29 Şubat 2016 Pazartesi

İlk kadın öğretmen, REFET ANGIN

30 Ocak 2010'da yaşama gözlerini yuman değerli öğretmenimizi, bir ay önce anmış ancak buradan vermemiştim.

Sayfalarımıza yapılan bazı saldırılar sonucu yeniden düzenleme yaptığım için şimdi sunuyorum.

Başöğretmen, Mustafa Kemal ATATÜRK

Atatürk, yazı inkılâbı gezisinde 2 Eylül 1928'de Gelibolu'ya da uğramıştı .

Öğrenci Refet anlatıyor:

"Karşılamada ben, Atatürk'e bir buket sunarken tökezleyip düşmüştüm. Atatürk, beni yerden kaldırdı ve iki yanağımdan öptü: 
-Acıdı mı kızım? diye sordu. Ben:
-Hayır, acımadı. diye cevap verdim. Atatürk, yanındakilere:
-Bunun ayağına dikkat edin. diye emir verdi". Öğretmen Adayı Refet 24 Aralık 1930'da Edirne'de okulları gezen Atatürk, Kız Öğretmen Okuluna da uğramış, sınıflarda dersleri dinlemişti . Öğrenci Refet anlatıyor: "Atatürk, okula geldiğinde, kendisine okul adına bir buket sundum ve şu konuşmayı yaptım:
-Aziz Paşa'm! Türk yurdunun sınır kapısı olan Edirne'ye ve memleketimize gelişiniz bizi çok sevindirdi. Arkadaşlarım adına size hoş geldiniz, diyor ve bu buketi sunuyorum. Lütfen kabul buyurun. Paşa'm! Size muallim olmak için söz vermiştim. Ve işte muallim namzedi olarak karşınızdayım. Atatürk, buketi aldı ve :
-Evet hatırladım. Sen Gelibolu'da düşen küçük kız değil misin? dedi. Atatürk, sözlerine şöyle devam etti:
-Söyle bakalım, ne muallimi olmak istiyorsun? Ben, bir an yanımdaki öğretmenlerime baktım ve dedim ki:
-Riyaziye (Matematik) muallimi olacağım. Atatürk:
-Hayır, seni Riyaziye muallimi değil, Tarih muallimi olacaksın. dedi. Ben:
-Emredin Paşa'm, ama neden? diye cevap verdim. Atatürk:
-Ha, bak, ben seni küçükken de tanıdım. Sen, o zaman küçüktün; yine iki lâf etmesini biliyordun.
Şimdi de seni seçtiklerine göre, sende bir şeyler var. Görüyorum ki çok okuyorsun ve güzel konuşuyorsun. Onun için sen, Tarih muallimi ol. dedi" .

Tarih Öğretmeni Refet 20-25 Eylül 1937 tarihleri arasında Dolmabahçe Sarayında İkinci Türk Tarih Kongresi yapılmıştı . Bu kongreye katılan Gelibolu Ortaokulu Tarih Öğretmeni Refet Angın anlatıyor:

"20-25Eylül 1937 tarihleri arasında yapılan İkinci Türk Tarih Kongresinde delege olarak bulunuyordum. Dolmabahçe Sarayında Kongre çalışmaları devam ederken Afet İnan, beni bir gün Atatürk'e şöyle tanıttı: 
-Size, çiçeği burnunda bir Tarih öğretmeni tanıtmak istiyorum. Atatürk, bu söz üzerine dedi ki:
-Çocuk, sen geç kalmışsın; ben, onu tanıyorum. Ben de:"
-Paşa'm, ben emrinizi yerine getirdim ve Tarih öğretmeni olarak emrinizdeyim. dedim. Atatürk:
-Bak, öğretmen olmak kâfi değil; görev şimdi başlıyor. Şunu iyi bil ki çok iyi öğretmen olacaksın.
Çok okuyacaksın. Sen, zaten okuyorsun; ama daha çok okuyacaksın. Talebelerini çok iyi yetiştireceksin. Onlara, Kurtuluş Savaşı'nı çok iyi öğreteceksin. Ve bu arada Çanakkale Savaşları'nı sakın unutma! dedi. 
Ben:

-Efendim, biliyorsunuz, ben Geliboluluyum. dedim. Atatürk:
-Evet, biliyorum. Bak, çocuk; bunu neden söylüyorum? Bizi, bu günlere getiren Çanakkale Savaşları'dır. Eskaza biz onu kaybetse idik, bugün hür dünya camiası yoktu. diye konuşmasına devam etti. Ben ise:
-Tamam, Paşa'm! Emredersiniz! şeklinde karşılık verdim. Atatürk, sözlerine şunları da ekledi:
-Bak, çocuk; sana bir şey daha söyleyeceğim. İnkılâpları ve ilkeleri yaşatacaksın. Gerektiğinde mücadele edeceksin. Sakın ha, unutma!

Ben:
-Paşa'm, nasıl unuturum? Cumhuriyeti nasıl kazandık? Siz, Yüce Kahraman Atatürk'sünüz. diye cevap verdim. Atatürk, sözlerini şöyle bitirdi:

-Biliyorum; ama, yine unutma diyorum...
" BEN HERŞEYDEN ÖNCE ÖĞRETMENİM ''

***
Atatürk’ün Başöğretmenliği kabul tarihi olan 24 Kasım günü, Türkiye’de 1981 yılından beri “Öğretmenler Günü” olarak kutlanmaktadır.

SÜMÜKSÜ DENİZANASINDAN İNSANA
Fabrikalar, köprüler, barajlar, koca koca gökdelenler, devasa alışveriş merkezleri, meydanlar, okullar ve diğer yarattığımız her şey insan içindir; insanın gereksinimlerinin giderilmesi, insan olma potansiyelinin gerçekleştirilmesi içindir. Ya da biz, böyle olmasını diliyor ve istiyoruz. Peki her şeyin kendisi için oluşturulduğu insan denen varlık nedir? 



İnsanın ne olduğu ve onun doğası üzerine yüzlerce, binlerce söz söylendi, söylenmeye devam edecek. Dogmatik yaklaşımlar insanın, doğuştan iyi ya da kötü olduğu varsayımından yola çıkarken; bilimsel yaklaşımlar, insanın iyi ya da kötü olarak doğup doğmadığı sorusundan ziyade onun kişiliğinin nasıl oluşup geliştiği sorusuyla yola çıkar. İşin kolay yolu, peşinen insanın doğuştan iyi ya da kötü olduğunu kabul edip buna göre düşünce geliştirmektir. Zor olan, nasıl soruna cevap aramak: nasıl oluşur; nasıl gelişir; nasıl değişir.
Çağımız düşünürlerinden Erich Fromm, insanı, “içinde olabilecek tüm kültürleri barındırabilen bir bütünlüktür. Bir yanıyla; ilkel insan, yırtıcı hayvan, yamyam, puta tapıcı ama diğer yanıyla da; akıl, sevgi ve adalet güçlerine sahip ve bunları geliştirip kullanabilen, kendini gerçekleştirebilecek potansiyele sahip bir varlık” olarak tanımlar. Gerçekten insan hem doğanın çocuğudur hem de doğadan kopmuş, doğaya yabancılaşmış bir varlıktır. Onun biyolojik varlığı, doğanın çocuğu olmasını ifade ederken; toplumsal varlığı, doğadan kopuşunu anlatır. İnsanı yalnızca biyolojik varlık olmaktan çıkaran, doğadan koparan, onun kişiliğini oluşturan bilincidir. İnsanın bilincinin, kişiliğinin oluşumu, içinde bulunduğu yaşam koşullarında, biyolojik ve toplumsal varlığının doğurduğu gereksinimlerce şekillenir.  

Psikolog Abraham Maslow, her kesçe bilinen ve kendi adını taşıyan Maslow İhtiyaçlar Piramidi Teorisi ile bireyin kişiliğinin oluşumunu ve gelişimini, insanın biyolojik ve toplumsal varlık oluşu üzerine şekillendirmiştir. Maslow’a göre insan kişiliğinin oluşumunda birincil etken, onun biyolojik varlığının korunması ve yaşaması için gerekli gereksinimleridir.  Biyolojik gereksinimlerinde takılı kalmış birey, toplumsallaşma aşamasının gerektirdiği kişilik özelliklerini geliştirmez ve bir yönüyle hep yırtıcı hayvan, yamyam ve puta tapıcı olarak kalır. Puta tapıcı yamyam, binlerin, milyonların arasında kendini, sefil, küçük, miskin, güçsüz, kimsesiz, duygusuz, cansız ve bomboş duyumsamaktan alıkoyamamaktadır. Peki onu sümüksü denizanasından farklı kılan, nedir? 


Cevabı Maslow’un İhtiyaçlar Piramidi versin: Biyolojik ve toplumsal bir varlık olarak insanın kişiliğinin gelişimini belirleyen gereksinimleri, 6 ana sınıfa ayrılabilir (Maslow’un piramidinde 5 sınıf verilir, ben ara sınıf ve biyolojik varlıktan toplumsal varlığa geçişin anahtarı olan sevmeyi ayrı bir sınıf olarak ekledim)
Sırasıyla;
Hayvani (fizyolojik) gereksinimler,
Biyolojik varlığı koruma ve güvenlik gereksinimi,
Ait olma,  bir gruba kabul edilme gibi sosyal gereksinimler,
Sevgi ve sevme gereksinimi,
Kendini gösterme, varlığını ortaya koyma gereksinimi,
Başarılı olma ve yaratıcılık gibi kendini tamamlama (insan olma) gereksinimi,



Yukarıda sayılan gereksinimlerden, diğer tüm canlılarla paylaştığımız hayvani (fizyolojik) gereksinimlerimiz (yeme, içme, dışkılama, uyuma ve üreme)  ile varlığı koruma, barınma ve güvenlik gereksinimi, biyolojik varlığımızın devamı için gerekli olanlardır ve bunları diğer tüm canlı varlıklarla ortaklaşa paylaşırız. 

Ait olma ve bir gruba kabul edilme gereksinimi, bizi, doğadaki diğer bir çok canlıdan ayıran, toplumsal varlık olmaya götüren bir niteliğimizdir. Bununla beraber biz bu gereksinimi duyan tek canlı varlık türü değiliz. Doğada bizim gibi bir gruba ait olma ve kabul görme gereksinimi duyan gelişmiş memeliler de mevcuttur. 
Buraya kadar saydığımız üç gereksinim grubu, bizim, şu ya da bu ölçüde diğer canlı türleriyle ortak olan özelliklerimizin doğurduğu gereksinimlerdir. Bunların neredeyse tümü, içgüdüsel gereksinimlerimizdir. Bu gereksinimlerin şekillendirdiği varlık, bizim insan olarak tanımladığımız varlığın tüm niteliklerini belirleyemeyecektir. Buraya kadar o hala bir anlamda sümüksü denizanasıdır; henüz insan değildir.  

Sümüksü denizanasının insan olabilmesi için sevme ve sevilmeyi öğrenmesi, kendini gösterip varlığını ortaya koyması ve kendini tamamlaması gerekir. Kendini gösterip varlığını ortaya koyma, toplumda saygı ve itibar görme, ün ve kendine güven duyma gereksinimini ifade ederken; Kendini tamamlama, başarılı olma ve yaratıcılığı ifade eder. Sümüksü denizanasından bizi ayıran, kısaca sayılan bu gereksinimlerimiz ve onların şekillendirdiği kişilik yapımızdır. 

Bizi insan yapan bu gereksinimlerin en temel niteliği, sonradan öğrenilir olmalarıdır. Diğer bir ifade ile insan olma, eğitim süreci içinde öğrenilerek elde edilir. Bu süreçte eğiticilerimiz, anne-babamız, öğretmenlerimiz ve bizzat kendimiz, içimizdeki insanı gerçekleştirme sorumluluğunu taşırız. 

Sümüksü denizanasından insana olan eğitim sürecinin en temel aşaması, yukarıda insan olmada anahtar olduğunu söylediğimiz SEVME’nin öğrenilmesi ve sevme yeteneğimizin geliştirilmesidir. Biyolojik varlık, sevme yeteneğini geliştiremedi müddetçe, ne kendini gösterip ortaya kayabilecek ne de yaratıcı başarısını gerçek kılabilecek bir kişilik yapısı geliştiremeyecek ve insan olma potansiyelini var edemeyecektir. 

İnsan olmanın anahtarı sevgiyi bir sonraki yazımıza bırakırken sümüksü denizanasından insana olan eğitim sürecinin sorumluluğunu taşıyan tüm öğretmenlerimizin, 24 Kasım öğretmenler gününü kutlar ve onlara teşekkürlerimiz sunarız. 

Sümüksü Denizanasından İnsana  
Sözümüzü sümüksü denizanasından insana olan sürecin en temel aşamasının, anahtarının, sevmenin öğrenilmesi ve sevme yeteneğimizin geliştirilmesi olduğunu söyleyerek bitirmiştik. Neden sevme yeteneği, sümüksü denizanasından insana olan süreçte anahtar rol oynamaktadır?
 
Bu soruya yine Piskilog Maslow’un sözleriyle cevap verelim:  “İnsanın kişiliğini ve kişiliğinin gelişmişlik düzeyini belirleyen, onun gidermeye çalıştığı gereksinimleridir. Kişioğlu, alt düzeydeki (biyolojik var oluşunun getirdiği) gereksinimlerini karşılayamadıkça daha üst düzeyde bir kişilik gelişimini yakalayamayacaktır”. Diğer bir söyleşiyle bireyin yaşamsal etkinlikleri hangi gereksinimlerini doyurmaya yöneliyorsa kişilik gelişmesi, bireyin istencinden ve seçiminden bağımsız olarak ilgili gereksinimin ait olduğu düzey tarafından belirlenecektir. Yaşamsal etkinlikleri yalnızca biyolojik gereksinimlerini karşılayamaya yönelik bir birey, ne saygı görme ne de yaratıcı üretme gereksinimi duyacaktır. Bu anlamda karnı aç olan bireyin, güvenlik gereksinmesi; karnını doyurabilen ama güvenlik içinde olamayan, kendini sürekli tehdit altında hisseden bireyin, kendini geliştirecek bilgiyi elde etmek için kitap okuma gereksinimi yoktur. Böyle bir bireyin yaşam amacı, eyleminin ana yönü, yalnızca karnını doyurmaya ya da güvenliğini garanti altına almaya yönelecektir.   

Kişilik gelişiminde sevmeyi öğrenme aşaması, kişi soyunu hayvanlığından insanlığa yükselten en önemli aşamadır demiştik. Sevmeyi öğrenmemiş ve sevme yeteneğini geliştirememiş varlık, henüz bir hayvandır ve onun kişiliğini belirleyen temel, biyolojik var oluşudur. Biyolojik varlığının gereksinimleri ile bilinci ve kişiliği belirlenen birey, sevme ile insana ulaşacaktır.
 
Kişi soyunu insan kılan sevme ve sevgi kavramı, günlük yaşamda en çok kullandığımız kavramlardan biridir. Yazılı tarih sürecinde hakkında en çok söz söylenen kavramlardan biri sevgi ve aşk olmuştur. Eski çağların aşk öykülerinde Mısır’lı ozanlar aşkı, bizi avucuna alan, bizi güçsüz ve savunmasız bırakan bir hastalığa benzetirler. Onlara göre tedavi, ancak sevgilinin kabulüne bağlıdır. Antik çağda kişioğlu, sevgiyi aşk anlamında ele alır, onu Afrodit imajında Tanrıça kılar, Eros’un oklarıyla gelen duyguyu arar; Eros’ un oklarıyla gelen şehvet dolu bedensel arzuların tümünün aşkın şekillenmesi olduğunu söyler. Antik çağın anlayışına  göre kişioğlu, eksiklik duygusu ve tamamlanma gereksinimi ile aşka düşer ve Afrodit’ini arar durur.  Gerek Antik Çağın ve gerekse eski çağların Mısır’lı ozanları, sevgi ve aşkı hep, kadın-erkek ilişkisinde bir olgu olarak ele almış ve buna göre tarifler geliştirmişlerdir. Amaç tek başlarına eksik olan kadınla erkeğin bütünleşerek tamamlanmalarıdır. Edebiyat tarihinin iz bırakan eserlerinin bir çoğunda sevgi, bu çerçevede hep kadın erkek ilişkisinde ele alınır. 
 
Çağlar içinde sevginin ne olduğu ve onun doğası üzerine iki ana görüş şekillenir: Plato, Schopenhauer, Nietzche ve Freud çizgisinde şekillenen birinci görüşe göre, sevgi, içgüdüsel bir tutkudur ve  insanın eksiklik duygusundan doğar; Max Scheler, Martin Buber ve Erich Fromm çizgisinde ise sevgi, iradi bir seçimdir; iradi bir seçimle şekillenen tutumdur; aktif olmayı gerektiren yaratıcı bir etkinliktir ve insan potansiyelinin gerçekleştirilmesi gereksinimine cevap verir. Sevmenin iradi bir seçim oluşu, onun öğrenilebilir bir süreç olmasını doğurur.
 
Yaratıcı bir etkinlik olarak sevmek, yaşama, yaşamın birey ve doğa dahil her unsuruna ilgi duymayı, onu tanımak istemeyi, anlamayı, doğrulamayı, özgürce gelişmesini istemeyi ve varlıkla birlikteyken sevinç duyabilmeyi doğurur. Bu anlamıyla sevmek, sevileni canlandırmak, onun yaşam duygusunu arttırmak demektir. 

Sevmenin yaratıcı sonuçlarının doğumu, öncelikle bireyin kendisini tanıyıp, anlaması, kendi biricikliğini kabul edip kendi potansiyelini gerçekleştirmesini gerektirir. Yalnızca başkalarını seven, aslında hiç kimseyi sevmiyor demektir. Bireyin yaşamı, insanlığı ve diğerlerini sevebilmesinin ön koşulu, onun öncelikle kendini sevmesi, diğer bir ifadeyle kendini tanıması, anlaması, kendi biricikliğini kabul etmesi ve potansiyelini gerçek kılma istenci duymasıdır.  Kardeş sevgisinin, anne-baba sevgisinin, evlat sevgisinin, dost ve arkadaş sevgisinin, eş sevgisinin, yaşam ve insan sevgisinin ve hatta Tanrı sevgisinin, sağlıklı bir şekilde oluşup gelişebilmesi için bireyin, kendisini sevebilmeyi öğrenmiş ve bu yeteneğini geliştirmiş olması gerekir.
 
Gerçek bir sevgiyi yaşamak ve yaşatabilmek için, ön koşul, bireyin, kendi bireyselliğini yaşaması ve biricikliğinin bilincine varması, kendisini kabul etmesi gerekir. Aksi halde ortaya çıkan sevgi olmayacak, simbiyotik bir yaşam biçimi, çoğunlukla parazidal simbiyotik olacaktır. Türkçesi asalaklığa dayalı bir ortaklaşa beslenme biçimi olacaktır. 

Yaratıcı anlamda kendini sevip kabullenemeyen birey, kendini değerli hissedebilmek için hep başkalarının ilgi ve bakımıma muhtaç bir parazit olacaktır. Onun önceliği, yaratıcı bir şekilde kendini ve diğerlerini sevmek değil, nasıl sevimli ve sevilebilir, kabul edilebilir olacağıdır. Böyle bir bireyin başkalarını sevme konusundaki aldatıcı çabası, başkalarının ilgi ve bakımını elde edebilmek için vermeye çalıştığı bir rüşvet niteliğindedir. 
Çağdaş kapitalizmin insanı ve insana dair tüm değerleri alınıp satılabilir bir meta haline getirdiği günümüzde kişioğlu, mutlu olabilmek için sevgisini de kendisine en fazla karı getirecek şekilde kullanmaktadır. 

Çünkü çağdaş kapitalizm geldiği noktada bireyin mutluluğu, eğlenmeye, eğlenme ise haz almaya, tüketimin tatminine dayanmaktadır. Kendini güçlü hissedebilmek ve var olmak için günümüz insanı, sevmeyi, gücü temsil eden otoriteye, mala mülke, putlara ve kendi dışındaki güçlere tapınma, teslim olma olarak algılamaktadır. Bu durumdaki kişi, tüm gücünü ve düşüncesini sevdiği nesneye yöneltir, kendini adeta ona teslim eder, onun gücünde yok olmayı tercih eder. O nesneyi öylesine yüceltir ki tek tatmini ona tapınmakta, teslim olmakta, adeta onu Tanrılaştırmakta bulur. Gelinen noktada kişioğlu, ilişkide olduğu kişileri de artık bir insan olarak değil tatmin elde edeceği bir meta olarak görecek ve böylece kendisini de bir insan olarak algılama şansını yitirecek, kendisinin insancıl güçlerin kaynağı ve taşıyıcısı olduğu gerçeğini algılayamayacaktır.
 
Bu şekilde metalaşmış çağımız insanı, kendi güçsüzlüğünden kurtulabilmek için aldığı hazzı arttırmak amacıyla ha bire sevgi nesnesi tüketerek, eski sevgi nesnelerini atıp yeni sevgi nesneleri peşinde koşarak kendini avutmaktadır. O, artık, kadını ve erkeği ile, adeta birer Don Juan olmuştur. Onun bir biri ardına tüketerek peşinde koştuğu ve adına aşk dediği olgu, sevme beceriksizliğini gizlemek için kullandığı bir maske haline gelmiştir. Oluşan bu maske ile, ilgi ve bağımlılık parazitinin, doymak bilmez oburluğu gizlenmeye çalışılır.
 
Günlük kullanımda kendini sevme ile bencillik ve narsizm, çoğunlukla aynı anlama gelecek şekilde kullanılır. Oysa ki bencillik ve narsizm, sevememe becerisidir. Bencil ve narsist kişi, dünyanın merkezine egosunu koyup kendini çok öne çıkardığı için kendini seviyor zannedilse bile, aslında onun temel sorunu sevememesidir. Onun kendine tahammülü yoktur: sürekli kendinden hoşnut olmaz, kedisiyle uyum sağlayıp anlaşamaz, sonsuz bir çatışma, güvensizlik ve huzursuzluk hali yaşar. Bu ruh hali içinde o, kendini sevemediği gibi hiçbir varlığa karşı da sevgi duyamayacaktır. Onun bu ruh halinden kurtulabilmesinin tek yolu ve anahtarı, kendisine ilgi duyarak kendisini tanıması, anlaması, kendi biricikliğini kabul etmesi, potansiyelini gerçekleştirmeye çalışması, yani kısaca kendini sevmeyi öğrenmesidir. 

Umutların tükendiği, şaşkınlık, çaresizlik, kararsızlık ve  telaş içinde çözüm yolları arandığı çağımızda, basit reçeteler olmadığı gerçeğini göz önüne alarak,  insanlığın önünde iki seçenek vardır:
 
Ya sevgiyi yaşamın temeli yapacak ve böylece üretici çalışma güçlerini kullanarak kendini geliştirerek insan olma potansiyeli yakalayacak ve buna uygun bir düzen kuracak,
Ya da bireyselliğini ve özgürlüğünü feda edip güvensizlik içinde parazidal simbiyotik yaşantısına devam edecektir. 
 
Yaşar OKUR
30.11.2008

*****
Atatürk ve Pozitivizm-toplantı.
***
Uzun yıllar evvel, “İnsanlığın Asil Evlatları Kendilerini Doğaya Adamışlardı” baslıklı bir makale okumuştum. Makalenin bir yerlerinde Alexander von Humbolt’un da resmi vardı. Hayranlıkla bakakalmıştım o resme. Bilinmeyeni keşfe adanmış bir hayata duyulan hayranlıktı bu. Rahatlıklardan vazgeçişe, güzellikleri aramaya; insanlık için, yurt için, evren için sarf edilen çabaya duyulan hayranlık. O gün bugündür ben; ölen doğa bilimcilerin ruhlarının hala aramızda var olduklarına inanırım.
Devamı için lütfen tıklayınız...

Yaşar OKUR

23.11.2008

dogatarihi.net



Cumhurbaşkanı Sayın Gül, ilk kadın öğretmenlerden Refet Angın’ın vefatı nedeniyle bir mesaj yayımlamıştır.


İlk öğretmenden gençlere mesaj  

Türkiye'nin ilk kadın öğretmenlerinden Refet Angın, 24 Kasım Öğretmenler Günü'nü hasta yatağında karşılayacak olmasına rağmen halen gençleri düşünüyor. Angın, ''Gençlere mesajım, Atatürk'ü anlatsınlar. Atatürk kimdir, ne yapmıştır bunu iyi bilsinler'' dedi.

Hayatını eğitime adayan 94 yaşındaki Angın, Türk Böbrek Vakfına bağlı İstanbul Özel Hizmet Hastanesinde yaşlılığa bağlı rahatsızlıkları nedeniyle yaklaşık 2 yıldır tedavi görüyor. Milli Eğitim Bakanlığı Onursal Danışmanı da olan Refet Angın, bu yıl da 24 Kasım Öğretmenler Günü'nü hastanede kutlayacak.

Angın, nefes almakta sıkıntı çektiğini, bunun dışında önemli bir sorunu bulunmadığını söyledi. Öğretmenliğe 17 Eylül 1936'da başlayan, öğretmen, müdür yardımcısı ve müdür olarak Anadolu'nun pek çok yerinde görev yapan Angın, Atatürk'ü yakından gördüğünü, her nefes alışında aklına Atatürk'ün geldiğini anlattı. Angın, Öğretmenler Günü dolayısıyla düşüncelerini şöyle dile getirdi:

''Gençlere mesajım, Atatürk'ü tanısınlar, anlatsınlar. Atatürk kimdir, ne yapmıştır bunu iyi bilsinler. Ben hayatım boyunca onu anlattım. Biraz iyileşince toplantılara katılıp yine Atatürk'ü anlatmak istiyorum. Hepiniz Atatürk'ün kim olduğunu çok iyi öğrenin. Ben Atatürk çocuğuyum. Tarih öğretmeni olarak yıllarca hizmet ettim. Atatürk mükemmel bir insandı. Hala yanlış hareket edenleri anlayamıyorum.''



ANGIN'A VEFA BORCU
Türk Böbrek Vakfı Başkanı Timur Erk de, vakıf olarak Refet Angın'ın bakım ve tedavisini üstlendiklerini ve 2 yıldır bu hizmeti verdiklerini belirterek, ''Biz toplum adına Refet Angın'a vefa borcumuzu ödüyoruz. Ondan aldığımız feyzin karşılığı olan vefa borcumuz bu'' dedi.

Erk, Angın'ın yaşına bağlı olarak bazı rahatsızlıklar ve sıkıntılar yaşadığını, özellikle nefes darlığı konusunda şikayetleri bulunduğunu dile getirerek, ''Türkiye'de kaç tane Refet Angın kaldı? Ona tüm tıbbi ve ev şartlarını yaratmaya çalışıyoruz hastanede. O ayakta kalmaya devam etsin ve Atatürk'ü tanıtmak için mesajlar versin istiyoruz'' diye konuştu.

Timur Erk, 24 Kasım Öğretmenler Günü'nde Refet Angın için bir tören düzenlemeyi düşündüklerini ve sağlığının el vermesi halinde Angın'ın o törende Atatürk'ü anlatacağını sözlerine ekledi.

ÖĞRENCİLERDEN İLK KADIN ÖĞRETMENE VEFA
Gelibolu Sağlık Meslek Lisesi öğrencileri, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk öğretmeni Refet Angın'ı (94), İstanbul'da tedavi gördüğü özel hastanede ziyaret ederek, Öğretmenler Günü'nü kutladı.

Gelibolu Sağlık Meslek Lisesi öğrencilerinin, okul müdürü Emine Işıklıgün ve Gelibolu Belediye Başkan Yardımcısı Selçuk Bartan ile birlikte ziyaret ettikleri Milli Eğitim Bakanlığı Onursal Danışmanı da olan Angın, ziyaretin kendisini duygulandırdığını belirtti.

Nefes darlığı rahatsızlığı nedeniyle konuşmakta güçlük çektiği gözlenen Angın, Gelibolu'yu özlediğini, iyi olduğunda Gelibolu'ya gelmek istediğini söyledi. Angın, büyük önder Atatürk'le ilgili anılarını anlatırken de ''Atatürk ile hayatım boyunca birçok kez görüştüm. O'nunla çekilmiş fotoğraflarım var'' dedi.

Okul müdürü Emine Işıklıgün, Refet Angın'ın elini öptü, Angın'a ''Atatürk Çiçeği'' verdi. Işıklıgün, ''Sevgili öğretmenim, biz sizin büyüdüğünüz topraklardan, Gelibolu'dan bütün öğretmenlerimiz, belediye personeli ve herkes adına 24 Kasım Öğretmenler Günü'nüzü kutlamaya geldik'' dedi.

Öğretmenler Günü'nde Gelibolu'da Atatürk Kız Meslek Lisesi Konferans Salonu'nda Angın'ın hayatının çeşitli dönemlerinde Atatürk ile olan karşılaşmalarını canlandıracaklarını ifade eden Işıklıgün, ''Siz Cumhuriyet öğretmeni olarak bizim yolumuzu açtınız. Biz de sizlerin izinden gidiyoruz'' dedi.

Gelibolu Belediye Başkan Yardımcısı Selçuk Bartan ise doktorlarının müsaade etmesi halinde Refet Angın'ı 26 Kasımda Gelibolu'da ağırlamak istediklerini söyledi. Bartan ve öğrenciler de daha sonra Angın'ın elini öperek Öğretmenler Günü'nü kutladı.(AA)  

REFET ANGIN İÇİN MEVLÜT OKUTULACAKTIR.
TÜRK BÖBREK VAKFININ YAKININDAKİ HAFIZ ALİ CAMİSİNDE MEVLÜT OKUTULACAKTIR. HOCAMIZI SEVENLERİN İLGİ VE BİLGİSİNE SUNULUR.
TİMUR ERK,PCC   CAMİ ADRESİ : HAFIZ ALİ CAMİİ NACİ KASIM CADDESİ
ERDE SOKAK NO.11
BAHÇELİEVLER/İSTANBUL
(TÜRK BÖBREK VAKFININ ÜZERİNDE BULUNDUĞU SOKAĞIN SONUNDA HEMEN SOLDA) Nuray Bozbey

Yararlanılan Kaynaklar:
 

- Cumhuriyet Gazetesi, Hikmet Bİla
- haber7'den HALİME KÖKCE'nin haberi
- Cumhuriyet Gazetesi, Sayı:1552, 3 Eylül 1928, s. 2.
- Resmî Edirne Gazetesi, Sayı: 209, 28 Aralık 1930, s.1.
- Cumhuriyet gazetesi, 21 Eylül 1937–26 Eylül 1937, Sayı: 4798–4803.
- Atatürk’ten Gençliğe Unutulmaz Anılar, Ahmet Gürel, Mayıs 2009

2 yorum:

  1. merhaba kaynakça belirtir misiniz?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kaynakları her yazının sonunda olduğu gibi, sayfa sonunda da verilmiştir. Ben teşekkür ederim.

      Sil