4 Ocak 2016 Pazartesi

Hileli gıda az bile, inançlarının gereği ölen ebeveynlerinin beyinlerini yemek...

Ölümü gösterip, sıtmaya razı etmek.

Evet, ülkemizin sağlık alanında yaşadığı sıkıntı belki de bu ifadeyle özetlenebilir.
Anlı, şanlı Tarım Bakanlığımız hileli gıda üretenleri  teşhir etmiş.

İyi etmiş.

Olumlu bir şey yapan kimi eleştirmişiz ki?

Bunu elbet önemsiyor, devamının da gelmesini diliyorum.

Ancak, bakanlık bir çok konuda sınıfta kalmıştır.

Madem konu açıldı, içimizdekileri aktaralım.

TV'lere, yazılı basında bir çok reklam görüyoruz.

Reklam alanlar açısından sıkıntı görmüyorum.

Örneğin gıda takviyesi adı altında satılan ürünlere bakacak olursak reklam alanlar açısından bunların reklamdaki söylemlerine uygunluğunu denetleyecek laboratuarlarının olması mümkün olmayacağına göre onlar açısından sorumlu tutulma diye bir şey söz konusu olamaz, sonuçta onlar ticari kuruluşlar olarak reklam alıyorlar.

Piyasada bahsi geçen bir çok ürüne baktığınızda tarım bakanlığı onayı görüyorsunuz.

Oysa insan sağlığını doğrudan ilgilendiren konularda tarım bakanlığı değil sağlık bakanlığı onayı aranması gerekirken bu yapılmamakta, bununla ilgili yasal düzenleme de bulunmamaktadır.

Gerekçe basittir, tarım bakanlığına bu onay verilirse, sağlıkçı ekip ellerinde olmadığından sadece vergi açısından kaçak var mıdır kısmına bakılması yeterli gören bir zihniyetle karşı karşıyayız.

Nitekim RTE'de "Türkiye'yi bir şirket gibi yönetmeyi, ülkesini pazarlamakla mükellef olduğunu" defaten açıklamış, bunları yazmıştık.

Bu durum aslında yasadışı da değildir.

Çünkü TCK'nın temeli insan değil maddi unsur üzerine tesis edildiğinden, cana değil, mala verilen zararları önemseyen ceza yasamız mevcut olup tasamız mevcut değildir.

Tarım bakanlığı, kendisini ilgilendiren alanlardan birinde  30.12.2015 tarihi itibariyle, "piyasa gözetimi ve denetimi kapsamında 2015 yılında 724 bin 379 resmi kontrol gerçekleştirilmiştir" şeklinde kendi resmi sayfasında bir haber paylaşıyor.

Yazıda şöyle deniyor.

Bu kapsamda resmi kontroller sonucunda:

Laboratuar sonucuyla taklit veya tağşiş yapıldığı kesinleşen gıda ve yemi üreten/ithal eden firmanın adı, ürün adı, markası, parti ve/veya seri numarası.

Kişilerin hayatını ve sağlığını tehlikeye düşürecek şekilde bozulmuş, değiştirilmiş gıdaları üreten ve/veya satan firmanın adı, ürün adı, markası, parti ve/veya seri numarası." kamuoyuna açıklanmaktadır.

Bakanlık ilgili kurum ve ürünleri pdf dosyası olarak sunmuş ve açıklamış. 
Dosyayı indirip baktığınızda, bazı markaların nasıl hile yaptıkları ortaya çıkmış.

Buraya kadar iyi, destekliyor daha ötesi teşekkür ediyoruz.

Ancak bakanlığın ilgi alanına girdiği halde nedense GDO açısından bir denetim yapmadığı ortaya çıkıyor.

Genetiği değiştirilmiş organizma (GDO) ların, çocuklarımızın, bizlerin ve gelecek nesillerin üzerinde ölüm ürettiğini, kısırlaştırdığını, genç yaşta yaşanan kanser patlamalarını artık sağır sultan bile duydu.

Yazık ki yetkililer duymazdan gelmekten öte, buna karşı bir şey yapmanın yanlış olacağını savunmaktadırlar.

Diyeceksiniz ki, savunduklarını nereden üretiyorsun?

Çok basit.

Bunu, bakanlık kendi sitesinden açıklıyor.

İşte ispatı.

GDO'LU GIDALARIN ETİKETLENMESİ

"Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerine Dair Yönetmelik" in "Gıdaların etiketlenmesi" başlıklı 18nci maddesinde Yönetmelik kapsamında yer alan gıdaların Bakanlık tarafından belirlenen eşik değerin (%0,9) üzerinde onaylanmış GDO'dan elde edilmiş olması veya onaylanmış GDO'dan elde edilmiş bileşen içermesi veya GDO içermesi veya GDO'dan oluşması durumunda Türk Gıda Kodeksinde yer alan gerekliliklere ilave olarak etiketlemenin nasıl yapılacağı ile ilgili hususlar yer almaktadır.
Ancak Biyogüvenlik Kurulu tarafından bugüne kadar gıda amaçlı olarak onay verilmiş bir gen bulunmadığından ve bu sebeple piyasada bulunan tüm gıdalar GDO'suz olduğundan, gıdaların etiketlerinde GDO bulunmadığına dair bir ifadenin yer alması şu an için uygun görülmemektedir. tarim.gov.tr

Yani "halt yemenin Arapçası" demek tam da bu demektir.

Bir kere sen sağlık bakanlığı değilsin, senin insan sağlığını ticaret gibi algılaman normaldir.

Sağlıktan sorumlu olan bakanlık ise zaten üzerinde asla bu tür konularda alınganlık bile hissetmemektedir.

Ama adı "Sağlık Bakanlığı"dır.

Örneğin; BİYOGÜVENLİK KANUNU çıkarılmıştır ama tam evlere şenlik bir kanundur.

Zaten AKP'nin en iyi yaptığı şey, camilerden imamları toplayıp, insan ve sağlığını ilgilendiren yerlerin başına atamasını yapmak, çıkartılan yasaların da bu türlerin ellerinden çıkmasını sağlamak, hatalı durumlardaysa, "yanlış anlaşıldık" takıyyesiyle milletin ırzına geçmektir.

Nitekim en az 120 kez çıkarttıkları yasaları iptal edip yeniden, yeniden, yeniden düzenlemişlerdir.

Bu rakam benim takip edebildiklerimdir, belki daha fazla sayıda değiştirilmiştir.

Bunlardan hepimizin akında kaldığına inandığımıysa, TSK mensuplarını içeri tıkabilmek için, "yargıçların verdikleri hatalı kararların tazminatlarını devlet öder" şeklinde yasa çıkartmışlardı.

Daha sonra ipin ucu 17-25 Aralık ile RTE'ye dayanınca bu yasa eski şekline çevrilerek, "yargıçların verdikleri hatalı kararların tazminatlarını kendileri öder" şeklinde değiştirmişlerdi.

Ne oldu peki?

Milletim çocukları göz göre göre GDO'lu ürünlerle kansere yakalandı ve üstelik kanser ilaçlarının çoğunu devlet karşılamıyor bile.

Ama Milletvekillerinin aile hatta sülale boyu sağlık harcamalarını, hatta mutluluk çubuğu paralarını bile karşılamaktadır, daha ötesi bir haberde, Milletvekilinin biri, karısına prostat ameliyatı yaptırıp parasını aldığı haberlere geçiyordu.

Bir haberi anımsayalım.

19 Ekim 1996 Takvim, Milletvekiline mutluluk çubuğu. ANAP'lı Muhyeittin Mutlu, mutluluk çubuğu taktırarak faturasını millete ödetmeye kalktı.

Meclis bütçesinden ödenen parayla bacaklarındaki selülitleri aldıran hanımefendiler; kendisine mutluluk çubuğu taktıran milletvekilleri; bir sağlık bahanesi uydurup çok konforlu hastanelere yatarak tatil yapan milletvekilleri ve PKK militanını kendi oğlu imiş gibi gösterip devlet bütçesinden tedavi ettiren ahlak düşkünleri sadece birkaç örnektir. Hürriyet
 

500 mutluluk çubuğu ameliyatına giren Dr. Neslihan İskit  işe, "Avut ve milletvekillerinin yanı sıra tarlada çalışan hastalar da hastamız oldu. Hiçbirinin sorununu anlatırken sıkıldıklarını görmedim. Onlara bunun bir kalp rahatsızlığıymış gibi doğal bir şey olduğunu izah ettim hep ve elimden geldiğince rahatlatmaya çalıştım" diyerek bunu teyit ediyordu.


Neyse, konuyu fazla dağıtmadan, sormak isterim.

Tarım bakanlığı neden GDO'lu ürünleri önemsemiyor?

Çıkartılan BİYOGÜVENLİK KANUNU'ndaki ifadelerde şunlar var.


MADDE 2 – (1) Bu Kanunun uygulanmasında;

                a) Ayırt edici kimlik: Her bir GDO için taşıdığı her bir genin kodunu da içeren nümerik ve alfa nümerik bir kodlama sistemini,

                b) Bakan: Tarım ve Köyişleri Bakanını,

                c) Bakanlık: Tarım ve Köyişleri Bakanlığını,

(3) Veteriner tıbbî ürünler ile Sağlık Bakanlığınca ruhsat veya izin verilen beşeri tıbbî ürünler ve kozmetik ürünleri bu Kanun kapsamı dışındadır.

(2) Kurul, Bakanlıkça dört, Çevre ve Orman Bakanlığınca iki, Sağlık Bakanlığınca bir, Sanayi ve Ticaret Bakanlığınca bir ve Dış Ticaret Müsteşarlığınca bir üye olmak üzere, üç yıllık süre için, ilgili bakanlar tarafından belirlenen toplam dokuz üyeden oluşur. Bakanlıkça seçilecek üyelerden birinin üniversite, diğerinin ise meslek örgütleri tarafından gösterilen adaylar arasından seçilmesi zorunludur. Kurul Başkanı, Bakan tarafından belirlenir. Kurul Başkanı yokluğunda yerine vekalet etmek üzere bir üyeyi tayin eder. BİYOGÜVENLİK KANUNU ve Eleştirisi.rar



Düşünebiliyor musunuz?

Bu gün yaşayanları, gelecekte yaşayanları, torunlarımızın torunlarına kadar sirayet edecek, kısırlaştırılmış nesiller ve kanser vakalarını ilgilendiren konuda sağlık bakanlığı ortada yok bile.

Üstelik Üniversite gibi bilimsel çalışmaların yapıldığı yerlerden sadece bir kişinin atanmasını zorunlu tutmuşlar.

Neden?

Çünkü diğerlerini camilerden toplayacaklar da onun için.

Bizde bilime ne gerek var ki?

Dünyada gelişmeler bizden çok farlı olmaktadır. 
Dün (03.01.2016) Van TV'de bir belgesel izliyordum.

Konusu aşılarla ilgiliydi.
Çocuk felci, çiçek vs...gibi aşılardan bahsederken ayaklar üzerinde duramayan bir çocuğun görüntüsünde konuşan şöyle diyordu.

"Bu çocuk, inançları gereği ölen ebeveynlerinin beynini yediği için hasta olmuş" diyordu.
 
Kuru Hastalığı
Kuru Hastalığı, Avustralya'nın kuzeyinde yer alan Papua Yeni Gine'de yaşayan yerli bir kabilenin ölülerinin ayinleri sırasında, ölünün ruhunun yeniden canlanacağına inanarak beyin ve iç organlarını yemeleri sonucu bu hastalık ortaya çıkmaktadır. Bazılarına göre de yam yam hasatlığı olarak adlandırılmaktadır.

Videosunu izlemek için...
 
Sadece Papua Yeni Gine görülen kuru hastalığının muhtemel sebebinin de cenazenin beyin ve iç organlarının yenmesiyle meydana getirdiği görüşü ağır basmaktadır. Kuru hastalığı ender görülen ölümcül bir sinir sistemi hastalığıdır. Yürüme, yutma ve çiğneme zorluğu hastalığın karakteristik özelliğidir.

Hastalık enfekte olmuş beynin yenmesiyle kişiye aktarıldığı tespit edilmiştir. Anormal proteinler olan enfeksiyöz prionlar birbirlerine bağlanarak beyinde kitle oluşturmaktadır. Bazı normal proteinlerde prionları taklit ederek kitleyi büyütmektedir. Bu kitlede insanların anormal davranışlar sergilemesine neden olmaktadır.

Kuru Hastalığının Belirtileri: Parkinson ve inme hastalıklarına benzer belirtiler görülmektedir. Klasik olarak kuru hastalığının belirtileri:

    Yürüme zorluğu
    Yutma zorluğu
    Sözcükleri yuvarlayarak konuşma
    Keyifsizlik dönemleri
    Giderek zayıflayan vücut koordinasyon
    Kollarda ve bacaklarda ağrılar
    Kas seğirmeleri ve titremeleri
    Rastgele gülme veya ağlama ya da ikisinin birbirini izlemesi

Kuru hastalığının ilk belirtilerinden sonra yemekleri çiğneyememe ve yutamama beslenme yetersizliğine sebep olur. Yeterli beslenememeden dolayı da açlık baş gösterir. Bu ileri durumdaki belirtiler bir yıl içinde de bireyin ölümüne yol açabilir.

Kuru Hastalığının Tedavisi: Bu hastalığın bilinen tedavisi yoktur. Başlangıç belirtilerinden 6-12 ay yaşam süresi vardır.
hastaligi.gen.tr
 

Ya Allah Bismillah deyip GDO'lu mercimek yiyeceğiz. Bu kadar şerefsiz nereden türedi?


Bir anda aklıma Gümrükler Genel Müdürlüğü sayfasında okuduğum yazı geldi.

Yazı aynen şöyleydi.

GÜMRÜKLER GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
Soru: Turistlerin inançları gereği yemeleri gereken özel gıda maddeleri yurda getirilebilir mi?

Cevap: Turistlerin inançları gereği yemeleri gereken özel gıda maddelerinin gerek yolcuların beraberlerinde gerekse kargo olarak gelmesi halinde, hangi yolculara ait olduğunun ilgili turizm kuruluşu tarafından belgelendirilmesi ve bunlar tarafından tüketileceğinin taahhüt edilmesi kaydıyla, bu tür gıda maddelerinin Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığınca kontrol ve müsaade aranılmadan yurda girişine izin verilecektir. gtb.gov.tr 
 

Bu yanıtı veren yetkiliye sormak isterim.

İnançlarının gereği ebeveynlerinin beyinlerini yemeleri gereken, özel gıda maddelerinin gerek yolcuların beraberlerinde gerekse kargo olarak gelmesi halinde, hangi yolculara ait olduğunun ilgili turizm kuruluşu tarafından belgelendirilmesi durumunda, bu gıda (!!!) maddelerini de geçirebilmelerine izin verilebilir mi?

Gördüğünüz üzere, bilgiden, bilimden yoksun, realiteden uzan olan insanları toplayarak toplumu yönetmek, toplumlara kural, yasa dayatmak, insanları içinden çıkılması güç, açıklanması mümkün olmayan durumların içine düşürmektedir.

Bizi yönetenlerin akıl sağlığının yerine olup olmadığına dair rapor getirilmesi acilen yasalaştırılmalıdır.

Aksi halde salt "inançları gereği", toplumda akıl almadık sapkınlıkların yapılması ve yaşanması inanç gereği olarak özgürleştirilmiş olacaktır.

Bir zamanlar RTE, "İnançlarının gereğini yapıyorlar" diye malumunuz birilerini savunmuştu.

O dönem ben de konuyu, YARGITAY'da inançlarının gereğini yapmıştır başlığında işlemiştim.
 
Ayrıca bir düzenlemeyle dosya şeklinde sunum da yapmıştım.
Biz bu ahmaklıklarla uğraşırken, dünyadaki bilimsel gelişmeler bizden farklı boyutlarda ilerliyor.


Bilim adamları Tanrı inancını zayıflatmışlar.

Bilim adamları ön yargı, din ve tanrı inancını zayıflatmayı başarmışlar, hadi bakalım tanrı da ölmeye başlıyor desenize.

Demek ki "OL" dedim mi olduran tanrı değil bilim adamlarıymış.

Yayında kullanılan Anahtar Kelimeler şöyle seçilmiş.
Etnik merkezcilik, dindarlık, transkranial manyetik stimülasyon, posterior medial-Frontal korteks.

NEUROMODULATING İDEOLOJİ
Yayının özetine, inançların genellikle tehdit algılaması (aslında korku demek istemiş gibi geldi) nedeniyle inanç ihtiyacı içinde olduğunu belirtmişler.
Araştırmada, beynin belli kısımlarına metal folyolarla sarılarak ,transkraniyal manyetik stimülasyon adı verilen güçlü manyetik alanlar uygulanmış ve depresyon tedavisinde , hatta IQ’yü arttırmak için bile kullanılabildiği söylenmiş.


39 öğrenci üzerinde yapılan deneyde, frontal (boşluk) bölgeye güçlü manyetik stimülasyon verilmesiyle kararların nasıl etkilendiği incelenmiş.

Test öncesinde ve sonrasında ölüm ve tanrı inançlarındaki değişimler izlenmiş.
Araştırmayı yürütenlere göre, manyetik stimülasyonun ölüm korkusu ile tanrı inancı arasındaki ilişkide zayıflama olduğu gözlenmiş.
Reaktif Yaklaşım Motivasyon (RAM) modellemesinin de göz önünde tutulduğu araştırmayı indirip okumak için bakınız...

Size doğrudan indirme adresini vereyim.  full.pdf 

Türkiye'den bilimsel sitelere giriş yasklı olduğundan arada bir buradan bazılarını yayınlıyorum. Benzer bir konuyu daha evvel sunmuştum. İlginizi çekerse bakınız.



Sonuç olarak, AKP iktidarda kaldığı sürece, en az 1.400 yıl geriye gideceğimiz kesindir.

Yazık ki, şu an TBMM'de olan 4 parti de aynı konumdadır.

Kurtuluş için, 4 partinin dışındaki partileri tercih etmeyi öğrenmeliyiz.

04.01.21016

A.  Dursun



GDO şirketleri Türkiye'de rüşvet dağıtmış!















TBMM-2.675 kişi Esad'a teslim edilmiştir.pdf







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder