22 Mart 2018 Perşembe

İşgaldeyken kimsenin kandilini kutlamıyorum ve kutlama kabul etmiyorum.

Gereği üzerine, eski arşivimi güncelliyorum.

İnançlarım gereği (her ne demekse) kandil olayına karşı olduğum için zaten taraf değilim.
12 Haziran 2014

Ancak kendi halinde olanlara da bu kez katılmıyorum.

Konsolos ve elçilik tanımlamaları biraz farklı olsa dahi, Devletler hukuku hükümlerinde elçilik binası ve binanın bulunduğu topraklar ilgili ülkenin toprakları sayılır. 
Bu nedenle Türkiye toprakları işgal altındadır.

İşgal edilmiş ülke topraklarında kandil kutlaması yapmak mütedeyyin insanlara küfürdür, hakarettir, dalga geçmektir.

12 Haziran perşembeyi cumaya bağlayan gece bir Berat Kandiliymiş.

Kimse bana kandil saçmalığını kutlamak için mesaj yollamasın.

Kandil ya da din dersi almak isteyenler varsa önce şu yazıları okusun sonra ders vermeye, itiraz etmeye kalksın.
KANDİLLER

Mevlit Kandili: Muhammet’in doğum günü (571)

Regaip Kandili: Muhammet’in ana rahmine düştüğü gün

Miraç Kandili: Muhammet’in göğe yükseldiği gece

Berat Kandili: Kuran’ın dünyaya indirildiği gece

Kadir Gecesi: Kuran’ın Hz. Muhammet’e indirilmeye başladığı gece, şeklinde alışıla gelmiştir.

Kur’an-ı Kerim’de, Duhan Suresi bir geceyi "mübarek" olarak tanımlar.

Tefsirlerde bu gecenin Berat Gecesi olduğu yorumuna sıkça rastlanmaktadır.

Kur’an bir sureye "Leyl-gece" adını vererek, Kadr Suresi’nde, Kadir Gecesi’nin bin aydan daha hayırlı olduğu bildirilirken, Kur’an’ın bu gecede indirildiği konusunda yazılan yorumları sıkça okumaktasınız. KUTLU DOĞUM HAFTASI KISA ÖZET





Kandil gecesi diye bir şey yoktur! Prof. Dr. Bayraktar Bayraklı
 


Prof. Dr. Bayraktar Bayraklı, Şefaat kimlerden dilenir?


 
***
Ceza yasaları kural olarak, o ülke sınırları içinde işlenen suçlarda uygulanacaktır. Gerçek anlamda ülke aynı egemenliğe bağlı kişiler tarafından işgal edilen, komşu devletlerden sınırlarla ayrılmış bulunan toprak parçası ve bu sınırlar içindeki nehirler, göller ve her türlü sular, karasularıdır. Farazi anlamda ülke ise Devletin savaş gemileri, açık denizlerdeki yük ve yolcu gemileri ile askeri işgal altında bulunan yerlerdir. Yabancı ülkede görevde bulunan diplomasi memurlarının, mahalli yasalara tabi bulunmaması, o ülkede yargılanmamaları Devletler Hukukunda kabul edilen örf ve adetlerin sonucu olup, Devletler Umumi Hukukunun prensip ve teamülleri Viyana Sözleşmesinde yer almıştır. 18 Nisan 1961 tarihinde kabul edilen ve Türkiye'nin 6.11.1984 gün 84-8724 Sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile katıldığı (24.12.1984 gün 18615 Sayılı Resmi Gazete) Diplomatik İlişkiler Hakkındaki Viyana Sözleşmesinin önsözünde, "diplomatik temsilcilere tanınan yargı muafiyetinin amacının, fertleri yararlandırmak olmayıp, devletleri temsil eden diplomatik misyonların görevlerini etkin şekilde yapmalarını sağlamak olduğu" belirtilmiştir. Öte yandan, konsolosların hukuki durumları da milletlerarası sözleşmeler ve milli kanunlara göre düzenlenmektedir. Konsolosluk sözleşmeleri ile, konsoloslara belirli alanlarda yargı muafiyeti tanınmıştır. Bu muafiyetler de konsolosluk görevleri ile ilgili fiil ve işlemlerle sınırlıdır. Resmi elçilik evi ile eklentilerine ve diplomasi memurlarının görevlerini yaptıkları binalara girilememesi yani dokunulmazlığının bulunması, diplomasi memurlarına verilen görevlerin gerekli şekilde yerine getirilebilmesini sağlamak amacına dayanmaktadır. Kaldı ki, diplomasi memurunun bu muafiyetlerden vazgeçebileceği de kabul edilmektedir.  turkhukuksitesi
 








Bazı dosyalar...

- Avrupa Birliği Yurttaşlığı, Diplomatik Koruma, Konsolosluk Koruması, Konsolosluk Yardımı

- Osmanlı, Elçilik ve konsolosluklarında çalışanlara sağlanması amaçlanan Protégé.

- MİLLETLERARASI ÖZEL HUKUK VE USUL HUKUKU HAKKINDA KANUN(MÜLGA)
- Konsolosluk 24 Nisan 1963 Viyana Sözleşmesi.
- Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu Tasarısı, TBMM Komisyon Raporları – Son Hali.
- YABANCILAR VE ULUSLARARASI KORUMA KANUNU.
- 11 Nisan 2013 YABANCILAR VE ULUSLARARASI KORUMA KANUNU.
- Osmanlı, Elçilik ve konsolosluklarında çalışanlara sağlanması amaçlanan Protégé.
- Romanya Sosyalist Cumhuriyeti Konsolosluk Sözleşmesi.
- ÂL-İ İMRÂN, Taberî, İnceleme.
- BİR TEFSİR KAYNAĞI OLARAK TABERÎ’NİN “TARÎHU’L-ÜMEM VE’L-MÜLÛK” İSİMLİ ESERİ.
- DEVRİM TARİHİ VE TOPLUMBİLİM AÇISINDAN ATATÜRK- Emre Kongar.
- Dinlerde gece, gündüz ve benzer kavramlar.
- İBN CERÎR et-TABERÎ’NİN TABERÎ’NİN KUR’AN ANLAYIŞI ve TE’VİL TERCİHLERİ.
- Taberi - Milletler Ve Hükümdarlar Tarihi 5 Cilt tamamı.
- Taberî - Not Defteri.
- Taberî Kur'an Tefsiri.
- TABERÎ TARİHİNDEKİ TÜRKLERLE İLGİLİ RİVÂYETLERİN TESPİTİ VE DEĞERLENDİRİLMESİ.
- TABERÎ TEFSİRİ’NİN BELAĞÎ YÖNÜ (TEŞBÎH, KİNÂYE VE MECÂZ).
- Taberî’nin Kur’an Anlayışı ve Te’vil Tercihleri.
- TABERÎ’NiN TEFSiR METODOLOJisi. 



 A. Dursun

***

Kandiller Müslümanları Oyalamak İçin Uydurulmuş Bid'at-ı Hasenelerdir!
 
19 Mayıs 2014   
osaglam18@yahoo.com

"Din, kitleleri teskin, terapi, tahrik ve yönlendirme aracıdır!" başlıklı bir önceki yazımızın sonunda şöyle demiştik: "Dinin, kitleleri teskin, terapi ve ikna aracı olarak kullanıldığı en uygun zamanlar, "Kutsal Gece" ya da "Kandil" adıyla bilinen özel gün ve gecelerdir. Allah'a şükürler olsun ki; bizde de bu özel gün ve gecelerden çokça bulunmaktadır! Bilindiği gibi şu anda "Kutsal" kabul edilen üç ayları idrak ediyoruz. Recep Ayı'ndayız. Recep Ayı'nın ilk Perşembeyi Cumaya bağlayan gecesi, "Regaib Kandili" olarak kutlanmaktadır ülkemizde. Bu sene de yine öyle oldu. Geçtiğimiz 1 Mayıs akşamına denk gelen "Regaib Kandili" vesilesiyle sosyal medya ve cep telefonları kandil mesajlarıyla yıkıldı! TV ekranları mevlit yayınlarıyla çınladı...".

Bu yazımızda da konuyu işlemeye devam edeceğiz.

Bazı İslam Alimleri, "Regaib Gecesi"ni "Hz. Peygamber'in ana rahmine düştüğü gece" olarak kabul ederse de, bunun fazla inandırıcı bir tarafı yoktur. Zira İslam Alimleri, daha Hz. Peygamber'in doğum tarihini bile tam olarak tespit edememişlerdir. Hâlâ bir yıllık yanılma payı ile M.570-571 arasında gidip geliyor sevgili ulemamız! Bu durumda bir kısım ulema, nasıl olup da Hz. Peygamber'in ana rahmine düştüğü günü hesap ettiler, hayret ki; ne hayret! Dolayısıyla; en azından bize göre; Regaib Kandili olarak kutlanan, Recep Ayı'nın ilk Perşembeyi Cumaya bağlayan gecesinin, Hz. Peygamber'in ana rahmine düştüğü gece olduğu şeklindeki bir kabul, bilimsel ve gerçekçi değildir. Böyle bir kabul, olsa olsa zanna ve uydurma rivayetlere dayalı bir kabuldür!

Regaib Gecesi-Regaib Kandili
"Regaib" kelimesi, "Rağbet" şeklinde Türkçemizde de kullanılan Arapça "Reğabe" fiilinden  türetilmiş bir isimdir.  Bu kelime, Kur'an'da geçmemektedir. Bununla birlikte bu kelimeden türemiş bazı kelimelerin, Kur'an'da sekiz ayrı yerde geçtiği söylenmektedir. Ancak bu kullanımların hiç birisinde "Regaib Gecesi"ne bir işaret bulunmamaktadır.

İslam Ansiklopedisi'nde "Regaib" kelimesi hakkında şu bilgiler verilmektedir: "Sözlükte 'kendisine rağbet edilen şey, bol ve değerli bağış' anlamındaki ragıbenin çoğulu olan regaib kelimesi, hadis ve fıkıh literatüründe 'bol sevap ve mükâfat, faziletli amel', özellikle Mâlikî fıkıh kaynaklarında sünnetin mukabili olarak 'müstehap, nâfile ibadet' mânalarında kullanıldığı gibi, hicrî takvime göre yedinci ay olan recebin ilk perşembesini cumaya bağlayan geceye ad olmuştur"(3).

H.343-425 (M.965-1047) yıllarında yaşadığı kabul edilen(4) ve Arap Dili konusunda "allame" kabul edilen Râgıb El-İsfahani, ünlü eseri "Müfredât" ta, "Reğabe" fiilinin, Kur'an'da kullanılan şekillerinden de  örnekler vermek suretiyle çeşitli anlamlarını verdiği halde, kelimenin "Regaib" şeklinden hiç bahsetmemektedir(5). Bu demektir ki; M.965-1047 yıllarında bile başta "Regaib Kandili" olmak üzere; kandil kutlamaları konusunda hiç bir bilgi bulunmamaktadır. Yani, başta Regaib Kandili olmak üzere; kandil geleneği, daha sonraki asırlarda, en azından 11.yüzyılın sonlarından itibaren İslam'ın içine sokuşturulmuş geleneklerdir! Esasen "Mevlid kandili Hz. Peygamber’in doğumu münasebetiyle kutlanır. Mevlid kutlamalarını ilk ihdas eden zatın Erbil Atabegi Muzafferüddin Kökböri (ö. 629/1232) olduğu kabul edilir."(6) şeklinde verilen bilgi de bizim bu konudaki tahminimizi ve kanaatlerimizi bir hayli güçlendirmektedir.

Diyeceğimiz odur ki; Regaib Gecesi ile ilgili herhangi bir bilgi yoktur Kur'an'da. Dolayısıyla; "Cuma günü" ve "Kadir Gecesi" dışında, mübarek olarak kabul edilen diğer gün ve geceler hakkındaki bilgilerimiz ve kabullerimiz, daha çok doğrulukları konusunda emin olamadığımız hadis ve diğer rivayetlere dayanmaktadır. Regaib gecesi de hakkında Kur'ani bilgi olmayan ve hakkındaki bilgi ve kabuller tamamıyla doğrulukları konusunda emin olamayacağımız ve İslam toplumlarında Hz. Peygamber'den çok sonraki asırlarda dini gelenek haline getirilen özel günlerden birisidir.

Kandil ve Kutsal Aylar Meselesi
En azından bizim anlayabildiğimiz kadarıyla; "Cuma Günü" ve "Kadir Gecesi" dışında hangi ayların kutsal olduğu konusunda da Kur'an'da herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Sadece Tevbe Suresi'nin 36. ayetinde  “Şüphesiz Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı günkü yazısına göre ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü haram aylardır. İşte bu, Allah’ın dosdoğru kanunudur. Öyleyse o aylarda kendinize zulmetmeyin.”  denilerek, Kameri aylardan 4'ünün hürmete layık aylardan olduğu belirtilmiştir. Ayrıca Kur'an'da 5 ayrı ayette daha haram aylardan bahsedilmektedir.

Bununla birlikte, Kur'an'da haram ayların hangi aylar olduğu belirtilmemiştir ki; Hz. Peygamber'e atfedilen hadislere göre bu ayların,  Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep ayları olduğu kabul edilmektedir. Öte yandan bazı rivayetlerde; ismi belirtilen bu ayların, sadece İslam Dini'ni kabul edenlerce değil, Hz. İbrahim'den beri, 354 gün olarak kabul edilen  Kameri Takvim'i kullanan bütün kavimlerce kutsal kabul edildiği belirtilmektedir. Bu sebepledir ki; cahiliye dönemi Arapları bile mecbur kalınmadıkça bu aylarda birbirleriyle savaşmazlar, mecburiyetler karşısında bu aylarda yapılan savaşlara ise "Ficar Savaşı" derlerdi. Genel kabul gören rivayete göre; gençlik yıllarında Hz. Muhammed de zaman zaman bu savaşlara katılmış, ancak O, yakın akrabalarıyla (amcalarıyla) birlikte katılmak zorunda kaldığı bu tür savaşlarda bizzat silah kullanmamış, sadece savaşan askerlere lojistik destekte bulunmuştur. Örneğin düşman tarafından atılan okları toplayarak, tekrar karşı tarafa atmaları için  amcalarına vermiştir! Yani düşmana ok atmamış ama atılmasına yardımcı olmuştur!

Ancak şahsen biz, bu rivayetin de zayıf olduğuna ve eğer Hz. Muhammed gençlik yıllarında bu savaşlara katıldı ise savaşın gereği neyse onu yaptığına inanıyoruz. Bize göre; Hz. Peygamber'in bu tür savaşlarda bizzat silah kullanmadığını içeren rivayetler, Hz. Peygamber'in çocukluğundan başlayarak O'nun peygamberlik için Allah tarafından özel olarak hazırlandığını öngören kişilerce üretilmiş rivayetlerdir ve doğru da değildir. Zira, bizzat Diyanet yayınlarında da yer alan yeni kabullere göre; Hz. Peygamber'in doğumundan ve çocukluğundan başlayarak O'nun özel olarak Allah tarafından peygamberlik için hazırlandığına ilişkin hiçbir emare ve işaret yoktur ve bu konudaki rivayetlerin tamamı uydurmadır. Hatta birçok kişi tarafından "Nübüvvet Mührü" olarak isimlendirilen ve sırtında iki kürek kemiği arasındaki büyükçe benin bile aslında cerrahi müdahale ile alınabilecek türden bir "Ur" olduğu konusunda rivayetler bulunmaktadır(7).

İlahiyat profesörü Bünyamin Erul bu konuda şöyle der: "Hz. Peygamberin dış görünümünde, normal bir bakışla fark edilebilecek bir ayrıcalık, fiziki yapısında, yüz hatlarında onun Peygamber olduğunu gösteren herhangi bir işaret veya alamet yoktu. Bu nedenledir ki, daha önce (kendisini) görmeyenler, ashabı arasında onu tanımayabiliyorlardı..."(8).

Bunlara ilave olarak; Müslümanlarca "Üç aylar" adıyla kutsal kabul edilen Recep, Şaban ve Ramazan aylarından sadece Ramazan Ayı hakkında bazı ayetler bulunmakla birlikte; bu ayetler de Ramazan Ayı'nın kutsallığına değil, o ay içinde cereyan eden olaylara ve ibadetlere delalet etmektedir. Mesela o ayetlerden birisinde "Kur'an'ın Ramazan ayı içinde indirildiğinden ve Ramazan ayı içinde oruç tutulması gerektiğinden" bahsedilmektedir(9).

Yani bu ayetlerde üzerinde durulan kavramlar, Ramazan Ayı'nın kutsallığından öte, Kur'an ve Oruç kavramlarıdır. Gerçi bu iki önemli olayın Ramazan ayı içinde cereyan etmesi sebebiyle Ramazan Ayı'nın diğer aylara göre çok daha önemli olduğu kabul edilebilir. Tıpkı Cuma gününün diğer günlerden çok daha önemli olduğu gibi.

"Müslümanlarca mübarek sayılıp kutlanan özel geceler." anlamındaki kandil kavramı, Osmanlı Padişahı II. Selim döneminden bize miras kalmıştır. Bu özel gecelerin, II. Selim döneminde (1566-1574) İstanbul'daki camilerin, geceleri aydınlatılıp minarelerde kandiller yakılarak kutlanmasından dolayı bu gecelere kandil geceleri denilmiştir. Bunlar Mevlid, Regaib, Mi‘rac, Berat ve Kadir geceleridir. Bazan Arapça “leyl” (gece) kelimesi eklenerek leyle-i Kadr, leyle-i Berât ... şeklinde de kullanılır(10).

Bu bilgileri alıntıladığımız TDV. İslam Ansiklopedisi'nde bulunan ve Nebi Bozkurt tarafından kaleme alınan "KANDİL" maddesinde, verilen bilgiler de göstermektedir ki; "Kandil Gecesi" olarak kutlanan, hemen bütün gecelerin, tamamıyla bir kısmı mevzu ve zayıf hadislere, yani açıkçası "Uydurma" hadislere dayanan kandil gecelerinin hemen tamamı, Hz. Peygamber'den sonraki dönemlerde ihdas olunmuş ve İslam toplumlarınca gelenek haline getirilmiş özel günlerdir(11). Elbette bize göre de "Bid'at-ı Hasene"dir. Yani güzel görülmüş, iyi karşılanmış, abartıdan, israftan, istismardan uzak durulduğu ve bu seneki Kutlu Doğum Haftası'nda Tayyip Bey'in yaptığı gibi siyasete alet edilmediği sürece, İslam'ın özüyle çatışmayan adetlerdendir.

Mevlit Kandili, Hz. Peygamber'in doğumu münasebetiyle, Miraç Kandili ise O'nun İsrâ ve Miraç  hadisesi sebebiyle düzenlendiğine ve Hz. Peygamber, kendi doğum gününü ve bazı özel günlerinin yıldönümlerini kutlayan bir insan olmadığına göre; kandil gecelerinin sonradan uydurulmuş bid'atlar olduğu gün gibi ortadadır. Hele hele, sonradan uydurulmuş bu özel gecelerin, "Kandil" adı altında bugünkü hale dönüşmesine ön ayak olan kişinin, II. Selim gibi, İslam'ın açıkça "Haram" kıldığı içkiyi içmekte hiçbir beis görmeyen ve gününün büyük kısmını serhoş geçiren bir adam olması oldukça enteresan olmalıdır!  Zira halen devam etmekte olan "Muhteşem Yüzyıl" isimli TV dizisindeki davranışlarından da anlaşılacağı gibi; II. Selim, İslam Dini'nin açıkça haram kıldığı içki ile arası iyi olan bir halife padişahtır ve onun, kutsal kabul edilen bu gecelerin şaşalı ve gösterişli bir şekilde kutlanmasını ferman buyurması, oldukça ilginçtir.

Ancak şunu da belirtelim ki; günümüzde cami minarelerinin şerefelerinde kandil konulacak bir karış alan bile kalmamıştır. Minare şerefelerinin hemen tamamı, GSM operatörlerinin vericilerinin monte edildiği alanlar, cami derneklerinin ise rant alanı haline gelmiş bulunmaktadırlar.

Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez'in de "Ragaib Kandili Mesajı"nda; "Aslında müminler için tüm zamanlar, günler, geceler, haftalar, aylar ve seneler, Allah’a kulluk şuuruyla ve Rabbimizin rızasına ermek amacıyla yaşanır" diyerek dile getirdiği gibi(10), bize göre de Allah'ın bütün anları, bütün günleri, bütün haftaları ve bütün ayları, aynı ölçüde değerlidir, önemlidir ve kutsaldır. Müslüman için ibadet (yani Allah'a kulluk) noktasında yılın 365 günü aynı derecede mühimdir. Müslüman, Allah'a kulluk içeren faaliyetlerini, sadece bazı özel günlere teksif edemez, sadece belli günlere hasredemez. O zaman sadece Pazar günü kiliseye giden Hıristiyanlarla, sadece Cumartesi Havra'ya giden Yahudilerden ne farkı kalır Müslümanların.  Hz. Peygamber, "İbadetin az da olsa sürekli olanı makbuldür" dediğine göre; Müslüman, cumadan cuma'ya, bayramdan bayrama, ramazandan ramazana ya da kendi uydurmuş olduğu kandilden kandile ibadete yoğunlaşmakla ancak kendisini kandırır, Allah'ı değil. Müslüman için önemli olan, Hz. Peygamber'in "İki günü birbirine eşit olan ziyandadır" hadisinden hareketle, gerek dini açıdan, gerekse dünyevi açıdan yılın bütün günlerini, her gün bir öncekinden daha fazla çaba harcayarak değerlendirmektir...

Kars'ta 9 yaşındaki Mert'in önce tecavüz edilip arkasından boğularak öldürüldüğü, Adana'da 6.5 yaşındaki Gizem'in, hunharca bıçaklanarak katledildiği, İznik'te yaşlı bir anne ve babanın, öz oğulları tarafından 6 sene önce hızar makinesinde 300 parçaya bölünüp foseptik çukuruna gömüldüğü, kör kuyulardan her gün bir çocuk cesedinin çıktığı, ihmaller ve tedbirsizlikler sebebiyle Soma'daki maden ocağında sayısını sadece Allah'ın tam olarak bildiği yüzlerce madencinin boğularak veya yanıp kömürleşerek hayata veda ettiği böyle bir ülkede, ayrıca Müslümanların Yunanistan'a geçebilmek için Ege'de, İspanya'ya geçebilmek için Cebelitarık'ta boğularak can verdiği, Irak'ta, Suriye'de, Afganistan'da, Pakistan'da Müslüman'ın Müslüman'ı boğazladığı ve Müslüman'ın Müslüman'ın ırzına geçtiği, genç kızların "Seks cihadı" adı altında kandırılarak Suriye'de savaşan lejyonerlere peşkeş çekildiği, Nijerya'da yüzlerce kızın pazarda satılmak için kaçırıldığı bir dünyada, Müslümanları, "Kandil" kutlama abesliğinden bir an önce sıyrılarak azıcık düşünmeye davet ediyorum. Lütfen beni anlayışla karşılayın efendiler.
__________
1- TDV İslam Ansiklopedisi, cilt: 34, s. 536.
2- Râgıb el-İsfahanî, Müfredat: Kur'ân Kavramları Sözlüğü, Çıra Yay. İstanbul 2010, s. 43,
3- Râgıb el-Isfahanî, Müfredat: Kur'ân Kavramları Sözlüğü", Pınar Yay. İstanbul 2007, s.626-7.
4- TDV İslam Ansiklopedisi, Cilt: 24, s. 301
5- Bk. Dr. Bünyamin Erul, Sahabenin Sünnet Anlayışı, s. 84, TDV. Yayını, Ankara, 1999.
6-Aynı kaynak.
7-bk. Bakara Sûresi, 2/185.
8- Nebi Bozkurt, TDV İslam Ansiklopedisi "KANDİL" maddesi, c. 24, s,301.
9-Aynı kaynak.
10- http://www.diyanet.gov.tr/tr/icerik/regaib-kandili-mesaji…/15892, (Sayfa sonunda verilmiştir)



"Hayırlı Cumalar" Bid"atı ve Diyanet"in bu konudaki tutumu



Ömer Sağlam

20 Mart 2012



Genelde internet, özelde ise şu facebook çok iyi bir şey. Ancak iyi niyetli ve doğru kullanılırsa. Ara sıra ben de yapıyorum ama şu önüne gelen her sözü ve her görüntüyü paylaşanlar yok mu? Gıcık oluyorum bu insanlara. Resmen taciz ediyorlar insanları. İtiraf etmek gerekirse bazen ben de yapıyorum aynı şeyi. Ancak ben paylaştığım her söze ve görüntüye mutlaka kendi yorumumu ekler, gerekli tenkitte bulunurum.



Son zamanlarda dikkatimi çeken bir şey de "HAYIRLI CUMALAR" ve "CUMANIZ MÜBAREK OLSUN" şeklindeki paylaşımlardır. Doğrusu bu da İslam"a ve Müslüman"a yakışan bir davranış değildir. Düpedüz din istismarıdır. Çünkü bu paylaşımın muhatapları, arasında muhtemelen Cuma ile uzaktan yakından alakası olmayan insanlar da bulunabilmektedirler. Dolayısıyla bu tür mesajlar, bu insanları da taciz etmekte ve inanç özgürlüklerine müdahale anlamına gelmektedir. Onları bir anlamda zorla Cuma Namazı kılmaya yönlendirme amacı taşımasa bile en azından mesaj sahibinin, "Bakın ben Cuma namazı kılan birisiyim. Bana o gözle bakın. Benimle ilişki kurarken bu zeminden hareket edin" düşüncesini başkalarına iletme çabasıdır. Hatta bu paylaşımı, kendilerine Cuma Namazı farz olmayan kadınlar bile yapmaktadırlar.



Bid"at nedir?



"Hayırlı Cumalar" dileğinin, bid"at olup olmadığına karar vermek için galiba öncelikle şu bid"at kavramını bilmek gerekiyor. Sözlüklerimiz, bid"at kavramını, "Sonradan türeyen şey" şeklinde anlamlandırdıktan sonra, dini bakımdan "İslâm dininde Hz. Muhammed zamanından sonra ortaya çıkan değişik yargılar ve ilkeler" şeklinde tarif etmektedirler(1). Yani "Dinin aslından olmayan ve şer"î delillere istinad etmeden sünnete aykırı olarak icad edilen şeylerdir. Başka bir ifadeyle; dinî emirlerin ikmalinden sonra, Hz. Muhammed"in sünnetine, Kur"ân"ın sarîh hükümlerine, ashab, tabiin ve müctehitlerin genel görüşlerine tamamen aykırı olarak ortaya çıkan hal, davranış ve işler" demektir. "Bu iki tanımdan da anlaşıldığı gibi, sonradan ortaya çıkan bir olay veya davranışın bid"at olabilmesi için dinin muhtevasına zıt olması gerekir."(2)



Konunun uzmanı olanlarca yapılan bu tariflerden de anlaşılacağı üzere; sonradan ortaya çıkan bir olayın, davranışın ve uygulamanın bid"at olabilmesi için temel ayıraç, bu olayın, davranışın, uygulamanın, kabulün veya inancın, dinin özüyle çatışıp çatışmadığıdır. Bu yeni durum veya hal, dinin özüyle çatıştığı anda din ortadan kalkar ve bid"at devreye girmiş olur. İşte bu noktada karşımıza yeni bir kavram daha çıkmaktadır. O kavram Hurafe"dir. Kısaca, "dine sonradan girmiş boş inanç" demek olan Hurafe, bir anlamda dinin özüyle ve esasıyla çelişen bid"atlar demektir. Anlaşılacağı gibi bid"atlar dinin özüne ve esasına uygun olan bid"atlar, uygun olmayan bid"atlar (hurafe) şeklinde ikiye ayrılmaktadır.



Zaten Bid"atlar üzerine araştırma yapan bazı din adamları, bid"atları, "Bid"at-ı Hasene" ve "Bid"at-ı Seyyie" şeklinde bir ayrıma tabi tutmuşlardır. Bunlara göre; Bid"at-ı hasene; aslı kitap ve sünnette olmakla birlikte, uygulanış şekli itibariyle az çok değişiklikler arz eden düzenlemeler veya kabullerdir. Bid"at-ı Seyyie ise, aslı ve faslı kitap ve sünnette olmayan uygulama ve kabullerdir.



Bunun yanında bid"atları, "Âdette bid"at" ve "İbadette bid"at" şeklinde ayrıma tutanlar da bulunmaktadır. Âdette bit"at; "Sevap beklenilmeden, dünya menfaati için yapılan şeylerdir. İbadeti bozmazsa veya dinin yasak ettiği bir şey değilse günah sayılmaz" şeklinde tarif edilmiştir. İbadette bid"at ise "Resulullahın ve dört halife zamanında bulunmayıp da, dinimizde, sonradan meydana çıkarılan, uydurulan inanışlara, sözlere, işlere, şekillere ve âdetlere denir. İbadetlere bid"at karıştırmak büyük günahtır." tarif edilmiştir(3)



Bid"atların doğma veya oluşma sebepleri farklı farklıdır ve genel kabule göre; bid"atların asıl doğuş sebebi, toplumlardaki kültür değişmeleridir.  Yani İslam Dairesine giren toplumların, eski inançlarına ait bazı inanç ve kabulleri, İslam Dini"nin içine taşımış ve onlara İslami bir kılıf uydurmuş olmalarıdır. Bid"atların doğuşuna ve yaygınlaşmasına sebep olan hususlar genel olarak şunlardır: 1- Bid"atın, bilinçli olarak üretilmesi, 2- Cehalet, 3- Kültür etkileşimi, 4- İslâm öncesinden kalan gelenek ve görenekler, 5- Eski dinlerden kalan alışkanlıklar, 6- Çok sevap kazanmak veya dinî vecibeleri fazlasıyla ifa etmek düşüncesi(4).



Burada bizi ilgilendiren, daha doğrusu bu yazımızda üzerinde duracağımız husus, birinci husustur. Yani, "Bid"atın, bilinçli olarak üretilmesi" hususu.



Hayırlı Cumalar Bid"atı:



"Cuma kutlamaları" da galiba son birkaç yıl içinde İslam"a bilinçli olarak sokulan bid"atlardan birisidir. Yukarıdaki tariflere göre; "Hayırlı Cumalar" bid"atı, kanaatimizce "Bidat-ı Hasene" ve "Âdette Bid"at" kavramlarının içine girmektedir. Yani "Sevap beklenilmeksizin, dünya menfaati için yapılan bir şey olmakla birlikte dinin özüyle çatışmamaktadır".



Ancak bize göre "hasene" de olsa, yani dinin özüyle çatışmamış olsa da bidat bidattır ve böyle bir davranış asla doğru değildir. Tıpkı bazı kandil kutlamalarının da bid"at olmakla,  doğru olmadığı gibi. Ancak neylersiniz ki; bugün bırakın STK"ları, kamu kurumu niteliğindeki Belediyeler bile kandil kutlamalarında bulunuyor. Bütün maksat, oy tabanını teşkil eden seçmenlerle iletişim kurmak, onlara mesajlarını iletmektir. Yani bir anlamda siyasi rant elde etmektir. Bunun adı,  düpedüz dini siyasete alet etmek ve din istismarcılığıdır.



Doğrusu özellikle de biz Türklerin, İslam"a bid"at, israiliyat ve hurafe sokmakta üstümüze yoktur. Bana göre; örneğin şu kandillerin çoğu, uydurmadır. Yani bid"attır. Vakti zamanında, Müslüman ahaliyi zapturapt altına almak için uydurulmuş günlerdir. Mesela şu Regaib Kandili"ni ele alalım. Müslümanlar, daha Hz. Peygamber"in kaç senesinde doğduğunu bilmezler ama(5) "Hz. Peygamber"in ana rahmine düştüğü gündür" diyerek Regaib Kandili kutlamaktan da geri durmazlar. Sonra da gelsin Süleyman Çelebi"nin buram buram şirk, hatta inkâr kokan şiirlerinin mevlit adı altında okunması ve kandil kutlamaları. Gelsin mevlithanların ceplerini doldurma girişimleri. Gelsin bu gibi gecelerde siyasi mesaj iletme gayretleri.



Hz. Peygamber ne kadar "Ey ashabım (veya ümmetim), sizler de beni Hıristiyanların İsa"yı yücelttikleri gibi yüceltmeyin. Ben de tıpkı sizler gibi Kureyş"ten kuru ekmek yiyen bir kadının oğluyum. Sizden tek farkım bana kitap gönderilmiş olmasıdır" diyorsa da bizim Süleyman Çelebi Efendi, kuru ekmek yiyen bu Kureyşli anneyi olmadık ortamlara sokmak için didinir durur şiirlerinde. Onu konuşturur, doğum esnasında ellerinde alemler olan meleklere törenler düzenletir, Kevser şarabından içirir ve Hz. Amine"nin ebeliğini hurilere yaptırmakta hiçbir beis görmez. Allah rahmet eylesin, Süleyman Çelebi, tüm bunları yazarken Hz. Amine"nin henüz birkaç yaşındaki oğlu Muhammed ile Medine"deki akrabalarının yanından Mekke"ye dönerken Ebva köyünde öldüğünü ve zaten yetim olan bu küçük çocuğu çölde öksüz ve yapayalnız bıraktığını hiç düşünmez. Hem Allah"ın zamandan ve mekândan münezzeh olduğuna inanır, hem de Hz. Peygamber"i göklere uçurarak arşın bilmem kaçıncı katında oturmakta olan Allah ile görüşmeye gönderir!



Oysa en azından benim bildiğim kadarıyla Kur"an"da "Kadir Gecesi" dışında başka bir geceden bahsedilmez. Zira Kur"an"a göre; Kadir Gecesi, Kur"an"ın indirildiği gecedir ve bu sebeple bu gece bin aydan daha hayırlı kılınmıştır. Cuma günü ise gerçekten kutsal bir gündür. Çünkü bu konuda açık ayet vardır. Allah Kur"an"da "Cuma günü namaz için çağrıldığınızda alışverişi bırakın Allah"ı zikretmeye koşun"¦ Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Allah"ın lütfundan isteyin"¦"(6) buyurur.



Ancak Kur"an"da böyle buyruluyor diye, her hafta Cuma günü geldiğinde ortalığı ayağa kaldırıp velveleye vermek, abartılı söz ve gösterişli hareketlerde bulunmak hoş şeyler değildir. Müslümanların birbirine "Hayırlı Cumalar" dilemesi ilk bakışta her ne kadar güzel bir davranış gibi gözüküyor ise de, bunu adeta insanlar arasında birbirlerini tanıma vesilesi ve bir nevi ortak şifre haline getirmek kanaatimizce fazla yakışı kalmıyor. Hele hele Cuma namazını bahane ederek, namazdan sonra işyerine gitmemek, aynı kafadaki arkadaşlarla vakit geçirip işi asmak, ya da şeyhinin Cumasını kutlayıp mübarek elini öperek hayır duasını almaya gitmek, asla Müslüman"a yakışan davranışlar değildir. Çünkü Cuma Suresi"nin 10"uncu ayeti, "namaz kılındıktan sonra artık işinize gücüne bakın" diyor. 



Diyanet"in bu konudaki tutumu



Bu ülkede bid"atları ve hurafeleri temizlemek ve halkı din konusunda aydınlatmakla görevli Diyanet teşkilatı, ne yazık ki ve çoğu kere bilerek hurafelere ve bid"atlara destek vermektedir. Mesela geçmişte ve günümüzde birçok Diyanet mensubu, Ramazan ve kandil gibi özel günlerde televizyon ekranlarını parsellemektedirler. Diyanet mensubu din görevlilerinin en önemli gelir kaynaklarından birisi de ne yazık ki; mevlit ve cenaze merasimleridir. Diyanet çalışanları özellikle büyük şehirlerde bu işler için özel ekipler ve gruplar kurmuşlardır. Her türlü elektronik donanımları ve ses sistemleri hazır olan bu ekiplerin rayiçleri ve fiyat tarifeleri de vardır. Eğer ekipte bulunan din adamları biraz ünlüyse, fiyatları birden tavan yapmaktadır. 



1999 yılındaki Marmara Depremi"nden sonra Diyanet bilinçli olarak Cuma Namazlarına müdahale etmiş ve bu namaza bid"atlar sokmuştur. Örneğin Cumanın farzını kılıp selam verdikten sonra uzunca bur duayı okumayı, yine minberde hutbenin ikinci bölümünde Türkçe edilen duayı ve en son okunan ayetin Türkçe meâlini vermeyi, daha yakın geçmişte ihdas etmiştir Diyanet. Cumanın farzından sonra tahıyyatta okunan uzunca dua kaldırılmıştır ama diğer bid"atlar olduğu gibi devam etmektedir. Şimdi denilecektir ki; minberdeki hatibin Türkçe dua okumasının ve sondaki ayetin Türkçe anlamını vermesinin ne gibi bir sakıncası vardır? Sakıncası yoktur da, Cuma namazının gereksiz yere uzamasına sebep olmaktadır. Şu halde ya sadece Türkçesi okunmalıdır (ki; bence de doğrusu budur), ya da sadece Arapçası. Minberde birkaç dilde dua ve ayet okumanın hiçbir anlamı ya da gerekliliği yoktur. Yarın öbürgün Kürt kökenli vatandaşlar "Biz de minberde Kürtçe dua ve okunan ayetlerin Kürtçe mealinin verilmesini istiyoruz" derlerse onu da mı yapacaksınız? Lütfen ibadetleri sulandırmayınız.



Diyanet"in aynı tutumunu ne yazık ki; "Cuma kutlamaları" konusunda da görüyoruz. Bunun bir bid"at olduğunu bilen ya da en azından bilmeleri gereken müftülerimiz bile aynı bid"ata alet ve yaygınlaşmasına vesile olmaktadırlar. Mesela ben, şahsen, her hafta Cuma günü gelince bütün personelini "Cumalaşma" adı altında makamında toplayıp tebrikleşen ve el öptüren müftüler biliyorum. Hatta vaktiyle Osmaniye Müftülüğü"nde A.Çakar isminde bir vaiz efendi ile tanışmıştım. Vaiz efendinin Türkçeyi telaffuzu çok farklı idi ve bu sebeple hakkında komik şeyler anlatılıyordu.



Rivayete göre; vaiz efendi telaffuz güçlüğü çekmesinden dolayı "kızmak" fiilini "kızmek" şeklinde, "cumalaşmak" fiilini ise "cimalaşmak" şeklinde telaffuz ediyor camide cemaate vaaz yaparken örneğin "Müslüman"a yakışan kızmamasıdır" diyeceğine "Müslüman"a yakışan kızmemesidir" diyor "Arkadaşlar toplanın cumalaşalım" diyeceği yerde "Arkadaşlar toplanın cimalaşalım" diyordu. Böylece komik olaylara ve gülüşmelere sebep oluyordu.



Dolayısıyla bana göre; bir devlet memurunun, çalıştığı dairede Cuma vakti yaklaşınca gömleğinin kollarını dirseklerine, pantolonunun paçalarını da diz kapaklarına kadar sıyırıp terliklerini giydikten sonra şip şip şip lavaboya gitmesi ne kadar çirkinse, insanların internet ortamında birbirine "HAYIRLI CUMALAR" ve "CUMANIZ MÜBAREK OLSUN" mesajları çekmesi de o derece çirkindir. Tamam, anladık kardeşim, sen Cuma namazını kılan bir adamsın. Allah kabul etsin. Ancak bu durumunu herkese duyurmana ne gerek var. Bakın Mâun Sûresi’nde ne buyuruyor Allah: "Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki; onlar namazlarını ciddiye almazlar. Onlar gösteriş yapanlardır; hayra da mani olurlar"(7). İslam akıl ve mantık dinidir. Lütfen aklımızı başımıza alalım"

_________________

1-Türkçe Sözlük, TDK Yayını, 1998, Ankara.


 

5-Bilindiği gibi, birçok dini konuda olduğu gibi Hz. Peygamber’in doğum yılı da ihtilaflıdır. Kimisi 570 yılında doğdu der, kimisi 571 yılında.

6-Kur"an-ı Kerim, 62/9-10,

7-Kur"an-ı Kerim, 107/4-7
  

Regaib Kandili Mesajı…

30.04.2014

Perşembeyi Cumaya bağlayan gece idrak edilecek olan Regaib Kandili münasebetiyle Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, bir mesaj yayımladı.

Mesajında İslam dünyasında yaşanan üzücü hadiselere ve son günlerde Türkiye’de işlenen kadın ve çocuk cinayetlerine dikkat çeken Diyanet İşleri Başkanı Görmez, “Hiç şüphesiz bu yaşananlar bütün dünyada insanlığın, İslâm’ın barış ve rahmet mesajlarına ne kadar da çok muhtaç olduğunu göstermektedir” dedi.

Diyanet İşleri Başkanı Görmez mesajında şu ifadelere yer verdi;

“Regaib gecesi bizlere rağbetlerimizin yalnızca Rabbimize yönelik olması gerektiğini hatırlatır...”

Aslında müminler için tüm zamanlar, günler, geceler, haftalar, aylar ve seneler, Allah’a kulluk şuuruyla ve Rabbimizin rızasına ermek amacıyla yaşanır. Ancak her yıl gelen Regaib gecesi, üç aylar olarak bilinen ve manevi coşkunun daha yoğun yaşandığı müstesna zaman dilimlerinin başladığını haber verir. Kur’an ve oruç ayı Ramazan-ı şerifin müjdesini getirir. Günahlardan arınmak için sunulan imkân ve fırsatları; Rabbimizin sonsuz rahmet ve mağfiretini bizlere hatırlatır. Her yıl gelen Regaib gecesi, geleceğe ve istikbale yönelik arzu ve isteklerimizi, emel ve tutkularımızı gözden geçirme imkânı verir, rağbetlerimizin yalnızca Rabbimize yönelik olması gerektiğini hatırlatır.

“Son günlerde işlenen çocuk ve kadın cinayetleri İslâm’ın da ötesinde insanlığın vicdanını kaybettiğinin bir emaresidir…”

Üzülerek ifade edelim ki üç ayların başlangıcını ve Regaib Kandilini idrak ettiğimiz şu günlerde bir tarafta Suriye, Mynmar, Irak ve Orta Afrika’da akan kanlar, diğer tarafta adalete ve hukuka uygunluğu her zaman tartışılacak olan Mısır’da alınan idam kararları mümin yürekleri incitmiş, İslâm dünyasının manevi mevsime yine acı ve ıstırapla girmesine neden olmuştur. Diğer taraftan son günlerde işlenen çocuk ve kadın cinayetleri ise, İslâm’ın da ötesinde insanlığın vicdanını kaybettiğinin bir emaresidir. Hiç şüphesiz bu yaşananlar bütün dünyada insanlığın, İslâm’ın barış ve rahmet mesajlarına ne kadar da çok muhtaç olduğunu göstermektedir. Bunun için öncelikle mümin gönüllerin merhamet eğitiminden geçmesi, sevgi, şefkat, hilm ve kardeşlikle buluşması, kalb-i selim sahibi olması gerekmektedir. Mümin gönüllere rahmet ve merhamet yerleşmeden, İslâm dünyasının birçok bölgesinde var olan açlık ve sefalet; şiddet, çatışma ve gerginlik ortamları ortadan kaldırılamaz.

“Bir türlü iç sorunlarımızı halledip de insanlığı kuşatan sorunlara yönelemiyoruz. İslâm’ın barış ve esenlik mesajlarını asrın idrakine sunamıyoruz…”

Ne yazık ki müminler topluluğu olarak bizler, bugün, bilgiye, imana, Kur’an’a, üsve-i hasene bir peygambere, köklü bir medeniyete, engin tecrübeye, zengin birikime sahip olmamıza rağmen bir türlü sulh ve sükûnu, birlik ve beraberliği, muhabbet ve meveddeti, kardeşlik ve dayanışmayı gerçekleştiremiyoruz. Müslümanlar olarak her birimiz arzu ve isteklerimizi, emel ve tutkularımızı, rağbetlerimizi daima iyiye, doğruya, güzele, faydalı olana, hakka ve hakikate; regaibimizi Rabbimize yöneltmemiz gerekirken bir de bakıyoruz ki dil, ırk, mezhep, meşrep ve grup ayrılığına düşmüş, kamplara bölünmüş, ihtilaf, tefrika ve fitne bataklığına saplanmışız. İslâm’ın barış ve esenlik mesajlarını tüm insanlığa takdim ederek yeryüzünde hakkı, hakikati, hukuku, adaleti, ahlakı, fazilet ve erdemi gerçekleştireceğimiz yerde, enerjimizi sürekli boşa harcıyoruz. Bir türlü kin, nefret ve intikam duygularından nefislerimizi arındırarak İslâm diyarlarını barış ve esenlik diyarlarına dönüştüremiyoruz. Bir türlü iç sorunlarımızı halledip de insanlığı kuşatan sorunlara yönelemiyoruz. İslâm’ın barış ve esenlik mesajlarını asrın idrakine sunamıyoruz.

“Hiçbir çıkar, menfaat ve maslahat, müminlerin kardeşlik hukukunu ihlal etmesine neden olmaz…”

Gelin, üç aylar ve Regaib Kandilini fırsat bilerek İslâm dünyasını, İslâm’ın dünyası yapmak için çaba gösterelim. İslâm coğrafyasını çocuklarımıza ve gelecek nesillere yeniden umut veren bir coğrafyaya dönüştürelim. Bunun için Müslümanlar olarak fert fert ve topluca bir muhasebe içine girelim. Bütün yapıp ettiklerimizi bir kez daha gözden geçirelim. Kalb-i selim dışında hiçbir şeyin fayda vermediği o gün gelmeden önce nefislerimizi hesaba çekelim. Bilelim ki Müslüman, elinden ve dilinden diğer Müslümanların selamette olduğu kimsedir. Mümin, elinden ve dilinden diğer müminlerin güven duyduğu, emin olduğu kimsedir. Müslüman Müslümana zulmetmez. Müslüman, Müslüman kardeşinin hakkına ve hukukuna el uzatmaz. Müminler kardeştirler. Hiçbir çıkar, menfaat ve maslahat, müminlerin kardeşlik hukukunu ihlal etmesine neden olmaz. Hiçbir mümin, bir başka müminin hak ihlali üzerine varlık tesis edemez. Yine bilelim ki bugün Müslümanların yapması gereken, kardeşliğin edebiyatını yapmak yerine kardeşlik ahlakını ve hukukunu var etmek, yaşamak ve yaşatmaktır.

“Mümin, fıtrî olarak öz çocuğuna duyduğu sevgi ve şefkati bir ahlak olarak hayatına yansıtan, diğer bütün çocukları, garipleri, kimsesizleri kendi çocuğu gibi görebilen kimsedir…”

Herkesin büyük kalabalıklar içerisinde yalnızlığı yaşadığı bu dünyada adımlarımızı, sevgiye, muhabbete, dostluğa ve kardeşliğe doğru atalım. “Hiç kimse kimsesiz kalmasın” diyelim. Yalnızlıktan sıyrılarak başta ailelerimiz olmak üzere, mahallelerimizde, semtlerimizde, beldelerimizde ve ülkemizin her köşesinde sevginin ve muhabbetin coşkusuyla birliğimizi ve dirliğimizi pekiştirelim. Böylelikle bu coşku, heyecan ve imanın atmosferinde hiçbir fert yoksulluğu ve kimsesizliği hissetmesin. Unutmayalım ki yoksulluk varlığın kaybolması ve yok olması demek değildir. Yoksulluk içimizdeki merhametin yok olması, karşımızdakini merhametin zenginliğinden yoksun bırakmaktır. Yetim, öksüz ve kimsesiz kalmak maddi olarak sadece anneden ve babadan mahrum kalmak değildir. Yetim, öksüz ve kimsesiz kalmak, sevgi, şefkat ve merhametten uzak kalmak demektir. Mümin, fıtrî olarak öz çocuğuna duyduğu sevgi ve şefkati bir ahlak olarak hayatına yansıtan, diğer bütün çocukları, garipleri, kimsesizleri kendi çocuğu gibi görebilen kimsedir. Kısacası Kur’an’ın ve Hz. Peygamberin mesajlarıyla gönüllerimizi mümin duyarlılığıyla imar edelim ki, ihsana, hüsne ve güzel olana varalım. Her türlü riyadan, gösterişten, yalandan, iftiradan, gıybetten, kinden, öfkeden, nefretten, kibirden, ihanetten, vefasızlıktan, ikiyüzlülükten, bencillikten, güç tutkusundan ve tahakkümden nefislerimizi arındıralım ki, fazilet ve kemale erelim.

Bu duygu ve düşüncelerle aziz milletimizin, yurt dışındaki millet varlığımızın ve âlem-i İslâm’ın mübarek üç aylarını ve Regaib Kandillerini tebrik ediyor; üç ayların gelişiyle birlikte gönüllerimizi itminana kavuşturan rahmet, mağfiret ve bereket ikliminin, ülkemizden başlayarak dalga dalga tüm insanlığı kuşatmasını, onların hidayet, barış ve huzuruna vesile olmasını, bu mübarek gün, gece ve aylarda yapacağımız ibadet, dua ve yakarışların kabul olmasını Rabbimden niyaz ediyorum. 
diyanet.gov.tr





KANDİL

Müslümanlarca mübarek sayılıp kutlanan özel geceler.

Osmanlı padişahı II. Selim döneminde (1566-1574) camiler aydınlatılıp minarelerde kandiller yakılarak kutlandığı için bu gecelere kandil geceleri denilmiştir. Bunlar Mevlid, Regaib, Mi‘rac, Berat ve Kadir geceleridir. Bazan Arapça “leyl” (gece) kelimesi eklenerek leyle-i Kadr, leyle-i Berât ... şeklinde de kullanılır. Bu gecelerin kutlanma tarihleri kamerî takvime göre şu şekilde belirlenmiştir: Mevlid kandili rebîülevvel ayının on ikinci, Regaib receb ayının ilk cuma, Mi‘rac aynı ayın yirmi yedinci, Berat şâban ayının on beşinci, Kadir ise ramazan ayının yirmi yedinci gecesi. Zikredilen rakamlar daima geceden sonra gelen güne aittir. 

Kandilimi kutlayan cahil bid'atçilere duyurumdur.

Diyanet eliyle ŞİRK batağındayız, "Receb Allah’ın ayı, Şaban benim ayım."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder