Alınan seçim kararı ile anlaşılıyor ki çok şeyler dönüyor,
başımıza çok çoraplar örülüyor.
Bu işte Ecevit hükümetini yıkan Bahçeli ve ortakları Kemal
Derviş ile Mehmet Şimşek’in nasıl ki payı vardı ise, Derviş’i bilmem ancak Şimşek
ve Bahçeli ortaklığı artık gizlenemez durumda.
Erdoğan’ı almışlar kumpasa, bir o yana bir bu yana çevirip
duruyorlar.
Erdoğan’ın seçim açıklamasını yayınladığımda
şu yorumu yapmıştım.
Erdoğan, ABD'den gelen talimatı Bahçeli ve Baykal'ın desteği
ile aldı ve Erken Seçim Kararı aldıklarını açıkladı.
Seçim 24 Haziran 2018'de yapılacak.
Masalın adı, "eski sistemin hastalıkları" oldu.
Neydi eski sistemin hastalığı?
Kürdistan'ın kurulmasını engelliyordu.
Nihayetinde Bahçeli ve Baykal'ın iknası ile Kürdistan
kurulma tarihi erkene alındı, çünkü Emperyalizm 'in beklemeye tahammülü
kalmayınca, tıpkı 12 Eylül 1980'de yaptığı gibi cunta darbesi gibi şimdi de
BOP'un beklemeye tahammülü kalmadığı için, yani BOP'un zorunlu gereği olarak,
Kürdistan ilan edilebilmesi için, "eski sistemin hastalığı" tedavi
edilmiş olacak.
“TÜRKİYE EKONOMİK İNTİHARA
GİDİYOR” diyen birçok ekonomistin olduğunu da unutmayarak, biraz yakın
geçmişe göz atmadan evvel, yandaş medyanın zihin kontrolüne öncelikle bir
bakalım.
TGRT'de iki haber dikkat çekici.
İlki nafaka mağdurlarının mutlu olduğu haberi, ikincisi de TV'lerinde de anlattıkları üzere, seçim tarihini Erdoğan'dan önce kendilerinin açıkladıklarını söylemeleri.
Lakin bakalım, kendi haber sitelerinde nasıl anlattılar?
İşte videosu.
Nafaka konusuna gelirsek, mağdur kim, kimin gözüyle bakınca mağdur oluyorsunuz onu da siz karar verin.
Yani, bir kız çocuğu düşünün ki, bir şekilde geliri yok, köyde yetişmiş, geliri yok, anne babasının iman cehaletinin kurbanı olarak kendisi de cahil kalmış.
Bu kızcağızın nafakasını kesiyorsunuz.
Bizde bir tabir fardır, "nafakamı çıkartıyorum" denir.
Yani geçinebilecek kadar kazanıyorum demektir ki, bu aynı zamanda asgari ücret demektir.
Siz bu çocuğun nafakasını, rızkını kesiyorsunuz ve mağdurlar memnun diyorsunuz.
Yani kadınları çaresizliğe sevk ediyorlar, ancak kadınlardan ses çıkmıyor, demek adamların bildiğini, anladığını biz anlayamıyoruz... Durmak yok, hamd etmeye ya da koca dayağına razı olup, evde oturmaya devam..
Neyse, herkes istediği gibi anlasın.
YSK'nın insafına kalmış da, eğer YSK, İYİ Parti'yi seçime sokmayacak deliller üretebilirse, sanki haklı olacakmış gibi algı peşindeler.
YSK'nın bir önceki seçimde hile yapacağını, daha seçimlerden hemen önce örnekleriyle zaten yazmıştım ki, o yöndeki şüpheler yanıtsız kalmış, bu konuda yazma, düşünme, yayınlama yasağı getirilmişti.
Ne de olsa ileri demokrasiler böyledir, fazla ileri gidersen, ileri demokrasi olur.
Biz gelelim seçimden önceki son virajlarda ne olduğuna.
Tarih
16.4.2018, yani seçim kararının açıklanmasından 1 gün öncesi.
Erdoğan
ile NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ile görüşüyor ancak nedense Eyyyy AB
diyemiyor.
Zira
AB fasıllar konusunda dansözlere taş çıkarttığı halde.
Ancak
biz NATO'nun sınır güvenlik askeriymişiz gibi, Türkiye NATO toprağıdır
diyebiliyorlardı.
Stoltenberg
ise utanmadan Türkiye, ittifak için stratejik öneme haiz demekle yetinmiş.
İyi
de, bu adam muhalefetten birileriyle görüştü mü ya da yanında getirdikleri,
muhalefetten birileriyle gizlice irtibata geçti mi?
Zira
Bahçeli'nin seçim açıklaması ile aralarında kaç gün var dersiniz, bir düşünün.
Ardından
18 Nisan 2018 tarihinde AB Bakanı Ömer Çelik, Bütün fasılları 6 ay içinde
kapatacak kapasiteye sahibiz diyor, ardından Avrupa Komisyonu 2018
Türkiye Genişleme Raporu’nun yakınlaşmayı teşvik etmekten uzak demesine rağmen,
Fasıllar ülkenin kriterleri hayata geçirmesine bağlı olmalı. Şunu anlamıyorlar,
ikili görüşmelerde bunu anladıklarını görüyoruz ama raporlarda değişiyor, Türkiye sınırı NATO sınırıdır, Türkiye kendi
güvenliğini sağlayarak Avrupa’nın sınırı korumaktadır diyebiliyor.
Gerçi
liderinden biraz daha insaflı davranarak, NATO'nun toprakları demese bile,
mültecileri besleyerek, onların sınırını koruyoruz demek istemiş.
Demek
ki, Çelik Efendi'nin bir erken seçimden ya haberi yoktu, ya da yok gibi
davranmayı seçti.
Aynı
gün yani 18 Nisan 2018 tarihinde, BM Genel Sekreteri’nin Suriye Özel Temsilcisi
Staffan de Mistura, Ankara’ya geliyor.
Mistura
Ankara'dan sonra ise, Astana sürecinin garantörlerinden İran ve Rusya'ya
gidecekmiş.
Şimdi
durun bakalım burada diyen yok, neden?
Çünkü
Ocak ayı sonunda Suriye Ulusal Diyalog Kongresi toplanmış ve orada 50 kişilik
bir Anayasa komisyonu kararı alınmıştı.
Mistura
ise, bu komisyonda bulunacak üyelerin listesi yapacak.
Türkiye
bu listedeki isimlerini kesinleştirmediği için, belki de Türkiye'ye o listede
yer alması gereken isimleri vermiştir, belli mi olur?
Yine
18 Nisan 2014 tarihinde, Putin'in Özel Temsilcisi Lavrantyev ve Dışişleri Bakan
Yardımcısı Ankara'ya geliyor ve düşünün ki Mistura da, Ankara'da.
Bu
kili, Suriye konusunun dışında başka ne konuşabilirler, kimlere ne not vermiş
olabilirler?
Suriye'nin
bölünmesinin hızlandırılmasını konuşmuş olabilirler mi, ya da Erdoğan ile
Esad'ın arasını yapmanın yollarını bulamadıkları için, erken seçim kararı
alınmasında destek vermiş, yol göstermiş olabilirler mi?
Olamaz
mı?
Öyleyse
biraz gerilere gidelim.
8
Ekim 2014 tarihli "Kobani'deki terörist lideri, Türkiye tarafından kuşatılmış
durumdayız" başlıklı yazımda bazı detaylar vermiş, şöyle
söylemiştim.
"Bu
söylemlerin sonucunda BM Suriye temsilcisi Staffan de Mistura’nın bu günkü
açıklamasını da birlikte görürsek, ülkeyi yönetenler bunun ne anlama geldiğinin
farkında değiller mi?
Dolaylı
işgal süreci bitmek üzeredir bunu ülkenin emperyalizmin doğrudan işgaline zemin
hazırladığı Mistura’nın bu günkü beyanatından alenen anlaşılmaktadır.
Mistura,
Kobani ISIS’ın eline geçerse büyük katliam olacağından bahsediyor.
Bu
nedenle Türkiye’nin derhal harekete geçmesinin
zorunlu olduğunu söylüyor.
Ancak
Türkiye’nin ne kadar mülteci kabul ettiğini söylerken rakamları eksik vermesi
şüphelerin açığa çıkmasına engel olamıyor.
Özetle
Türkiye Kobani’ye girse de girmese de önüne kurulan tuzağa düşmekten kendini
alamayacaktır" diyordum.
Ve
sonuç itibarı ile Türkiye Zeytin Dalı adıyla, Mistura Efendi'nin önerilerini
yerine getirmişti.
Demek
ki Mistura Efendi, laf olsun diye konuşup gezen biri değilmiş.
Biraz
dha ilerleyelim ve 2015 yılında, beyzadelerimiz akıllarında tutsun diye,
"Bağımsız Kürdistan ilan ediliyor, ‘hamd olsun’cular,
‘eğit-donat’çılar kınalarınız hazır mı" başlığında notlar
düşmüş, terörist ilan edilen Salih Müslim'in, Staffan de Mistura ile
görüşmesini vermiştim.
Müslim
orada, "Biz Suriye'nin bir parçası olduğumuzu söylüyoruz. Biz Suriye
devriminin bir parçasıyız, hiç bir zaman ayrı düşünmedik. Onun için planlarımız
Suriye içinde vardır. Hem demokratikleşmek, hem ilişkiler bakımından
devletlerle ilişki bakımından. Bölgenin ve Suriye'nin bir parçasıyız.
Suriye'nin istikrarını ve barışını istiyoruz" diyordu.
Düşünebiliyor
musunuz, terörist istikrar istiyor, hem de Suriye'nin istikrarını.
18.12.2016
tarihindeki "Türkiye'nin bölünmesi ne zaman olacak"
başlıklı yazımda ise Erdoğan'ın, Esad'ı devirme palanları suya düştüğü gibi, Esad'a kardeşim demesi an meselesi haline geldi
demiştim.
İran,
2011'den beri Esad rejimini destekliyor. Staffan de Mistura bu konuda, "İran, Esad'ı desteklemek için yılda tahminen 6 milyar dolar
harcıyor" demekteydi.
Lübnan'daki
Şii milisler İran'dan destek alıyor, Hizbullah Esad'ı destekliyordu...
Bu Mistura, başımıza bela olmadan duramıyor, ne zaman gelse, bizden biriyle
konuşsa, başımız dertten kurtulamıyor.
16
Şubat 2018 tarihinde Mevlüt Çavuşoğlu, Almanya'ya Münih Güvenlik Konferansı'na katılmak
için gidiyor ve karşısında yine Mistura Efendi.
Ne
mi konuşuyor?
Türkiye'nin,
Suriye’de siyasi çözüm çabalarına verdiği desteği, bir birlerine tekrarlayıp,
el sıkışmak için görüşüldüğü söylenmişti, elbet yerseniz öyleydi.
10
Nisan 2018 tarihindeyse, Suriye’nin BM Daimi Temsilcisi Beşar Caferi, BM
Güvenlik Konseyi’nde Amerika, Fransa, Türkiye ve Katar’ı teröristlere kimyasal
silah sağlamakla suçlamıştı.
Böylece,
Türkiye'nin elini iyice sıkıştırmış, Erdoğan'ı Mistura'nın ellerine teslim
etmenin son basamaklarını çıkmış oluyorlardı.
Nihayetinde
bundan 2 gün sonra, yani 12.04.2018 tarihinde, Rusya'nın BM Daimi Temsilcisi
Vasiliy Nebenzya, başta Amerika ve ortaklarına karşı, güç kullanmanın bir
tehdit olduğunu, BM tüzüğünde bunun yeri olmadığını, saldırganlıktan
vazgeçmeleri çağrısı yapıyordu.
Nebezya bir soru üzerine de, ABD-Rus savaşı olması dâhil hiçbir alternatifi
dışlayamayız, Washington savaş çığırtkanlığı içinde diyordu.Bu kadar anlattıklarım dikkatinizi çekti mi bilmiyorum.
Ancak tüm bu süreç içinde, Mistura'nın adı ne zaman geçtiyse ya da ne zaman bir yerde göründüyse, mutlaka özellikle Türkiye ve Suriye açısından kötü bir şeylerin olduğu ayan beyan ortadadır.
Öyleyse asıl sormak istediğimi yineleyeyim.
Bahçeli'nin erken seçim kararı almasında Mistura Efendi'nin katkısı olmuş mudur, olduysa ne kadar ve dahi ne şekilde, hangi araçları kullanarak olmuştur?
Mistura Efendi'nin, Ankara'dan sonra Astana süreci garantörleri bahanesine sığınarak, İran ve Rusya'ya gidecek olması, Nükleer Santral, S-400 Füzeleri ya da ABD'de görülecek Zarrap davasıyla ilgili bazı tüyoları tehdit olarak mı kullanmaya gidiyor?
Öyleyse, böyle bir tehditte Bahçeli'nin ilgisi nedir, Bahçeli bu tehdidin içinde mi, dışında mıdır?
Erken seçim vatana ihanetmiş...
Tüm bu sorgulamaların, akıllarımızda bıraktığı soru işaretlerini, Erdoğan ve Bahçeli’nin "Seçimler zamanında olacak" sözlerine olan güvenimizle 2019'daki seçimlerde alacağımızı sanıyorduk.
Hani Bahçeli seçim istemiyordu, ne oldu?
Vahi mi geldi acep?
Lakin anladık ki, herkes yalana sığınıyor.
Az kaldı, berber saçımızı keser, önümüze düştüğünde görürüz, AK mı, kara mı, kanlı mı, tatlı mı, yumuşak mı, sert mi?
19.4.2018
A. Dursun


Hiç yorum yok:
Yorum Gönder