29 Mayıs 2018 Salı

ABD Van Depremini 7,3 açıkladı ama.

Van'da Deprem.

Daha evvel bazı bilgileri anımsayalım.

12 Kasım 1999 akşamı da Bolu-Düzce 7,2 şiddetinde bir depremle yıkıldı. 800 küsur ölü, 5 bin küsur yaralı ve dokuz yüz küsur yıkık ev vardı.

2000 yılının Şubat ayında, Nakşibendî tarikatının İsmail Ağa grubundan "Cübbeli Ahmet Hoca" adlı bir İslam hocasının yaptığı konuşmalar TV ve yazılı basında yer aldı. Bu İslamiyet hocası, "Deprem faydan oldu diyenler şeytandır.." diyerek, kendisinin ve temsil ettiği dinin ne denli bilimdışı olduğunu kanıtladı. Kaldı ki, "zina edenlerin taşlanarak öldürülmesini" isteyen bu İslam hocası, aynı zamanda "Başı açık gezen erkeklerin Müslüman sayılmayacağını" da söylüyor.



DEPREM VE İSLAM ÜLKELERİ
Türkiye'de 17.08.1999 tarihinde saat 03:02'de 7.4 şiddetinde deprem oldu. Kocaeli - Gölcük olan merkez üssünden yayılan deprem dalgaları, Kocaeli ve ilçelerinin yanısıra Adapazarı (Sakarya), Yalova, ve Istanbul'u (Avcilar) vurdu..

Can kaybı resmi rakkamlara göre 15 bin civarında..Ama çoğu kişinin tahmini ise 30 bin kadar.. Yaralı sayısı ise 34.000.

İstanbul'da, resmi kayıtlara girmemiş, az ve orta hasarlı, sonraki depremlerde dayanmayacak durumda binlerce ev var..

Ardından bir takım "artçı" depremler geldi.. Ve, 12 Kasım 1999 akşamı da Bolu-Düzce 7.2 şiddetinde bir depremle yıkıldı. 800 küsur ölü, 5 bin küsur yaralı ve dokuzyüz küsur yıkık ev var..

Hemen dini siyasete alet eden yobaz islamcılar ortaya çıktılar.. Bu depremin Allah'tan (varsa eğer) gelen bir ceza olduğunu iddia ettiler.. Hatta bu konuda bir kitap bile bastırıp dağıttılar. (Sonra da kendilerine göre Allah'tan ceza görenlere güya yardımcı olmak için kendi partilerinin ve kuruluşlarının reklamını yaparak bir "yardım kampanyası" açtılar.. Bu suretle, Allah'ın-varsa eğer-  ceza verdiklerine yardımcı olarak Allah'a-varsa eğer-  karşı gelmiş olmuyorlar mı?)

2000 yılının Şubat ayında, Nakşibendi tarikatının İsmail Ağa grubundan "Cübbeli Ahmet Hoca" adlı bir islam hocasının yaptığı konuşmalar TV ve yazılı basında yer aldı. Bu islamiyet hocası, "Deprem faydan oldu diyenler şeytandır.." diyerek, kendisinin ve temsil ettiği dinin ne denli bilimdışı olduğunu kanıtladı. Kaldı ki, "zina edenlerin taşlanarak öldürülmesini" isteyen bu İslam hocası, aynı zamanda "Başı açık gezen erkeklerin müslüman sayılmayacağını" da söylüyor.

Yine konumuza dönelim ve 1987-1998 yılları arasında müslüman ülkelerde olan büyük depremleri hatırlayalım:


Ülke                                            Tarih                            Ölü Sayısı
Türkiye                                      17.08.1999                 15.000-30.000
Türkiye                                      27.06.1998                          108
Endonezya                                12.12.1992                        2.000
Afganistan                                1.2.1991                            1.500
Afganistan                                4.2.1998                            3.500
Afganistan                              30.5.1998                         +3.000
Iran                                         21.6.1990                         40.000
Iran                                         28.2.1997                           1.100
Iran                                         10.5.1997                           2.000
MIsIr                                      12.10.1992                            552
Cezayir                                   18.8.1994                              171
Türkiye                                  13.3.1992                               653


Halbuki, ne diyor Muhammed'in hazırlamış olduğu ama Allah'tan-varsa eğer- geldiğini iddia ettiği kitabı Kur'an:

Enbiya/21:31. Onları sarsmasın diye yeryüzünde bir takım dağlar diktik. Orada geniş geniş yollar açtık; ta ki maksatlarına ulaşsınlar.

Nahl/16:15. Sizi sarsmaması için yeryüzünde sağlam dağları, yolunuzu bulmanız için de ırmaklarI ve yolları yarattı.

Lokman/31:10. O, gökleri görebildiginiz bir direk olmaksIzIn yarattı, sizi sarsmasın diye yere de ulu dağlar koydu ve orada her çeşit canlıyı yaydı. Biz gökyüzünden su indirip, orada her faydalı nebattan çift çift bitirdik.

Demekki, dağları depremi önlesin, yer sarsılmasın diye yarattığını iddia eden meğerse doğru söylemiyormuş. Dağlara rağmen hâlâ müslüman ülkelerde de yer sarsılıyor, deprem oluyor ve müslümanlar ölüyor.. Hem de Türkiye'deki yobazların iddia ettiği gibi, sadece türbanla devlet daireleri ve okullara girmeyi yasaklayan, Musevi ülke ile ekonomik ve askeri anlaşmalar yapan, salonlarında çalgılı-sözlü düğün dernek toplantı yapılan, kadınları kısa kollu başları açık gezen Türkiye'de değil; kısa kollu ve başı açık kadınların sokağa çıkmasını bile yasaklayan, Musevi ve diğer gayrimüslüm insanları "kafir olarak adlandıran, Islam şeriatının en katı olarak uygulandığı ülkelerde de "dağları yaratan"ın yarattığı dağlar, depreme mani olamıyor, bu şeriatçı ülkelerde olan depremlerle binlerce kişi ölüyor..

Dinci yobazlar, depremin bir "ceza" olduğunu söylerlerken, bu cezaya neden dine inanan, halk deyimiyle "namazında, niyazında" olan kişilerin de "çarptırıldığını" düşünmüyorlar? Inandıkları Allah-varsa eğer-, suçlu ile suçsuzu ayıramayacak kadar beceriksiz mi yoksa?

12 Kasım 1999 Düzce depremi'nden birkaç görüntüye bakalım.. Aşağıda, yıkılan iki cami görüyorsunuz. Deprem, dinci yobazlara göre bir "ceza" olduğundan ve "fesat yuvaları"nı vurduğundan çıkacak sonuç; camilerin fesat yuvası olduğu mudur?  


Depremde hasar gören İstanbul camilerinin durumunu öğrenmek için buraya tıklayınız

İkinci resimdeki yıkılan camide, Mehmet Ali Başer adındaki bir vatandaş hayatını kaybetti.. Iki vatandaş da ağır yaralandı. Kocaeli depreminde Düzce Merkez Büyük Camii'nin minaresi yıkılmıştı. Düzce depreminde de duvarları yıkıldı. Kombassan'ın yaptırdığı mescit de yıkıldı.. Kocaeli, Adapazarı, Gölcük'te de bir çok cami yıkıldı depremde.. Deprem, Allah'ın-varsa eğer- bir cezası ise, bu yıkılan camilere ve ölen dindarlara ne oluyor?


Yine 7,2 şiddetindeki Düzce depreminde, 40 kişinin katıldığı bir mevlit okunmakta olan beş katlı bir bina çöktü.. Sadece iki kişi kurtuldu.. Otuzsekiz kişi hayatını kaybetti.. Ne yaparlarken? Mevlid dinlerlerken..

Dinci yobazların mantığına göre, camiler "ceza" olarak yıkılıyor, dindarlar "ceza" olarak ölüyorlar.. Ne cezası? Kime ceza?


15.12.2000 akşamı Akşehir’de olan 5.8’lik depremle yıkılan minare, camide Teravih namazı kılmakta olan 250 kişiden beşinin ölümüne neden oldu.

Bu arada tarihteki bir başka depremden, 1755 yılında Portekiz'de Lizbon Depremi'nden bir örnek verecek olursak, bu depremde kiliseler ve katedraller de yıkılmış, şehir neredeyse dümdüz olmuş, ama birtek Genelev ayakta kalmıştı. Depremin Tanrı'nın bir cezası olduğunu düşünen geri kafalılar da bu durumu görünce söyleyecek söz bulamamışlardı. (Cumhuriyet Pazar Dergisi, 12.11.2000)

26.12.2003 günü islami şeriatla yönetilen ülkelerden birisi olan Iran'ın Bam kentinde meydana gelen 6,6 şiddetindeki 12 saniye süren deprem en az 25.000 kişinin ölümüne neden oldu.

08.10.2005 sabahı islami şeriatla yönetilen Pakistan'ın dağlık Keşmir bölgesinde meydana gelen 7,6 şiddetindeki depremde onbinlerce kişi öldü. Güya bilimsel bir kitap olduğu iddia edilen Kuran'da  "Enbiya/21/31. Yeryuzune, insanlar sarsilmasin diye sabit daglar yerlestirdik; rahat gidebilsinler diye aralarinda genis yollar varettik." -  "Nahl/16/15-6. Yeryuzunde, sarsilmayasiniz diye, sabit daglar, nehirler ve belki yolunuzu bulursunuz diye yollar ve isaretler meydana getirmistir. Onlar yildizlarla da yollarini bulurlar." -  "Lokman/31/10. Allah gokleri gordugunuz gibi direksiz yaratmis, sizi sallar diye yeryuzune sabit daglar koymus; orada her turlu canliyi yaymistir. Gokten su indirip orada her hos ciftten yetistirmisizdir." diyerek dağların depremlerin önlemesi için Allah tarafından yaratıldığını yazmaktadır, ama nedense dağlık bir coğrafyada onbinlerce kişiyi öldüren depremler olmaktadır.

Depremler, "ceza" değildir. Deprem, doğal bir olaydır. Sebebi bellidir, ne zaman olacağı yaklaşık bellidir, dünyanın nerelerinde deprem olacağı bellidir. Akıllı insanlar, depremden yıkılmayacak, can kaybına neden olmayacak sağlamlıkta ve yerlerde binalar yaparlar.

Unutmayalım ki, Islamiyeti hayat tarzı olarak benimsemiş, Islam şeriatına göre yönetilen ülkelerin neredeyse tamamı dünyanın en geri kalmış ülkeleridir.

Bugün yeryüzünde iyi örnek alınacak bir tek islam ülkesi bile bulunmamaktadır.

Buna karşılık, Tayvan, Meksika ve ABD gibi gayrimüslüm topraklarda olan depremler ise, oradaki insanlara bir zarar veremiyor..

Londra, Paris, Newyork, Moskova, Oslo, Stockholm, Berlin, Kopenhag, Amsterdam gibi, şeriatçı ülkelerde yapılması külliyen yasak hayat tarzının ve özgürlüklerin var olduğu topraklara ise deprem hiç mi hiç uğramıyor! Domuz eti yemek bunlarda, içki içmek bunlarda, cinsel özgürlük bunlarda, demokrasi bunlarda, laiklik bunlarda.. Ama, Allah-varsa eğer-, bu milletleri, cezalandırmak için deprem göndermiyor! Demek ki, Allah-varsa eğer-, gayrimüslümleri, müslümanlardan daha çok seviyor!

Demek ki, ya Muhammed doğruyu bilmiyor, ya da Muhammedi kandırılmış(!), kandıran varsa eğer..

Ya da, "dağları yaratan", yeterince iyi yaratamamış, defolu iş yapmış ki, o dağlara rağmen depremler oluyor!

İşte, bilimsel oldugu iddia edilen ve yeryüzünün en cahil toplumlarının "kutsal" kabul ettiği kitabın durumu bu...

En iyisi, müslümanlar, müslümanligi biraksin, da Allah baba-varsa eger- onlara deprem yollayamasin.. Yollasa bile zarar veremesin..

Abuk subuk konuşan yobazlara karşı, onların mantığına uygun cevap tarzı işte bu!.. 






Aynı zamanda Türbanlı bir kadın utanmadan elinde bir pankart taşıyordu. 

7,4 Yetmedi mi?



81 Şehit Yetmedi mi? Üstelik mesafe bu kadar kısa iken yetmedi mi ki AKP hâlâ açılım yapar? Ey türbanlı, çember sakallılar size soruyorum desem haksız mı olurum?



Ben bu lanetlerle kendimi aynı anı kefeye koyamadığım için bu sözü söyleyemiyorum.

Şimdi haberlere bakalım.

Prof Ahmet Mete Işıkara Van depremini değerlendirdi.




 


 

Van Depremi için ABD'den SMS Bağışı Yapın
 
Ekim 24, 2011, 02:50:29 ÖS 

NOT: Bu haberin bir üstteki haberle bağlantısı, ilgisi yoktur.

Van Depremi İçin 80088"²e Mesaj Atın ABD`den SMS Bağışı Yapın

Dün Van"da meydana gelen 7.2 şiddetindeki Van depreminde, Kandilli Rasathanesi"nin tahminlerine göre, ölü sayısının 1000 olacağı düşünülüyor.

Van depreminin şiddetinin 7.2 olması ile birlikte, Van depreminin, Van"ın bazı bölgelerinde 8 şiddetinde hissedildiğini de belirten Kandilli Rasathanesi, ölü sayısının 1000"²i geçmesinden de endişeli.

Van depremi için bir şey yapmak isteyenler ne yapabilir şeklinde bir soru sorduğumuzda; ve Twitter ve Facebook sayfalarına baktığımızda, pek çok kişinin, her şeyi devletten beklemenin yanlış olduğu yönündeki düşünceleri ile karşılaşmanız mümkün. Sivil Toplum Örgütlerine katılmamız gerektiğini söyleyen kişilerin sayısı oldukça fazla.

Hepimiz Van depreminde hayatını kaybedenlere ve Van depremini yaşayarak psikolojikman olaydan etkilenenlere üzülüyor; ve gerek televizyonlarımızdan; gerekse de internet sitelerinden Van depremini takip etmeye çalışıyoruz. Sıcacık evimizde oturup televizyon seyretmek, internette haber aramak; ya da üzülmek, Van depremini yaşayanlar için şu anda hiç bir şey ifade etmez. Van Depremzelerine SMS bağışında bulunun; ve ""Van depremi için ben de bir şey yaptım"" diyebilin.

Amerika`dan  SMS bağışı için yapmanız gereken tek şey 80088"e GIVE TURKEY mesaji göndermek. Cep telefonunuz hangi GSM operatörüne bağlı olursa olsun hattınızdan düşecek olan her SMS bağışı 10  dolar`dir. Bütçeniz el verdiği sürece, daha fazla SMS bağışında bulunabilirsiniz...

Internet üzerinden bağış yapmak isterseniz, Turkey Earthquake Relief Fund
amerikaliturk.com


 CHP ÇANKAYA İLÇE BAŞKANLIĞI VAN'A YARDIM TOPLUYOR
 Ekim 24, 2011, 03:22:43 ÖS 

Van"da dün meydana gelen 7.2 büyüklüğündeki deprem için CHP Çankaya İlçe Başkanlığı yardım amacıyla ihtiyaç toplamaya başladı.

İlçe Başkanlığı"ndan yapılan açıklamada, acil olarak toplanacak ihtiyaçların, duyarlı vatandaşlar tarafından İlçe Başkanlığı Merkezi"ne iletilmesi istendi.  Çankaya Belediye Başkanlığı ile dayanışma şeklinde yürütülecek kampanyada, partili ve vatandaşların, battaniye, çocuk bezi, çocuk maması, oyuncak, çocuk giysileri, süt, iç çamaşırları (kullanılmamış), kışlık giysi, ayakkabı, kuru gıda malzemeleri, içecek, sağlık malzemeleri, (ağrı kesici, ateş düşürücü, antibiyotik, sargı bezi v.s.) acil olarak İlçe Merkezi"ne getirilmesi bekleniyor.

CHP Çankaya İlçe Başkanı Gökalp Cudi Çalışkan, "Böylesine vahim olayı yaşayan Van ve çevre bölgelerindeki  vatandaşlarımıza ve Türkiye halkına geçmiş olsun dileklerimizi iletir, hayatını kaybedenlere rahmet, geride kalanlara sabırlar dileriz. Dileğimiz, Türkiye"nin bir daha böyle acıları yaşamamasıdır.""

Adres:
Necatibey Caddesi No: 38 Kat: 5
Sıhhıye /Ankara
Tlf : 2297111







Utanmadan % 99,9’u Müslüman diyebilmek.

Ekim 25, 2011, 12:39:07 ÖÖ
Libya’ya Şeriat (ne demekse) gelmiş.

Peki, bizim şeriatçılar dâhil Van depremine yardım yapıldı mı?

Mesela deniz fenercileri, kanal 7’ciler vs... ler.

Ama Kaddafi olsaydı sanırım "yardım ister misiniz" demez kamyonlara sırtında taşıyarak yüklerdi.
Eskiden yaptığı gibi.

Çok arayacaklar Kaddafi’yi çok.

Kaddafi’yi sevdiğimden de değil ama gerçek bu.

Bizim şeriatçılar ne yapıyor?

Kızılcahamam Soğuksu Milli Parkı içinde 5 yıldızlı otel yaptırıyorlar.

Madem o kadar para vardı neden Van’a yollamıyorsunuz?

Yoksa Deprem için toplanan, 50 milyar dolara ulaştığı ifade edilen paralar buralara mı gidiyor?

Sizin keyfiniz, doğayı katletmenizden, insanları yokluk içinde kıvrandırmanızdan daha mı önemli?

Üstelik de utanmadan % 99,9"u Müslüman dediğiniz insanların çile çekmesini izlerken"¦!

Yukarıdaki örnekler Müslüman örnekleriyse iyi ki bu oran % 99,9 değil, Hamd Olsun.

Yere batsın dininiz de inançlarınız da.

Kafanızda paralansın takunyalar.

A. Dursun

 Libyalılar, Kaddafi Sonrası hayatlarımız tehlikede.




Sel felaketinin sorumlusu Eurovision'u kazanan Conchita Wurst...! Sakallı Kadın.
Mayıs 26, 2014, 02:40:00 ÖS


Tam AKP'li mürit zihniyeti.

Müritlerin nereden beslendiği belli oluyor.

***

'Selin sorumlusu Conchita'
Sırbistan'da kilise, Sırbistan ve Bosna Hersek'te meydana gelen sel felaketinden Eurovision'u kazanan ve sakallarıyla dikkat çeken şarkıcı Conchita Wurst'u sorumlu tuttu.


  ahmetdursun

 23 Mayıs 2014

Sırbistan’da bir kilise, Balkanlar’da meydana gelen sel felaketinin sorumlusu olarak Eurovision galibi Conchita Wurst’u gösterdi.

Başpapaz, felaketi ‘ilahi bir ceza’ olarak yorumlarken sebep olarak Conchita’nın zaferini gösterdi. E.Novine.com adlı sitede yer alan haberde, kilise yetkililerinin “Bu sel bir tesadüf değil bir uyarı. Tanrı, insanlara kötü şeyler yapmamasını uyarmak için yağmuru gönderdi” ifadelerine yer verildi.

Sırbistan ve Bosna Hersek'i vuran sel felaketinde 50'den fazla kişi hayatını kaybederken, 150 bin kişi de evsiz kaldı. ntvmsnbc.com

***

Türkleri neden Hıristiyanlaştırıyorlar sanıyorsunuz? 

 Resmin altındaki yazı şöyle diyor.

1900'lü yıllarda Girit'teki Ortodoks kadınlarının giyim şekilleri.

Tevrat:
EZGİLER EZGİSİ:  Ezg.1: 7 Ey sevgilim, söyle bana, sürünü nerede otlatıyorsun, Öğleyin nerede yatırıyorsun? Neden arkadaşlarının sürüleri yanında Yüzünü örten bir kadın durumuna düşeyim? Dip Not, 1:7 Eski çağlarda kadının örtünmesi fahişe olduğunugösterirdi.

TÜRBAN YAHUDİ GELENEĞİ Mİ HRİSTİYAN GELENEĞİ Mİ? İŞTE TARTIŞMALARA SON VERECEK ARAŞTIRMA!

AKP’nin, üniversitelerde başörtüsünün serbest bırakılmasını da içeren Anayasa taslağı günlerdir Türkiye gündeminden düşmüyor.

Bazı çevreler, başörtülü öğrencilerin üniversitelere girmelerini demokrasi adına savunuyor.

Karşı çıkanlar ise türbanı toplumun gericileşmesinin simgesi olarak görüyor.

Peki, kadın niye örtünüyor? Kadının örtünmesi ne zaman, nasıl oldu? Gelin, kadının örtünme tarihine kısa bir göz atalım.

İLKEL çağlarda sihir ve büyü düşüncesi hákimdi. İnsanoğlu kadının çocuk doğurmasına akıl erdiremiyordu. Bunu gizli bir güç olarak yorumluyordu. Bu nedenle kadından hem korkuluyor, hem de ona saygı duyuluyordu.

Öte yandan ilk çağda birçok alanda üretimi kadınlar başlatmıştı: İp, sepet dokuma, ağla balık avlama, toprak kap, ateş yakıp yemeği pişirme, tarak, kaşık, madeni eşyalar, boncuk, ilk hekimlik ve şifalı otlar gibi buluşlar kadının eseriydi.

Kadının el üstünde tutulduğu "anaerkil" dönem binlerce yıl sürdü.

Ne zaman insanoğlu doğal olayları kavramaya başladı, "büyü" bozuldu. Artık kadının nasıl çocuk sahibi olduğu anlaşılmıştı!

Yetmezmiş gibi erkekler, üretim biçimini ve savaş aletlerini geliştirdi; din devleti, tapınak-saray-ordu biçimindeki erkek egemen örgütlenmesine yöneldi; kadının "saltanatına" son verdi!

ÖRTÜNME BAŞLIYOR

Yaklaşık 4 bin yıl önce Babil İmparatoru Hammurabi’nin kanunlarında kadının sosyal statüsü ilk kez yazılı yasa haline getirildi: "Kadınlar sokağa çıkarlarken başlarını açmamış olacaklardır."

Bu kanun yeniydi, ama uygulama eskiydi. Sümer, Asur, Hitit, Urartu, Akad gibi site devletlerinde de benzer uygulamalar vardı.

Kadını örtüye sokmanın temel nedeni, hür kadın ile köle kadınların birbirinden ayrılmasını sağlamaktı. Yani amaç, hangi kadının bir erkeğin koruması altında, hangisinin ise "kolay av" olduğunu göstermekti!

Eski Anadolu kültüründe olan bu örtünme anlayışı, dünyanın çeşitli topluluklarında da vardı. Onlar genellikle meseleyi mitolojik öykülere dayandırıyorlardı.

Örneğin, Japon mitolojisinin kutsal kahraman Okikurumi, Aynular’a kültür ve uygarlığı öğretmek üzere tanrıların cennetinden yeryüzüne inmişti.

Cennete dönmeden önce Aynular’dan bir kadınla evlendi. Karısına, yiyecekleri kabile halkına dağıtma görevi verdi. Ancak bunun için de bir koşulu vardı; hiç kimse karısının yüzüne bakmayacaktı. Yani örtünecekti!

ÇARŞAF, SAHNEYE ÇIKIYOR

Çarşaf, önce Hititler’de ortaya çıktı.

Bu konuda, Ankara/Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde pişmiş toprak bir kabın üzerindeki resim bize önemli bilgi veriyor.

Kutsal evlilik töreninde, tanrıçayla, tanrı adına kralın evlenmesi için yapılan ayini anlatan resimde tören sırasında gelin tanrıça, günümüzdeki çarşafın birebir aynısını giyiyordu.

Ve ne yazık ki, kendine güvenli, rahat, buyurgan tavırlı kralın karşısında, edilgen, teslimiyetçi duran bu kara çarşaflı tanrıça gelin, Sümer’deki kendine güvenli tanrıça karakterinden hayli uzaktı.

Kadınlar artık örtüye sokulmuştu. Önceleri görünen saçlar zamanla görünmez olmuştu.

Heraklit, Antik Yunan ve Mısır’da yaşayan kadınların baş giyimini şöyle tarif etmişti: "Giysilerin başa gelen kısmı öyle sarılır ki, yüzün tümü peçeyle örtülmüş gibi görünür. Zira sadece gözler ortada kalır, yüzün diğer bölümleri ise giysinin bir parçası ile tamamen örtülür. Bütün kadınlar bu şekilde beyaz renkli giysiler giyerler."

Antik Yunan’da başörtüsü, bereket tanrıçası Demeter ve Zeus’un karısı Hera’nın da özel simgesiydi!

Zamanla kadınlar bu durumu bile arayacak hale gelecekti.

Antik Yunan’da kadın, "erkeğin başının belası" olarak görülmeye başlanacaktı. Pis kadınların domuzdan, zeki kadınların tilkiden, meraklı kadınların köpekten meydana geldiğine inananlar bile vardı!

Kadınların tek başına sokağa çıkmaları ise artık hayaldi...

Roma döneminde de erkeklerin tartışılmaz egemenliği iyice perçinlendi. Erkek, asker, politikacı, tüccar; kadın ise evde oturup çocuk büyüten ve sadece kocasına hizmet edendi.

TEK TANRILI DİNLER

Kadının en büyük onuru bakire olmaktı. Bir de doğurgan olmak.

Hiçbir sosyal hakkı yoktu. Hatta kadın, başı açık dışarıya çıkarsa kocası onu boşayabilirdi bile. Tek tanrılı dinler, kadının sosyal hayatını pek değiştirmedi:

Talmud’a göre, Yahudi kadınların başı açık halde toplum içinde gezmeleri günahtır. Eski Ahit’te üç farklı yerde kadının başını örtmesiyle ilgili pasaj bulunmaktadır.

İşaya 3/20’de başa giyilen kıyafet anlamında "fara", İşaya 3/23’te başörtüsü anlamında "tsnyafaah" ya da Tekvin 24/65-38/14.19’da yüzü örten örtü anlamında da "tsaayafa" kullanılmıştır.

Ayrıca vücudun üst kısmını örten örtü anlamında "radod" kelimesi kullanılmıştır.

Hıristiyanlığın temel ilkelerini belirleyen Tarsuslu Aziz Pavlos, "Kadının örtüsüz Tanrı’ya dua etmesi doğru değildir. Kadın örtünmüyorsa saçı kesilmelidir" demiştir.

Erkek eli değmemişliğin, erdemliğin sembolü Meryem Ana, hep başı bağlı tasvir edilmiştir. Bilindiği gibi, Hıristiyan rahibelerin başları örtülüdür.

Gelelim bizim İslam dinine...

İlk İslami buyruklardan 17 yıl sonra kadının örtünmesiyle ilgili ayet gelmiştir. Ahzab Suresi 59. Ayet, "Ey Peygamber, zevcelerine, kızlarına, müminlerin kadınlarına de ki dış esvaplarını üzerine giysinler. Bu onların tanınıp taarruza uğramamalarına daha fazla hizmet eder" der.

Görüldüğü gibi, köle ve cariyelere örtünme zorunluluğu getirilmemişti. Örtünme statü göstergesiydi ve bunun cinsellikle filan hiç ilgisi yoktu.

İslam dünyası içinde örtünmeye ilişkin farklı görüşler de zamanla ortaya çıktı. Örneğin, Mevlana da kadının başörtüsü konusunda şunları söylemiştir: "Kadına her ne kadar gizlenme, örtünme emir edersen onda kendini gösterme isteği artar. Eğer kadının tabiatında kötülüğe yönelik bir eğilim yoksa yasak etsen de etmesen de o kişiliği doğrultusunda hareket edecektir." (Fihi Ma Fih)

Mevlana’nın bu sözleri söylemesinde geldiği Orta Asya kültürünün etkisivardır kuşkusuz. Peki Orta Asya’da Müslümanlığı kabul eden Türkler ne zaman örtündüler?

RAMAZAN AYINIZ KUTLU OLSUN

Yıl 1930. Bir ramazan gecesinde Direklerarası’nda ünlü Ferah Tiyatrosu’nun önünde oyunu seyretmek için gelen kişiler görülüyor.

Kapının üzerindeki afişte, "Ramazanda her gece muazzam beynelmilel varyeteler" yazılı. Paçaları yırtmaçlı, başları kukuletalı tavşan kızların ramazan ayında bir tiyatroda gösteri yaptığına dikkatinizi çekerim.

TÜRK KADINI NE ZAMAN BAŞINI ÖRTTÜ

ORTA Asya’daki göçebe Türkmen kadınların sosyal hayat içindeki statüsü, Hıristiyan ve Yahudi kadınlardan farklıydı.

Müslümanlığı kabul ettikleri 9. ve 11. yüzyıllardaki yaşam biçimleri de geleneksel Müslüman yaşamına uymuyordu.
Osmanlı döneminde, Bizans alınana kadar örtünme kurumsal olarak yerleşmedi. Tarihçi Şikari, İstanbul’un fethinden önce başkent olan Bursa’da kadınların yüzlerini örtmediğini yazıyor: "Yüz örtmek sonradan ádet oldu. Karamanoğlu Alaüddin’in Hamidoğlu İlyas diyarını katliam ettiğinde üç kabile Diyar-ı Osman’a firar etmişlerdi.

O vakit bunları Murad Han görüp pek temiz ve uslu ádem olduklarından kendi şehrinde (Bursa’da) yerleştirmiş.

İşte bu kabile kadınları pek güzel olduklarından herkes bunları temaşa etmeye (seyretmeye) başlayınca ulema tarafından bu kabilenin hatunlarının yüzleri siper edilmesi (yüzlerinin saklanması) emredilmesi.

İşte ne vakit taşraya çıksalar, o kabile hatunları yüzlerini siper ederlerdi. Fakat bu hal sonradan diğer kadın ve kızların da pek hoşuna geldiğinden herkes daima güzelce her tarafını örtmeye başladı."

Burada dikkati çeken nokta örtünmeye inançtan çok, toplumsal bir tedbir gereğine başvurulmasıydı.

Göçebe toplumun izlerini taşıyan Osmanlı’da kadın, erkekle birlikte hareket etmekte, törenlere katılmaktaydı. Bu dönemde kadınların yüzleri de açıktı.

Örtünme yıllar sonra, Osmanlı Devleti’nin "halifelik" makamına sahip olmasıyla yaygınlaştı.

Anadolu’da Asur’dan Antik Yunan’a, Roma’dan Bizans’a uzanan kadının eve kapatılma süreci Türk kadınını da etkiledi.

Osmanlı’da kadının kapanması 16. yüzyılda başladı ve Cumhuriyet Türkiye’sine kadar sürdü.

OSMANLI GERİLEDİKÇE KIYAFETLE UĞRAŞTI

Osmanlı’da kadınlar üzerine çıkarılan bütün yasalar, kadının kapanması ya da kıyafetlerinin denetlenmesi yönünde oldu.

Çıkarılan bu ferman ve yasalarda kadının giyimi ayrıntılı olarak tanımlanmıştı. Feracelerin yaka boyları, üzerlerindeki nakışlar, yaşmakların biçimleri, kumaşların kalınlığı ve inceliği gibi detaylar bu fermanlara konu olmuştu.

Bu fermanlarla gelen yasaklar, kadına üç alanda müdahale etti.

1. Giyimleri,

2. Sokaktaki davranışları,

3. Erkeklerle olan ilişkileri.

Aslında Osmanlı, gerileme dönemine girmesiyle kadınlara yönelik kıyafet yasakları konusunda sertleşti.

Örneğin, ilk yasak 1725’te çıkarıldı.
"Günlük kıyafetlerinin şeriata uygun olması devlet namusu gereğindedir. Fakat savaşlar yüzünden çok önemli işlerle uğraşılırken bu husus ihmal edilmiştir.

Bazı yaramaz kadınlar bunu fırsat bilip sokaklarda halkı baştan çıkarmak için aşırı süslenmeye başlamışlardır. Yeni biçimlerde çeşitli esvaplar yaptırmışlardır.

Hıristiyan kadınlarını taklit ederek başlarına acayip serpuşlar geçirmişlerdir.

Bundan böyle kadınlar bir karıştan ziyade büyük yakalı ferace ve üç değirmiden fazla baş yemenisi ile sokağa çıkamayacaklardır. Feracelerde süs olarak bir parmaktan enli şerit kullanılmayacaktır.

Bu yasakları dinlemeyecek olan kadınların sokakta yakaları kesileceği ve esvaplarının yırtılacağı ilan olunsun. Dinlememekte ısrar edenler yakalanıp başka şehirlere sürüleceklerdir."

Bu yasak Müslüman Osmanlı kadınlarının, Hıristiyan kadınlara benzememeleri için koyu renkli giysiler yerine renkli giysiler giymelerini de tavsiye ediyordu.

Ama bazen de Müslüman kadına yakışan tek giysi olduğu iddiasıyla renkli giysiler yasaklanıp çarşaf giymeleri istenmekteydi!

Osmanlı’da kadınların kıyafeti hep tartışma konusu oldu.

Neredeyse her padişah bir ferman çıkardı. Örneğin, Sultan II. Mahmud da bir fermanla Hıristiyan kadınların başlarını Müslüman gibi, Müslüman kadınların ise Hıristiyan kadınları taklit eder şekilde örtmelerini yasakladı.

II. ABDÜLHAMİD’İN ÇARŞAF YASAĞI

19. yüzyılın ortalarında kadınlar İstanbul’da çarşaf giymeye başladı. 1850’lerde Suriye valiliğinden dönen Suphi Paşa’nın karısı, İstanbul’da ilk çarşaf giyen kadın oldu.

Daha çok Yunanlılarda görülen bu giysi, Meşrutiyet dönemine değin baştan yere kadar uzanan kolsuz tek parçalı bir sokak kıyafetiydi.

1876-1908 arasında ise başı-omuzları örterek bele kadar uzanan bir pelerin ve belden ayak bileklerine inen bir etek olmak üzere iki parçalı sokak üst giysisi olarak kullanıldı.

1880’li yıllar, çarşafın hızla yayıldığı yıllar oldu.

Ancak, Sultan 2. Abdülhamid öldürülme korkusuyla çarşafı yasakladı. 27 Ekim 1883’te Paris’te yayımlanan Le Courier d’Orient isimli gazetede, çarşaf yasağından etkilenen kumaş tüccarlarının yakınmalarına yer verildi.

İstanbul’da bu tür yasaklar söz konusu iken Anadolu kadınları için ferace ya da çarşaf güncel bir tartışma olmadı.

Hatta 1882’de çıkarılan bir fermanla ferace giymeleri istenen kadınlar bu buyruğa isyan ettiler.
Konu ile ilgili olarak 27 Temmuz 1882’de Levant Herald Gazetesi’nde şu haber yer aldı.

"Yeni İzmit valisi civar köylerden pazarda satmak için pazara mal getiren ferace giymemiş ve ayağında pabuç olmayan Türk kadınlarının 5 gün hapis ve bir mecidiye para cezasına çarptırılacağı konusunda bir yasak çıkardı.

Bu yasağa karşılık köylü kadınlar, atalarından kalmış gelenek ve göreneklerini hiçe sayıp baskı altına alan bu yeni kanuna uymaktansa, köylerinde kalmayı yeğlediler."

Burada aslında şöyle bir durum ortaya çıkıyor: Türkiye’nin bugün konuştuğu kamusal alan tartışması o zaman da yaşanıyor.

Osmanlı, pazaryeri gibi kamusal alanlarda örtünmeyi zorunlu kılıyordu.

Müslüman kadınlar Anadolu’da peçe takmadığı gibi İstanbul’un Kadıköy, Tarabya gibi semtlerinde de bu serbestliğe sahipti. Oysa Beyoğlu’na giden bir kadın peçe takmak zorundaydı.

Buradan şöyle bir sonuç çıkıyor: İktidarın merkezinde duyarlılıklar fazla iken çevrede bu duyarlılığın azaldığını görüyoruz.

Osmanlı’nın son döneminde türban, aydınlar tarafından çok tartışılan bir konu oldu. Birçok kesim bu konuda kendi görüşünü belirtti. Kimi gerekliliğini, kimi gereksizliğini savundu.

Ziya Gökalp gibi aydınlar, İslamiyet öncesi Türk kadını konusunda araştırmalar yaparak o modelin benimsenmesi gerektiğini savundular.

Görünen o ki, Osmanlı’da başlayan bu tartışmalar günümüzde henüz sonuçlanmamıştır.

Başörtüsü, demokrasi mi yoksa bir uygarlık meselesi midir?

01.02.2008-Soner Yalçın /Odatv

Kurucuları arasında eski Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in de bulunduğu Ensar Vakfı hazırladığı "Hz. Muhammed’i Nasıl Öğretelim" kitabına göre kızları diri diri gömmenin nedeni fuhuşmuş.



cumhuriyet.com.tr

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder