Yıllardır yazıyorum, bunların tek işi Türkiye'yi çölleştirip bitirmek diye.
Defalarca anlatmaya çalıştım, yaşadıklarımızı, gözlerimizin önünde yapılan Türkiye katliamlarını, sağlık vurgunlarını, toprak kayıplarını ve tüm ülkede bitirilen her şeyin AKP zihniyeti eliyle yapıldığını, 17 yıldır milletin gözünün içine baka baka bunların yapıldığını anlatmaya çalışıyorum.
Nedense millet körleşmiş gibi izlemekle yetiniyor.
Çünkü Araplaşmış durumdayız ve Arap zihniyeti içimizde, en derin yerlerimize kadar 70 yıldır işlenmiş durumda.
Osmanlı'yı yıkan zihniyeti yaşamadık, görmedik, bilmiyoruz demeye gerek yok.
O zihniyetin tamamı artık en derin yerlerimize kadar sirayet etmiş durumda.
Adam sokakta bulduğu bir kâğıt parçasında, salt Arap harfleri yazıyor diye yerden alıp, öpüp başına götürüyor ve koyununa sokuyor.
Oysa o kâğıt parçası, Arap harfleriyle yazılmış porno dergiden kopmuş bir parçadan başka bir şey değil.
Camide adam kendinden geçip Allah diye bağırıyor.
Neden mi?
Hutbedeki İmam, kadınlar hakkında, onların haklarıyla ilgili bir şeyler söylerken, bir ayetten Arapça okuyor ve "yes’eluneke anil mahid" dediği anda, adam Allah diye bağırmaya başlıyor.
Bunları daha evvel de yazmıştım, uzatmayacağım.
Ne demek olduğunu herkes araştırıp öğrensin ki, nasıl bir tehlikeyle karşı karşıya geldiğimizi öğrenebilsinler.
Neden bu kadar ahmaklaştırıldık, neden bu kadar vurdumduymaz olduk, açıkçası anlamakta pek zorlanmıyorum.
Ancak şüphelerim gün geçtikçe farklı mecralara kaymaya başladı.
Oturduğum yerde hava trafiği yoktur, en azından alçaktan uçan hava trafiği olmadığını biliyorum.
İnternette hava trafiğinin durumunu herkes kendi bölgesine göre bakıp öğrenebilir.
Oturduğum yerde, son 3 yıldır 3 ayda bir kez olmak üzere, alçaktan uçuş yapan bir uçak belirmeye başladı.
Bölgemde, sandıktan AKP'ye çıkan oy oranı hep düşük olmuştur.
Ancak 3 yıldır bu uçağın geçmesinden sonra bölgemde AKP oy oranında bir artış gözlemlemeye başladım.
Aklıma gelen ilk şey, uçaktan kimyasal kontrol yöntemleriyle, lokal olarak zihin kontrolü yapılıp yapılmadığı oldu.
Her neyse, bunu derinlemesine araştırıyorum, bir bulgu elde edebilirsem, onu da paylaşacağım.
Dün "Allah ÇIPLAK, Allah ÇIPLAK, Allah ÇIPLAK" başlığında yazmaya çalışmıştım.
Bu gün de aynı söylemi pekiştirmeye çalışacağım.
Allah neden çıplak kalmıştır da, biz neyi göremiyoruz, biraz daha detaylandırayım istedim.
İlk kez Sabah ve TRT'nin 13.5.2014 tarihli haberiyle, Türkiye'nin Sudan'da 99 yıllığına, 7 milyon 805 bin dekar arazi kiraladığını duymuştuk.
Bu arazinin Sivas büyüklüğüne denk geldiğini yazanlar, eleştirenler olmuştu.
Her daim şüpheyle yaklaştığım Bakan Faruk Çelik, "Burada sadece tropikal meyve ve sebze değil, buğday, domates ve salatalık gibi Türkiye’de zaten yetişen ürünleri yetiştirip Türkiye'ye pazarlayacağız" diyordu.
The Economist'in 2 Temmuz 2009'daki yazısında FAO'dan Alexander Mueller'in, yoksul ülkelerdeki çiftçilerin verimlerini artırmaları gerektiğini savunurken, 2008'de hububat üretimindeki artışın hemen hemen tamamı zengin ülkelerden kaynaklandığını, buna karşın aynı ülkelerdeki hasadın % 11 arttığını ancak gelişmemiş ülkelerde, artış sadece% 1 idi diyordu.
Yine
aynı yazıda Avrupa Birliği'nin kendi çiftçilerine,
topraklarının% 10'unu terk etmek zorunda bırakan bir programı rafa
kaldırmış olduğunu yazıyordu. Whatever
happened to the food crisis?
Buradan anlaşıldığına göre Avrupa Birliği ve Amerika, bizim gibi beyinsel algılamaları çökertilmiş toplumlara, tarım ürünleri pazarlamaya, eş başkanları vasıtası ile hamle yapmaya başladığı ortaya çıkıyordu.
İyi de neden Sudan, Türkiye kimlere bırakılıyordu, hangi pazarlamacı zihniyet bunun sorumlusuydu?
Bu soruyu neden soruyorum?
Dünkü "Allah ÇIPLAK" başlıklı yazımda, Metin Külünk'ün video konuşmasında bir ifadesi var.
Dakika 2:43'te, "Ama Türkiye kendi başına bırakılmayacak" diyor.
Şimdi dikkat ediniz, bu söylemin neredeyse aynısını kim söylemişti, anımsayalım.
"Türkiye Türklere bırakılamayacak kadar zengin bir ülkedir"
Cüneyt Ülsever kendi köşesinde, Mehmet Ali Birand´da Viyana´da bir seminerde bizzat gözümüzün içine bakarak söylediler.
Bunun sebeplerinin arkasında yatan gerçek mi nedir?
İşte o gerçek.
AKP'li
Salih Kapusuz bir gün Dülger'in de aralarında bulunduğu AKP milletvekillerine
diyor ki: "Arkadaşlar Meclise gelin, isterseniz
en arka sırada polisiye roman okuyun, yeter ki oylamalarda elinizi kaldırın".
Lale Şıvgın
Kimyasal bir beyin yıkaması yapılmıyorsa, bunca ihanet yasası TBMM'den geçerken, milletin
bunları görmeyecek kadar kör olmasını neyle açıklayabilirsiniz?
Araplara Yatırım Çağrısı-17.5.2017
Gayrimenkulde Arap heyecanı! Akın akın geliyorlar.
Bakan yardımcısından Araplara yatırım çağrısı.
GÜMRÜK MÜŞAVİRLERİ GRUBU TOPLANTISI..
Arap yatırımcılar Türk gıda markalarıyla buluştu.
Sokak ortasına sıçan Arap, bize din öğretemez.
Araplara eğitim, Duş altında sıçmayın uyarılı resimlerle anlatılıyor. Utanç verici durum.
Suudi
Arabistan Cidde’de yaşayan Muhammed Al Nahdi, yatırım yapmak için ziyaret
ettiği Konya'da muhabirlere açıklamalarda bulundu.
Cidde'de
ziraat ve hayvancılık sektöründe faaliyet gösteren bir şirketi bulunduğunu dile
getiren Al Nahdi, ilk yurt dışı yatırımını Türkiye'de yapacağına dikkat çekti.
Hayvancılık sektöründe Türkiye'deki fırsatlar nedeniyle bölgede yatırım yapma
kararı aldığını ifade eden Al Nahdi, iklim ve hükümetin sağladığı imkânların da
cazip olduğunu belirtti.
Ülkenin Et Üretimi Artacak
Hatay'da açacağı çiftlikte et üretimine başlayacağını bildiren Al Nahdi, Türkiye'de büyükbaş hayvancılık alanında 10 milyon dolar civarında yatırım gerçekleştireceğine işaret ederek, bölgede bir müessese kurduğunu aktardı. Yatırımının pazara ve satış miktarına göre artabileceğini belirten Al Nahdi, et ve süt üretimi yapmayı hedeflediklerini vurgulayarak, Türkiye’nin belirli dönemlerde et ithalatıyla gündeme geldiğini anımsattı. Kendisinin ve diğer iş adamlarının bölgede yapacağı yatırımların et üretimine fayda sağlayacağını ifade eden Al Nahdi, yatırımları sayesinde Türklerin daha ucuz et tüketimine destek olacaklarını aktardı. 6.4.2018
Hatay'da açacağı çiftlikte et üretimine başlayacağını bildiren Al Nahdi, Türkiye'de büyükbaş hayvancılık alanında 10 milyon dolar civarında yatırım gerçekleştireceğine işaret ederek, bölgede bir müessese kurduğunu aktardı. Yatırımının pazara ve satış miktarına göre artabileceğini belirten Al Nahdi, et ve süt üretimi yapmayı hedeflediklerini vurgulayarak, Türkiye’nin belirli dönemlerde et ithalatıyla gündeme geldiğini anımsattı. Kendisinin ve diğer iş adamlarının bölgede yapacağı yatırımların et üretimine fayda sağlayacağını ifade eden Al Nahdi, yatırımları sayesinde Türklerin daha ucuz et tüketimine destek olacaklarını aktardı. 6.4.2018
Hatay'da kuracağı çiftlikte et üretimine başlayacağını ifade eden Al Nahdi, şöyle konuştu:
"Türkiye'de büyükbaş hayvancılık üzerine yaklaşık 10 milyon dolarlık yatırım yapacağım. Burada bir müessese kurdum. Etkenlere, pazara ve satış miktarına göre yatırımım artabilir. Et ve süt üretimi yapmayı planlıyorum. Türkiye zaman zaman et ithalatıyla gündeme geliyor. Ben ve arkadaşlarımının burada yapacağı yatırımların et üretimine katkı sağlayacağını umuyorum. Türk insanının daha ucuz et tüketimine yatırımlarımızın etkisinin olacağını düşünüyorum." 6.4.2018
Gördüğünüz üzere yandaş basın, bunu müthiş haber gibi sunarken, gözümüze hamaset edebiyatıyla harmanlayarak dayatırken, Türkiye'de hayvancılığın neden ve nasıl bitirildiğinden tek satır yazmıyorlar.
Çoban kadar kafası çalışmayanlar, bizden daha, daha, daha
geride olanlar, bizi nasıl yönetebiliyor, düşünmez misiniz?
Sudan'dan Sivas büyüklüğünde arazi kiralayacağına, kendi topraklarında kendin yapsan olmaz mı?
Olmaz, çünkü adam açık ve net zaten söylemişti.
Ülkemi pazarlamakla mükellefim.
Peki, bu pazarlamacı nasıl pazarlamıştı da, biz görememiştik?
Örneğin Türk halkının parası, "Şehir hastaneleri" adı altında, Araplara peşkeş çekildiğinde, biz neden körleşmiştik?
Sürmene'de Katar Emiri'nin beğendiği, Çamburnu’daki ormanlar neden yanmıştı?
Katar, Türkiye’yi topun ağzına koymak için
elinden geleni yapmaktayken, Katar aşkının sırır neydi ki anlayamıyorduk?
Katar Dışişleri Bakanı, "Suriye'yi yıkmak için 117 milyar
dolar harcadık" derken, Esad düşmanı ABD'nin değirmenine su taşıyan eş başkanların, neden Katar dostu olduğunu ve onları neden tanımakta güçlük çekiyoruz, hiç düşünemiyor musunuz?
Katar'a ek asker yollarken, Halid Meşal'in yerine gelen Filistin Başbakanı Heniyye terörist ilan ediliyordu.
Neden terörist ilan edildiği malumunuzdur.
Nitekim aynı Haniyye, Demirtaş’a “Diyarbakır’ın özgürlüğünü görmek isteriz” demiş.
Her
ne kadar bu haber sonradan Demirtaş tarafından yalanlasa dahi, mide
bulandırmaya o günler için yetiyordu.
Kuveyt
Emirliği 11 Ocak 2018'de, Şanlıurfa'da Suriyeliler için ekmek fırını neden
açmıştı, Türkiye'nin orada gücümü yoktu, Türkiye bir yerlere güç devri mi
yapmayı planlıyordu da biz algılayamadık?
Araplara
peşkeş çekmenin, ekonomik krizi
örtemeyeceğini ne vakit görebileceğiz?
İngiliz
Dailymail bile, Araplara karşı uyarılarını peş peşe
yaparken, bizi kimler körleştirmekteydi, hiç mi ders almayız?
1958'de hat safhaya çıkan Türk ve Türkçe nefreti,
Ezan ile başlayan Araplaşma, beyinlere böylesine mi açıkça tecavüz edebilmiş
ki, hiç bir şeyden habersiz yaşar duruma düşürüldük?
Bütün
bunları görebilen, bir elin parmakları kadar olsa dahi, henüz mevcuttur.
Örneğin
Yeniçağ yazarlarından Batuhan ÇOLAK, "Sessiz ve derin tehlike: ARAPLAŞMA!"
başlığında çok ilginç tespitler yapmış.
Özetle
şöyle diyor.
Açılış
konuşmasını geçtiğimiz günlerde "Bilal Erdoğan
Bey Hazretleri..." olarak selamlanan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın
oğlu Bilal Erdoğan yapıyor. Erdoğan, İlim Yayma Cemiyeti Mütevelli Heyet Başkan
Vekili sıfatıyla orada.
.../...
Türklerin
son devleti olan Türkiye Cumhuriyeti dilini ve milliyetini kaybetmeye başladı.
Bu
süreç günden güne ve sistematik olarak seyrediyor.
Adını da açıkça koymamız gerekiyor; Araplaşıyoruz, Araplaştırılıyoruz!
Son yıllarda Türkiye'ye hiçbir sınırlama olmadan gelen Arap misafirlerimizin kültürümüze ve kimliğimize yönelik baskınlıkları hepimizin malumu.
Arapların yoğun olarak yaşadığı bölgelerde, Türkçe tabela bulamıyorsunuz. Bazı belediyeler bu karmaşanın önüne geçebilmek için Arapça tabelaları kaldırmaya başladı. Hemen müdahale geldi.
Türk Standartları Enstitüsü aracılığıyla tabelalarda iki dilli kullanımın önü açıldı. Tabelalar konusunda her türlü fedakârlık yapılırken dün İstanbul'da ilginç bir etkinlik düzenlendi; "İstanbul'da Yaşayan Arap Aydınlar Çalıştayı."
Adını da açıkça koymamız gerekiyor; Araplaşıyoruz, Araplaştırılıyoruz!
Son yıllarda Türkiye'ye hiçbir sınırlama olmadan gelen Arap misafirlerimizin kültürümüze ve kimliğimize yönelik baskınlıkları hepimizin malumu.
Arapların yoğun olarak yaşadığı bölgelerde, Türkçe tabela bulamıyorsunuz. Bazı belediyeler bu karmaşanın önüne geçebilmek için Arapça tabelaları kaldırmaya başladı. Hemen müdahale geldi.
Türk Standartları Enstitüsü aracılığıyla tabelalarda iki dilli kullanımın önü açıldı. Tabelalar konusunda her türlü fedakârlık yapılırken dün İstanbul'da ilginç bir etkinlik düzenlendi; "İstanbul'da Yaşayan Arap Aydınlar Çalıştayı."
Çocukken
bizlere sorardı büyüklerimiz.
Öncelikli
olarak hangisisin, Müslüman mı, Türk müsün?
Kimimiz
o çocuk yaşta buna verecek yanıt bulamaz, kimimiz Müslüman, kimimiz önce Türk
olduğunu söyledi.
Şimdilerde
çocuk beynimize yapılan tecavüzü, AKP zihniyeti eliyle çocuklaşmış toplumun
zihniyetine yapıyorlar.
Artık
anladık ki, "Duş altında sıçmayın" diye
uyarılan, sokağın tam orta yerine "oturup sıçan Araplar", bize hiç bir
şey öğretemeyeceği gibi, bizim kültürümüzle hiç bir bağlantısı da yokmuş.
Bu
utanç verici durumda olanların kültürünü, bize din diye yutturmaya çalışanların
ise, değil ülke yönetmeye, ellerine 3 koyun verip güttürmezsiniz bile.
Sanırım
Erdoğan Efendi, "IŞİD'e desteğini açıklayan" Gülbeddin Hikmetyar'ın dizinin dibine
çöktüğü günlerden pişmanlık duymaya başlamış ve Arap kültürünün yeterince
yoz olduğunu anlamış olacak ki, geçenlerde "İslam'ın güncellenmesinin gerektiğini bilmeyecek kadar da
aciz bunlar" demişti.
Ben
de, doğru söylediğini iddia etmiş, İslam ve Arapları ehlileştirebilirse, benden
oy alır demiştim.
Şimdi
sormak lazım, Erdoğan'a gözü kapalı oy verenler, Erdoğan'ın gördüğü bu rezaleti
neden göremezler?
İyi
de, Erdoğan'ın bu gerçeği söyleyebilmesi için, illa ki Epilepsi ilaçlarını
eksik almış olması, uykudan uyandırılması her zaman şart mı?
Erdoğan'ı
kim uyutuyor, onun toplum ve dünya nezdinde rezil olması kimin çıkarlarına
hizmet eder?
Daha
bir hafta önce Erdoğan'a, "Müslüman’ı Müslüman’a kırdırtmaktaki rolümüzü ustalıkla
oynadık" dedirttiler.
Merak
ediyorum, acaba Erdoğan ne dediğinin henüz farkında değil midir?
Her
neyse, biz ne yazarsak yazalım, nasıl düşünürsek düşünelim, millet gaflet
uykusundan uyanamayacak olursa, ne Erdoğan kalacak ne Türkiye.
Belki
2100 yıllarında Erdoğangiller hanedanlığı başka yerlerdeki yaşam formlarına
uyum sağlamış, bizim torunlar yine Erdoğan'ın deyimiyle "çile çekmeye alışık" durumda olacaktır
bilemem, ancak millet gözünü açamayacak olursa, Allah'ın çıplak olduğunu
göremeyecek olursa, vay ülkemizin haline vay...
Vay
ki ne vay...
Unutmayın,
gelecek de bir gün gelecek.
Başka
Türkiye'nin olmadığını gelecekte anlamış olmanız, geleceğiniz olan
evlatlarınıza hiç bir şey kazandırmayacak.
Vakit geç olmadan UYANIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIN...!
9.4.2018
A.
Dursun
Aşağıdaki
yazıyı mutlaka okuyunuz derim...
Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi bölümü
öğretim üyesi Prof. Dr. Tayfun Özkaya Sudan'da toprak kiralamanın ne anlama
geldiğini yazdı.
Gazetelerden ve web sayfalarından Türkiye’nin Sudan’da 5
milyon dekar arazi kiraladığını öğreniyoruz. Buna Tarım Gıda ve Hayvancılık
Bakanlığı Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü (TİGEM) önderlik ediyormuş. 99
yıllığına kiralanan topraklar özel sektöre açılacakmış.
Devlet veya şirketler geri kalmış ve gelişmekte olan
ülkelerde çok uzun süreler için toprak kiralıyorlar veya satın alıyorlar, tarım
ürünü veya petrol üretip, ürünlerini de kendi ülkelerine gönderiyorlar. Bunlar
arasında Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Kore, Japonya, Çin gibi ülkeler ve
batılı şirketler başı çekiyor. Küresel ısınma ve petrolün tükeniyor olması
artık görünür bir gerçek. Bu durum bazı şirket ve devletleri harekete
geçiriyor.
Ülkemiz de her iki yönüyle bu olayın dışında değil. Örneğin
21 Mart 2011 tarihinde Bloomberg’de yayınlanan bir habere göre Katar’dan Hassad
Food adlı bir fon Türkiye’den ürün yetiştirmek ve hayvancılık yapmak üzere
tarım arazisi satın almak istiyor. Hassad’ın Türk Hükümeti ile görüşmeler
yaptığı açıklandı. Hürriyet Gazetesinde 18 Martta yayınlanan aynı haberde
Hassad yetkililerinin TİGEM’e (Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü yani eski
Devlet Üretme Çiftlikleri Genel Müdürlüğü) yönlendirildiği yazmıştı.
Katar’lılara toprak satın almanın olmayacağı ancak 49 yıllığına kiralamanın söz
konusu olabileceği de belirtilmiş! Bir gün önceki yayında ise Güney Kore ve
Suudi Arabistan’ın Türkiye’den toprak almak konusunda istekleri belirtilmişti.
Bu olayın nasıl geliştiğini bilmiyorum. Türkiye’li iş adamları da Libya’da benzer
işler peşinde koşuyorlardı. Libya’daki değişiklikler sonrası bu olayın nasıl
geliştiği konusunda bilgi sahibi değiliz.
Sudan’daki olay aslında toprak gaspı (land grabbing) kavramı içinde
düşünülmeli. Bu konuda halkımız içinde köksüz beklentiler yaratılmaya
başlanmış. Meyveleri ucuza yiyeceğimiz falan zannediliyor. Çiftçimizin zaman
zaman 10-20 kuruşa sattığı kendi meyvelerimizi ucuza yiyebiliyor muyuz? Nakliye
masrafları ve aracı kârları tüketicinin ödediği fiyatları yükseltmiyor mu?
Tropik meyveler zaten dünya’da çok ucuza satılıyor. Bizde pahalı olmasının
başka nedenleri var. Yatırımı yapacak olanlar sıradan halk değil iş adamları.
Bunların da Türkiye’nin ucuz meyve yemesi gibi bir misyonu yok. Onlar için çok
iyi olabilir, ama Türkiye halkı için bir şeylerin değişeceği yok.
Yatırımcıların meyve yetiştireceğini de sanmam. Tarım Bakanlığı önce Türkiye
tarım topraklarının yok olmasını, erozyonla aşınmasını önlemeye çalışmalı.
Oradan gelecek gıdaya bel bağlamak çok yanlış. Bu toprak kiralamanın müslüman Sudan
halkına yardım gibi takdim edilmesi ise epeyce yanlış. Sudan’da 2009 yılındaki
bir rapora göre aç olan insan oranı resmi istatistikler olarak %26 (Grain, Land
Grabbing and the Global Food Crisis, 2009) Güney Sudan 2011’de bağımsız devlet
olarak ayrıldığında Kuzey Sudan iyi topraklarının ve petrol gelirinin önemli
bir kısmını kaybetmişti. Aç olanların oranı yükselmiş olmalı.
Büyük şirketlerin daha verimli tarım yaptıkları bir
aldatmadan ibaret. İstihdamın da çok düşük düzeylerde kalacağı dünya deneylerinden
biliniyor. Endüstriyel tarımla bu toprakların kirletileceği ise kesin. Türkiye
Sudan’a yardım edecekse toprak reformu yapılmasını salık vermeli ki bunu hiç
beklemiyorum. İkincisi agro-ekolojik yöntemlere dayalı tarım teknikleri
yaygınlaştırılmalı.
Türkiye’nin bu konuda bir kapasitesi var. Bu konuda yardım
edilebilir. Karşılığında da Türkiye’nin kazanacağı şeyler olabilir. Kazan-kazan
formülü asıl budur. Yoksa Türkiye’li şirketlerin oraya yerleşmesi değil. Arazi
gaspı Sudan halkının daha da açlığa gömülmesine yol açacaktır. Türkiye toplumu
da yapılan bu toprak gaspının kendisi ile ilgili bir şey olmadığını düşünmeli.
İş adamları para kazanacak. O kadar.
Arazi gaspı halklar ve yerel toplulukların gıda
egemenlikleri için ciddi bir tehdit. Dünya Bankası bu yeni arazi gaspına
yardımcı olmak için yedi ilke yayınlamış. Hatta Birleşmiş Milletler Gıda Tarım
örgütü FAO ile IFAD ve UNCTAD gibi kuruluşlar Dünya Bankasını desteklemişler.
Bu ilkeler arasında çevreye zarar vermemek falan da varmış. Bunlar aslında işi
meşrulaştırmak için ortaya atılan laflar. Hatırlarsınız özelleştirme furyası da
başlarken, sermayenin tabana yayılmasından, kooperatiflerin de işe girmesinden
söz etmişlerdi.
Bunlara inanan veya inanmış görünen çok insan çıkmıştı. Sonunda
ne olduğunu biliyoruz. Gıda fiyatlarında başlayan hızlı artışlar arazi gaspı
için iştahları arttırıyor. Bu arazileri ele geçiren şirketler ürünü, toprağı,
doğayı kirleten, insanları işsiz bırakan endüstriyel tarım yöntemlerini
kullanacaklardır. Bu soygun biran önce durdurulmalıdır. Bu soygundan en çok
zarar görecek ülkelerden biri de Sudan’dır. Sudan’da insanlar açlıktan ölürken
arazilerini başka ülke ve şirketlere vermeye teşvik edilmektedir. Başta La Via
Campesina , FIAN, Land Research Action Network, Grain olmak üzere yüzlerce
kuruluş arazi gaspına 22 Nisan 2010’da yayınladıkları bir bildiri ile karşı
çıktılar. İstekleri kısaca şöyle:
1. Araziler yerel toplulukların elinde kalmalı, eşitlik
içinde toprak ve doğal kaynaklara ulaşımı için gerçek bir toprak reformu uygulanmalı.
2. Tarımsal-çevresel ilkelere göre çalışan köylü, küçük
üretici, balıkçı, çobanları kuvvetle desteklemek gerekir. Katılımcı araştırma
ve eğitim programları desteklenerek küçük ölçekli gıda üreticileri herkes için
bol, sağlıklı gıda üretmeliler.
3. Tarım ve ticaret politikalarını halkın katılabilmesi ve
yararlanabilmesi amacıyla, gıda egemenliğine sahip çıkacak ve yerel, bölgesel
pazarları destekleyecek şekilde düzenlemek gerekir.
4. Yerel halkın toprak, su ve biyoçeşitliliği denetlemesini
sağlayacak şekilde, topluluk yönetimli gıda ve çiftçilik sistemleri
desteklenmelidir. Şirket ve diğer güçlü aktörlerin (devlet veya özel) tarımsal,
kıyı ve otlak alanlarını, ormanlar ve sulak alanları ellerine geçirmelerini
engelleyecek zorunlu düzenlemeler sağlamlaştırılmalıdır. 12 Şubat 2013
19.11.1979 tarihli, VI. Demirel Hükümeti Programı’nda geçen ifadelere bakınız.
Türkiye aynı günleri tekrar yaşamaktadır.
Anayasanın Türk vatandaşına verdiği ve demokratik rejimin özünü teşkil eden vazgeçilmez haklara müdahale vaki olması, Devletin vatandaşın ekmeğinde ve helal kazancında gözü bulunması anlamına gelecek hareketler derin tereddütler meydana getirmiştir.
Kasım 1979’da Türk vatandaşının bugüne ve geleceğe olan güven duygusu zedelenmiştir.
- Memleket geçim derdine düşmüştür.
Hayat pahalılığı fakir, fukarayı, dar gelirli vatandaşları ezmiş, 1979’un ilk 9 ayında, yılsonunda % 100’ü aşacak bir eğilim içine giren enflasyon, ekonomik hayatı felce uğratmıştır. Her şeyin fiyatı kat kat artarken, gelirler bu artış hızının çok gerisinde kalmıştır. .
Köylü, memur, emekli, dul, yetim, emekli işçi, esnaf ve küçük sanatkâr, Devletin maaş bağladığı ihtiyar ve gaziler, maluller fevkalade zor duruma düşmüşlerdir.
Vatandaş başta yağ, akaryakıt, kömür, ilaç, ampul, olmak üzere günlük ihtiyaç maddelerinin pek çoğunu bulamaz haldedir. Yokluk milleti canından bezdirmiş, karaborsa dar gelirli vatandaşları ezmiş, ülke adeta bir kuyruklar diyarı haline gelmiştir.
Kasım 1979’da Türkiye’de yokluk her şeyi sarmış, geçim sıkıntısı hayatı çekilmez hale getirmiş, Türk parası sürekli değer kaybına mahkûm edilmiştir. tbmm.gov.tr






Bize Arap aşısı yapılırken, bizim çocuklarımız beyin göçü yaşamaya devam etmektedir.
YanıtlaSilhttps://www.facebook.com/radyoyakamoz/videos/695701933965475/
“Dün Sancısı”, Türkiye’de genel tarih algısının olduğu kadar tarihçilik mesleği ve tarih yazımının da zorunlu bir alan olduğunu kabul ederek söze başlıyor. Oktay Özel, Türkiye’deki tarihçilik pratiğini tarihselleştirmeye girişirken aslında bugüne ayna tutuyor. Tarihçiyi, tarihsel bilginin içinde üretildiği güncel/tarihsel ortamı analizinin merkezine yerleştiriyor.
YanıtlaSilhttps://www.facebook.com/groups/akildincelisirmi/permalink/1632701146769076/
Araplaşmanın bedeli, kenefleşmek mi oldu?
YanıtlaSilÖnüne gelen yere sıçanlar kim, hangi hayvansal kültür ülkeye musallat edildi?
https://www.facebook.com/groups/akildincelisirmi/posts/4740274256011734/