Emekli Paşa Hasan Iğsız, kızına sahip çıkmıştır.
Elbet ki en doğal hakkıdır, bu kısmını kimse olumlu ya da
olumsuz anlamda eleştiremez.
Ancak olumsuz anlamda eleştirilecek farklı noktaları da göz
ardı etmeyeceğim.
Eleştirim kızının ne söylediği üzerine olmayacağı gibi, beni
de ilgilendiren konu zaten değildir.
Nihayetinde benim, sizin gibi bu ülkenin şimdilik kaydıyla sıradan
vatandaşıdır.
Herkesi şiddet çağrısı içermedikçe fikirlerini açıklamakta
özgürdür, o fikirler şok edici olsa bile.
Bu görüş aynı zamanda "Yargıtay Genel Kurul Kararı"
dır.
Daha bu gün AKit gazetesi, "Eski Orgeneral ihanet bildirisine imza
atan kızını savundu" başlığı atmış.
Fakat, Anayasanın “Suç ve cezalara ilişkin esaslar” kenar başlıklı 38.
maddesinin yedinci fıkrasında, “Ceza sorumluluğu şahsidir” hükmü yer
almaktadır.
Ceza sorumluluğunun şahsiliği ceza hukukunun temel
kurallarındandır. Cezaların şahsiliğinden amaç, bir kimsenin işlemediği bir
fiilden dolayı cezalandırılmamasıdır. Başka bir anlatımla bir kimsenin
başkasının fiilinden sorumlu tutulmamasıdır. Anayasa’nın 38. maddesinde idari
ve adli cezalar arasında bir ayrım yapılmadığından idari para cezaları da bu
maddede öngörülen ilkelere tâbidir. (Anayasa Mahkemesi’nin 15/03/2012 tarih ve
2011/105 E.-2012/38 K. Sayılı kararı)
Yargıtay kararlarında bile, cezanın şahsiliği ilkesine aykırı olduğundan
araç plakalarına kesilen cezalar iptal edilmişken, kendini hukuktan üstün gören,
yargıç sanan bazı medya grupları yazık ki faşizmin bayraktarlığını
yapmaktadırlar.
Tüm bunlara rağmen AKit gazetesi alenen anayasayı çiğnediği halde ve
hedef gösterdiği halde hiç bir savcı tarafından suçlanamaz, dava açılamaz.
Çünkü arkalarındaki güç, aynı şeyleri farklı zamanlarda söylemiştir.
Neyse şimdi Paşa'ya gelelim, kısaca geçmişe göz atalım.
Iğsız Paşa, 18 Mart 2007'de Çanakkale Şehitliğindeki
törende, "bugün bazı kişilerin, insan hakları, barış ve özgürlük gibi
ifadelerin arkasına sığınarak terör örgütünün sözcülüğünü yapıyorlar, anlamak
istemeyenlere bir kere daha açıklıkla ifade ediyorum. Biz bu mücadeleyi sonuna
kadar devam ettireceğiz” diyordu.
Yine aynı Paşa, Genelkurmay Başkanı olacak Bağbuğ'un da
katıldığı 16 Ağustos 2008'de 2. Ordu Komutanlığında yapılan devir teslim
töreninde, "ulusal birlik ve bütünlüğümüze tehdit oluşturmaya devam eden
bölücü terörle mücadelenin yoğunluk kazandığı bir ortamda, sorumluluğumun
ağırlığının bilincinde olarak teslim aldım. Harbe hazır olma ana görevi
yanında, bana tevdi edilen, ülkemizin bütünlüğüne kasteden bölücü terör örgütü
ile mücadele görevimi, bana tanınan geniş inisiyatif çerçevesinde, tam bir
kararlılıkla yürütmeye gayret ettim" diyordu.
Aynı Iğsız Paşa Ağustos 2007’de Diyarbakır Orduevi Orgeneral
Kaya Yazgan Konferans Salonu'nda düzenlenen törende, "Demokrasi, insan
hakları gibi herkesin benimsediği, saygı duyduğu evrensel kavramların içeriğini
çarpıtarak arkasına saklanmaktadır. Bunların cumhuriyetin temel değerleriyle
sorunları vardır. Atatürkçü düşünceyi en büyük engel olarak görmektedir. Ne
yazık ki bu konuda yalnız değillerdir" diyordu.
Iğsız'ın avukatı Murat Ergün, paşa adına şu açıklamayı
yapmış.
Müvekkilim, çocuklarından, kendisinin doğrularına itaat
etmelerini değil inceleyerek, sorgulayarak kendi doğrularını bulmalarını
beklemiş, gelişim ve eğitimlerini bu şekilde almalarını sağlamıştır ve bundan
da hiçbir pişmanlık duymamaktadır. Biliyoruz ki, ülkemizde 'demokrasi', 'insan
hakları', 'düşünce ve ifade özgürlüğü' gibi kavramlar, siyaset yelpazesinin her
kesimi tarafından sıkça kullanılmaktadır.
Söz konusu bildiriye imza atanlara yönelik tepkilerin, bir
eleştiri boyutunu aşıp linç kampanyasına dönüştürülmesi ile bu kavramların ne
kadar aşındığı, içeriklerinin nasıl boşaltıldığı üzüntüyle izlenmektedir. Bu
bağlamda, müvekkilim Emekli Orgeneral Sn. Hasan IĞSIZ adı geçen bildiriye katılmadığını
ve yapılan eleştirilerin önemli bir bölümünü de paylaştığını belirtmekle
birlikte, gösterilen tepkilerin üslup ve boyutunun, farklı düşüncelere
tahammülsüzlüğün geldiği boyut itibarıyla ülkemizdeki demokrasi anlayışına yeni
bir yara eklediğini düşünmektedir."
Bunda analiz edilecek hem çok şey var hem hiç bir şey yok.
Şahsi kanaatime öyle gelmektedir ki Paşa, gerçekten
demokrasiyi ancak emekli olduktan sonra fark etmiş ve özümsemeye çalışmaktadır.
Nitekim üstteki açıklamalarına bakarsak, TSK içinde
bulunduğu dönemde pek de demokrasiden haberi olmamış gibi konuşması ya ne
dediğini bilmezlikten kaynaklıdır ya da TSK'nin o dönemini örtülü olarak, anti-demokrat olarak suçlama
çabası içine girmiştir.
Öyle ya, madem TSK üyesi iken PKK ve yandaşlarının, cumhuriyetin
temel değerleriyle sorunları olan, evrensel kavramların içeriğini çarpıtarak
arkasına saklananlar ve yalnız başlarına olmadıklarının bilincindeyken yaptığı
açıklamalara karşı şimdi, evrensel ilkelerden, akademisyenlerin bildirisinde yapılan
eleştirilerin önemli bir bölümünü paylaşmasından dem vurması, farklı
düşüncelere tahammülsüzlüğün geldiği boyuttan bahsetmesi açıkça ifade etmek
istemem ancak en hafif tabiriyle kendini yalanlamak, geçmişiyle dalga geçmek
anlamı kazanmış olmaktadır.
Aslında Iğsız Paşa'da hapse atılıp çıkan diğer paşa,
gazeteci ve siyasiler gibi gömlek değiştirmiş olduğu açıktır.
Ergenekon bata olmak üzere diğer davalardan tutuklanıp,
içeride bir süre kaldıktan sonra çıkan hemen herkes, örneğin Perinçek, Mustafa Balbay gibi isimler de içerden
çıktıklarında bir anda Cemaat düşmanı kesilmiş, Paralel yapının çökertilmesinde
Erdoğan'ın yanında olduklarını açıklamışlardı.
Ancak bu tip açıklamaları yapan hiç kimse çıkıp da,
"asıl paralel TSK'nın içindedir, bu yapılanlar Türkiye'yi Şeiat devletine
doğru götürmenin planlarıdır" diyememiş, paralel yapı söylemlerini, eskiden
türban kullanımında olduğu gibi kullanmışlardır.
Zira son günlerde yaşadıklarımız, Diyanet'in öz kızına
sulanan babaya cevaz vermesi, TSK'nin askerleri ilahiler eşliğinde yürütmesi
gibi uygulamalar, en sonunda Davutoğlu'nun 8 Ocak 2016 tarihli resmi gazete de
yayımlanan Cuma namazı izniyle nihayete eren Şeriat yapılanmasının, TSK ve
devlet içindeki durumunu gözler önüne sermişti.
Özetle asıl Paralel yapılanma, devletin damarlarının içinde gezmektedir.
Iğsız Paşa'nın görevdeyken bahsettiği ancak şimdilerde
demokrasiyi kalkan yapmasının arkasında yatan gerçeklerden sadece bir kısmıdır,
bu söylenenler ve yaşadıklarımız.
Şeriat devleti olursak ne olur?
Hangi din olursa olsun, devlet yönetiminin içinde nerede hakim
olmuşsa, hangi ülkede hangi din ileri gitmişse, o ülke uçurumun tam da dibine
batmıştır.
Unutmayın ki tüm dünyada Emperyalizm, iki şey üzerinden
operasyon yapmakta ve başarılı olmaktadır.
Biri din temelli siyaset, diğeri etnik temelli siyasettir.
Yazık ki İslam dünyası ve Türkiye'nin düştüğü tuzağın görüntüleri artık alışılmışlık
yarattığı için, içinde bulunduğumuz uçurumun, felaketin artık farkında değiliz.
1.400 yıl evvel, yaşayıp yaşamadığı bile kanıtlanamayan
birinin din diye getirdiği şeyler, Arapçayı kutsallaştırmak, sadece ve sadece bizi
ölümün eşiğine getirmiştir.
Bu eşik tam 77 yıldır burnumuzun dibine yavaşça
yaklaştırılmıştır.
Örneğin 1960 Cuntasının Kemalist devrim olduğunu sanan
saflar, hala içimizde ve bunu söyleme küstahlığını sergileyebilirken, 1960
Cuntasıyla beraber Said Nursi'nin (Nurculuk
akılmalarının) nasıl hız kazandığını görmezden gelir ya da söyleyemezler.
O nedenle bu günkü TBMM, tarikatlar parlamentosu hüviyetine
bürünmüştür.
Şimdilerde ülkemizin Doğu'sunda onun adına okullar açılıyorsa,
sokak isimlerinin değiştirilmesi yasal olarak serbestleşiyorsa, insanımız
ekonomiden, bilimden, ahlaktan yoksunlaştırılıyor ve tüm bunlar özgürlük olarak
sunuluyor, tecavüzler mahkemelerce kutsanıyorsa artık ne Iğsız paşanın ne de
başkalarının hiç bir değeri kalmamıştır.
Gazi Mustafa Kemal'in, "Ya istiklal ya ölüm… İşte
halâs-ı hakiki isteyenlerin parolası bu olacaktır" vasiyetini yazık ki iç
ve dış düşmanlar şiar edinip, kendi çocuklarımıza unutturduğumuz için biz
kaybetmiş, onlar kazanmıştır.
Bundan sonra geçerli olan söylem, "gemisini kurtaran
kaptandır" olmuştur.
Daha evvel Anne-Babalar,
çocuklarınıza sahip çıkın, geleceğimize yazık etmeyin. Misyonerleri durdurun dedim ama kimse aldırmadı.
Artık Millete şahsi tavsiyem, "Ülkeni
ve çocuklarını korumak istiyorsan Arapçadan uzak tut" demek olacaktır.
17.01.2016
A. Dursun
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder