Daha evvel de, Ertuğrul dizisi için düşüncelerimi iki
başlıkta açıklamıştım.
Şimdi yine açıklama gereği hasıl olmuştur.
Ertuğrul dizisinde oynayanlara sözüm yok, elbet ki senaryo
neyse onu oynuyorlar.
Sözüm senaryoyu oluşturanlaradır.
Elbet ki bir dizidir, bir belgesel veya akademik bir
kaynakmış gibi tarihsel gerçekleri olduğu gibi vermesini bekleyemezsiniz.
Lakin işin ucu, milletin inançlarına, gelenek ve
göreneklerine dokunuyorsa, orada itirazımızı yapacağız.
Nihayetinde dizide konuşturulan Muhyiddin İbn-i Arabi,
tarihsel bir kişiliktir.
Öyleyse Arabi'ye biçilen rolün de tarihsel gereklere uygun
olması gerekir zira işin içinde inanç sistemleriyle oynamak, kurgulamak, bozmak
söz konusudur.
Muhyiddin İbn-i Arabi'nin konuşmanın girişinde bahsettiği
kişi Ebu Süfyan Sahr bin Harb bin Ümeyye dir.
Halk arasında Ebu Süfyan diye bilinen tarihsel kişilik, Dârünnedve’de
toplanarak Muhammed’in öldüm emrini verenlerden
ve Bedir Savaşı'na neden olan biridir.
Ebu Süfyan, Uhud Savaşı’na komuta ederek Muhammed'in amcası Hamza’nın,
Vahşi Bin Harp (Künyesi Ebu Desme/Ebû Harb (Vahşî b. Harb el-Habeşî) denen
adama öldürülmesinin de sorumlusudur.
Nedenlerini uzatmadan geçiyorum.
Senaryo gereği Arabi konuşmaya başlıyor ve şu sözleri çok
dikkat ekicidir.
"Başı secde eder gibi devenin boynuna yapışmış, şükrederek gidiyordu.
Allah resulü, o büyük fethi kendisinden bilmedi, mütevazi
bir halde Mekke'nin sokaklarında ilerleyerek şükretti.
Emir buyurdu ki, Ebu Süfyan'ın evine
giren güvendedir, silahını bırakıp evine giren emniyettedir. Kâ'be'ye sığınan güvendedir."
Salt bu son sözü söyleyebilmek için evvelinde bazı
doğrularla birleştirip, süslü, hamaset dolu bir giriş yapıyor.
Kâ'be'ye sığınanın güvende olduğunu kim söylüyormuş, bir kez
daha dikkat edin, videoyu geri sarın bakalım.
Dikkat ederseniz devenin üzerinde giderken emir buyuruyor.
Tarihsel olarak İmrân (Amram), Miryam, Musa ve Harun
peygamberlerin babası sayılmaktadır.
Kur'an burada bazı çelişkiler içine düşmüş görünse dahi
konumuz bu olmadığından uzatmayacağım.
Doğrudan " Kâ'be'ye sığınan güvendedir" sözünün asıl
kaynağını vereyim.
Lakin, "Ebu Süfyan'ın evine giren güvendedir" sözünü
de mutlaka anımsayarak okuyun.
3/ÂLİ İMRÂN-97: fihi(orada), makamu ibrahim(İbrahim'in
makamı), hiccu el beyti(Kâ'be/beyt'i hac), men dahalehu(oraya kim girerse),
kane amina(emniyette/kurtuluşta olur)
Demek ki neymiş?
Senaryonun dediği gibi Muhyiddin İbn-i Arabi'nin bunu
söylemesi mümkün değilmiş.
Çünkü İslam düşmanı birinin evine girmenin güvende
olmasıyla, Kâ'be'ye giren birinin güvende olmasını aynı cümle içinde
kullanarak, sanki Allah sözü (ayet) gibi algılatma operasyonu vardır.
Yani, Erdoğan'ın yeni peygamber hatta Allah olarak
(vasıflarını üzerinde toplamasıyla) algılatılması ve KaçAK Saray'a girenin de
güvende olacağı beyinlere çakılmaktadır.
Alenen biat kültürünü gizlice zihinlerimize çakmaktadırlar.
Yarın çıkıp Kur'an buna işaret etmişti, 48/FETİH-10'da
yubâyiûneke (sana tâbi olan), yubayiunallah (Allah'a tâbi olur) ayeti, bu günleri
anlatıyor derler ve Erdoğan'a biatin Allah'a biat olduğunu söylemenin
hazırlığını yapmadıklarını kim iddia edebilir?
Nihayetinde Erdoğan'ı önce Peygamber sonra Allah ilan
etmelerinin amacı ve Erdoğan'ın buna sessiz kalmasının açıklaması ne olabilir
ki?
Aklı yeten varsa lütfen izah etsin de anlayalım.
Ancak İslam tarihini ve diğer dinler tarihini bilmeden dizi
yapmak, nedense gelenek olmuştur.
Bunu en iyi bilenlerden birinin de Ahmet Davutoğlu olması
gerekmektedir.
Neden gerekmektedir, onu kendisi biliyordur.
Bu nedenle Davutoğlu'nun şu sözünü anımsatarak, bu rezalete
dur demesini istiyorum.
"Hz. Peygambere hakarete izin vermeyiz, Kur'an'a
hakaret eden beni karşısında bulur" sözlerin eğer boş değilse buyur,
göreve davet ediyorum.
KaçAK Saray'da Tilâvet vererek, millete Müslüman görünmekle,
gerçek ihanete sessiz kalmanın arasındaki uçurumu millet görmelidir.
On binlerce din adamı çıkıp tek kelime edememiştir.
Her lafta besmele çekmeyi biliyorsunuz, Allah'ın 99 ismini
biliyorsunuz da, Kur'an-ı Kerim ne demiş onu mu bilmiyorsunuz, yoksa başka kitaptan
mı feyiz alıyorsunuz?
Bu soruların yanıtını millete acilen vermeye mecbursunuz,
millet de bunların hesabını sormaya mecburdur.
Aksi halde halkı şirke davet edenlere karşı susanlar, dilsiz
şeytandır, biline...
Gördüğünüz üzere, Ertuğrul dizisinde Kur'an da ki ayetleri
Muhammed'in yazdırdığı söylenerek hem Peygamberlerine hem de Kur'an'a hakaret
edilmiştir.
İşin başka boyutu da Türk kültür ve gelenekleri açıkça
aşağılanarak, Arap kültürünü üstün kılma çabaları bir psikolojik harekat olarak
uygulanmaktadır.
İzlencenin son kısmında evli birinin yeniden evlenmesi
konusu gündeme getiriliyor.
Tamamen Türk kültüründe, örf ve ananelerinde olmayan,
tamamen cahiliye Arapları döneminde olan bir uygulamayı Türk halkına montaj
etmenin psikolojik savaşı veriliyor.
Elbet ki bu boşanmadan pişmanlık duyulacak olur da yeniden
aynı eşle evlenmeye kalkılırsa işin içine bu kez de hülle girecek.
Zira bir hayli zamandır Hüllene Sahip Çık söylemiyle
başlatılan, boynuzlama çabalarını, bu millete din diye yutturma operasyonları
da başlamıştı.
Halk elbet ki İslam hukukçusu değildir, o nedenle İslam
Hukuku Boşanma Sistemi'ni bilemez.
Sadece İslam değil, diğer dinlerde de durum budur, hiç bir dindar kendi kutsal metinlerindeki evlenme, boşanma gibi kavramları bilmez.
Kutsal metinlerde kadınlar, kızlar, evlenme, boşanma hakkında toplum cahil durumdadır.
Çünkü insanların işi, kutsal sanılan metinlere göre
davranmak değil, güncel gerçeklere göre davranmaktır.
Ancak AKP hükümeti eliyle Türk halkı gerçeklerden koparılıp
hayal ötesi dünyalarda yaşatılmak, dünyadan kopartılmak istenmektedir.
Böylece yönettiğini sananlar, dilediğince çiftliklerinde at
koşturma alanı yaratmış olacaklardır.
Gelelim dizideki konuşmalara.
Adam, "karım razıysa onu boşamayacağım, yok değilse
kendi bilir" diyor.
Örneğin 2/BAKARA-231'de, lâ tumsikûhunne dırâran(zarar
vererek onları tutmayın) demekte ve âyâtillâhi huzuvâ(Ayeti alay konusu
etmeyin) emri vermektedir.
Ancak dizide alenen alay konusu yapılmakta olduğu açıktır.
Ayrıca 4/NİSÂ-20'de, zevcin mekâne zevcin(eşin yerine eş
almak) isterseniz diyor, buhtânen, ismen mubînâ(iftirayla, açık günah) içinde
olmayın diyerek, bunun yanlış olduğunu beyan etmektedir.
Her ne kadar mehir konusuna işaret ediyorsa dahi, aslında
boşanmadan Allah'ın hoşlanmadığını da belirtmektedir.
Zira normalde de bir insan eşinden boşanması için ya ailede
huzur bozuculuğu elden bırakmıyor ya da fuhşa meyilli olması gerekir diye
şahsen düşünüyorum.
Bunun dışında, bir kandınla anlaşamayan erkek sanırım
haklılık iddiasında bulunamaz.
Nitekim 2/BAKARA-229'da talâku(talâk-boşaman), merratâni(iki
kere) diyerek bi ma'rûfin(örf/adete uygun) ve
ihsânin tesrîhun(en güzel biçimde serbest bırakın) demektedir.
Yani evli kalınmaması tavsiyeden öte, emir olarak
algılanmalıdır.
Örneğin 41/FUSSİLET-43'de geçen leke(sana) ifadesinden, bu
kişinin Peygamber Muhammed olduğunu anlıyoruz.
Zira devamında min kablik(senden evvelki), lir
rusuli(resullere) ifadesi, leke anlamının doğrudan Muhammed'e söylendiğinin
açık delilidir.
Öyleyse 33/AHZÂB-52'deki, min ba'du(bundan gayrı), nisâu en
tebeddele(kadın değiştirmek), leke(sana/Peygambere), lâ yahıllu(helâl olmaz)
emri, beni kapsamaz diyebilir misiniz?
Peki, Peygamberine tanınmayan bir hak nasıl olur da ümmetine
tanınmış olsun?
Peygamber de kimmiş, biz ondan üstünüz derseniz elbet ki
size değil ikinci eş, 52. eş bile artık helal olur.
Bu da içimizdeki Musa'nın çocuklarından başkasını
sevindirmez.
Daha açık ve net söylemek gerekirse Evlileri evlendirmek Allah’a
isyandır.
Nitekim videonun sonuna doğru, boşanmayla karşı karşıya
kalan, "ben ne yapacağım, o kadınla aynı döşeğe girmesine gönüm nasıl razı
olacak" ifadeleriyle, İslam hukukuna göre erkeğin 2. eş alması konusundaki
konuşmaları alenen şirktir.
Hele de annenin, boşanma olmadan üzerine kuma getirilecek
kadına yaptığı telkin konuşması, ne İslam'a ne de Türk ahlak ve geleneklerine
uygun değildir.
Söylemek istediklerimden herkes işine gelen anlasın,
gelmeyen "durmak yok, yola devam "desin.
Sonuçta ahlak anlayışının ne dine ne kültüre ne de zevke
göre farklı yorumları olamaz.
Ahlak, bir toplumun bozulan değerleri olmaya başlamışsa,
orada ne Allah ne peygamber ne de kul çaresizlikten kurtulamaz.
Ülke bitirildi, ahlak bitirildi, yolsuzluk ekonomisi aldı
başını gitti, emekli, işçi, mamur, esnaf telef oldu, çiftçi bitti, ülkede
hayvancılık kalmadı ama tüm bu rezaletlerin örtüsü olarak kullanılan İslam'da
elden çıkmış durumda.
İnanç bağlamında AKP aslen tam da benim istediklerimi
yapıyor ancak ülkeye yazık oluyor, kazanımlarımız çalınıyor, sadece ona üzülmekteyim.
Yoksa AKP varsın dilediğini yapsın, ta ki İslam tamamen bitirilene
kadar, bence sakıncası da zaten yok.
Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır. Hz. Ali
Yukarıda söylediklerimin tamamını aşağıdaki başlıklarda
ispatlarıyla beraber yazmıştım.
14.01.2016
A. Dursun

Baştan sona safsatalardan ibaret yazılarınız var sayın yazar. Seküler laik ideolojiniz ile ne tarihi anlayabiliyorsunuz, ne din'i, ne de kültür'ü. Yüz yıllık yalan yalan yanlış kirli propagandalar. Ayrıca hiçbir felsefi derinliği yok. Ucuz, ideolojik siyaset.Din adına konuştuğunuz şeyler de seküler antropolojik ve katı bilimci dogmatikler. Bunların hiçbir düzeltilecek yeri yok. Basit modern bir insan kurgususunuz bayım, o kadar.
YanıtlaSil