Bu günkü TBMM’nin neredeyse tamamı, iş birlikçilerden
oluşmuş durumda.
Dürüst, vatanperver insanları siyasete sokmuyorlar.
Varsa yoksa tarikatlar parlamentosu ve hırsızlar iktidarı
yaratılıyor.
O nedenle 24 Haziran’da kime oy verirseniz verin, kim
kazanırsa kazansın, Türkiye’nin parçalanması asla durdurulamayacaktır.
Şu anda söz konusu olan bu değildir, Türkiye’den kaç
devletçik çıkartılacağıdır.
Bazıları soruyor, “Madem herkes parçalanmamızı istiyor da, şimdiye kadar neden
başaramadılar” diye merak ediyor.
Nedeni şudur.
Türkiye’den kaç devletçik ortaya çıkartılacağı konusunda
anlaşmaya verilememiştir, parçalanma süreci o nedenle uzamaktadır.
Şahsi tahminime göre 4-5 arası devletçiğe bölüneceğiz.
Yakın zamanda bunu gördüğünüzde, bu satırları okuyunuz,
okuyunuz ki ne kadar beyni yıkanmış ne kadar dindarlaşmış bir toplum olduğumuzu
anlayabilesiniz.
Kılıçdaroğlu bildirgede "Kürt sorununu,
TBMM’de tüm siyasi partilerin katılımıyla, partizan çıkarlara kurban
etmeksizin, samimi ve şeffaf bir biçimde, toplumsal uzlaşıyla çözeceğiz"
demiş.
Kürt sorunu nedir, Kürtlerin sorunu mudur, Emperyalizm' in
sorunu mudur?
Öncelikle Kılıçdaroğlu bunu bilmeli, biliyorsa açıklamalıdır.
Ayrıca, Kürt sorunu gerçekten de Kürtlerin sorunuysa sana ne
gerek var?
Bu iş için görevlendirilmiş Erdoğan, Bahçeli ve Demirtaş varken,
senin nereden üzerine vazife olmaktadır?
Bakalım neymiş Kürt sorunu, neler söylenmiş anlamaya çalışalım.
Ben yazdığımda yanlı ve PKK karşıtı olarak yazdığım gerekçesiyle
eleştireler alıyorum, Kürdistan'ı içinize sindiremediniz gittiniz deniyor.
Beni bu konuda eleştirenlere aşağıda bazı paylaşımlar yapıyorum
ki, ben yanlı mı konuşuyorum anlasınlar.
İşte konu hakkında bazı arşivler...
28.5.2018
A. Dursun
Türkiye sol siyasal mücadelelerin bir bölümü açısından ilginç bir
deney.
Kamuculuğun, sekülerizmin,
eşitlikçiliğin ve hatta adlı adınca laikliğin yan yana yaşayan halklardan
birinin üzerinde tahakküme hizmet edeceği fikri ya da tersinden bu kavramların
bir halkın özgürlük mücadelesine değil katkı, basbayağı zarar vereceği kaygısının
açık yüreklilikle sol adına savunulduğu başka bir coğrafya var mıdır,
bilmiyorum. Hele konu yurtseverlik başlığına geldiğinde tanım baştan yaratılır
ve ABD emperyalizminin varlığı dahi yurtseverlik kavramına
meşrulaştırılabilir.[i]
Türkiye’de Kürt sorununun bir iç mesele olmadığı, uluslararası
boyutları olduğu ve bu hali ile de ancak yukarıda saydığımız referanslar
üzerinden belirlenmiş bir toplumsal dönüşüm ile çözüme ulaşabileceği tezi bu
ülkenin komünistleri tarafından uzun zamandır zaten dile getiriliyordu. Cemil
Bayık’ın dipnotta verdiğimiz ifadesindeki fark ise şöyledir; Kürt sorunu
uluslararası bir boyuttadır ve sorunun çözümü uluslararası dengelerin ve
konumların gözetiminde ancak gerçekleşebilecektir. Yani Bayık emperyalizmin
Kürt sorununun çözümünde pozitif bir rol kapması zorunluluğunu hem de tam da
yurtseverlik kavramı ile beraber meşrulaştırarak bambaşka bir zemine denk
düşmektedir.
Sovyetler Birliği’nin yıkılışını
izleyen yıllarda Irak savaşı, Arap halklarına yönelik emperyalist müdahale ve
son olarak Suriye’de yürütülen kirli savaş süresince Kürt sorunu gerçek anlamı
ile bir iç mesele olmaktan zaten çıkmıştı. Özellikle Güney Kürdistan
sermayesinin temsilcileri ile Türkiye Devleti’nin girdiği ilişkiler, Kürt
siyasal hareketinin bu süreçte tekrar tekrar devinerek konumu ve rotasını
emperyalizmin ve Türkiye’nin karşılıklı ilişki ve çelişkilerine göre
belirlemesi ve rol kapma savaşları Kürt sorununda çözüm denen şeyin aslında
ateşkese dayanan bir statü mücadelesinin çok da ötesine geçemeyeceğinin
ifadesiydi.
Bilindiği gibi Türkiye dış
politikasında beliren ilk şok dalgası Sovyetler Birliğinin dağılışı üzerine
gelişmişti. O güne kadar dış politikada pek de aktif olmayan Türkiye, yeni
durumun verdiği şok ve kaygı ile aktif ABD yanlısı bir politikanın öznesi olma
konumuna kendini iterek yanı başında beliren Rusya tehdidine karşı güvence
arama ihtiyacı duymuştu. Bu uğurda Balkanlarda gelişen iç savaşa müdahil olmuş,
Çeçenistan ve Orta Asya Türkî Cumhuriyetleri içinde bir dizi ABD yanlısı militarist
aktivitelere girişmiş, hatta Özal ile birlikte Körfez Savaşına dâhil bile
olunmuştu.[ii]
Bu süreçlerde Kürt sorunu ve PKK
mücadelesi bir iç mesele mantığı ile ele alınmış aktif bir dış siyaset
politikası yürütülmemişti. Bunda bölge ülkelerinin sorunu yer yer birbirine
karşı bir silah olarak kullanma eğilimi görülse de temelde Kürt sorununu
bastırma üzerinde hâkim olan mutabakatı belirleyici olmuştu. O yıllarda çözülen
Sosyalist Sistem’in kalıntıları üzerinde tepinen emperyalizmin leş kavgası
Türkiye’de böylesi politikaların bir dönem sürdürülmesine imkân sağlamıştı
nasılsa. Ayrıca ulusal bilinç ile feodal duruşun harmanladığı Kuzeyde Barzani
ve Talabani arasında süren alan savaşında Türkiye’nin PKK ile verdiği mücadele
temelinde taraf olarak bu güçleri PKK ye karşı kullanmada ki rahatlığı da
Türkiye açısından belirleyici olmuştu. Bilindiği üzere Türkiye bu iki lideri
sık sık Ankara’ya davet etmiş ortak mutabakatlar imzalanmış ve hatta bir aralar
çok sık olarak sözü edilen Kırmızı diplomatik pasaportları dahi sunmuştu.
Mustafa Kemal’in bazı arkadaşlarıyla birlikte Süleyman Nazif’e
kurdurttuğu Vilayat-ı Şarkıyye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti[iii]
Kürdistan Teali Cemiyeti için ne tür bir etki yarattıysa bu iki liderin temsil
ettiği Güney Kürdistan sermayesi[iv] ile Türkiye sermaye sınıfının girdiği
ilişkiler PKK için aynı etkiyi yaratmaya yönelikti. Kürt-Kürt ilişkilerinde var
olan kırılma bir kez daha kullanılmak istenmiş ve kullanılmıştı da. Statüko bu
güne kadar böyle tanımlanmış ve bu temel üzerinde kendini inkâr politikalarına
angaje edebilmişti.
Türkiye sermayesi ile Kürdistan
sermayesinin çıkar ortaklığı olarak da adlandırılabilecek bu süreç ABD’nin Irak
müdahalesi ile iki taraf içinde son bulmuştu. Kürt sermayesi süreçte beliren
imkânı iyi görerek hızlı bir dönüşüme ayak uydurmuş ve ulusallık bayrağını öne
çıkarmıştı. ABD müdahalesinin yarattığı imkânı kendi lehlerine çevirmesini
bilerek Kürt-Kürt ilişkilerinde yeni bir süreci, dünün kırılma eğiliminin
yerine bu günün ulusallık temelinde birleşme eğilimini hayata
geçirebilmişti[v].
Kürt liderler emperyalizmin
etkisinde beliren yeni sürece en hızlı ayak uyduran ve kendini dönüştüren taraf
olurken Türk milliyetçiliği ile Kemalistlerin bir kesimi Irak müdahalesi öncesi
durumunun bile gerisine düşerek kendilerini kör bir kapana hapsetmeyi
başarmışlardı. Bu dönemde AKP içerisinde de eski milli görüş çevresinden gelen
kadrolar Mevcut dönüşümü ve ABD etkisi ile gelen yeni anlayışı görememişler ve
hatırladığınız üzere birer birer tasfiye edilmişlerdi. Süreç içerisinde sürekli
esneyen kırmızıçizgilerde ısrarın yarattığı kör kapan, mevcut politikanın
temellerinde ciddi çatlaklar oluşturmaya başlamıştı. Zaten hedeflenen de aşağı
yukarı böyle bir şeydi. Dün mevcudu korumak için akla hayale sığmayan yöntemleri
kullanmaktan çekinmeyen güçler (Ağar, Evren vb.) “Dağdan insinler ovada siyaset
yapsınlar.” veya “Federalizm tartışılabilir.” söylemleri ile mevcut siyaseti
tam tersinden etki ile sürdürme çabasına girişmişler, sistemin dibinde beliren
çatlaklara işaret etmeye çalışmışlardı. İşte bu süreç dâhilinde AKP, taktik
ileri çıkışlar ve geri çekilişler ile birlikte rotası, stratejisi çok net
olarak belirlenmiş karşı devrimini Kürt ulusal mücadelesini ve ona eklemlenmiş
solun bir kısmını da yedeğine hapsederek başarı ile idare etmeye devam
etti[vi]. Sonuçta AKP, Kürt sorununda beliren uluslararası boyutu, emperyalist
girdiyi tam da bu topraklarda gerici, piyasacı bir karşı devrimi nihayete
erdirmede ciddi bir müttefik olarak kullanmayı bildi[vii].
Çözüm süreci olarak adlandırılan bu süreçte toplumsal tepkinin
örgütlendiği her kırılma noktasında topu birinci cumhuriyete atıp kendini
aklarken sürecin görece çatışmasızlığından ise olanca istifade etmekten geri
durmadı. Ordu ile Hükümet arasında beliren tartışmanın[viii] kökeninde de işte
bu durumun yarattığı gerilim vardı. Ordu dönüşüme bu kararlılıkla ayak
uyduramamış ve yeni dengeleri bir türlü anlamlandıramamıştı. Ve AKP bilinen
yargı operasyonları ile orduyu da süreçten geri çekmeyi başararak gerilimi
ortadan kaldırdı. AKP, ABD öncülüğünde uluslararası emperyalizm ile girdiği
gayrimeşru ilişkilerinin de bir sonucu olarak yeni süreci biraz daha hızlı
kavrama biçiminde bir değişimi anlamlandırabilmişti.
Kürt siyasal hareketi ise AKP’nin Suriye’de
yaşadığı hezimete kadar bölgede rol kapma savaşını aynı hırs ve zorunlulukla
sürdürmüş ve ancak AKP’nin Suriye’de kaybettiği statü üzerinden şimdilerde
bölgesel bir aktör olarak emperyalizmle daha da meşru ve açık bir ilişki
geliştirme şansı yakalamıştır. Oslo’dan bugünlere gelen çözüm sürecinin temel
dinamiği bu anlamı ile zaten emperyalizmin Ortadoğu’da beliren yol haritası
üzerinden girilen bir dizi ilkeli yahut ilkesiz ilişkinin sonucudur.
Sonuç olarak emperyalizmin Kürt sorunu ile girdiği ilişkiler
Türkiye’de AKP gericiliğinin karşı devrimine hizmet etmiş, Kürt ulusal
aydınlanmacılığının dibine kibrit suyu çakmış[ix] Şengal’de Kobane’de halklara
sunabileceği “barışın” ve “özgürlüğün” provasını yapmıştır. Söyledik ya bir
garip solculuk deneyinden mustarip ülkem; barışın, kardeşliğin, laikliğin,
özgürlük ve eşitliğin, adını koyalım: Yurtseverliğin de ancak antiemperyalist
olması gerektiğini söylemenin sağcılık olduğunu iddia etmekle malul olsa da
gerçek başkadır ve tartışmaya kapalıdır.
_______________
[i] Nasıl ki NATO'nun beşinci maddesini işletti, bütün NATO'yu,
arkasındaki sistemi PKK’nin karşısına dikti bu sorunun çözümünde de bu güçlerin
yardımını istemesi gerekiyor. Bu güçleri yardıma çağırmadan bu sorunu çözemez.
Bu güçler çözümde yer almadan çözüm gelişemez. Biz Türkiye 'nin kaygılarını
gidermek için en güvendiği müttefiki Amerika'nın üçüncü taraf olabileceğini
söyledik. Konu ile ilgili olarak bkz. Cemil Bayık: ABD Ortadoğu'dadır,
arabulucu olabilir, soL Haber Portalı
[ii] Konu ile ilgili olarak bkz. Günümüzde Türkiye’nin Dış
Politikası (Barry RUBİN-Kemal KİRİŞÇİ)
[iii] Konu ile ilgili olarak bkz. Şerif Paşa (Rohat ALAKOM)
[iv] Burada hemen “Yahu kendi ulusal burjuva devrimini yapmamış
bir halkın sermayesi, proleteri mi olurmuş!” önermesini kullanacaklara karşı
ufak bir hatırlatma: Kapitalist üretim ilişkilerinin bir coğrafyaya yayılması
her zaman burjuva devrimi, ulusal devlet inşası ve koruyucu devlet yapılanması
sıralamasını izlemez. Hatta çoğu defa bu sıralamaların dışında sıçramalı bir
geçiş söz konusudur. Doğrudan sömürge, yarı sömürge ülkelerde birçok farklı
üretim tekniği ve dayalı ilişkisinin yan yana var olduğu tarihsel kesitler hiç
de azımsanmayacak kadar çoktur. Hindistan coğrafyasında mesela kapitalist
ilişkilerin tarihine yakından bakıldığında gelişimin sıçramalı, aynı coğrafya
içerisinde eşitsiz biçimlerinin yan yana olduğu dönemler pekâlâ
görülebilecektir. Benzer örnekler için bkz. Turner Bryan S. Marksizm ve
Oryantalizmin Sonu Kaynak Yayınları 2001
[v] Bu eğilim birçok başlıkta tekrar tekrar kırılganlaşsa da
özellikle PKK’de temsil edilen çizginin de çabalarıyla her seferinde tekrar
tamir edilebilmiştir. Leyla Zana’nın çözüm sürecinde rol alan öznelere dâhil
olması, Peşmergelerin Türkiye içerisinden geçişlerde alkışlanması vb.
[vi] Tuğluk’un Oslo sürecinin çoktan son bulmasına rağmen hala
süreci anlamlandıran tavizlere gönderme yaptığı ve Taraf gazetesi aracılığı ile
Başbakan’a gönderdiği açık mektup bu savımızı desteklemektedir. Tuğluk
mektubunda "Hatırlatmak isterim ki; tarihsel bir şahsiyet olarak bu ülkede
Kürdüyle Türküyle herkesin cumhurbaşkanı olarak seçilmek gibi eşsiz bir fırsata
sahiptir Sayın Erdoğan. 100 yılda bir oluşan bir oluşan bu fırsatı başta
Erdoğan olmak üzere hep birlikte değerlendirmek demokratik Kürt siyaseti olarak
çözüm için ortaya konulacak iradeye her türlü desteği vermek kadar, herkesin
cumhurbaşkanı olma idealine de büyük katkı sunacağımızı ifade etmek
isterim"
[vii] Referandum gibi AKP iktidarı için oldukça hayati bir
konuda Kürt önderliğinin sunduğu destek hala akıllardadır. Daha açıklayıcı
olabilmesi için Murat Karayılan’ın referandum sonrası ANF ile yaptığı
röportajda “Biz boykot kararı vermeseydik hayırcılar kazanırdı.” ifadeleri
anımsanabilir.
Benzer biçimde Haziran Direnişine sonradan kendilerinin de
özeleştiri verdikleri şekilde mesafe koymuş olmaları da örnek olsun.
[viii] Hatırlarsınız 2006 yılında
Başbakan Tayip Erdoğan ile Türk Silahlı Kuvvetleri arasında kırılmayı başlatan
ve TSK içeresindeki eski paradigmanın Kürt sorunu konusunda tavrını koyduğu
–çekinerek de olsa- söz-eylem düellosu vuku bulmuştu. Dönemin Genelkurmay
Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt Washington gezisinde "Ben asker olarak
PKK’ ye yardım edenlerle konuşmam" diyerek TSK’nin Kürt politikası özne
olmak kaydı ile Türk dış politikasında ki konumuna işaret etmişti. Aynı süreçte
ise Dışişleri Bakanı ve Başbakan yardımcısı sıfatı ile Abdullah Gül medyaya
"Düşmanımızla bile konuşulur" mesajını vererek Türkiye’de AKP’nin
konu üzerinde beliren yaklaşım farkını ortaya koymuştu. Buraya kadar hemen her
demokratik ülkede görülebilecek kurumsal bir fikir ayrılığından
bahsedilebilirdi. Hatta TSK ve Büyükanıt’ı Türkiye de siyaseti ve dış
politikayı anti-demokratik yöntemlerle etkilemeye çalışmakla suçlayanlara bile
karşı çıkılabilirdi. Öyle ya sonuçta Büyükanıt konuşmasını: "Ben asker
olarak konuşmam. Ancak başkasının konuşmasına da ipotek koyamam" şeklinde
oldukça esnek ve görünüşte masum bir fikir beyanı ile bitirmişti. Ancak olayın
boyutları Başbakan Tayip Erdoğan’ın CNN Türk'te yayınlanan bir programda bu
görüş kurumsal değil kişiseldir ifadesine TSK’dan hiç gecikmeden gelen cevapla
değişmişti. Görünüş yanılttı ve ordu, Türkiye siyaseti ve Türk Dış
Politikasında beliren hâkim konumunu bir kez daha ortaya koymuş oldu.
[ix]
Amed’de kitlesel Kutlu Doğum kutlamaları, “İslam Bayrağı altında
kardeşleşme” paradigması, Mazlum Doğan’ın Kemal Pir’in adının verileceği
meydanın adının Şeyh Sait Meydanı yapılması, Said-i Nursi’ye Kurdi payesinin
biçilmesi vb... sol.org.tr Aziz Üstel
MİLLİ MÜCADELE YILLARINDA İNGİLTERE’NİN KÜRT DEVLETİ KURMA FAALİYETLERİ
1- GİRİŞ:Milli Mücadele döneminde üzerinde en çok konuşulan konulardan biri de kürdistan’ın veya Kürtlerin himayesidir. Kürt ve Kürdistan sözcüklerine bağlı olarak ilk akla gelen ülkede İngiltere olmuştur. İngiltere bu konu ile daha XIX. Yüzyıldan itibaren ilgilenmeye başlamıştır.
“East İndia Company” (doğu Hindistan Şirketi)’nin Bağdat’ta bir şubesinin açan (1806) İngiltere, misyonerlik faaliyetlerinin de yürütmüştür. İngiltere’nin bölgedeki etkinliği Birinci Dünya Savaşından sonra da olmuştur. İngiltere’nin bölge ile ilgilenmesinin asıl nedeni Irak Petrolleri idi. Burada Kürt unsurunun bulunması Kürtlerin İngiltere bakımından öneminin arttırıyordu. İngiltere amacına ulaşmak için Kürt ayrılıkçılığının teşvik etmekte idi. Fakat önemli bir engelle karşı karşıyaydı ki, bu da başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere diğer İtilaf Devletleri’nin Ermenilerden yana siyaset izlemeleriydi.
İtilaf Devletleri arasındaki bu anlaşmazlıklar Türk Milletinin mücalesinin daha etkin yürütmesine fırsat sağlayacakktır. Nitekim Kürt liderlerinden Şeyh Abdülkadir başkaknlığında bir heyet İngiliz Yüksek Komiserliği siyasi memurlarından Andrew Ryan’ı ziyaret ederek, Kürtlerin o sıralarda Ermenilere söz verilen Doğu illerindeki topraklar üzerinde hakkları olduğunu; bu bölgelerde nüfusun çoğunluğunun teşkil ettiklerinin bildiriyordu. Kürt emellerinin ihmal edileceğinden kaygı duyduklarının belirtiyordu.
(Dr. Kadir Kasalak T.K.A.E. Milli Mücadele Yıllarında ingiltere’nin Kürt Devleti Kurma Faaliyetleri Ocak 1992 XXX Sayı 347 Sayfa :163)
2- PARİS BARIŞ KONFERANSINDA İHGİLİZ FAALİYETLERİ:
Pariş Barış Konferansı henüz toplanmadan Kürdistan konusundaki endişelerinin İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe, 5 Ocak 1919’da Dışişleri Bakanı Arthur J. Balfour’a gönderdiği yazıda ifade ediyor ve şöyle diyordu: “Doğu Anadolu sorununun çözümleneceği son aşamada Kürt unsurunun hak iddiaları ihmal edilemez. Onlarla Ermenilerin hak iddiaların bağdaştırılmazsa, gelecek olayların tohumu atılmış olacaktır. Geçmişte Kürtler, Ermenilerin baskı altında tutulmasında araç olarak kullanılmışlar, fakat Türk yönetimi altında kendileri de sıkıntı çekmişlerdir” Kürt heyetinin bir muhtıra verdiğindende söz eden Yüksek Komiser, Sivas, Ankara, Konya, Halep ve Adana illerinin nüfusunun bir kısmının; Erzurum, Van, Bitlis, Harput, Diyarbakır ve Müusuldaki nüfusun ezici çoğunluğunun “Kürt olduğunun ileri sürüyordu. Sonyel, bu muhtıradaki istekleri şöyle belirtir:
- Kürtlere, sınırları coğrafi olarak saptanmış bir ülke verilmelidir.
- Bağlaşıkların Arap, Ermeni, Asuri, Keldani vb. küçük azınlıklara yaptıkları muameleden Kürtler de yararlanmalıdır,
- Kürtlere İngiliz himayesi altında özerklik verilmelidir”
“Kafkas sınırında Ziven’in kuzeyinden batıya, Erzurum, Erzincan, Kemah, Arapkir, Besni ve Divicik’e; güneyde Haran, Erbil, Kerkük, Süleymaniye, Sina hattından İran sınırında Ararat’a kadar”
(Dr. Kadir Kasalak T.K.A.E. Milli Mücadele Yıllarında ingiltere’nin Kürt Devleti Kurma Faaliyetleri Ocak 1992 XXX Sayı 347 Sayfa :164)
Özerk ya da bağımsız Kürdistan kurma amacının güden İngilizler, bunu kendi himayeleri altında yapmak amacıyla çeşitli entrikalar çevirmek amacıyla Noel adında bir binbaşıyı o bölgeye gönderiyorlardı. İngiliz Yüksek Komiserliği siyasi memurlarından Tom Hohler Sir F. Tilley gönderdiği yazıda bu durumu şöyle dile getirmekteydi;
”… Benim problemim Kürtler. Noel Bağdat’tan buraya geldi, çok iyi bir insan, çok kudretli biri, fakat diğer bakımdanda Kürtlerin Peygamberi olmak istiyor… Korkarım Noel bir Kürt Law rence’i olibilir. Mezopotamya şimdi bizim olacağına göre ona bir Kürt Devleti kurdurup kuzey dağlarının böylece koruyabiliriz. Lanmalarının istedim. Onlara tesir edebilmek için biz de Türklere hile yapıyoruz diye belki beş defa tkrarlamak mecburiyetinde kaldım. Mamaifh Kürtlere fazla itimat edilmez. Majeste’nin hükümetinin amacı Türkleri azami dere’cede zayıflatmak olduğuna göre Kürtleri bu şekilde harekete getirmek fena değil…”
İngiltere, Irak petrollerinin korumak amacıyla çevirdiği entrikalarına Kürt liderleri de kolayca alet oluyordu. Nitekim 15 Nisan 1919’da Seyyid Abdülkadir, Ryan’ı ziyaret ederek, İngiliz himayesi altında özerk bir Kürdistan kurulma imkanlarının araştırırken, İngiliz Yüksek Komiseri Caltporpe Kürt sorunun konusunda tutumunun ne olacağının İngiliz hariciyesinden soruyordu. İngiliz Hariciyesi Kürtlerin pek de hoşlanmayacağı bir cevap veriyordu. Mayıs 1919’da verilen cevapta
“Kürtlere rahat oturmaları ve her türlü kışkırtmalardan kaçınarak Paris Barış Konferansı’nın kararlarının beklemeleri”
salık veriliyordu Bu türde geçiştirmelerle Kürtleri kazanmanın mümkün olmayacağı görüşünden hareket eden Bağdat Komiserliği 13 Haziran’da somut bir tasarı önerdi. Bu tasarıda, “İmadiye dahil, fakat Zaho hariç ve Mardin’in güneyinden, 37. Enlem boyunca Birecik’e değin uzanan bir güney sınırıyla, Fırat boyunca ve Mamuretilaziz, Bitlis, Van illerinin kuzey sınırıyla belirlenen yerlerde, İngiliz himayesinde bir Kürdistan öngörüyordu” Bu teklifin fazla rağbet görmediği görülmektedir. İstanbul’daki durumu Dışişlerine bildiren Yüksek Komiser Sir A. Calthorpe telinde:
“1. Mezopotamyanın kuzeyindeki Kürtlere yardım etmenin İngiltere’nin çıkarına uygun olacağı fikri. Buraya Kükrt ajanları gönderip bunların binbaşı Noel ile temasa geçmeleri konusunda İstanbul’daki Bedirhaniler ve diğer Kürtlerle görüşme yapıldığı,
2.İstanbul’daki Kürtlerin M. Kemal hareketinden kaygı duydukları,
3.Kürt ileri gelenlerinin İngiliz himayesinin arzu ettikleri . Mezopotamya’nın güvenliği bakımından da Kürtlerle iyi ilişkiler kurmak gerektiği”şeklinde yansıtıyordu. İstanbul’daki durumu Amiral Calthorpe’un bu şekilde anlattığı günlerde Kürdistan Teali Cemiyeti üyeleri hükümetle konu ile ilgili görüşmelerde bulunuyorlardı.
Sadarette yapılan görüşmelerde hükümet temsilcileri, onları Osmanlı Devleti’nden ayrılıp bağımsız bir Kürdistan kurmak istemekle suçlarken, Cemiyet üyeleri de Damat Ferit’i Paris’te Doğu Anadolu’yu Ermenilere peşkeş çekmekle suçladılar. Sonuçta, “Kürdistan’a” bir Kürt ün vali atanması ve aynı oranda Kürt memurlarını atanması kararlaştırıldı.
İngiltere’nin Osmanlı Devleti ve özellikle Kürdistan’ı himayesi altına almak amacıyla faaliyetlerinin yoğunlaştırırken Amerikanın misyonerlerinin de endişeyle izliyordu. 19 Ağustos 1919 tarihli telinde Amiral Webb Lord Curzon’a;
“…Amerika, Trabzon ve Erzurum’u içine alan bir Ermenistan’ı himaye edecek. Geri kalan dört vilayeti de bir Kürt Devleti olarak İngilizlerin himayesine bırakıyor. Ben Amerikan misyonerlerinin tehlikeli hareketlerinden korkuyorum, din tesirinde kalıp halkın büyük çoğunluğunun teşkil eden müslümanlara kötü davranacaklardır”
İngiltere’nin milli harekete karşı olan faaliyetleri Damat Ferit Hükümetlerinin de sempatisinin kazandığından işbirliğinin de kolaylaştırmıştır. Ali Galip olayı bu işbirliğinin somut örneklerindendir. İngilizlerin Kürtlerle ilgili faaliyetleri konusunda XV. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa, Harbiye Nezareti ve Hükümeti ikaz ederken, “İngilizlerin sadece Kürt aşiretlerini kışkırtmakla kalmayıp bütün Türkiye’yi bir esaret ve zillet içine düşürmek” istediğinin belirtiyordu.
(Dr. Kadir Kasalak T.K.A.E. Milli Mücadele Yıllarında ingiltere’nin Kürt Devleti Kurma Faaliyetleri Ocak 1992 XXX Sayı 347 Sayfa :166)
3- MİLLİ MÜCADELECİLERİN İNGİLİZ FAALİYETLERİNE KARŞI ALDIKLARI TEDBİRLER:
Milli Mücadeleyi yürütenler düşmanla olduğu kadar İngilizlerle mücadele etmişlerdir. Mustafa Kemal, İngilizlerin faaliyetlerinin tesirsiz hale getirmek için aşiret reislerine mektuplar göndererek onları birliğe çağırıyordu. Milli Mücadelecilerin yazışmalarında İngiliz binbaşı Noel’in faaliyetlerine karşı tedbir alınması da geniş biçimde yer almıştır. Mustafa Kemal, eski mebuslardan birine gönderdiği yazıda şöyle diyordu:
Sivas, 9.9.1919
“Şifre
Eski Mebus, Sağırzadelerden Halit Beyefendiye Kemah
İngiliz koruyuculuğundan müstakil bir Kürdistan kurulması maksadıyla propaganda yapmakta olan İngiliz binbaşılarından mister Novil’in din ve milliyetlerinin satmış Kkürt beylerinden Ekrem, Kamran Ali Celadetle birlikte Malatya’ya geldiği ve İstanbul Hükümetinin tutan, yani millet ve vatan hainin olan Harput valisinin de bunlara katıldığı ve Fedirhanlılardan Malatya Mutasarrıfı Halil beyle birlikte güya postayı soyan hırsızları takip bahanesiyle (silahlı) Kürtler toplamaya giriştikleri haber alındı. Tabii olarak zararların önlenmesi için askekri ve milli tedbirlere baş vuruldu. Şu kadar ki, Kürtlerin kutsal Halifelik makamına ve vatanan olan bağlılıklarının göstermek üzere bazı ağaların bir miktar Kürt kuvvetiyle birlikte Malatya’ya doğru yola çıkıp Padişah ve millete karşı İngilizlerle işbirliği yapmak hainliğilne kalkışan ve yörenin temiz yürekli Kkürtlerinin posta hırsızlarının takip yalanıyla toplayarak, onların boş yere öldürülmelerine ve Padişaha, millete karşı başkaldırmış durumu sokulmalarına sebep olacak olan vatan hainlerinin alçaklıklarının, sözünü ettiğim Kürtlere en çabuk yoldan bildirip çağrıya uymalarının sağlanmasına çaba göstermeniz önemle istenmektedir. Mümkünse, bu işe hemen başlanarak sonucunun bildirilmesinin rica ederim.
Mustafa Kemal”
Mustafa Kemal ve arkadaşları İngiltere himayesinde bir Kürdistan kurulmasına karşı bu türde tedbirler alırken, 12 Eylül’de Damat Ferit İngilizlerle anlaşılıyordu.
(Dr. Kadir Kasalak T.K.A.E. Milli Mücadele Yıllarında ingiltere’nin Kürt Devleti Kurma Faaliyetleri Ocak 1992 XXX Sayı 347 Sayfa :167)
1920 yılında İngiltere’nin faaliyetleri daha yoğunlaşırken barış konferanslarında da etkinliğinin devam ettiriyordu. San-Remo konferansında imzalanan Sevr andlaşması ile İngiltere amacına ulaşır gibi gözüküyordu. Ama bu andlaşma yürürlüğe girmeyecekti. Sevr andlaşmasının 62, 63 ve 64. Maddeleri Kürdistan konusu ile ilgili olup özetle şu şekildeydi:
“İngiliz, Fransız ve İtalyan temsilcilerinden oluşan bir komisyon, Andlaşmanın yürürlüğe girmesinden başlayarak 6 ay içinde, Fırat nehrinin Doğusunda Ermenistan’ın Güneyinde ve Türkiye’nin Suriye ve Mezopotamya sınırın Kuzeyinde kalan Kürdistan toprakları için mahalli özerlik tasarısı hazırlayacaklardır.
Andlaşmanın yürürlüğe girmesinden başlayarak 1 yıl içinde, Kürtler, Milletler Cemiyeti konseyine baş vurarak yukarıda belirtilen bölge halkının çoğunluğunun Türkiyeden ayrılmak istediklerini gösterebilirlerse ve konsey de bağımsızlığı uygun görürse, Türkiye bunu kkabul edecek ve bu bölgedeki bütün haklarından vazgeçecekti.
Ayrıca, Müttefik devletler, Musul vilayetindeki Kürtlerin (bağımsız olduğu takdirde) Kürt Develiti’ne katılmak istemeleri halinde bunun kabul edeceklerdir”
Uygulanamayan 10 Ağustos 1920 tarihli Sevr andlaşmasına rağmen anlaşmalar çeşitli biçimlerde devam ediyordu. Nitekim Şerif Paşa 20 Aralık 1920’de Bogos Nubar Paşa ile anlaşma yaparak sözde Ermeni ve Kürt anlaşmasının sağlıyordu.
(Dr. Kadir Kasalak T.K.A.E. Milli Mücadele Yıllarında ingiltere’nin Kürt Devleti Kurma Faaliyetleri Ocak 1992 XXX Sayı 347 Sayfa :168)
4- SONUÇ:
Milli Mücadele hareketinin yürütenlerin 1920 yılı sonlarında Ermenilere karşı kazandığı zafer, Kürt sorununun veya İngiliz Limayesinde bir Kürdistan kurulması hayallerinin ortadan kaldırmaya başlamıştır. Mustafa Kemal’in bölgedeki aşiret reislerinin uyararak yerinde tedbirler alması en etkili yöntemlerden olurker, daha sonraki mücadele daha çok Hürriyet ve İtilaf ile İngiliz destekli Kürdistan Teail cemiyeti üzerinde olmuştur. Şurasının da hemen belirtelim ki İngiltere, himayesi altında bir Kürdistan kurarak Irak petrollerinin muhafaza imkanı bulamamış gibi bir duruma düşmüşse de Irak’ın mandaterliğinin üzerine alarak bunun yine gerçekleştirmiştir. Lozan andlaşması sırasında ve Musul meselesi gündeme geldiğinde takındığı tavır yine Kürt meselesinin alevlendirici mahiyette olmuştur. Konunun zamanımıza kadar uzanan problem haline gelmesinde en büyük pay yine İngiltere’nindir. Dün olduğu gibi bugün de Türk vatandaşı olarak Türkiye’de yaşayan Kürtler, İngiltere gibi tahrikçi devletlerin oyunlarına kanmayacak ve Türkiye’de huzur içinde yaşayacaklardır.
(Dr. Kadir Kasalak T.K.A.E. Milli Mücadele Yıllarında ingiltere’nin Kürt Devleti Kurma Faaliyetleri Ocak 1992 XXX Sayı 347 Sayfa :169) turkcetarih.com



Hiç yorum yok:
Yorum Gönder