17 Ocak 2016 Pazar

Emekli Paşa Hasan Iğsız, kızına sahip çıkmıştır, ancak...!




Emekli Paşa Hasan Iğsız, kızına sahip çıkmıştır.

Elbet ki en doğal hakkıdır, bu kısmını kimse olumlu ya da olumsuz anlamda eleştiremez.



Ancak olumsuz anlamda eleştirilecek farklı noktaları da göz ardı etmeyeceğim.

Eleştirim kızının ne söylediği üzerine olmayacağı gibi, beni de ilgilendiren konu zaten değildir.

Nihayetinde benim, sizin gibi bu ülkenin şimdilik kaydıyla sıradan vatandaşıdır.

Herkesi şiddet çağrısı içermedikçe fikirlerini açıklamakta özgürdür, o fikirler şok edici olsa bile.

Bu görüş aynı zamanda "Yargıtay Genel Kurul Kararı" dır.

Daha bu gün AKit gazetesi, "Eski Orgeneral ihanet bildirisine imza atan kızını savundu" başlığı atmış.

Fakat, Anayasanın “Suç ve cezalara ilişkin esaslar” kenar başlıklı 38. maddesinin yedinci fıkrasında, “Ceza sorumluluğu şahsidir” hükmü yer almaktadır. 

Ceza sorumluluğunun şahsiliği ceza hukukunun temel kurallarındandır. Cezaların şahsiliğinden amaç, bir kimsenin işlemediği bir fiilden dolayı cezalandırılmamasıdır. Başka bir anlatımla bir kimsenin başkasının fiilinden sorumlu tutulmamasıdır. Anayasa’nın 38. maddesinde idari ve adli cezalar arasında bir ayrım yapılmadığından idari para cezaları da bu maddede öngörülen ilkelere tâbidir. (Anayasa Mahkemesi’nin 15/03/2012 tarih ve 2011/105 E.-2012/38 K. Sayılı kararı)





Yargıtay kararlarında bile, cezanın şahsiliği ilkesine aykırı olduğundan araç plakalarına kesilen cezalar iptal edilmişken, kendini hukuktan üstün gören, yargıç sanan bazı medya grupları yazık ki faşizmin bayraktarlığını yapmaktadırlar.

Tüm bunlara rağmen AKit gazetesi alenen anayasayı çiğnediği halde ve hedef gösterdiği halde hiç bir savcı tarafından suçlanamaz, dava açılamaz.

Çünkü arkalarındaki güç, aynı şeyleri farklı zamanlarda söylemiştir.

 
Neyse şimdi Paşa'ya gelelim, kısaca geçmişe göz atalım.

Iğsız Paşa, 18 Mart 2007'de Çanakkale Şehitliğindeki törende, "bugün bazı kişilerin, insan hakları, barış ve özgürlük gibi ifadelerin arkasına sığınarak terör örgütünün sözcülüğünü yapıyorlar, anlamak istemeyenlere bir kere daha açıklıkla ifade ediyorum. Biz bu mücadeleyi sonuna kadar devam ettireceğiz” diyordu.

Yine aynı Paşa, Genelkurmay Başkanı olacak Bağbuğ'un da katıldığı 16 Ağustos 2008'de 2. Ordu Komutanlığında yapılan devir teslim töreninde, "ulusal birlik ve bütünlüğümüze tehdit oluşturmaya devam eden  bölücü terörle mücadelenin yoğunluk kazandığı bir ortamda, sorumluluğumun ağırlığının bilincinde olarak teslim aldım. Harbe hazır olma ana görevi yanında, bana tevdi edilen, ülkemizin bütünlüğüne kasteden bölücü terör örgütü ile mücadele görevimi, bana tanınan geniş inisiyatif çerçevesinde, tam bir kararlılıkla yürütmeye gayret ettim" diyordu.

Aynı Iğsız Paşa Ağustos 2007’de Diyarbakır Orduevi Orgeneral Kaya Yazgan Konferans Salonu'nda düzenlenen törende, "Demokrasi, insan hakları gibi herkesin benimsediği, saygı duyduğu evrensel kavramların içeriğini çarpıtarak arkasına saklanmaktadır. Bunların cumhuriyetin temel değerleriyle sorunları vardır. Atatürkçü düşünceyi en büyük engel olarak görmektedir. Ne yazık ki bu konuda yalnız değillerdir" diyordu.


Iğsız'ın avukatı Murat Ergün, paşa adına şu açıklamayı yapmış.

Müvekkilim, çocuklarından, kendisinin doğrularına itaat etmelerini değil inceleyerek, sorgulayarak kendi doğrularını bulmalarını beklemiş, gelişim ve eğitimlerini bu şekilde almalarını sağlamıştır ve bundan da hiçbir pişmanlık duymamaktadır. Biliyoruz ki, ülkemizde 'demokrasi', 'insan hakları', 'düşünce ve ifade özgürlüğü' gibi kavramlar, siyaset yelpazesinin her kesimi tarafından sıkça kullanılmaktadır.

Söz konusu bildiriye imza atanlara yönelik tepkilerin, bir eleştiri boyutunu aşıp linç kampanyasına dönüştürülmesi ile bu kavramların ne kadar aşındığı, içeriklerinin nasıl boşaltıldığı üzüntüyle izlenmektedir. Bu bağlamda, müvekkilim Emekli Orgeneral Sn. Hasan IĞSIZ adı geçen bildiriye katılmadığını ve yapılan eleştirilerin önemli bir bölümünü de paylaştığını belirtmekle birlikte, gösterilen tepkilerin üslup ve boyutunun, farklı düşüncelere tahammülsüzlüğün geldiği boyut itibarıyla ülkemizdeki demokrasi anlayışına yeni bir yara eklediğini düşünmektedir."

Bunda analiz edilecek hem çok şey var hem hiç bir şey yok.

Şahsi kanaatime öyle gelmektedir ki Paşa, gerçekten demokrasiyi ancak emekli olduktan sonra fark etmiş ve özümsemeye çalışmaktadır.

Nitekim üstteki açıklamalarına bakarsak, TSK içinde bulunduğu dönemde pek de demokrasiden haberi olmamış gibi konuşması ya ne dediğini bilmezlikten kaynaklıdır ya da TSK'nin o dönemini  örtülü olarak, anti-demokrat olarak suçlama çabası içine girmiştir.

Öyle ya, madem TSK üyesi iken PKK ve yandaşlarının, cumhuriyetin temel değerleriyle sorunları olan, evrensel kavramların içeriğini çarpıtarak arkasına saklananlar ve yalnız başlarına olmadıklarının bilincindeyken yaptığı açıklamalara karşı şimdi, evrensel ilkelerden, akademisyenlerin bildirisinde yapılan eleştirilerin önemli bir bölümünü paylaşmasından dem vurması, farklı düşüncelere tahammülsüzlüğün geldiği boyuttan bahsetmesi açıkça ifade etmek istemem ancak en hafif tabiriyle kendini yalanlamak, geçmişiyle dalga geçmek anlamı kazanmış olmaktadır.

Aslında Iğsız Paşa'da hapse atılıp çıkan diğer paşa, gazeteci ve siyasiler gibi gömlek değiştirmiş olduğu açıktır.

Ergenekon bata olmak üzere diğer davalardan tutuklanıp, içeride bir süre kaldıktan sonra çıkan hemen herkes, örneğin Perinçek,  Mustafa Balbay gibi isimler de içerden çıktıklarında bir anda Cemaat düşmanı kesilmiş, Paralel yapının çökertilmesinde Erdoğan'ın yanında olduklarını açıklamışlardı.

Ancak bu tip açıklamaları yapan hiç kimse çıkıp da, "asıl paralel TSK'nın içindedir, bu yapılanlar Türkiye'yi Şeiat devletine doğru götürmenin planlarıdır" diyememiş, paralel yapı söylemlerini, eskiden türban kullanımında olduğu gibi kullanmışlardır.

Zira son günlerde yaşadıklarımız, Diyanet'in öz kızına sulanan babaya cevaz vermesi, TSK'nin askerleri ilahiler eşliğinde yürütmesi gibi uygulamalar, en sonunda Davutoğlu'nun 8 Ocak 2016 tarihli resmi gazete de yayımlanan Cuma namazı izniyle nihayete eren Şeriat yapılanmasının, TSK ve devlet içindeki durumunu gözler önüne sermişti.

Özetle asıl Paralel yapılanma, devletin damarlarının içinde gezmektedir.

Iğsız Paşa'nın görevdeyken bahsettiği ancak şimdilerde demokrasiyi kalkan yapmasının arkasında yatan gerçeklerden sadece bir kısmıdır, bu söylenenler ve yaşadıklarımız.

Şeriat devleti olursak ne olur?

Hangi din olursa olsun, devlet yönetiminin içinde nerede hakim olmuşsa, hangi ülkede hangi din ileri gitmişse, o ülke uçurumun tam da dibine batmıştır.

Unutmayın ki tüm dünyada Emperyalizm, iki şey üzerinden operasyon yapmakta ve başarılı olmaktadır.

Biri din temelli siyaset, diğeri etnik temelli siyasettir.

Yazık ki İslam dünyası ve Türkiye'nin düştüğü  tuzağın görüntüleri artık alışılmışlık yarattığı için, içinde bulunduğumuz uçurumun, felaketin artık farkında değiliz.

1.400 yıl evvel, yaşayıp yaşamadığı bile kanıtlanamayan birinin din diye getirdiği şeyler, Arapçayı kutsallaştırmak, sadece ve sadece bizi ölümün eşiğine getirmiştir.

Bu eşik tam 77 yıldır burnumuzun dibine yavaşça yaklaştırılmıştır.
Örneğin 1960 Cuntasının Kemalist devrim olduğunu sanan saflar, hala içimizde ve bunu söyleme küstahlığını sergileyebilirken, 1960 Cuntasıyla beraber Said Nursi'nin  (Nurculuk akılmalarının) nasıl hız kazandığını görmezden gelir ya da söyleyemezler.



O nedenle bu günkü TBMM, tarikatlar parlamentosu hüviyetine bürünmüştür.



Şimdilerde ülkemizin Doğu'sunda onun adına okullar açılıyorsa, sokak isimlerinin değiştirilmesi yasal olarak serbestleşiyorsa, insanımız ekonomiden, bilimden, ahlaktan yoksunlaştırılıyor ve tüm bunlar özgürlük olarak sunuluyor, tecavüzler mahkemelerce kutsanıyorsa artık ne Iğsız paşanın ne de başkalarının hiç bir değeri kalmamıştır.

Gazi Mustafa Kemal'in, "Ya istiklal ya ölüm… İşte halâs-ı hakiki isteyenlerin parolası bu olacaktır" vasiyetini yazık ki iç ve dış düşmanlar şiar edinip, kendi çocuklarımıza unutturduğumuz için biz kaybetmiş, onlar kazanmıştır.

Bundan sonra geçerli olan söylem, "gemisini kurtaran kaptandır" olmuştur.


Artık Millete şahsi tavsiyem, "Ülkeni ve çocuklarını korumak istiyorsan Arapçadan uzak tut" demek olacaktır.

17.01.2016

A. Dursun

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder