Özel Harekar tekbir getiriyor, Erdoğan Kur'an tilâvet edip ağlıyor. Akıl hastaları bizi yönetiyor.
Hakkari Yüksekova'da PKK'ya karşı mücadele veren Özel
Harekatçılar marş okudu ve tekbir getirdi.
Normalde herkesin onurunu, gururunu okşaması gereken bir
hareket olarak bakmalıyız.
Ama normalde diyorum.
Lakin ülkede Cumhur'un başı normal değil ki, normal gözle
olaylara bakasın.
Özel harekatçılar marş okumuş.
Hem marş hem tekbir açısından bakacağız.
Birincisi okuduğu marşa bakalım.
Bu, Bayrak isimli bir şiir.
Bir kısmı şöyle.
Resul'ün övgüsünü kazanmıştı,
Düşmanlarımız kahrıyla yanmıştı,
Viyana önlerine dayanmıştı;
Zemin kan kırmızı, ay yıldızı ak,
O mübarek bayrak, işte bu bayrak!
Peygamber kabrinde sadık muhafız
Bayraktan alırdı mücahitler hız,
Unutana yine hatırlatırız;
Zemin kan kırmızı, ay yıldızı ak,
O mübarek bayrak, işte bu bayrak!
27.03.2005 Tarihinde Ekrem Şama isimli birine at görünüyor,
marşın tamamı için bakınız.
Aynı adreste bir şiir daha var, Arif Nihat Asya'nın Bayrak
şiiri.
Şiirde şu ifadeler geçiyor.
Sana benim gözümle bakmayanın,
Mezarını kazacağım.
Seni selamlamadan uçan kuşun,
Yuvasını bozacağım.
24 Ocak 2016 tarihinde, Polis Özel Harekat ve Jandarma Özel
Harekat timleri, Arif Nihat Asya’nın Bayrak şiiri eşliğinde göndere Türk
bayrağı çekmişti.
Malumunuz bu şiire ilk tepkiyi AKP Mardin Milletvekili Orhan
Miroğlu göstermişti.
Miroğlu şiirin aşağılık ifadelerle dolu olduğu mealinde
kendi köşesinde yazmıştı ama doğrudan bu sözleri kendisi söyleyememiş, bir
öğretmenin kendisine yolladığı e-postayı aktarmak yoluyla yapmıştı.
Güya kendisine gelen e-postada şu ifadeler varmış.
.../...
Sınıfın birinde çerçeveli Nihat Asya’nın meşhur "Bayrak"
şiiri, dört yıldır orada; Türk Dili öğretmenlerine bu şiirin ırkçı olduğunu
söylüyorum.
"Sana benim gözümle bakmayanın mezarını kazacağım. Seni selamlamadan uçan kuşun yuvasını bozacağım." Tümcelerini açıklıyorum.
Milli bayramlarda hep bu şiir okunuyor nedense. Türk Dili öğretmenlerine, Hocam diyorum, uçan kuşun ne suçu var, niye yuvasını bozuyoruz?
12. sınıf üniversite adayı öğrencilerin sınıfına giriyorum.
– Hocam cumartesi günü "Bayrağını al gel" yürüyüşüne katıldınız mı?
– Hayır.
– Neden hocam, tüm hocalar ordaydı.
– Ben yürüyüşü düzenleyenlerle aynı fikirde değilim. Barıştan yanayım.
– DTP kapatılsın diye yürüdük hocam, şehitlerimiz için.
– DTP kapatıldı hocam.
"Sana benim gözümle bakmayanın mezarını kazacağım. Seni selamlamadan uçan kuşun yuvasını bozacağım." Tümcelerini açıklıyorum.
Milli bayramlarda hep bu şiir okunuyor nedense. Türk Dili öğretmenlerine, Hocam diyorum, uçan kuşun ne suçu var, niye yuvasını bozuyoruz?
12. sınıf üniversite adayı öğrencilerin sınıfına giriyorum.
– Hocam cumartesi günü "Bayrağını al gel" yürüyüşüne katıldınız mı?
– Hayır.
– Neden hocam, tüm hocalar ordaydı.
– Ben yürüyüşü düzenleyenlerle aynı fikirde değilim. Barıştan yanayım.
– DTP kapatılsın diye yürüdük hocam, şehitlerimiz için.
– DTP kapatıldı hocam.
AKP'de sadece bu adam değil, Milli Eğitimin yıllarca içine
eden Ömer Dinçer denen, eğitimin milli olmasından duyduğu rahatsızlığı dile
getirerek, şiddet ve hayvan
düşmanlığının yer alması gerekçesiyle Asya'nın Bayrak şiirini ders kitaplarından
çıkarttığını
söylemişti.
İyi de, AKP'de yıllardır yer bulan bu isimler ne kadar
millete hizmet etmişlerdi?
Örneğin Orhan Miroğlu.
Biz vatandaş olarak vekillerin karne notunu verirken TBMM'de
ne yaptıklarına bakarız.
Öyleyse Miroğlu'na da bakalım.
Gördüğünüz üzere boş, hiç bir şey yapmadan sadece sandalye
işgali ve Kürt Milliyetçiliği yapmak ile vazifeli olduğu anlaşılıyor.
Öyleyse Polis ve Jandarmanın okuduğu şiirin ne anlamı var,
neye yarıyor?
O da çok önemli.
İkincisi tekbir getirmelerine bakalım.
Nitekim TSK'nin Müslümanlaştırılması, İslam ordusuna
dönüştürülmesi artık beyinlerde böyle bir TSK varlığının yer etmesi çok
önemlidir.
Nitekim askerleri Osmanlı marşıyla yürüten paşalardan sonra,
tekbir sesleriyle havaya ateş edilmesi ilk değildir.
Daha evvel de aynı görüntüler yayınlanmıştı.
Türk ordusunun Türklük vasıflarıdan çıkartılması, tıpkı Ömer
Dinçer'in milli eğitimden milli vasıfların çıkartılması ile eş güdümlü olarak
yürütülmektedir. 70 yıllık şiire AKP sansürü - Saygı Öztürk
Zavallı Erdoğan ise, etrafında dönen dolaplardan hiç
haberdar değilmiş görüntüsüne sığınmak zorunda bırakılmaktadır.
Nitekim ABD’nin Maryland eyaleti, Lanham kentinde Diyanet
Merkezi’nin açılışını yapan Erdoğan, bir çocuğun okuduğu şiire ağlayacak derecede duygulanmasıyla, kendinden geçmiş görüntü vermesinin önüne geçmiyorlar.
Tam aksine duygu seline kapılmasını teşvik ediyorlar ki,
kalp krzi riskini artırarak bir an evvel ölümünü hızlandırmaya çalışıyorlar.
Anlaşılan Erdoğan, çevresinin esaretine fazlaca
dayanamamış olmalıdır ki, Amerikan Diyanet Merkezi açılışında Kur'an tilâveti
etmiş.
Tıpkı KaçAK Saray'da daha evvel yaptığı gibi.
Lakin tilâvetin ne anlama geldiği, nasıl yapılması gerektiği,
neden yanlışlarda ısrar edildiğini daha evvel, "Terör mitingi değil, yeni
İslam'ın yeni Kur'an tilâveti yapıldı" başlığında analiz etmiştim.
Peki, bütün bu yaşananların anlamı nedir?
Anlamı çok basit ve nettir.
Camilerde çocuklara tecavüzler, mahkemelerde tecavüzcülere
iyi hal indirimleri, Erdoğan'ın sanki tecavüzcü Ensar destekçisi gibi
gösterilmesi için tertiplenmiş olayların içinde kalmasının tek nedeni, etrafını
saran Vahhabilerin eline kalmış olmasıdır.
Erdoğan'ın etrafını saranlar, onun melekelerini kontrol
edenler yazık ki adım adım yargılama sürecine görüldüğü gibi, Erdoğan gerçekten
de algı sorunu yaşadığı açıkça belli olduğundan, sadece bunları anlamaya
çalışan, boş ifadelerle durumu analiz etmeye yeltenen, garabet olgular
karşısında kalmaktadır.
Erdoğan'ı geçtim, ya ülke, ya Türkiye bunun faturasını nasıl
öder?
İşte soru bu.
Vahhabi anlayışının egemenliği KaçAK Saray'ın kurulmasında
da en büyük etkendir.
Nitekim, Vatana ihanet eden şebeke, her tür gizli görüşmeyi,
dinlemeye takılmadan yapabilecek, korunması sağlanacak, dinlenmesi
engellenebilecek, yüksek teknoloji ürünüyle yapılandırılmış, üst düzey
korunaklı yeni bir merkeze ihtiyaç duymuşlardır.
Eski Cumhurbaşkanlığı Köşkü, Başbakanlık binaları ve diğer
binalar, hem eski teknoloji ürünü, hem de kimler tarafından kontrol edildiği
belli olmayan dış istihbarat çeteleri tarafından kontrol altında tutulduğu
belliydi.
Nitekim Erdoğan, korkutulduğu için doğru kararlar vermekte
ve algılamada hatalar yapmaya başlamıştı ve tüm bunlardan habersiz kalmaktaydı.
Yanlış anımsamıyorsam 2002 veya 2003 tarihlerinden birinde,
MİT'in Anakara'da bulunan ancak o güne kadar basında hiç konu edilmemiş,
nükleer ve konvansiyonel silahlara dayanıklı yer altında bulunan bir sığınağı,
Erdoğan'ın orayı ziyareti ve basının ilgisiyle ifşa edilmiş oluyordu.
Ayrıca aynı tarihlerde basının konuya olan duyarlılığı
nedeniyle, birinci meclisin altındaki ve Ankara kalesinin altındaki sığınaklar
da artık herkes tarafından bilinir duruma getirilmişti.
Erdoğan'ın etrafını kuşatan Vahhabi Krallığına bağlı
ajanlar, Erdoğan'ı özellikle başkomutanlık
sığınağını ifşa etmeye zorlamasıyla, başbakanlık yeni bir başkomutanlık
sığınağı inşasına başlamıştı.
Bu inşaatın başlatıldığı bilinmesine rağmen basında fazlaca
konu edilmemesine özen gösterilmişti.
Ancak 23 Şubat 2008 tarihli Hürriyet
gazetesinde, MİT'in kullandığı gizli teknolojileri adeta kamuya haber verir
gibi bazı bilgiler yer almakla birlikte asıl haber, 26 Aralık 2010 tarihli Hürriyet
gazetesinde veriliyordu.
Gazete, yeni yapılan baş komutanlık sığınağı hakkında
bilgiler vermeyi tercih etmişti.
15 Aralık 2014 tarihine gelindiğindeyse, METİŞ isimli bir şirket,
TSK ve MSB'nin Komuta ve Karargah Merkezleri ile ilgili bazı görüntüler
paylaşmıştı. metis.com.tr
Twitter adresini tıkladığınızda, karşınıza ilginç bir sayfa
çıkıyor.
Kendilerini tanıttığı sayfalarında şu bilgiler var.
Bu şirket, neden o görüntüleri yayınladı açıkçası bilmiyorum, zira 1967 yılında kurulduğuna göre, sanırım bu işlerin ihalesini alıp bitirmiş olmalı diye düşünüyorum.
Zaten konumuz da bu şirket değil.
Bunları neden anımsattım?
Erdoğan'a verilen ya da ondaki var olan korkmuş gibi yansıtılan,
aslında Türk devletini ele geçirmiş olan Rabıta örgütünün, kendisinin açığa
çıkmasına engel olması üzerine yaratılmış, Erdoğan'da varmış gibi sunulan korku izlenimi,
zihin kontrol operasyonuydu.
Bu operasyonlar, yapılan her şeyin Erdoğan'ın bilgisi ve
emri dahilinde yapıldığı izlenimi vererek, olası bir soruşturmanın önüne
geçmekti.
Önüne geçemezlerse de, Erdoğan'ın piyon olarak kullanılması, kaçınılmaz görünmekteydi.
Malumunuz Uğur Mumcu'nun öldürülmesindeki bir neden de,
Rabıta'nın devlet içindeki yapılanması ve bağlantılarını ortaya çıkartacak
kadar ileri gitmiş olmasıydı.
Vahhabi saltanatı, Türkiye'de öyesine örgütlenmiş
durumdadır ki, TSK'nın yapısını bile bozmuştur.
AKP'nin devlet içinde paralel diye sorguladığı, gerçekten
FTÖ değildir.
Zira FTÖ, dolaylı olarak devletin, doğrudan da AKP'nin içindeki
yapılanmadır.
AKP'nin FTÖ diye araştırıp soruşturduğu şey, Rabıta'nın
devlet içindeki yapılanmasını bilenlere ve buna karşı olanlara doğru yürüttüğü
operasyondur.
Nitekim, bu yapı TSK ve Türk etnisitesini yok etme üzerine
kurulu bir yapıdır.
O nedenle Türk derin yapılanması onca uğraşlara rağmen bir
türlü çökertilememiştir, FTÖ adıyla göstermelik bir kaç operasyonun yapılmış
olması, hem toplumun gazını almak, hem de AKP'nin yolsuzluklarını ortaya
çıkaranları yok etmek üzerine kuruludur.
Çünkü Rabıta, AKP'nin iliklerine kadar işlemiş, ruhunu
kemirmiştir.
TSK'nin bazı paşalarının, orduyu Osmanlı marşıyla yürümesi
de, personelinin tekbir eşliğinde operasyon yapmasının arkasında da, Vahhabi
egemenliği vardır.
Sanki IŞİD teröristleri gibi, tekbir eşliğinde özel
harekatçıların, Arap yaveleriyle boy gösterip TSK'nin hiyerarşik yapısına meydan okumasının başkaca açıklaması yoktur.
TSK'nin daha 3 gün evvel yayınladığı, huzursuzluğun ortaya çıktığı bildiri de, aslında darbenin TSK'ne karşı Rabıta tarafından yapıldığının bir işaretidir.
Özel
harekatçılara komuta edenlerin de, TSK'nin 3 gün evvel yayınladığı bildiriye
açıkça meydan okumalarıdır.
Dikkatli
olarak bakacak olursanız, TSK olur olmaz ifadeler hiç kullanmamış olduğu gibi,
her kelimesini özenle seçip, arkasını doldurmuşlardır.
Buradaki,
"... görevlerinin ifasında Anayasa'da
belirtilen hukuk devleti" ifadesiyle, görevlerini
anayasadan aldığını, başka kimsenin ve hiç bir gücün kendilerine görev ve emir
veremeyeceğini açıklamışlardır.
"Anayasa ve yasalar çerçevesinde kendisine verilen görevler..."
ifadesiyle de, kendilerine dayatılan Vahhabi usullerinin, hukuk devletinde yeri
olmadığın anlatmışlar ve personelin baş kaldıramayacağını da, "Türk Silahlı Kuvvetlerinde disiplin, mutlak itaat ve tek emir
komuta esastır. Hiçbir yasa dışı, emir-komuta hiyerarşisi dışı oluşum ve/veya
harekete taviz verilmesi söz konusu değildir" ifadesiyle
netleştirmiştir.
Farkındaysanız,
TSK'nde bir huzursuzluk olmadığı anlamına gelen bir cümle yok.
Tam aksine,
"Bambaşka sâiklerle yapıldığı anlaşılan..."
demekle, sâikin kelime anlamının güdülenme olduğunu düşünürsek, toplumda farklı
güdülenmeye yol açmak yani toplumsal zihin kontrolüne yönelik ifade olduğu
anlaşılır.
Bu da,
toplumda askerin darbe yapacağı, huzursuzluk duyduğu gibi yanlış güdülenme
yerine, doğruyu algılaması gerektiğinin altı çizilmiştir.
Yani, TSK
personeline karşı yürütülen gizli ve içten bir operasyonun varlığı, bunun
yarattığı huzursuzluğu ifade etmişlerdir.
Dediğim
gibi, özel harekatçıların bunu anlaması gecikmemiş olup, emir-komuta zincirine
örtülü bir mesajla, "Ya Allah, Bismillah Allahu
Ekber" demek suretiyle, "mesajınız
alınmıştır ancak yapacağınız bir şey yok, biz emirleri bu tekbiri getirmemize
destek veren yerden alıyoruz, gücünüz
yetiyorsa engelleyin" mesajı
vermişlerdir.
Elbet ferdi
olarak TSK mensuplarının şahsi inançları vardır ve olacaktır.
Buna itiraz
eden de yoktur, edilmesi de abesle iştigaldir.
Lakin kurum
bazında Türk Ordusunun söylediği marşlar da, sloganlar da belirlidir.
Vahhabi
beslemesi teröristler gibi Türk askeri ve polisine bu tür yaveler
yakışmamıştır.
Neden "NE MUTLU TÜRK'ÜM DİYENE" denmemiştir de,
"YA ALLAH BİSMİLLAH ALLAHU EKBER"
denmektedir?
Türk askeri
ancak düşmana hücum esnasında Allah Allah diye harekat yapmıştır, bunun
dışındaki durumlarda sloganı bellidir.
Türk askeri
ve polisinin tekbir eşliğinde havaya mermi boşaltması, IŞİD teröristlerinin ve
Vahhabi kafalarının Türk ordusundaki etkisini göstermektedir.
Sürekli
söylenen, "Türkiye'de
uyku pozisyonunda bekletilen IŞİD teröristleri var" söylemi,
sanki ilan edilir gibi yapılmış bu hareket, Türk ordusuna yakışan bir hareket
değildir ve olamaz.
Havuz
medyası ve yandaşların, yıllardır söylediği, "Yahudi
marşları ile büyümüşüz" diyenleri unuttunuz mu?
Bu duruma neden, "Yıllardır koynumuzda IŞİD beslemişiz" diyememektedir?
Diyemezler, çünkü Rabıta'dan
beslenenler, gerçekleri örtmek için yüksek ücretlerle
çalışmaktadırlar, onların görevleri, Türk toplumu üzerinde zihin
operasyonlarının neferliğini yapmaktır.
TV'lerde beyin yıkama görevlisi
olduğunu ağzından kaçıran spikerlerin varlığını ve sözlerini daha geçenlerde
yayınlamıştım.
Her neyse, daha fazla uzatmanın
anlamı yoktur.
Özetle Türk ordusu kendisine
yakışmayan, dünyanın terörist olarak gördüğü şeriatçı akımlardan hızla uzaklaşmalıdır.
İslamofaşizm, İslam'a karşı nefreti
körüklemek ve ABD çıkarlarını hakim kılmak için yaratılmış, ABD destekli IŞİD
gibi görüntü vermek, kimseye yarar sağlamayacağı gibi, halkın büyük bir
kesiminde TSK'ne karşı nefreti körüklemek, bir bölümünde IŞİD'in de TSK ile
ortak çalışıyor algısını yaratmaktan başka işlevi olmayan bu duruma artık son
verilmelidir.
Türklerin İslam'la ilgisi olmadığını,
olamayacağını daha evvel yazmış, şöyle demiştik.
İslam dini ile
karşılaştıkları sırada Türkler, bir tek sistem değillerdi:
"Birçok sınıflardan kimileri Müdun (Kentler) ve Hüsün (Hisarlar) sahibidirler. Ve kimileri Berr'dirler, yani derim; evleriyle dağ tepelerinde ve ovalarda otururlar.
Bunlar dahi kimi güneşe ve kimi puta ve kimi sığıra ve kimi ağaca, kimi taşa taparlar. Ve kimileri dahi vardır, hiç DÎN BİLMEZLER.
Ve kimileri Yahud’e taklit ederler, krallarına Khan derler: İpekler giyip, alyaldızlı tac ururlar. Bu taife pek behadır olurlar.
Ve bunların topu Nuh oğlu Yafes oğlu Bulcas Khan çocuklarındandır."
"Birçok sınıflardan kimileri Müdun (Kentler) ve Hüsün (Hisarlar) sahibidirler. Ve kimileri Berr'dirler, yani derim; evleriyle dağ tepelerinde ve ovalarda otururlar.
Bunlar dahi kimi güneşe ve kimi puta ve kimi sığıra ve kimi ağaca, kimi taşa taparlar. Ve kimileri dahi vardır, hiç DÎN BİLMEZLER.
Ve kimileri Yahud’e taklit ederler, krallarına Khan derler: İpekler giyip, alyaldızlı tac ururlar. Bu taife pek behadır olurlar.
Ve bunların topu Nuh oğlu Yafes oğlu Bulcas Khan çocuklarındandır."
Dinsizden Yahudi taklidi Khan’lısma dek çeşitleri vardı. Kent ve Hisarda oturanlar, besbelli Yakın ve Uzak Doğu medeniyetlerimle temasa geçen azınlıktı.
Asıl Türk uluslarının büyük çoğunluğu "GÖÇER EVLİ" (Göçebe çadırlı) idiler.
"Menzilleri Ceyhun’la Çin arasındaki Türkistan ülkeleridir. Körtak ve Ortak dağlarının üzerinde kara evlerle yaylayup (yazı geçirip) ve kışın Bursun, Kakyay, Karakurum, Kari ve Sayran adlı yerlerde kışlarlardı.
Kralları Khakan’ın taht yeri, Talaş adlı şehirdi."
Kaynak ve detaylar için bakınız. Türkler
Dinsiz Ya da Tabiata Tapıcıydı
İşin özeti, özel harekatçıların
yaptığı, Türk milletine hakaret, Türk ordusuna aşağılama, Türk devletini dünya gözünde
Teröristlerle aynı kefeye koymak olmuştur.
Umarım gereken yerler, gereken
uyarıları yapar, eğer gerçekten varsa TSK'nden IŞİD kalıntılarını temizlerler.
İmparatorluk istiyorsanız, Osmanlı değil, Türk İmparatorluğu isteyeceksiniz.
İmparatorluk istiyorsanız, Osmanlı değil, Türk İmparatorluğu isteyeceksiniz.
04.4.2016
A. Dursun




Hiç yorum yok:
Yorum Gönder