için “Üstad” tabiri kullanılırken örgüt için de; “Türkiye, Pakistan, Afganistan gibi ülkelerde İslami hareketin fikri zeminini oluşturmuştur” deniyordu.

Mısır’da Hasan El Benna tarafından kurulan “İhvanül Müslimin” ya da ülkemizde bilinen adıyla “Müslüman Kardeşler Teşkilatı” yöneticilerinin, çeşitli tarihlerde İstanbul’a geldikleri, Holiday İnn Oteli’nde kaldıkları, otel masraflarının İstanbul Belediyesi BİT’i Ulaşım AŞ tarafından ödendiği ve Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ile İştirakler Daire Başkanı Necmi Kadıoğlu’nun bu kişileri ziyaret ederek gizli görüşmeler yaptığı belgeleniyordu.

Necmi Kadıoğlu, aynı zamanda Tayyip’in danışmanları arasındaydı. 28 Mart 2004 yerel seçimlerinde AKP’den Esenyurt Belediye Başkanı seçildi.

Müslüman Kardeşler Örgütü’nün Ürdün sorumlusu Muhammed Ashmavey ile Mısır sorumlusu Hasan Huvaydi, 15 Eylül–12 Ekim 1995 ve 12–22 Ağustos 1997 tarihleri arasında, Bakırköy sahilindeki Holiday Inn Oteli’nde kalmışlar, paraları da Ulaşım AŞ ödemişti. Bu iddia öyle sıradan bir ihbar değildi. Ulaşım AŞ’nin ödediği otel faturaları da ibraz ediliyordu.

Konuyla ilgili olarak 1998 yılında İçişleri Bakanlığı Mülkiye Baş Müfettişleri ile İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün ilgili birimleri Holiday Inn Oteli’nin defter ve muhasebe kayıtlarını inceliyordu. Yapılan inceleme ve soruşturma sonucunda Müslüman Kardeşler Ürdün Sorumlusu olduğu iddia edilen Mohammed Ashmavey’in, otelin 4204 numaralı odasında 2–31 Mayıs 1997 tarihleri arasında kaldığı, otel giderlerinin de Belediye’ye ait Ulaşım AŞ tarafından ödendiği tespit ediliyordu.
Yapılan araştırmada Ulaşım AŞ Genel Müdür Yardımcısı Ömer Yıldız’ın, Mohammed Ashmavey ile Mısır sorumlusu Hasan Huvaydi’nin diğer ziyaretlerine ilişkin faturalar zaten iddia sahibi tarafından ibraz edilmişti.

Böylece Recep Tayyip Erdoğan döneminde İstanbul Belediyesi ile Mısır’daki aşırı dinci Müslüman Kardeşler Örgütü’nün ilişkileri bir kere daha belgelenmiş oluyordu.
Devri hükümetlerinde ise ilişkileri açıkça ilan edildi.

Recep Tayyip Erdoğan bu olaydan, yazılı emri olmaması ve otel müşterilerini ziyaret edenler ile ilgili kayıtlar tutulmaması nedeniyle, hakkında herhangi bir işlem yapılmayarak kurtuluyordu.
İçişleri Bakanlığı dosyayı, olayın 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 1.2.3 ve 7. maddeleri çerçevesinde incelenmesi için Esenler Cumhuriyet Başsavcılığına yolluyordu. Yolluyordu yollamasına da, ancak bu dosyadan bugüne kadar hala bir ses seda çıkmıyordu.

Çünkü o günlerde Esenler de Cumhuriyet Başsavcılığı yoktu. 

Giden diğer dosyalarında olduğu gibi Esenler’de Ağır Ceza da yoktu.
Bugün Meclis Başkanı olan M. Ali Şahin Tayyip’in İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı olduğu dönemde, İstanbul Gülhane Parkı’nda “Bosna ile Dayanışma Gecesi” adı altında bir etkinlik düzenliyordu.

Geceye katılacaklara Tayyip’in emriyle belediyenin tüm imkanları sunuluyor, ulaşımdan yiyecek ve içeceğe kadar her ihtiyaçları karşılanıyordu. Gecede Bosna’ya yardım amaçlı 10 milyon dolar toplamak için kampanya başlatılıyor, bu nedenle insanlar altın bileziklerini, kolyelerini, yüzük ve künyelerine kadar Bosna’da zulüm görenlere verilsin diye bunlara aktarıyordu. Herkes gücü kadar maddi destek sağlıyordu. Tayyip ise şu sözleriyle kampanyayı teşvik ediyordu:

“Değerli kardeşlerim, sizler şu anda Bosna Hersek cephesinde değilsiniz ama inanıyorum ki, ruhlarınızla Bosna-Hersek cephesindesiniz. İnanıyorum ki dualarınızla oradasınız. İnanıyorum ki, altın kolyesini veren bacım, kızımız bütün benliği ile Bosna-Hersek cephesinde şu anda cihada katılıyor. Kardeşler bizim dinamizmimizin altında yatan gerçek bu…

Bir zamanlar bu bahçede Tanzimat Fermanı okunmuştu. Şimdi sizler bu bahçede bir başka ferman haykırıyorsunuz. Bu ferman onlar isteseler de istemeseler de Allah nurunu tamamlayacak müjdesidir.”

Tayyip’in bu konuşmasının ardından paralar toplanıyor, ancak birinci Bosna kampanyasında yapılan yine yapılıyor, Bosna’ya para gönderilmiyordu. Gariban insanlar paralarını, değerli eşyalarını vererek Bosna’daki cihada katılmış gibi sevap aldıkları hayalini kuruyorlardı.
Yine aynı gecede Pakistan Cemaati İslam Genel Başkanı Hüseyin Ahmet, İstanbul’un tekrar Hilafetin başkenti olacağını şu sözleri ile ilan ediyordu:
“…Bundan 70 sene önce Osmanlı’nın Hilafeti yıkıldığı zaman bütün İslam alemini bir hüzün sarmıştır. Bugün burada gördüğüm parlamakta olan yıldız, bize şu müjdeyi veriyor; İnşallah istikbal gelecek İslam’ındır. Ve inşallah İstanbul tekrar Müslümanların başkenti olmaya adaydır…”
Gazi Ahmet Hüseyin’in bu sözleri ile coşan Tayyip, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi tarafından 28–29 Mayıs 1996’da düzenlenen “5. Uluslararası Müslüman Topluluklar Birliği Konferansı”na belediyenin imkânlarını sunarak sınırsız bir destek veriyordu.

Pakistan Cemaati İslam lideri Gazi Ahmet Hüseyin bu toplantıda yaptığı konuşmada “RP’nin başarısının hilafetin başarısı” olacağını söylüyordu.

Söz konusu konferans için değişik ülkelerden gelen delegeler 5 ile 8 gün arasında İstanbul Eresin Oteli’nde ağırlanıyor, 180 bin dolar tutan masraflar, İstanbul Belediyesi’ne bağlı doğalgaz dağıtım şirketi İGDAŞ tarafından ödeniyordu.

Tabii ki, bu masraflar İstanbul halkının doğalgaz faturalarına zam olarak ekleniyordu.
İslam’ın kapitalizme karşı olmadığı, aksine kapitalizm ile kardeş olduğu tezi ile yola çıkan ve yeşil kuşak projesini hayata geçirmeye çalışan isimlerden Reagan döneminin Savunma Bakan Yardımcısı Grover Norguis, 1998 yılında merkezi Washington olan İslam Piyasa Ekonomisi Enstitüsü’nü kuruyordu. 

ABD ve İngiltere, Müslümanlara İslam’ı öğretme(!) yolunda yerden pıtrak gibi Yahudi kökenli alimler türetiyor, Sion yıldızlarını ve Haç’larını koynunda taşıyan sözde alimlere Kur’an tefsir ettiriyor, hadis ilmine el attırıyor, hatta peygamberimizin hayatını bile bunlara yazdırıyordu.
Hal böyle olunca o zaman “İslam ve Kapitalizm” dalında da önderliği Yahudiler almalıydı. Ve öyle de oldu. Orijinal adı İslamic Free Market İnstute’nin ilk Başkanı Grover Norguis olurken, yardımcılığına CIA istasyon şeflerinden yırtık çoraplı Paul Wolfowitz getiriliyordu.

Enstitü’nün kurucu isimleri içerisinde yer alan isimlerin en ilginci Abdurrahman Alamoudi’ydi. Alamoudi, başta Hizbullah olmak üzere, Müslüman Kardeşler ve Hamas’ın destekçileri arasındaydı.
Ne güzel değil mi? CIA istasyon şefi Yahudi ve Mason Wolfowitz ile Şeriat Savaşçısı Alamoudi aynı safta, el ele, omuz omuza…

Usame Bin Ladin’in ailesi ile Bush ailesi de Amerika’da birçok şirkette ortak değiller mi?
Amerika Usame Bin Ladin’i niye yakalayamıyordu, ya da Tayyip ile Usame buluşmasına niye göz yumuyordu?
George Soros, “Amerikan Üstünlüğü” adlı kitabında kısmen de olsa bu soruların cevabını şöyle veriyordu:

“11 Eylül Başkan Bush’a aradığı düşmanı bahşetmiştir… 11 Eylül saldırılarından önce sadece kukla bir başkandı. 11 Eylülden birkaç gün sonra, kendisine tarihi bir görev verilmiş bir lidere dönüştü.”
Usame bin Ladin taraftarlarının saldırısının ardından Amerika’nın en salak lideri olan Bush, verdiği demeçte, kendisini tanrının görevlendirdiğini şöyle söylüyordu:

“Beni Tanrı yargılayacak. Tanrı bana; ‘George git ve Irak’taki diktatörlüğü devir’ dedi. Ben de bu buyruğu yerine getirdim. Bu bana tanrının verdiği bir misyon.”

Bu sözler karşısında Tayyip ne diyordu:
“Tanrı ABD başkanını İsa Mesih’in yolundan ayırmasın.”
Başka; “Kahraman evlatlarınızın ana vatana en az kayıpla dönmesi için dua ediyorum.”
Tayyip’in deyimi ile Kahraman ABD’liler Irak’ta ne yapıyordu? Kimin anavatanına kimler dönecekti? ABD askeri kaybı neden Türkiye Cumhuriyeti Başbakanını bu kadar ilgilendiriyordu?
Kim camileri bombalıyor, Kur’an-ı nişangâh olarak kullanıyor, bebek, kadın çoluk çocuk, yaşlı genç demeden milyonun üzerinde Iraklıyı katlediyor, kadınlara ve kızlara tecavüz ediyordu. 

Öldürdükleri tecavüz ettikleri Türkmenlerin sayısı binlerle ifade ediliyordu.
Usame, çöreklendiği Afganistan’dan ABD’ye eylem yapıyor, karşılığında ABD olayla hiç ilgisi olmayan Irak’a saldırıyor, böylece Irak’ın zenginliklerinin büyük bir bölümü Ladin ve Bush ailesine akıyordu.

Peki, Tayyip başka ne diyor; ben Müslümanım!
Bunu yiyene hıyar bile denmez.

Yine konuyu dağıttık, dönelim Alamoudi’ye.
Peki, Alamoudi’nin hepimizin yakıdan tanıdığı ortağının adı neydi?

Hani canım Tayyip’in “Babama bile kefil olmam” demesinin ardından kefil olduğu, “hayırsever” olarak nitelediği BM’nin küresel teröristler arasında saydığı isim.

Tabii ki, Yasin el Kadı!
Tayyip, Yasin el Kadı’yı eleştiren muhalefet üyeleri ve gazeteciler için az önce de belirttim “onları hoplatacağım” demeyi de ihmal etmiyordu.
Abdurrahman Alamoudi ve Yasin el Kadı, birlikte ABD’de bilgi teknolojisi sahasında faaliyet gösteren PTECH adlı şirketin ortakları arasında yer alıyorlardı.

Hizbullah, Müslüman Kardeşler ve Hamas’ın en önemli destekçileri arasında yer alan Alamoudi’nin kurucusu olduğu Enstitü’nün başlıca hamileri arasında ABD Başkanları ve eşleri de yer alıyordu. Clinton’un ve Bush’un eşleri bu destekçilerin öncüleriydiler.

Bu destek bugün de devam ediyor ancak tek farkla. Alamoudi 11 Eylül 2001 saldırılarının ertesinde son kullanma tarihi dolduğundan 23 yıl hapse çarptırılıyordu.

Bevolonce İnternational Foundation İnc. Kısa künyesi ile BIF, bu tür örgütlerin hemen hemen tamamının destekçisi olan Rabıta’nın gözetiminde 1992 yılında İllinois’te kuruluyordu. Usame Bin ladin’in en yakın adamlarından Enam Mahmut Arnout Vakfın ilk başkanı oluyor, ondan sonra başkanlığa Muhammed Loay Bayazıd getiriliyordu. Türkçe adıyla Uluslararası Yardım Vakfı, El Kaide ile bağlantılı vakıflar arasındaydı. 

Türkiye’de faaliyet gösteren Maram Seyahat’in ortaklarından ve El Kaide’nin kurucularından Memduh Salim vakfın müdürlüğüne getiriliyordu. 

Vakfın ilk başkanı Enam Mahmut Arnout, sadece Usame Bin Ladin ile değil Tayyip’in dizlerinin dibinde oturduğu Gudbeddin Hikmetyar ve yine Sudan’da gizlice görüştüğü isimlerden Dr. Fatih El Hasanein ile örgütsel ilişki içindeydi.

Bu nedenle BIF, bir yandan; Sudanlı El Hasaney’in kurduğu TWRA ve El Kaide’nin Sudan Şubesi Ulusal İslam Öncüleri (NIF) ile diğer yandan da Afganistan’da Hizb-i İslam ve Gulbettin Hikmetyar ile sıkı işbirliği halindeydi.

BIF’in işbirliği içinde olduğu diğer kuruluşlar ise şöyleydi:
El Kaide kurucuları Wa’el Hamza Juleidan, Memduh Salim, Muhammed Loay Bayazıd’ın ortak olduğu Maram Seyahat.

Tayyip’in kasalarından olduğu söylenen ve ayağından vurulan M. Fatih Saraç ve Yasin El Kadı’nın Caravan Dış Tic. Ltd Şirketi.
BIF, Selefi şeriatı paralelinde propaganda yapan, filmler, broşürler, dergi ve kitaplar yayınlayan bir vakıftı. 

Vakıf, bu çalışmalarını Müslüman Gençler Dünya Konseyi WAMY World Assemtly Of Müslim Youth ile birlikte gerçekleştiriyordu.

BIF, ayrıca Holy Land Foundation “Kutsal Topraklar” isimli bir vakıfla da çok sıkı bir işbirliği halindeydi. 

Holy Land Foundation ya da kısa adıyla HIF Hamas’la bağlantılı olduğu gerekçesiyle terör listesine alınıyordu. 

HLF yani Kutsal Topraklar Vakfı, GRF Vakfı ile de aynı safı paylaşıyordu.

Şimdi diyeceksiniz ki bu GFR de ne?
Anlatayım:
Global Relief Foundation yani Küresel Kurtuluş Vakfı, Muhammed Chahade ve Rabih Marwan tarafından 1992 yılında ABD’nin İllinois Kenti’nde kuruldu. GRF, Uluslararası İslami Kurtuluş Örgütü’nün bir koluydu. 

Vakıf, başlıca amacını;
Dünyadaki yoksul, yardıma muhtaç insanlara destek olarak açıklıyordu. Türkiye’de adını Bosna’ya gönderilmek amacıyla toplanan paraları iç etmekle duyuran IHH ve bugün içinde birçok AKP’li Bakan, Belediye Başkanı ve Milletvekili barındıran Gönüllü Teşekküller Vakfı ile işbirliği içindeydi.
GRF’nin ilişkide olduğu isimlerden biri yine Yasin El Kadı, vakıf ise Muvaffak Vakfı’ydı. GRF, ülkemizde; İstanbul-Şirinevler’de faaliyette bulunuyor, Afganistan, İspanya, Belçika, Sırbistan, Kosova, Bosna ve Keşmir’de de şube açıyordu. 

Küresel Kurtuluş Vakfı da diğer tüm İslami vakıf ve kuruluşlar gibi, bankacılık işlemlerinde Al Baraka Türk’ü seçiyor, Al Baraka’nın Fatih şubesinde 41308 no ile hesap açıyordu. Mervan Haddad ve Faik Bozkurt adına açılan hesaba yurt dışından milyonlarca dolar havale gönderiliyordu.
Yasin El Kadı, 1985 yılından itibaren daha önce seyrek geldiği ülkemize bir defa sık sık gelmeye başlıyordu. Al Baraka ve Faisal Finans’ta Türkiye’ye yerleşmişti.

Yasin El Kadı, 1992 yılına geldiğimizde ilişkilerini köklendiriyor, ülkemizde sağlam ve kalıcı, ilerde iş ve finans ortaklığına dönüşecek arkadaşlıklar kuruyordu.

Mustafa Latif Topbaş, Sabri Ülker, Murat Ülker, Korkut Özal, Hasan Aksay, Salih Özcan, Cüneyt Zapsu, kader birliği yapacağı arkadaşlarıydı.

Yine aynı tarihlerde Tayyip’in danışmanı da olan Hasan Cüneyt Zapsu, TESEV’in başkanlığını yapan Mason Can Paker’in ve yine Mason İshak Alaton’un tavsiyesiyle TÜSİAD’a giriyor, ardından Sabri Ülker, Korkut Özal ve Mustafa Latif Topbaş onu Yasin El Kadı ile tanıştırıyordu.
Nakşibendî kökenli Fatih Cami İmamı Emin Saraç’ın yüksek öğrenimini Suudi Arabistan’da yapan ve aynı zamanda Tayyip Erdoğan’ın en yakınında olan oğlu Mehmet Fatih Saraç’ta, Topbaş, Ülker, Özal ve Kadı grubuna katılıyordu.

Yasin El Kadı, Cüneyt Zapsu ve ailesi, M. Latif Topbaş ve ailesi, Mehmet Fatih Saraç, Sabri Ülker, Murat Ülker, Ülkerlerin damadı Orhan Özokur, Korkut Özal, Halit Çizmeci, Abdullah Kığılı, Tayfun Ergin, Selim Ambarlılar, Mehmet Çadırcı, Hüseyin Erdoğan Burkaç, Ziya Ülhan Güzkan, Müşerref Yurtsever, Kemal Yurtsever, Hüseyin Tunç, Selahattin Dinçdal, Turgut Öztürk, Mustafa Kemal Karataş gibi isimlerle: Yıldız Deri, Hanedanlar Giyim, Sağlam İnşaat, Ak Gıda, Nimet Gıda, Bahar Su, Ella Film Caravan Ltd Bim… Ahsen Plastik, Ecmel Tekstil gibi şirketlerde ortaklıklar kuruyordu.
Şimdi Katılım Bankası olan, Faisal Finans, daha sonraki adıyla Family Finans’ın kurucuları arasında; El Sarraf, Salih Özcan, Ahmet Tevfik Paksu. Ortaklar arasında yer alırken, diğer hissedarlar ve yöneticiler ise şöyle sıralanıyordu:

Sabri Ülker, Murat Ülker, Asım Ülker, Orhan Özokur, Faruk Berksan, Nuri Cerrahoğlu, Mehmet Özcan, Halil Şıvgın, Kemal Külahlı, Cengiz Gökçek, Dr. Ahmet Sani El Derviş, Tayyip’in İstanbul Belediye Başkanlığı döneminde İSKİ Genel Müdür Yardımcısı AKP hükümetinde ise bankalar yönetimine getirilen Mehmet Zeki Sayın, Uzertaş Boya San. A.Ş. Fehmi Akın, Sabahattin Zaim, Kemal Unakıtan, Tayyip’in en yakını kuyumcu Cihan Kamer’in babası Atasay Kamer, Hidayet Yavuz Nuhoğlu, Ahmet Bodur, Sait Nuri Ertürk, Hamdi Canevi, İlhan İmik.
İplikçi adli kitabım yayınlandıktan sonra, Sn. İlhan İmik’ten bir yazı aldım. İmik, gönderdiği yazısında Bereket İplik’e ortaklığının merhum Sabri Ülker’in şirket kurmak için eksik isim tamamlamak istemesi için kendisini hissedar gösterdiğini belirtiyor, bundan da benin yazım sonucu haberi olduğunu belirtiyordu.

İmik; yazısının bir yerinde;
“Bence yaşam hukukun üstün, adaletin var, karşılıksız sevginin her yanda özgürce kanat çırptığı, insanların hak ve özgürlüklerine huzur ve güvenle sahip oldukları ve her zaman ve her koşulda mağdur ve mazlumun yanında olabiliyorsak o yerde anlamlı ve değerli… İnançlarımız, ilkelerimiz ve alın terimiz dışında bir bereket de “bereket” değildir. Böyle yaşadık… Ve yaşayacağız… 

Paylaşacağınıza inanıyorum.”
Diyordu ki, ben de kendisine “tabii ki tüm kalbimle” cevabını veriyordum.
Faisal Finans’ın kurulmasından bir süre sonra, Faisal Finans kurucusu birçok kişi ve veliaht prens hayali ihracat sanığı olarak ağır ceza mahkemesinde yargılanıyordu.
İslam Ülkelerinde Vehhabi Şariatını, halifeliği getirmek, Arapçayı ihya etmek amacıyla Suud Yönetimi ve CIA tarafından kurulan Rabıta, aynı adreste bir başka ilginç bir şirket kuruyordu. Faisal İnşaat, Emlak Ticaret A.Ş.

Şirketin ortakları arasında Usame Bin Ladin’in kardeşlerinden Haydar Muhammed bin Ladin ve Yusuf El Hereji yer alıyordu.

Kardeş Haydar Muhammed bin Ladin, Faisal İslamic Bank’ın direktörlüğünü yapıyordu. Bahama Adaları ve Lichtenstein’de kurulan Of Shore Mank al Tagwa diğer adıyla Allah Korkusu Bankası’nın ortaklarından biri de Kral Faysal’ın Dar-Ül Maal El İslami yani Faisal İslamic Bank ve Dallah Al Baraka grubuydu. Bank Al Tagwa, Usame Bin Ladin’e finansman sağladığı gerekçesiyle küresel terörist ilan ediliyordu.

Bank Al Tagwa’nın direktörlüğünü yine küresel terörist ilan edilen Nasreddin Holding’in sahibi Etiyopyalı Ahmet İdris Nasrettin ve bir başka küresel terörist Yusuf Mustafa Nada yapıyordu.
Faisal İnşaat, Emlak Ticaret A.Ş.’nin ve Faisal Dış Ticaret A.Ş.’nin yerli ortak ve yöneticileri ise şu isimlerden oluşuyordu; Ahmet Tevfik Paksu, Murat Ülker, Fehim Adak, Fehmi Akın, Sami Erdem, Hüseyin Sait Özcan, Ekrem Önal, Hikmet Güler ve AKP hükümetinde Ziraat Bankası Genel Müdürlüğü’ne getirilen Can Akın Çağlar. Yani, yine Tayyip ve abisi Unakıtan’ın her dönem ilişkide olduğu isimlerdi.

Tayyip Erdoğan’ın bağlantılarındaki karmaşıklığı anlamak için ilişkide olduğu en önemli isimlerden Yasin Azuziddin El Kadı’yı biraz daha tanımak yararlı olacaktır.

Önce Muvaffak Vakfı’ndan başlayalım.
Vakıf; 1991 yılında Cidde merkezli olarak Halid Bin Mahfuz, Talal Muhammed Badkook ve Yasin El Kadı tarafından kuruluyordu. Kısa zamanda Somali, Sudan ve Etyopya’da şubeler açıyor, bu şubelere Almanya ve Balkanlar’dakiler de katılıyordu. 

1995 yılına geldiğimizde, Vakfın Etiyopya şubesinde çalışan bir kişi Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek’e başarısız bir suikast girişiminde bulunuyordu.

Muvaffak Vakfı, 11 Eylül olaylarından sonra Birleşmiş Milletler tarafından küresel terörist olarak ilan ediliyordu. Gerekçe, uluslararası teröre finansman sağlamaktı.
Al Baraka grubunun sahibi olan Kamel ailesi ve Bin Ladin grubunun sahibi olan Ladin ailesi İstanbul’da bir araya geliyorlar, yanlarına üçüncü ortak olarak Yasin El Kadı ile birlikte Muvaffak Vakfı’nı kuran Talal Muhammed Badkook’u alıyorlardı.

Yasin El Kadı, Bin Ladin ailesine ait olan ve Nevada’da faaliyet gösteren Global Diamond Resources İnc. Adlı şirketin ortağı ve aynı zamanda başkanıydı. 

Yasin El Kadı, Hamas üyesi ve küresel terörist Musa Ebu Mazruk ve Usame Bin Ladin’in kardeşi Abdullah Bin Ladin ile BMI İnşaat ve Emlak Şirketi’nin ortakları arasındaydı.
Muvaffak Vakfı kurucuları Talal Muhammed ve Yasin El Kadı ve Süleyman El Hereji ile AK Merkez’de SİMAR Turistik Tesis ve Restaurant İşletmeciliği Ltd. isimli bir şirketi faaliyete geçiriyorlardı.

Yasin El Kadı bu şirketin ardından Ülker, Topbaş, Zapsu ve Özallar ile birlikte BİM Şirketler grubunu kuruyordu.

Yasin El Kadı’nın ilişkide olduğu isimlerden biri de Wa’el Hamza Juleidan idi.
Suudi kökenli olan Wa’el Hamza Juleidan Rabıta’nın Pakistan ve Afganistan sorumlusuydu. Yasin El Kadı, Wa’el Hamza Juleidan’a tek kalemde 1 milyon 250 bin dolar aktaracak kadar güveniyordu. Wa’el Hamza Juleidan’a kimler güvenmiyordu ki, Usame Bin Ladin onun için “sağ kolum” diyordu.
Wa’el Hamza Juleidan, 1997 yılında, Ankara’da Maram Seyahat İthalat ve İhracat Ticaret Limited Şirketine ortak oluyordu. Juleidan’ın ortağı yine kendi gibi El Kaide’nin kurucularından Muhammed Loay Bayazıd’dı. Bayazıd, Sudan’ın başkenti Hartum’da, El Kaide adına Bank El Shamal’da banka hesabı açıyordu. El Kadı bu hesaba anında 10 milyon dolar gönderiyordu.
Sudan’lı militanlara silah tedarik eden insanların başında Bayazıd geliyordu. Öyle ki El Kaide adına nükleer silah yapmak için girişimlerde bulunuyor, bu amaçla Uranyum alımına bile giriyor, bu faaliyetlerini ise Türkiye üzerinden gerçekleştiriyordu.

Peki, bu isimlerin ortağı olan Maram şirketini kuran Mali Müşavir kim?

Yavuz Subaşı; AKP Gaziosmanpaşa İlçe Başkanı…
Faik Işık İstanbul Barosuna bağlı bir avukattı. Tayyip ile birlikte Sıcak Yuva Vakfı’nı kurdu ve Vakfın yöneticisi oldu. Tayyip’le ilişkileri sadece bu kadar mı olur mu?
Tayyip, Siirt’te “Minareleri süngü, kubbeleri miğfer, camileri kışla, müminleri de asker” yaptığı konuşması nedeniyle yargılandığında, avukatlığını Faik Işık yapıyordu. Tayyip bu davadan ceza aldı.
TBMM’de türban şovu yapan Merve Kavakçı’nın avukatı da Faik Işık’tı. Kavakçı, milletvekilliğinden ihraç edildi.
Albayrakların İstanbul Belediyesi’ndeki yolsuzluk davalarında, Mazlum Der’in davalarında avukat yine Işık’tı. 

Faik Işık, AKSA jenaratörün ortaklarından bazılarının da avukatıydı. Kazancı grubu, AKP Hükümeti döneminde BOTAŞ’ın fiilen tasfiye edilmesi sürecinde, il il ihalelere giren ve en fazla ihale kazanan şirketti.

Faik Işık, aynı zamanda kısa adı “Gazbir” olan Doğalgaz Dağıtım Şirketleri Birliği Başkanı’ydı.
Faik Işık, kapatılan Refah Partisi’nin gizli kasası olduğu iddia edilen ve Bosna’ya yardım paralarını göndermeyip faize yatırdığı gerekçesiyle yargılanan ve davası zaman aşımından düşen Süleyman Mercümek ve Beşir Darçın’ın da avukatıydı. 

Tayyip’in ünlü Ümraniye konuşmasını yaptığı sırada yanında duran isim de Faik Işık’tı.
Usame Bin Ladin bağlantısı nedeniyle İnterpol tarafından aranan ve 1998 yılında İstanbul’daki Mısır Başkonsolosluğu’na sığınan Mısırlı televizyoncu Rafet Yahya Abdo’nun avukatı da Faik Işık’tı.
Tayyip’in avukatı ve dava arkadaşı Faik Işık, Usame Bin Ladin’in sağ kolu ve Tayyip’in babasından bile fazla güvendiği Yasin El Kadı’nın da avukatıydı. 15.02.1995 tarihinde Caravan Dış Ticaret ve İnşaat Ltd. Şti., Yasin El Kadı adına kuran isim Faik Işık’tı. Şirketin ana sözleşmesini hazırlamış ve imzalamıştı. Yine şirketin yabancı sermaye iznini de almıştı.

Faik Işık, son dönemde uydurulan şike olayları konusunda Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım’ın da avukatlığını yaptı ve Bosna paralarının iç edildiğini de açıkladı.
Haa bir de Kemal Kerinçsiz’in Hukuk okurken Sosyal Demokrat olduğunu söyleyiverdi.
Neyse yine dönelim Sudan ağırlıklı örgütlere…
Sudan, ağırlıklı faaliyetlerde bulunan bu örgütlerin destekleyicileri kim?

El Beşir!
Hani şu 300 bin kişiyi katleden ve Tayyip’in yakın arkadaşı olan zat!
Tayyip ne diyordu?
Ben Sudan’da katliam görmedim.

Yok, bir de görseydi.
Gözleri var ama göremez.
Nasıl görsün, Sudan’da alt yapı dahil bütün inşaat ihalelerinde, projelerinde, metal atıklarla ilgili ihalelerde, Petrol, bankacılık, susam ticareti ve silah kaçakçılığında yine aynı isimler Fetih El Hassenein, Usame Bin ladin ve Yasin El Kadı söz sahibiydi. Bu isimlerin göbeğindeki isme yani Yasin El Kadı’ya babasından, çocuklarından daha fazla güvenen ve kefil olan Tayyip…
Tayyip’in “abi” dediği Tekin Küçükali’nin başında bulunduğu Kızılay, kurban kesmek için topladığı bağışları Türkiye içinde keseceğini duyuruyordu. Kesilen kurbanın ve dağıtımın görüntüleri iştirakçilere gönderilecekti.
Ancak görüntüler ve bilgiler gelmeyince, durumu soran bağışçılara kurbanların Sudan’da kesildiği söylendi. 

Oysa,

Ne görüntü vardı, ne de dağıtım işiyle ilgili bilgi.
Ülkemizde milyonlarca aç açıkta insan varken kurban kesip etini Sudan’da dağıtmak İslam’ın ne yanına düşüyor sorusunun yanında, bağışçılar ne kadar uğraştılarsa kesilen kurbanların akıbetini bir türlü öğrenemiyorlardı.

Vatan Gazetesi’nden gazeteci ve yazar Mustafa Mutlu, “Pakistan’da Kur’an kursu açmak ve cami yaptırmak Kızılay’ın görevlerinden mi” şeklinde bir soru soruyordu:
“Kızılay bizim gözbebeğimiz… Bu yüzden ilköğretim okullarında çocuklarımıza Kızılay sevgisi aşılar, Kızılay haftası düzenleriz…

Çocuklarımızın ders kitaplarında Kızılay’ın görevleri hakkında şu bilgiler yer alır:
Savaş, deprem, sel baskını, salgın hastalık gibi felakete uğrayanlara yardım eder.
Felaketzedelerin barınmaları için çadır, battaniye, yiyecek, giyecek dağıtır.
Geçici hastaneler oluşturur.

Kan merkezlerini kurarak acil kan ihtiyacını giderir.
Aşevleri açar, yoksul, kimsesiz, düşkün yuttaşlara yiyecek ve içecek dağıtır.
Böylesine kutsal amaçlarla kurulan Kızılay’da son zamanlarda ilginç şeyler oluyor…
Örneğin, “Türkiye’de keseceğiz ve yoksullara dağıtacağız” diyerek kurban bağışı toplayıp, kesimi Sudan’da yapıyorlar…

Sudan’daki kurbanlık fiyatlarının Türkiye’den çok daha ucuz olduğunu belirterek, aradaki farkın nereye gittiğini soruyorum; yanıt bile vermiyorlar…
Kim bilir; belki de daha doyurucu bir yanıt vermek için derslerine çalışıyorlar…
Onlar hazır çalışırken, ben kamuoyu vicdanını rahatsız eden birkaç konuyu daha gündeme getirmek istiyorum.

Kızılay, bağış toplarken kurbanların din görevlileri eşliğinde, dini vecibelere uygun şekilde ve mikropsuz ortamda kesileceğini garanti etti… Ama Sudan’da bu şartları sağlamak çok da kolay değil… Tesisi bulsanız bile, Kızılay’ın oradaki personel yapılanması ile bu işin yürüyemeyeceğini ben bile biliyorum!

Bu konuyla ilgili olarak üç gün önce sorduğum sorular baki… Yenileri şöyle:
Sudan’da kurbanlar kesilirken kaç Kızılay personeli oradaydı?
Bu kurbanlar nerede, hangi koşullarda kesildi?

Kızılay yönetiminin elinde kesimlere ilişkin fotoğraf veya video görüntüleri var mı?
Kızılay, 24 Eylül 2008 tarihinde bir ihale düzenledi ve Pakistan’da 300 kişilik Bagh Camii’ni yaptırmaya karar verdi. 

Yapımına geçtiğimiz ocak ayında başlanan bu ibadethanenin maliyeti 2 milyon 350 bin dolar… Bu yılın ağustos ayının başında da ibadete açılması planlanıyor…
Bir başka plan da camide aynı anda yatılı olarak kalabilecek 250 kursiyere Kur’an Kursu verilmesi…

Bu konudaki sorularım basit:
Kızılay’ın yukarıda da sıraladığım hizmetleri arasında, “cami yaptırmaya” veya “Kur’an Kursu açmaya” rastlayamadım. Ülkemizdeki “işsizlik felaketi” yüzünden milyonlarca kişi açlık sınırının altında yaşarken, Kızılay neden Pakistan’da cami yaptırmaya ve Kur’an Kursu açmaya merak sardı?
Pakistan’ın cami ihtiyacı olsa bile, bunu gidermek Kızılay’ın görevi mi? 

Bu caminin inşaatı neden bir Türk firmasına verildi?
Bu inşaat firmasının kimlerle nasıl bir bağlantısı var?
Kızılay Yönetim Kurulu’nun bazı üyeleri, İsrail’in alçakça bombardımanından 4 ay sonra 6 Mart 2009’da Gazze’ye 4–5 günlük bir dayanışma gezisi düzenledi…

Amaç; ihtiyaçları yerinde görmek ve Filistin halkıyla dayanışmayı artırmaktı…
Ama bu geziye yönetici eşleri de götürüldü.
Gelelim bu konudaki sorulara:
Bir inceleme ve iş gezisine yönetici eşlerinin götürülmesinin gerekçesi neydi?
Eşlerin seyahat ve konaklama giderleri, Kızılay tarafından mı ödendi?
Bu gezinin toplam maliyeti ne oldu?
Eşli Gazze gezisinin bir benzeri, Etiyopya için de geçerli mi?

Tüm bunlar olurken, sendikaya üye olmuş asgari ücretli birkaç Kızılay çalışanının “tasarruf” gerekçesiyle istifaya zorlanması da işin komik tarafı…

Acaba yıllardır zam alamayan bu çalışanların da yönetim kurulunda ve genel müdürlükte aile dostları ve yakın akrabaları olsaydı… Yine bu muameleye uğrarlar mıydı?

Kızılay Başkanı Sayın Tekin Küçükali:
En iyi siz bilirsiniz ki; Kızılay kimsenin babasının çiftliği değildir ve olamaz…
Bu nedenle yukarıdaki sorularıma vereceğiniz yanıtları büyük bir sabırsızlıkla bekliyorum!”
Mutlu’nun sorularına yanıt babında bazı cevaplar geliyordu, ancak bunların da sorularla direk ilgisi bulunmuyordu.

Tekin Küçükali, Sudan’da 1500 adet kurban kestiklerini söylüyor ve konuşmasına şöyle devam ediyordu:

“Bu kurbanları geçmişte Kızılay’a bağışta bulunan merhum hayırseverlerimiz adına Kızılay bütçesinden keserek fakir fukaraya dağıttık. Yani Kızılay’ın kasasına kurban kampanyasından 1 kuruş girmediği gibi, kasasından da harcama yapmamıştır.”

Ülkede açlık kol gezerken Sudan’da kurban kesmek dinin ne yanına düşüyor derseniz bunun cevabı yok. Kaldı ki, Mutlu’nun, kurban kesim ve dağıtımının görüntüleri var mı şeklindeki sorusunun da cevabı yok. 

Kızılay’ın bütçesinden kesip yine Kızılay’ın kasasından nasıl para çıkmadı cevabı da bir hayli karışık.
Küçükali, Pakistan’a cami yapıldığını kabul ediyor, ancak Kızılay’ın kasasından para çıkmadı diyor.
Bunu yiyen olur mu?

Zannetmem.
Kızılay Başkanı Pakistan’a cami yapmalarının yanında ‘Sri Lanka’da bölgenin en donanımlı Budist tapınağını yaptık’ diye de övünüyordu...
Ne güzel değil mi, Müslüman halktan toplanan paralarla elin Budistlerine tapınak yapılıyordu. Sri Lanka nere Türkiye nere diye sorarsanız bunun da cevabı yok.

Yok, olanlar bu kadar mı?
Kızılay’ın görevleri arasında ibadethane yapımı da yok! Taa Sri Lanka’larda Budist tapınağı yapmak ise hiç yok.

“Pakistan’da Kur’an kursu açan ve cami yaptıran Kızılay, Mart 2010 Elazığ depreminin ilk anlarında ortalıkta görünmüyor, depremzedeler geceleri dondurucu soğuklarda geçiriyorlardı. 9 Mart günü ortaya çıkan Kızılay sadece bez çadırlar dağıtıyordu. Müslüman olduklarını iddia eden AKP’lilerin yönetimindeki Kızılay’ın dağıttığı çok az sayıdaki bez çadırların üzerinde “Kızıl Haç” işareti vardı ve Amerikan bağışıydı.

Deprem gecelerini soğukta titreyerek geçiren Elazığlılar hep bir ağızdan soruyordu:

“Nerede bu devlet?”
Deprem mağduru insanlar aç açık soğuktan donarken, Tayyip Suudi Kralı’nın ayağına gidiyor, onun verdiği ödülü alıyordu. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ise torun sevmeye yollanıyordu. Felakete uğrayan vatandaşların yanında Devlet olmadığı gibi, depremzede Elazığlılar dahil tüm ülke insanlarından toplanan deprem vergilerinin 30 milyar lirayı bulmasına rağmen, ortada depremden zarar gören insanlara verilen kuruş para bile yoktu.

İnsanlar bu defa da soruyordu:
“Nerede bu paralar?”

Yine konuyu dağıttık tekrar dönelim Tayyip ve Sudan ilişkilerine;
Tayyip, 2006 yılında Sudan’da Fetih El Hassenein ile kapalı kapılar ardında neleri görüştü zannediyorsunuz?

Hassenein’in bir diğer kadim dostu Fetullah Gülen’di. Gülen ile Sudan’da bir okul açmışlardı.
Tayyip, Sudanlılara söz söyletmediği gibi Suudlara da laf ettirmiyordu.
17 Ağustos 1995 tarihinde, Suudi Arabistan’da son derece ilkel ve taraflı yargılama sonucunda, 4 Türk vatandaşı vahşi bir şekilde kafaları kesilerek idam ediliyordu.
İdam edilen 4 Türk ile ilgili suçlamalar ise, Suudi Arabistan’da “captagon” adlı ilacı satmak. Sırada bu ve buna benzer suçlamalarla idamı bekleyen onlarca Türk vardı. 

Erbakan’dan Tayyip’e kadar birçok ismin kapısını çalan ve bu insanların idamının önlenmesi için girişimde bulunan insanlara önce Erbakan “La vallahi” yani “Hayır” diyor, ardından Tayyip, “Suçu bilerek işliyorlar cezalarını çeksinler” şeklinde yanıt veriyordu. 

Dün Türkleri idamdan kurtarmak için kılını kıpırdatmayan Tayyip, bugün PKK militanlarına refah içinde bir hayat sunmak için çalmadık kapı, yapmadık bir şey bırakmıyordu.

Bir de Yasin el Kadı ve adamlarına.

Yasin El Kadı ve adamları Tayyip iktidarının ardından servetlerine servetler katıyor, devlet korumasında istedikleri yere gidip geliyorlardı. Kah Tayyip’in oğlu Bilal ile kah Tayyip ile istedikleri an görüşebiliyorlardı.

31 Aralık 2013 tarihli Sözcü gazetesinde “El Kaideci El Kadı’ya Başbakanlık koruması” başlığı altında bakın neler anlatılıyordu:

“ikinci dalga yolsuzluk soruşturmasında adı geçen Suudi işadamı Yasin El Kadı’nın, yolsuzluk soruşturmasının başladığı tarih olan Şubat 2012’den, BM terör listesinden çıkarıldığı 5 Ekim 2012’ye kadar geçen sekiz aylık sürede yasadışı yollarla dört kez Türkiye’ye geldiği öne sürüldü.
Taraf gazetesinin haberine göre, bu süre içerisinde Türkiye’ye girişi Bakanlar Kurulu kararıyla yasaklanmış olmasına rağmen Suudi işadamına başbakanlık koruma araçlarının eskortluk yaptığı ileri sürüldü.
30 Aralık 2013 tarihli taraf gazetesinde başbakanlık korumalarının eskortluk yapması şöyle yer alıyordu:
“Arandığı dönemde Türkiye’ye defalarca giriş çıkış yaptığı kamera kayıtlarıyla belirlenen Yasin El Kadı’nın, M. Latif Topbaş’ın özel uçağıyla Türkiye’ye giriş çıkış yaptığı da iddia ediliyor. Yasin El Kadı’nın, Türkiye’ye geldiğinde havalimanındaki kameralar kapatılarak VIP’ten geçirilmek suretiyle pasaport-vize gibi hiç bir prosedür uygulanmadan tamamen kanun dışı olarak Türkiye’ye sokulduğu öne sürülüyor.

Teknik takip bilgilerine göre; Yasin El Kadı, Türkiye’ye girişinin yasak olduğu dönemde, 14 Haziran 2012 günü Türkiye’de BİM Birleşik Mağazaları A.Ş. Genel Merkezi’ne giderek toplantılarına da katıldı.

18 Nisan 2012 tarihinde de kaçak yollardan Türkiye’ye geldiği iddia edilen Yasin El Kadı’nın ayrıca, BİM Genel Merkezi’ndeki toplantıya katıldığı, Kadı’nın aracına, iki torba dolusu kutular içinde para nakledildiği ve Kadı’nın bu parayı daha sonra uçakla , yine yasadışı yollardan yurt dışına kaçırdığı da öne sürüldü. 

Görüntülerle sabitlenen bu iddiaların yolsuzluk soruşturması dosyasına girdiği öğrenildi. Yasin El Kadı’yı aynı zamanda başbakanlık koruması olan polis memurunun karşıladığı da öne sürülüyor. Usame Kutup’unda yasaklı olduğu dönemde El Kadı ile Türkiye’de bulunduğu iddia edildi.

2 Ocak 2014 tarihinde ise AKP’nin ve Tayyip’in izin vermediği 2’nci Yolsuzluk Operasyonu ile ilgili fotoğrafların basına sızmaya başlıyordu. Emniyet’in teknik takibine takılanve savcılık soruşturmasındaki dosyada yer alan fotoğraf ve bilgiler ortalığı karıştıracak nitelikteydi. 

Yasin El Kadı ile Tayyip’in oğlu Bilal Erdoğan’ın Beşiktaş’taki beş yıldızlı otel odalarında görüşmelerinin fotoğrafları gazetelerde çarşaf çarşaf yayınlanıyordu.  ERGÜN POYRAZ- SİLİVRİ


Deniz Feneri skandalı Erdoğan'a uzandı.
Deniz Feneri e.V'de önemli bilgiler ortaya çıktı.

Başbakana, Yasin El Kadı trafik kazası sorusu.
Alo Başbakanlık mı? Yasin El Kadı kaza yaptı ambulans gönderin!
Deniz Feneri Soygun Şirketi ve Alman Savcılığının Erdoğan'ı sorgulama isteği 
Bu haber hiç bir kanalda yok.BURAK ERDOĞAN'IN KURYELİĞİ ÜZERİNDE DURULUYOR.
Merkel’in kardeş partisi: Erdoğan’ın ziyareti “korkunç”
Ergenekon Savcılarının Bittiği Gün"¦(Davayı Kim Sulandırıyor?)- Fatma Sibel Yükse
İshak Alaton, TÜSİAD'ı bölmek için orada kalıyorum
İÇ SAVAŞ ÇAĞRISI gibi açıklama.
Şıh Şamil Tayyar !

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder