10 Mart 2016 Perşembe

Davutoğlu'nun "Kayserili pazarlığı", ülkenin bölünme ilanıdır, derhal yargılanmalıdır.

Yazıda bazı tarihlere dikkat çekerek başlayacağım.

Bu nedenle yazı konusu dışında çıkıyormuş gibi algılanmaya neden olabilir ancak tarihler kafanızı fazla karıştırmadan, konuya odaklanırsanız netleştiğini göreceksiniz.

Davutoğlu Brüksel'de 6 Mart 2016 tarihinde gidiyor. Zira bu tarih, kendi sitelerinde de aynı şekilde verilmiş.


Erdoğan 7 Mart 2016 tarihli konuşmasının 22:30 dakikasında, "Şu anda 3 milyon insan ülkemde. 3 milyar Avro destek vereceğiz, dediler. 4 ay geçti. Hala verecekler. Sayın Başbakan şu anda Brüksel'de. Temenni ederim ki bu parayı alarak döner"  demişti.
 
Bunu neden söylüyorum?
 
Davutoğlu, Erdoğan'ın talimatlarının kesinlikle dışına çıkamaz, bu da Erdoğan'ın Kayserili pazarlığından haberi olması gerektiği anlamına gelir.

Lakin Erdoğan'ın dünkü, bir önceki konuşmaları dahil, bundan bahis yoktur.

Eğer Davutoğlu, Erdoğan'ı devre dışı bırakmayı becerdiyse, bu da yakında Erdoğan'ın çıkışlarından belli olur.

Yeniden, "" anlamında açıklamalar, , feveranlar görebiliriz.
 
Davutoğlu oraya gittikten sonra ilave 3 milyar Avro'dan haberi oldu ve basına da, Türkiye 3 milyar daha istiyor diye yansıtıldı. 7 Mart 2016


Yani bu tarihe kadar, henüz ilave 3 milyar Avro'dan hükümetin haberi yoktu.


Olsaydı, en azından Erdoğan ağzından kaçırır ya da onlara meydan okuduk falan der, 4 ay geçti parayı vermediler şeklinde ezik açıklamalarda bulunmazdı. 7 Mart 2016/10:49-reuters


Nitekim, "Rusya 1 milyar dolarlık mal almazsa almasın" dediği günlerde bu hezeyanların nasıl açığa çıktığını hep birlikte görmüş, Tayyip Erdoğan, bir sus kardeşim, sus artık, sus bre sus yahu demiştim.

Hiç bir partili, yetkili organları da bundan haberdar değildi.

Davutoğlu'nun stratejik derinliği burada devreye girip, halkın beyninde aldatma, kandırma politikasının bir stratejisi olduğu ortaya çıkmış oluyordu.

Burada tarihi biraz geri saracağız.


29 Kasım 2015'te AP Liberal Grup üyesi Marietje Schaake, Dündar ve Gül'ün tutuklanmasın hakkında, "Türkiye'de hukuk ve temel özgürlükler konusunda sistematik bir gerileme görüyoruz" diyordu.
 
06 Aralık 2015 tarihinde ise, AB Parlamento Başkanı Martin Schulz ve Avusturya Başbakanı Werner Faymann, devlet televizyonu ORF'de konuşuyorlar.


Faymann, " 3 milyar Avro Türkiye ile bir pakt anlamına gelmez, bu para hediye de edilmiş değildir, sadece mültecilerin okul, sağlık ve barınma hizmetlerinde kullanılsın diye veriyoruz" derken,Martin Schulz " Faymann'a katılıyorum, bu para yeni müzakere açmak anlamına gelmeyeceği gibi, AB sınırlarının korunması için verilmiştir" diyerek, adeta Türkiye'yi, AB sınırının bekçiliğine havale ediyordu, gerekirse bu bekçilik görevi için para musluklarının açılacağına işaret ediyordu.



Nitekim Erdoğan NATO'yu, Davutoğlu AB'yi işgale çağırıyor ve Bu kez Davutoğlu, paydaşlarını işgale çağırdı başlıklı yazılarımda belirttiğim üzere Merkel ve Macar Başbakan Viktor Orban bile, "Türklerle anlaşmak paraya mal olacak. Biz bunun bedelini ödemeye hazırız" diyordu.


Bu tarihlere neden geri döndüm?
 
Erdoğan'ın, "4 ay geçti. Hala verecekler" dediği 3 milyar Avro'nun harcamasını kontrol edeceklerini, doğru yere harcandığı belgelenemez ise  -ki Erdoğan dün belgeli harcamalar dediğinin anlamı buydu- o vakit kalan parayı vermeyeceklerini söylüyorlardı.

Başka ifadeyle Erdoğan'ın verilecek parayı mültecilere değil, yakında yapılması muhtemel başkanlık halk oylamasında harcayacaklarını biliyorlar.
 
Erdoğan'ın sıkıntısı kaynak.

Zira daha 3 gün evvel Erdoğan, merkez bankasını boşaltmışlar mealine gelecek şekilde, "Rezervi tekrar 130 milyar doların üzerine çıkarmak gerek. Burada bankacılık sektörünün kontrolüne girilmemeli. Lobinin kontrolüne girilirse, Merkez Bankası bu işin altından kalkamaz" diyordu.


Oysa Taraf'ın Ekonomi Yazarı Süleyman Yaşar, 13 Ağustos 2015 tarihinde geçici AKP Hükümeti'nin hazneyi nasıl soyduğunu gözler önüne seriyordu.

İşte AB, tüm bunları kendi vatandaşımızın takip etmesinden çok daha sıkı takip ettiği için, 3 milyar Avro'yu vermiyorlar, yani güvensiz ir ülke konumunda hızla batıyoruz.

Ne de olsa, "" diyen birine kim, nasıl güvenebilir, eğer Dârü'l-harb anlayışınız yoksa?

Tarihler 7 Mart 2016'yı gösterdiğinde AB ile Türkiye arasında, Taslak metinde henüz anlaşma olmadı diye açıklanıyordu.
 
Neden anlaşma olmamıştı?

Çünkü taslakta açık şekilde Türkiye zorlanıyor, mülteci kümesi şekline sokulmak isteniyordu.

Taslağı AB kendisi hazırlamış, Türkiye'ye dayatıyor, üyelik tehdidiyle kabul ettirmek istiyordu.

Taslakta garabet olan şuydu.


Yunan adalarına kaçan mültecilerin hepsini Türkiye alacaktı.


Öyle uyanık düzenlenmiş bir operasyon ki, Türkiye'nin Yunanistan'dan aldığı her mülteci için AB'de aynı sayıda mülteciyi Türkiye'den alacaktı.
 
Türkiye bu tezgahı kabul ederse, Schengen Bölgesi'nde vizeden muaf tutulmayacak ancak bu konudaki çalışmalar hızlandırılacaktı.

Geri kabulün tüm koşulları yerine gelirse, Türkler Schengen Bölgesi'ne vizesiz seyahat edebileceklermiş.
 
Ancak dikkat edin, sadece seyahat hakkı veriyor, ikamet hakkı yok.

Çünkü Schengen Bölgesi dedikleri şey, 1985 yılında 25 ülkenin aralarında yaptığı, seyahat özgürlüğünü kapsıyor.

Taslakta bulunan, "Türkiye'nin tam üyelik müzakerelerinde yeni fasılların açılması için gerekli hazırlıkların yapılması" ifadesi de, 2015 yılında Martin Schulz ve Werner Faymann'ın söylediği geçeği örtmeye yetmiyordu.

Schengen Antlaşması ise, AB'li 5 ülkenin sınırında polis ve gümrük kontrolünün kalkması anlamına geliyor.
 
1996'da Tansu Çiller'in "Ya gireceğiz ya gireceğiz" diyerek, besmeleyle imzaladığı tek taraflı gümrük anlaşması gibi, bu anlaşma da Türkiye açısından yıkıcı sonuçlar doğramaya başlamıştır.
 
Çiller'in marifetiyle biz, AB ortaklarının pazarı durumuna düşmüş, nerde çöpe atılan mallar var, bize kakalamışlardı.

Neyse, AB'nin dayattığı taslak geri kabul içeriğine aykırıdır ama bunu bile bile dayatmaktadırlar.

Çünkü Erdoğan para alabilmek için açıkça pazarlığa başladığı daha geçenlerde ifşa edilmişti.

Erdoğan'a, "evet pazarlık yaptım ama neden yaptım, hele bir sor" tarzında milletle alay etmişti.

O nedenle AB, ikinci 3 milyar Avro verirken, Erdoğan'ın alışık olduğu ülke pazarlamasını yeniden devreye sokmak için bu taslağı dayatıyordu lakin taslak onaylanan metne aykırıdır.

2014 yılında yayımlanan geri kabul anlaşma metnine göre,

Birincisi dışarıdan gelenlerin Türkiye'ye yasa dışı yollarla girmiş olmaları lazım ki, bahsi geçen statüye girebilsinler.

Oysa, ülkenin Cumhurbaşkanı, "kardeşlerimize kapıyı açtık" dedikten sonra burada ne yasa ne de yasa dışı bir şey kalmamıştır.


Aksi durumda, "Erdoğan yasa dışı iş mi yapmıştır" sorgulamasının yapılması öncelikli olacaktır. 


İkincisi Geri kabul anlaşması 2 Ağustos 2014 tarih, 29706 sayılı resmi gazetede yayımlandıktan sonra yürürlüğe girmiştir.
 

Anlaşmanın hangi tarihte yapılmış olmasının hiç bir önemi yoktur, isterse 70 yıl evvel yapılmış olsun.

Çünkü yayımlanan andlaşma hükümlerinde, yürürlüğe girme tarihi, kararın yayımlanmasından sonra 3 yıldır diyor.

Aksi takdirde 16 Aralık 2013'te imzalanıp onaylanmış ve yürürlüğe girmiş olsaydı, şimdiye kadar uygulanmış olur ve AB'nin son taslağına bu madde ilave edilmemiş olurdu.


Zaten yayımlanan metinden de anlaşılacağı üzere 3 yıllık geçiş süreci öngörülmüştür.
 
Bu, aynı zamanda T.C'nin kendi çıkarttığı yasaya uymaması, AB'nin de kendi imzaladığı yasalara uymaması anlamına gelmektedir.

Şimdi burada Davutoğlu'nun sözüne gelelim.

Ne diyor?


Davutoğlu, "Biz ilk 3 milyarı bir yıl için de demiştik. Onlar da iki yıl için ısrar ediyordu. Yeni bir boyut getirdik, bütün masraflar artacak, 3 milyar daha istiyoruz dedim. Geri kabulden kaynaklanan bütün masrafları da siz vereceksiniz dedim. Kayserili pazarlığı iyi oldu. Artı 3 milyar Avro yani. 2018’e kadar 6 milyar olacak..."
 
Kayserili tüccar edasıyla, ülkemizi pazarladım mealinde...

Davutoğlu hem ülke pazarlamaktan suçludur, hem yalan söylemekten.

Zira 6 Mart'ta AB'ye giden adam, hangi arada taslak hazırlamıştır da, Kayserili tüccar edasıyla ülkesini pazarlamıştır?

Diyemiyor ki, "onlar bu emri zaten vermişlerdi, bizim çaresizliğimizi de biliyorlar, bari bundan kendime kahramanlık payı çıkartayım da, ilerdeki seçimlerde nasıl olsa Türk halkı sadece havuz medyadan beslendiği için pirim yaparız dedim" diyemiyor.

Ama anlayan anlasın der gibi konuşmayı biliyor.

Anlayan %'de kaç olursa artık.

Davutoğlu da tıpkı Erdoğan gibi halka yalan söylemektedir, bu nedenle yargılanmalıdır.

Nasıl ABD başkanı Bill Clinton, Monica Samille Lewinsky ile cinsel ilişkisinden değil, halka yalan söylemekten yargılanma aşamasına geldiyse, Türk halkı da en az ABD halkı kadar onurlu, şerefli ve vefakardır.

Öyleyse bizim daha aşağı olmadığımızın bilinmesi, demokrasinin gerçekten işler olduğunun dünyaya ispatlanması için Erdoğan'la birlikte Davutoğlu'da yalan beyandan yargılanmalıdır.

Maden 17/25 Aralık, hırsızlık değil, madem bundan aklandık iddianız var, o denli dürüstseniz, halka yalan söylemekten de korkmadığınız kadar, bu konuda yargılanmaktan da korkmayacaksınız.

Türk halkı, vizesiz Avrupa'nın masal olduğunu bilmelidir.
 
Çünkü metin, kısmi vize kolaylığından bahsediyor ama vatandaşla kafa yapıldığı ve havuzcuk medya alkışladığı için, gerçeklerin  vize muafiyeti ya da vizelerin tamamen kaldırılması olmadığı halktan gizleniyor.

Tam vize muafiyeti için 70 küsur başlıkta  anlaşma sağlanması şartı var, bu sağlanmış olsa bile sonrasında, AB üye ülkenin,  tek tek buna evet demiş olması şartı var.
 
Önünüze Yunanistan varken böyle bir şey mümkün mü?


O kadar adayı işgale  göz yumduğunuz halde bu mümkün olmadığı ortadadır.


Zaten Yunanistan'dan Türkiye'ye giden her bir mülteci için, AB aynı miktarda Türkiye'den geri alacakmış.

Palavranın orijinali de burada.
 
Yunanistan Türkiye'ye yollayacak, AB'de  Türkiye'den alacak.

Bu nasıl bir salaklık olabilir?
 
Neden Türkiye aracı yapılmaktadır?


Yunanistan'a Türkiye üzerinden girdiğinin kayıtları var mı ki, şunlar Türkiye'den girmişti diye yollanabilecek?

Açık konuşalım, bu bir savaştır ve bu savaş AKP'nin, AB'li paydaşları ile, Türkiye'de Türk milletine karşı yaptığı bir savaştır.


Şimdi Kayserili pazarlığı (her neyse) yapan Davutoğlu Efendiye soralım.

Yunanistan üzerinden Türkiye'ye girenleri AB alacaksa, neden Yunanistan'dan AB'ye doğrudan doğruya mülteciler gitmiyor?


Buradaki sır nedir?


Organ mafyası bu işin neresindedir?
 
Türkiye'nin doğusu resmen bölünmüştür, Suriyeli mülteci kızları, açık kadın pazarında satılır gibi satılıyor ama hükümet buna evlendiriyoruz diyerek örtü yapmaktadır.


Neden açık pazardır?


Çünkü sağlıklı mıdır, neden gelmiştir, hangi yasal koruma altındalar, reşit olmayan kızlar evlendirilmekte midir, eğitim hakları gasp ediliyor mu gibi bir çok soru yanıtsız kalmakta olduğu için, adeta kadın kurban pazarları kurulmuş durumdadır.
 
Bunun getireceği ilave tehlikeyse, PKK'yla savaşıyoruz bahanesiyle, Doğu'da yeni bir devlet kurma çalışmaları neredeyse bitirilmiştir.


Zaten ABD tarafından, PKK'ya alternatif yeni bir örgüt kurmuş yani IŞİD'in, Kürdistan için devreye sokulmuş olduğu açıklanmıştı,  böylece yeni nüfus hareketlerinin temelleri o günden filizlenmeye başlanmıştı.

Bu işin başına da, Guantanamo Kampı'ndan serbest bırakılan Bağdadi getirilmişti.
 
O dönem bunları incelediğimiz, ABD IŞİD lideri Ebu Bekir Bağdadi'yi neden bıraktı? Bağdadi kimin çocuğu başlıklı yazıya bakmanızı öneririm.

Ayrıca konuyu çok net özetleyen Ruşen Çakır'ın yazısını da mutlaka okuyunuz derim.

IŞİD'in kadın ticaretinin aynısının neden Türkiye'de de yapıldığını daha net anlayacaksınız.


Daha çok detay görmek isteyenler için, Şimdi anladınız mı? IŞİD Kürdistan için devreye sokuldu başlıklı yazıya da göz atmalarını öneririm.

Kadın pazarı kurulan bölgelere bakacak olursanız İsrail'in vaat edilmiş toprakları üzerinde yapılıyor olduğunu göreceksiniz.


6-7 gün evvel 3 milyar Avro'nun 95 milyonluk kısmını serbest bıraktıklarını açıklayanlar ve özelikle Genişlemeden Sorumlu Komiseri Johannes Hahn'ın, sığınmacı krizi dahilinde yapabileceği yardımlara ilişkin oluşturulan fonlardan 55 milyon avro eğitim alanına aktarılacağını söylerken, "eğitim imkanı sağlamak herkesin sorumluluğu ve her şeyden önce bir insan hakkıdır" demesini biliyor ama orada kadın pazarlandığıyla ilgili tek söz etmiyordu.

İşin özeti şudur.


AKP'nin, AB ve ABD'li paydaşlarınca Türkiye topraklarında, etnisite ve din kullanımı faydalı olmuş, şimdi kendine bağlı yeni bir nüfus oluşturma hareketiyle karşı karşıya kalınmıştır.

Yunanistan üzerinden Türkiye'de mülteci yollanmasının altındaysa, AB ve ABD'nin kontrolünde yetiştirilmiş yeni nüfusun, Türkiye toprakları üzerindeki işgalin son halkasını oluşturmak üzere yapılandırılma faaliyetlerinden başka bir şey değildir.
 
Türk halkı bu oyuna gelmemelidir.


Aksi halde 18 yıl sonra o bölgelerde Türk kökenli nüfus kalmayacağı için, gelecekte yapılacak bir hak oylamasıyla o topraklar Türkiye'den ayrılmış olacaktır.

Tıpkı Hatay'ın katılması gibi, Doğu bölgemiz de halk oylamasıyla Türkiye'den ayrılacaktır.

Tüm çaba budur, bu yapılanmayı göremeyen halk, sürekli halk oylamasına (Referandum)  alıştırıldığı için, vakti geldiğinde yapılacak bu hareketi de normal karşılamaya bağışıklık sistemi yıkılarak alıştırılmıştır.

2 Eylül 2012'de, AKP Ülke Pazarlamasına Hatay'dan LİFO yöntemiyle başladı başlıklı yazımda, bunun detay ve gerekçelerini yazmıştım.

Yani AKP ve paydaşları, Atatürk'ün kazanımlarını tersten ve tıpkı onun yöntemlerini kullanarak, nasıl ülkeyi parçaladığını açıklamıştım.

Bu yaşadığımız olaylar, o yazımın ne kadar doğru tespitler içerdiğini bir kez daha gözler önüne sermektedir.

Nitekim, Cumhurbaşkanını halkın seçmesi bu parçalanmanın ilk fiili ayağını oluşturmuştur.

Parola yaklaşık 70 yıldır şudur.

Halk isterse, halka rağmen gibi söylemler temelinde gelişmiştir.

Geçen ki yazımda sorduğum, İzmir'de "Mülteci Kabul ve Barınma Merkezi" kurma çalışmasının anlamı nedir sorusunun yanıtı da burada ortaya çıkmış oluyor.

Yeni oluşturulacak nüfus tüm ülkeye paylaştırılarak silahsız Sevr, değişik şekilde yeniden hayat bulmuş olacaktır.

Türk milleti, -eğer ki kaldıysa- şunu iyi bilmelidir.


Davutoğlu'nun bahsettiği Kayserili pazarlığı, ülkenin bölünme ilanıdır.


Bölünürken, sınırlarımızın içine yarleştirilen yeni nüfusun dışarı çıkmamasını kontrol görevi de, egemenlik hakkı da, AKP'nin çıkartacağı yasalarla Frontex'e verilmesi kararlaştırılmıştır.
 
Türk milletine hayırlı, uğurlu olsun.

10.3.2016


A. Dursun
 

Çanta içinde hovardaca savrulan TC'nin paraları, hafızaları tazeleyelim...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder