9 Nisan 2018 Pazartesi

Hayvancılığı ve dahi Türkiye'yi, sokağa sıçan Arap için bitirdiler.


Yıllardır yazıyorum, bunların tek işi Türkiye'yi çölleştirip bitirmek diye.

Defalarca anlatmaya çalıştım, yaşadıklarımızı, gözlerimizin önünde yapılan Türkiye katliamlarını, sağlık vurgunlarını, toprak kayıplarını ve tüm ülkede bitirilen her şeyin AKP zihniyeti eliyle yapıldığını, 17 yıldır milletin gözünün içine baka baka bunların yapıldığını anlatmaya çalışıyorum.

Nedense millet körleşmiş gibi izlemekle yetiniyor.

Çünkü Araplaşmış durumdayız ve Arap zihniyeti içimizde, en derin yerlerimize kadar 70 yıldır işlenmiş durumda.

Osmanlı'yı yıkan zihniyeti yaşamadık, görmedik, bilmiyoruz demeye gerek yok.

O zihniyetin tamamı artık en derin yerlerimize kadar sirayet etmiş durumda.

Adam sokakta bulduğu bir kâğıt parçasında, salt Arap harfleri yazıyor diye yerden alıp, öpüp başına götürüyor ve koyununa sokuyor.

Oysa o kâğıt parçası, Arap harfleriyle yazılmış porno dergiden kopmuş bir parçadan başka bir şey değil.

Camide adam kendinden geçip Allah diye bağırıyor.

Neden mi?

Hutbedeki İmam, kadınlar hakkında, onların haklarıyla ilgili bir şeyler söylerken, bir ayetten Arapça okuyor ve "yes’eluneke anil mahid" dediği anda, adam Allah diye bağırmaya başlıyor.

Bunları daha evvel de yazmıştım, uzatmayacağım.

Ne demek olduğunu herkes araştırıp öğrensin ki, nasıl bir tehlikeyle karşı karşıya geldiğimizi öğrenebilsinler.

Neden bu kadar ahmaklaştırıldık, neden bu kadar vurdumduymaz olduk, açıkçası anlamakta pek zorlanmıyorum.

Ancak şüphelerim gün geçtikçe farklı mecralara kaymaya başladı.

Oturduğum yerde hava trafiği yoktur, en azından alçaktan uçan hava trafiği olmadığını biliyorum.

İnternette hava trafiğinin durumunu herkes kendi bölgesine göre bakıp öğrenebilir.

Oturduğum yerde, son 3 yıldır 3 ayda bir kez olmak üzere, alçaktan uçuş yapan bir uçak belirmeye başladı.

Bölgemde, sandıktan AKP'ye  çıkan oy oranı hep düşük olmuştur.

Ancak 3 yıldır bu uçağın geçmesinden sonra bölgemde AKP oy oranında bir artış gözlemlemeye başladım.

Aklıma gelen ilk şey, uçaktan kimyasal kontrol yöntemleriyle, lokal olarak zihin kontrolü yapılıp yapılmadığı oldu.

Her neyse, bunu derinlemesine araştırıyorum, bir bulgu elde edebilirsem, onu da paylaşacağım.

Dün "" başlığında yazmaya çalışmıştım.

Bu gün de aynı söylemi pekiştirmeye çalışacağım.

Allah neden çıplak kalmıştır da, biz neyi göremiyoruz, biraz daha detaylandırayım istedim.

İlk kez Sabah ve TRT'nin 13.5.2014 tarihli haberiyle, Türkiye'nin Sudan'da 99 yıllığına, 7 milyon 805 bin dekar arazi kiraladığını duymuştuk.

Bu arazinin Sivas büyüklüğüne denk geldiğini yazanlar, eleştirenler olmuştu.

Her daim şüpheyle yaklaştığım Bakan Faruk Çelik, "Burada sadece tropikal meyve ve sebze değil, buğday, domates ve salatalık gibi Türkiye’de zaten yetişen ürünleri yetiştirip Türkiye'ye pazarlayacağız" diyordu.

The Economist'in 2 Temmuz 2009'daki yazısında FAO'dan Alexander Mueller'in, yoksul ülkelerdeki çiftçilerin verimlerini artırmaları gerektiğini savunurken, 2008'de hububat üretimindeki artışın hemen hemen tamamı zengin ülkelerden kaynaklandığını, buna karşın aynı ülkelerdeki hasadın % 11 arttığını ancak gelişmemiş ülkelerde, artış sadece% 1 idi diyordu.
Yine aynı yazıda Avrupa Birliği'nin kendi çiftçilerine, topraklarının% 10'unu terk etmek zorunda bırakan bir programı rafa kaldırmış olduğunu yazıyordu. Whatever happened to the food crisis?


Buradan anlaşıldığına göre Avrupa Birliği ve Amerika, bizim gibi beyinsel algılamaları çökertilmiş toplumlara, tarım ürünleri pazarlamaya, eş başkanları vasıtası ile hamle yapmaya başladığı ortaya çıkıyordu.

İyi de neden Sudan, Türkiye kimlere bırakılıyordu, hangi pazarlamacı zihniyet bunun sorumlusuydu?

Bu soruyu neden soruyorum?

Dünkü "" başlıklı yazımda, Metin Külünk'ün video konuşmasında bir ifadesi var.

Dakika 2:43'te, "Ama Türkiye kendi başına bırakılmayacak" diyor.

Şimdi dikkat ediniz, bu söylemin neredeyse aynısını kim söylemişti, anımsayalım.

"Türkiye Türklere bırakılamayacak kadar zengin bir ülkedir"
Cüneyt Ülsever kendi köşesinde, Mehmet Ali Birand´da Viyana´da bir seminerde bizzat gözümüzün içine bakarak söylediler.


Bunun sebeplerinin arkasında yatan gerçek mi nedir?

İşte o gerçek.

AKP'li Salih Kapusuz bir gün Dülger'in de aralarında bulunduğu AKP milletvekillerine diyor ki: "Arkadaşlar Meclise gelin, isterseniz en arka sırada polisiye roman okuyun, yeter ki oylamalarda elinizi kaldırın". Lale Şıvgın

Kimyasal bir beyin yıkaması yapılmıyorsa, bunca ihanet yasası TBMM'den geçerken, milletin bunları görmeyecek kadar kör olmasını neyle açıklayabilirsiniz?

 Şimdi gelelim Türkiye'ye vurulan son darbeye.
Araplara Yatırım Çağrısı-17.5.2017

Suudi Arabistan Cidde’de yaşayan Muhammed Al Nahdi, yatırım yapmak için ziyaret ettiği Konya'da muhabirlere açıklamalarda bulundu. 
Cidde'de ziraat ve hayvancılık sektöründe faaliyet gösteren bir şirketi bulunduğunu dile getiren Al Nahdi, ilk yurt dışı yatırımını Türkiye'de yapacağına dikkat çekti. Hayvancılık sektöründe Türkiye'deki fırsatlar nedeniyle bölgede yatırım yapma kararı aldığını ifade eden Al Nahdi, iklim ve hükümetin sağladığı imkânların da cazip olduğunu belirtti.
Ülkenin Et Üretimi Artacak
Hatay'da açacağı çiftlikte et üretimine başlayacağını bildiren Al Nahdi, Türkiye'de büyükbaş hayvancılık alanında 10 milyon dolar civarında yatırım gerçekleştireceğine işaret ederek, bölgede bir müessese kurduğunu aktardı. Yatırımının pazara ve satış miktarına göre artabileceğini belirten Al Nahdi, et ve süt üretimi yapmayı hedeflediklerini vurgulayarak, Türkiye’nin belirli dönemlerde et ithalatıyla gündeme geldiğini anımsattı. Kendisinin ve diğer iş adamlarının bölgede yapacağı yatırımların et üretimine fayda sağlayacağını ifade eden Al Nahdi, yatırımları sayesinde Türklerin daha ucuz et tüketimine destek olacaklarını aktardı.
6.4.2018 

Hatay'da kuracağı çiftlikte et üretimine başlayacağını ifade eden Al Nahdi, şöyle konuştu:
"Türkiye'de büyükbaş hayvancılık üzerine yaklaşık 10 milyon dolarlık yatırım yapacağım. Burada bir müessese kurdum. Etkenlere, pazara ve satış miktarına göre yatırımım artabilir. Et ve süt üretimi yapmayı planlıyorum. Türkiye zaman zaman et ithalatıyla gündeme geliyor. Ben ve arkadaşlarımının burada yapacağı yatırımların et üretimine katkı sağlayacağını umuyorum. Türk insanının daha ucuz et tüketimine yatırımlarımızın etkisinin olacağını düşünüyorum." 6.4.2018

Gördüğünüz üzere yandaş basın, bunu müthiş haber gibi sunarken, gözümüze hamaset edebiyatıyla harmanlayarak dayatırken, Türkiye'de hayvancılığın neden ve nasıl bitirildiğinden tek satır yazmıyorlar.

Çoban kadar kafası çalışmayanlar, bizden daha, daha, daha geride olanlar, bizi nasıl yönetebiliyor, düşünmez misiniz?


Sudan'dan Sivas büyüklüğünde arazi kiralayacağına, kendi topraklarında kendin yapsan olmaz mı?

Olmaz, çünkü adam açık ve net zaten söylemişti.
Ülkemi pazarlamakla mükellefim.

Peki, bu pazarlamacı nasıl pazarlamıştı da, biz görememiştik?

Örneğin Türk halkının parası, "Şehir hastaneleri" adı altında, Araplara peşkeş çekildiğinde, biz neden körleşmiştik?

Sürmene'de Katar Emiri'nin beğendiği, Çamburnu’daki ormanlar neden yanmıştı?

Katar, Türkiye’yi topun ağzına koymak için elinden geleni yapmaktayken, Katar aşkının sırır neydi ki anlayamıyorduk?

Katar Dışişleri Bakanı, "Suriye'yi yıkmak için 117 milyar dolar harcadık" derken, Esad düşmanı ABD'nin değirmenine su taşıyan eş başkanların, neden Katar dostu olduğunu ve onları neden tanımakta güçlük çekiyoruz, hiç düşünemiyor musunuz?

Katar'a ek asker yollarken, Halid Meşal'in yerine gelen Filistin Başbakanı Heniyye terörist ilan ediliyordu.

Neden terörist ilan edildiği malumunuzdur.

Nitekim aynı Haniyye, Demirtaş’a “Diyarbakır’ın özgürlüğünü görmek isteriz” demiş.
Her ne kadar bu haber sonradan Demirtaş tarafından yalanlasa dahi, mide bulandırmaya o günler için yetiyordu.

Kuveyt Emirliği 11 Ocak 2018'de, Şanlıurfa'da Suriyeliler için ekmek fırını neden açmıştı, Türkiye'nin orada gücümü yoktu, Türkiye bir yerlere güç devri mi yapmayı planlıyordu da biz algılayamadık?

Araplara peşkeş çekmenin, ekonomik krizi örtemeyeceğini ne vakit görebileceğiz?

İngiliz Dailymail bile, Araplara karşı uyarılarını peş peşe yaparken, bizi kimler körleştirmekteydi, hiç mi ders almayız?

1958'de hat safhaya çıkan Türk ve Türkçe nefreti, Ezan ile başlayan Araplaşma, beyinlere böylesine mi açıkça tecavüz edebilmiş ki, hiç bir şeyden habersiz yaşar duruma düşürüldük?

Bütün bunları görebilen, bir elin parmakları kadar olsa dahi, henüz mevcuttur.

Örneğin Yeniçağ yazarlarından Batuhan ÇOLAK, "Sessiz ve derin tehlike: ARAPLAŞMA!" başlığında çok ilginç tespitler yapmış.
 
Özetle şöyle diyor.

Açılış konuşmasını geçtiğimiz günlerde "Bilal Erdoğan Bey Hazretleri..." olarak selamlanan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın oğlu Bilal Erdoğan yapıyor. Erdoğan, İlim Yayma Cemiyeti Mütevelli Heyet Başkan Vekili sıfatıyla orada.  

.../...

Türklerin son devleti olan Türkiye Cumhuriyeti dilini ve milliyetini kaybetmeye başladı.

Bu süreç günden güne ve sistematik olarak seyrediyor.
Adını da açıkça koymamız gerekiyor; Araplaşıyoruz, Araplaştırılıyoruz!

Son yıllarda Türkiye'ye hiçbir sınırlama olmadan gelen Arap misafirlerimizin kültürümüze ve kimliğimize yönelik baskınlıkları hepimizin malumu.

Arapların yoğun olarak yaşadığı bölgelerde, Türkçe tabela bulamıyorsunuz. Bazı belediyeler bu karmaşanın önüne geçebilmek için Arapça tabelaları kaldırmaya başladı. Hemen müdahale geldi.

Türk Standartları Enstitüsü aracılığıyla tabelalarda iki dilli kullanımın önü açıldı. Tabelalar konusunda her türlü fedakârlık yapılırken dün İstanbul'da ilginç bir etkinlik düzenlendi; "İstanbul'da Yaşayan Arap Aydınlar Çalıştayı."

 Çocukken bizlere sorardı büyüklerimiz.

Öncelikli olarak hangisisin, Müslüman mı, Türk müsün?

Kimimiz o çocuk yaşta buna verecek yanıt bulamaz, kimimiz Müslüman, kimimiz önce Türk olduğunu söyledi.

Şimdilerde çocuk beynimize yapılan tecavüzü, AKP zihniyeti eliyle çocuklaşmış toplumun zihniyetine yapıyorlar.

Artık anladık ki, "Duş altında sıçmayın" diye uyarılan,  sokağın tam orta yerine "oturup sıçan Araplar", bize hiç bir şey öğretemeyeceği gibi, bizim kültürümüzle hiç bir bağlantısı da yokmuş.

Bu utanç verici durumda olanların kültürünü, bize din diye yutturmaya çalışanların ise, değil ülke yönetmeye, ellerine 3 koyun verip güttürmezsiniz bile.

Sanırım Erdoğan Efendi, "IŞİD'e desteğini açıklayan" Gülbeddin Hikmetyar'ın dizinin dibine çöktüğü  günlerden pişmanlık duymaya başlamış ve Arap kültürünün yeterince yoz olduğunu anlamış olacak ki, geçenlerde "İslam'ın güncellenmesinin gerektiğini bilmeyecek kadar da aciz bunlar" demişti.

Ben de, doğru söylediğini iddia etmiş, İslam ve Arapları ehlileştirebilirse, benden oy alır demiştim.

Şimdi sormak lazım, Erdoğan'a gözü kapalı oy verenler, Erdoğan'ın gördüğü bu rezaleti neden göremezler?

İyi de, Erdoğan'ın bu gerçeği söyleyebilmesi için, illa ki Epilepsi ilaçlarını eksik almış olması, uykudan uyandırılması her zaman şart mı?

Erdoğan'ı kim uyutuyor, onun toplum ve dünya nezdinde rezil olması kimin çıkarlarına hizmet eder?


Merak ediyorum, acaba Erdoğan ne dediğinin henüz farkında değil midir?

Her neyse, biz ne yazarsak yazalım, nasıl düşünürsek düşünelim, millet gaflet uykusundan uyanamayacak olursa, ne Erdoğan kalacak ne Türkiye.

Belki 2100 yıllarında Erdoğangiller hanedanlığı başka yerlerdeki yaşam formlarına uyum sağlamış, bizim torunlar yine Erdoğan'ın deyimiyle "çile çekmeye alışık" durumda olacaktır bilemem, ancak millet gözünü açamayacak olursa, Allah'ın çıplak olduğunu göremeyecek olursa, vay ülkemizin haline vay... 

Vay ki ne vay...

Unutmayın, gelecek de bir gün gelecek.

Başka Türkiye'nin olmadığını gelecekte anlamış olmanız, geleceğiniz olan evlatlarınıza hiç bir şey kazandırmayacak.

Vakit geç olmadan UYANIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIN...!

9.4.2018

A. Dursun 

Aşağıdaki yazıyı mutlaka okuyunuz derim...

Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Tayfun Özkaya Sudan'da toprak kiralamanın ne anlama geldiğini yazdı.

Gazetelerden ve web sayfalarından Türkiye’nin Sudan’da 5 milyon dekar arazi kiraladığını öğreniyoruz. Buna Tarım Gıda ve Hayvancılık Bakanlığı Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü (TİGEM) önderlik ediyormuş. 99 yıllığına kiralanan topraklar özel sektöre açılacakmış.  

Devlet veya şirketler geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerde çok uzun süreler için toprak kiralıyorlar veya satın alıyorlar, tarım ürünü veya petrol üretip, ürünlerini de kendi ülkelerine gönderiyorlar. Bunlar arasında Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Kore, Japonya, Çin gibi ülkeler ve batılı şirketler başı çekiyor. Küresel ısınma ve petrolün tükeniyor olması artık görünür bir gerçek. Bu durum bazı şirket ve devletleri harekete geçiriyor.

Ülkemiz de her iki yönüyle bu olayın dışında değil. Örneğin 21 Mart 2011 tarihinde Bloomberg’de yayınlanan bir habere göre Katar’dan Hassad Food adlı bir fon Türkiye’den ürün yetiştirmek ve hayvancılık yapmak üzere tarım arazisi satın almak istiyor. Hassad’ın Türk Hükümeti ile görüşmeler yaptığı açıklandı. Hürriyet Gazetesinde 18 Martta yayınlanan aynı haberde Hassad yetkililerinin TİGEM’e (Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü yani eski Devlet Üretme Çiftlikleri Genel Müdürlüğü) yönlendirildiği yazmıştı. Katar’lılara toprak satın almanın olmayacağı ancak 49 yıllığına kiralamanın söz konusu olabileceği de belirtilmiş! Bir gün önceki yayında ise Güney Kore ve Suudi Arabistan’ın Türkiye’den toprak almak konusunda istekleri belirtilmişti. Bu olayın nasıl geliştiğini bilmiyorum. Türkiye’li iş adamları da Libya’da benzer işler peşinde koşuyorlardı. Libya’daki değişiklikler sonrası bu olayın nasıl geliştiği konusunda bilgi sahibi değiliz. 

Sudan’daki olay aslında toprak gaspı (land grabbing) kavramı içinde düşünülmeli. Bu konuda halkımız içinde köksüz beklentiler yaratılmaya başlanmış. Meyveleri ucuza yiyeceğimiz falan zannediliyor. Çiftçimizin zaman zaman 10-20 kuruşa sattığı kendi meyvelerimizi ucuza yiyebiliyor muyuz? Nakliye masrafları ve aracı kârları tüketicinin ödediği fiyatları yükseltmiyor mu? Tropik meyveler zaten dünya’da çok ucuza satılıyor. Bizde pahalı olmasının başka nedenleri var. Yatırımı yapacak olanlar sıradan halk değil iş adamları. Bunların da Türkiye’nin ucuz meyve yemesi gibi bir misyonu yok. Onlar için çok iyi olabilir, ama Türkiye halkı için bir şeylerin değişeceği yok. 

Yatırımcıların meyve yetiştireceğini de sanmam. Tarım Bakanlığı önce Türkiye tarım topraklarının yok olmasını, erozyonla aşınmasını önlemeye çalışmalı. Oradan gelecek gıdaya bel bağlamak çok yanlış. Bu toprak kiralamanın müslüman Sudan halkına yardım gibi takdim edilmesi ise epeyce yanlış. Sudan’da 2009 yılındaki bir rapora göre aç olan insan oranı resmi istatistikler olarak %26 (Grain, Land Grabbing and the Global Food Crisis, 2009) Güney Sudan 2011’de bağımsız devlet olarak ayrıldığında Kuzey Sudan iyi topraklarının ve petrol gelirinin önemli bir kısmını kaybetmişti. Aç olanların oranı yükselmiş olmalı. 

Büyük şirketlerin daha verimli tarım yaptıkları bir aldatmadan ibaret. İstihdamın da çok düşük düzeylerde kalacağı dünya deneylerinden biliniyor. Endüstriyel tarımla bu toprakların kirletileceği ise kesin. Türkiye Sudan’a yardım edecekse toprak reformu yapılmasını salık vermeli ki bunu hiç beklemiyorum. İkincisi agro-ekolojik yöntemlere dayalı tarım teknikleri yaygınlaştırılmalı. 

Türkiye’nin bu konuda bir kapasitesi var. Bu konuda yardım edilebilir. Karşılığında da Türkiye’nin kazanacağı şeyler olabilir. Kazan-kazan formülü asıl budur. Yoksa Türkiye’li şirketlerin oraya yerleşmesi değil. Arazi gaspı Sudan halkının daha da açlığa gömülmesine yol açacaktır. Türkiye toplumu da yapılan bu toprak gaspının kendisi ile ilgili bir şey olmadığını düşünmeli. İş adamları para kazanacak. O kadar.

Arazi gaspı halklar ve yerel toplulukların gıda egemenlikleri için ciddi bir tehdit. Dünya Bankası bu yeni arazi gaspına yardımcı olmak için yedi ilke yayınlamış. Hatta Birleşmiş Milletler Gıda Tarım örgütü FAO ile IFAD ve UNCTAD gibi kuruluşlar Dünya Bankasını desteklemişler. Bu ilkeler arasında çevreye zarar vermemek falan da varmış. Bunlar aslında işi meşrulaştırmak için ortaya atılan laflar. Hatırlarsınız özelleştirme furyası da başlarken, sermayenin tabana yayılmasından, kooperatiflerin de işe girmesinden söz etmişlerdi. 

Bunlara inanan veya inanmış görünen çok insan çıkmıştı. Sonunda ne olduğunu biliyoruz. Gıda fiyatlarında başlayan hızlı artışlar arazi gaspı için iştahları arttırıyor. Bu arazileri ele geçiren şirketler ürünü, toprağı, doğayı kirleten, insanları işsiz bırakan endüstriyel tarım yöntemlerini kullanacaklardır. Bu soygun biran önce durdurulmalıdır. Bu soygundan en çok zarar görecek ülkelerden biri de Sudan’dır. Sudan’da insanlar açlıktan ölürken arazilerini başka ülke ve şirketlere vermeye teşvik edilmektedir. Başta La Via Campesina , FIAN, Land Research Action Network, Grain olmak üzere yüzlerce kuruluş arazi gaspına 22 Nisan 2010’da yayınladıkları bir bildiri ile karşı çıktılar. İstekleri kısaca şöyle:  

1. Araziler yerel toplulukların elinde kalmalı, eşitlik içinde toprak ve doğal kaynaklara ulaşımı için gerçek bir toprak reformu uygulanmalı.
2. Tarımsal-çevresel ilkelere göre çalışan köylü, küçük üretici, balıkçı, çobanları kuvvetle desteklemek gerekir. Katılımcı araştırma ve eğitim programları desteklenerek küçük ölçekli gıda üreticileri herkes için bol, sağlıklı gıda üretmeliler.
3. Tarım ve ticaret politikalarını halkın katılabilmesi ve yararlanabilmesi amacıyla, gıda egemenliğine sahip çıkacak ve yerel, bölgesel pazarları destekleyecek şekilde düzenlemek gerekir.
4. Yerel halkın toprak, su ve biyoçeşitliliği denetlemesini sağlayacak şekilde, topluluk yönetimli gıda ve çiftçilik sistemleri desteklenmelidir. Şirket ve diğer güçlü aktörlerin (devlet veya özel) tarımsal, kıyı ve otlak alanlarını, ormanlar ve sulak alanları ellerine geçirmelerini engelleyecek zorunlu düzenlemeler sağlamlaştırılmalıdır. 12 Şubat 2013



19.11.1979 tarihli, VI. Demirel Hükümeti Programı’nda geçen ifadelere bakınız.

Türkiye aynı günleri tekrar yaşamaktadır.

Anayasanın Türk vatandaşına verdiği ve demokratik rejimin özünü teşkil eden vazgeçilmez haklara müdahale vaki olması, Devletin vatandaşın ekmeğinde ve helal kazancında gözü bulunması anlamına gelecek hareketler derin tereddütler meydana getirmiştir. 

Kasım 1979’da Türk vatandaşının bugüne ve geleceğe olan güven duygusu zedelenmiştir. 

- Memleket geçim derdine düşmüştür. 

Hayat pahalılığı fakir, fukarayı, dar gelirli vatandaşları ezmiş, 1979’un ilk 9 ayında, yılsonunda % 100’ü aşacak bir eğilim içine giren enflasyon, ekonomik hayatı felce uğratmıştır. Her şeyin fiyatı kat kat artarken, gelirler bu artış hızının çok gerisinde kalmıştır. . 

Köylü, memur, emekli, dul, yetim, emekli işçi, esnaf ve küçük sanatkâr, Devletin maaş bağladığı ihtiyar ve gaziler, maluller fevkalade zor duruma düşmüşlerdir. 

Vatandaş başta yağ, akaryakıt, kömür, ilaç, ampul, olmak üzere günlük ihtiyaç maddelerinin pek çoğunu bulamaz haldedir. Yokluk milleti canından bezdirmiş, karaborsa dar gelirli vatandaşları ezmiş, ülke adeta bir kuyruklar diyarı haline gelmiştir. 

Kasım 1979’da Türkiye’de yokluk her şeyi sarmış, geçim sıkıntısı hayatı çekilmez hale getirmiş, Türk parası sürekli değer kaybına mahkûm edilmiştir. tbmm.gov.tr





 

3 yorum:

  1. Bize Arap aşısı yapılırken, bizim çocuklarımız beyin göçü yaşamaya devam etmektedir.
    https://www.facebook.com/radyoyakamoz/videos/695701933965475/

    YanıtlaSil
  2. “Dün Sancısı”, Türkiye’de genel tarih algısının olduğu kadar tarihçilik mesleği ve tarih yazımının da zorunlu bir alan olduğunu kabul ederek söze başlıyor. Oktay Özel, Türkiye’deki tarihçilik pratiğini tarihselleştirmeye girişirken aslında bugüne ayna tutuyor. Tarihçiyi, tarihsel bilginin içinde üretildiği güncel/tarihsel ortamı analizinin merkezine yerleştiriyor.
    https://www.facebook.com/groups/akildincelisirmi/permalink/1632701146769076/

    YanıtlaSil
  3. Araplaşmanın bedeli, kenefleşmek mi oldu?
    Önüne gelen yere sıçanlar kim, hangi hayvansal kültür ülkeye musallat edildi?
    https://www.facebook.com/groups/akildincelisirmi/posts/4740274256011734/

    YanıtlaSil