Peygamber Okuma-Yazma Biliyordu!
Ömer Sağlam/14 Şubat 2016
Diyanet'in
12 Şubat 2016 tarihli Cuma hutbesinde geçen "Yüce Rabbimiz, Kur’an-ı
Kerim’de bizlere namaz kılmayı,oruç tutmayı, zekât vermeyi, hac yapmayı
emretmiştir. Ancak namazın vakitlerini, rekât sayılarını ve nasıl kılınacağını
bize Efendimiz öğretmiştir. Orucun ne şekilde ve nasıl tutulacağını, zekâtın
hangi mallardan ve ne kadar verileceğini, haccın menasikini bizlere hep
Peygamberimiz göstermiştir. Kısacası ibadet hayatımız, onun örnekliğinde
şekillenmiştir..." şeklindeki
ifadeyi de ekleyerek aydın bir din adamı olarak tanıdığım Kırklareli İl Müftü Yardımcısı Adnan Zeki
Bıyık'a kendi facebook sayfasında şu soruları sordum:
"Lütfen
aydın bir din adamı olarak söyler misiniz, Diyanet'e göre okuma-yazma bile
bilmeyen, yani 'Ümmî' olan bir peygamber, başkalarına öğretecek derecede bu
kadar bilgiyi nereden öğrendi? Yani namazların vakitlerini, rekat sayılarını ve
tadili erkanını, orucun nasıl tutulacağını ve vaktini, haccın menasikini,
zekatın hangi mallardan verileceğini ve nisap miktarını nasıl, nereden ve
kimden öğrendi? Lütfen 'Cebrail tarafından kendisine öğretildi' kolaycılığına
kaçmadan bize açıklar mısınız? Okuma-yazma bile bilmeyen bir kişi bunca bilgiyi
nasıl edindi? Oturup kendisi uydurmayacağına, Cebrail tarafından öğretilenlerin
de ayet şeklinde Kur'an'da yer aldığına göre?"
Hoca
epeyce bir süre sorduğum sorulara cevap vermedi. Bu arada onun yerine birkaç
kişi abuk sabuk cevaplar verdi sayfasında. Ben de biraz espri olsun diyerek
sayfasında şu yorumu yaptım:
"Adnan
Zeki Hocam, size bir soru sordum, galiba soruyu cevaplandırmaya tenezzül
etmeyerek beni çömezlerinizin elinde bıraktınız. Hala cevap bekliyorum sizden
:) Soruyu kısaca bir daha soruyorum; Hz. Peygamber bizim kıldığımız gibi namaz
kılmayı, zekatın nelerden ve hangi miktarda ödeneceğini kimden öğrendi?
Diyanetin dünkü hutbesinde, bu konuda genel emir olmakla birlikte teferruatın
Hz. Peygamber tarafından öğretildiği söylenmektedir. Diyanet'e göre;
okuma-yazma bile bilmeyen bir kişi, bu kadar bilgiyi nasıl edindi?"
Ayrıca
bu yorumu özelden mesaj olarak da gönderdim kendisine. Meğer hoca, bizim
sorduğumuz sorulardan hareketle bir makale hazırlıyormuş! Hocanın ismimizi de
kullanarak yazmış olduğu makale için kendisine şöyle teşekkür ettim:
Teşekkürler
Bıyık Hocam. Aslına bakarsanız, sizden çok farklı düşünmüyorum bu konularda.
Namaz ve diğer ibadetler konusunda, Hz. Peygamber'in Cibril tarafından
disipline edildiği ve çocukluğundan itibaren Allah'ın yakın gözetiminde ve
vahyin koruyuculuğundaydı şeklindeki (yani Hz. Peygamber Allah tarafından
çocukluğundan itibaren özel olarak yetiştirildi anlamına gelen) ifadeleriniz
dışındaki düşüncelerinize katılıyorum. Söylediklerinizi ben biliyorum, ancak
bir kere de size söyletmek için tabiri caizse sizi bir miktar tahrik ettim!
Malum aynı yorumu özelden de göndererek sizi biraz sıkıştırdım!
Peygamberin
ümmiliği konusundaki düşünceniz benim düşüncelerimle örtüşmektedir. Hayatı
boyunca okumanın ve ilmin önemini vurgulayan Hz. Peygamber'in, ısrarla
okur-yazar olmadığını ve bu yüzden vahiy katipleri tuttuğunu söylemek, en basit
tabiriyle O'na yapılmış bir iftiradır. Buyurduğunuz gibi; "Ümmî"
kavramı birçok anlama gelir ki; bunlardan birisi de sizin dediğiniz gibi O'nun
Kur'an'dan önce Tevrat ve İncil okumadığı anlamına gelir. Ancak akla en yatkın
anlamı "İçinden çıktığı Ümmete veya millete mensup" anlamında
"Ümmî" olmasıdır. Yani Kur'an, "Ümmi bir peygamber
gönderdik" derken, Araplara "Kur'an'ı daha iyi ve daha kolay
anlayabilmeniz için size, içinizden bir peygamber gönderdik" demek
istemiştir(1). Bunun dışında birkaç yanlışınızı düzeltmek isterim. Ben Diyanet
İşleri Başkanlığı'ndan tekaüd (emekli) müfettiş değilim. TDV'den emekli bir
müfettişim. Bunun dışında yazınızın başlığına da katılmıyorum. Zira Türkiye bir
din devleti değildir ki; "Ehl-i Sünnet" çökünce Türkiye çöksün. Atmış
olduğunuz başlık, bu ülkedeki Alevi ve Şii Müslümanlara karşı yapılmış bir
ayrımcılıktır. Lütfen mezhepçilik yapmak anlamına gelen tavır ve hareketlerden
şiddetle kaçınalım.
...
Evet,
Adnan Zeki Bıyık Hoca'nın yazısına vermiş olduğum cevap böyle. Hocanın, biraz
da bizim tahriklerimizle yazmış olduğu makalede söylemiş olduğu en enteresan
ifadelerden birisi şudur: "Ben bu ümmi kelimesini Peygamber Efendimizin
hakkında okuma yazma bilmediği şeklinde hiç söylemedim...Diyanet eğer savunuyorsa ya da başkalarının iddia ettiği ya da
savunduğu bir şeyi bana izafe etmeyiniz..."
Benim
kendisine bir şey izafe ettiğim filan yok da, hoca biraz alınganlık göstermiş
galiba! Bıyık Hoca yazısında şöyle diyor Peygamberin ümmiliği konusunda:
"Nebiyyil
Ümmi’den kasıt, Peygamberimizin Tevrat’ı ya da İncil’i Kuran nazil olduğunda
bilmediği anlamında da kullanılmıştır... Okur
yazar olmadığı anlamında değil…Müşriklerin kendisine 'Muhammed O Kuran
dediği sözleri Tevrat’tan iktibas etmiştir' iftirasına reddiye olarak ayette
Allah 'O Ümmi Peygamber' ifadesi ile onlara cevap vermiştir ki buradaki
ümmiliğin O'nun okuma yazma bilmediği anlamına değildir. Dini bir metin tecrübesi olmama anlamınadır
ve Tevrat’ı maksuddur."(2).
Evet,
biz de böyle düşünüyoruz. Hz. Peygamber, sanıldığının veya asırlardır iddia
edilenin aksine okuma yazma biliyordu. Sırf Kur'an'a kendiliğinden bir şey
katmadığına delil olmak üzere; O'nun okur-yazar olmadığını iddia etmek, düpedüz
kendisine yapılmış bir iftiradır. Oysa Hz. Peygamber'in Kur'an'a kendiliğinden
bir şey katmak gibi bir düşüncesi olsaydı, okuma-yazma bilmese de bunu zaten
yapardı. Çünkü kendisini sorgulayacak bir makam yoktu o sırada. Her şey vahiy
meleği ile kendisi arasında geçiyordu. O'nun dışında Cebrail'i ne gören vardı
ne de işiten. Ancak biz Müslümanlar inanıyoruz ki; Hz. Peygamber Kur'an'a ilave
veya çıkarma anlamında herhangi bir müdahalede bulunmamıştır.
Öte
yandan; Diyanet'in hutbesinde geçtiği üzere; "Namazların vakitlerini,
rekat sayıları ve tadili erkanı, orucun nasıl tutulacağı ve vakti, haccın
menasiki, zekatın hangi mallardan verileceği ve nisap miktarı Hz. Peygamber
tarafından ashabına öğretildi" deyip, Hz. Peygamber'in bunları nereden ve
nasıl öğrendiği sorusunun cevabını vermemek ve bunu sadece Cebrail tarafından
öğretildi veya "Vahy-i gayri metluv:Kur'an'a yazılmayan vahiy/Okunmayan
vahiy" yoluyla bildirildi demek, akla uygun bir açıklama değildir.
Böyle
bir kabul, Allah korusun; hadislerin de birer vahiy olduğu sonucunu doğurur ki;
uydurma hadisleri dikkate aldığımızda bu konudaki tehlikenin büyüklüğü
kendiliğinden ortaya çıkar. Hele hele Kur'an'da Peygamber için söylenen;
"O kendi nefsinden bir şey söylemez. O'nun söyledikleri kendisine
vahyedilenden başkası değildir"(3) şeklindeki ayeti kerime orada dururken,
hadislere "Vahy-i gayri metlüv" demek son derece yanlıştır. Söz
konusu ayet, herhalde hadisler hakkında değil, Kur'an ayetleri hakkında olmaladır.
Peki
Hz. Peygamber, ibadetlerin vaktini, miktarını ve eda şekillerini nasıl ve
nereden öğrendi? Bazı ibadetlerin eda şekilleri konusunda, Diyanet'in
hutbesindeki ifadelerin aksine Kur'an'da
bazı ayetler bulunmaktadır. Mesela Orucun ne zaman ve nasıl tutulacağı
konusunda Kur'an'da açık ayetler vardır(4). Yine Haccın sadece farziyeti değil,
eda şekillerinden bazıları konusunda da
Kur'an'da bazı ayetlerbulunmaktadır(5).
Bununla
birlikte; Müslümanların Hz. Peygamber'den bu yana yapa geldikleri, hemen bütün
ibadetler, İslam'dan önce de biliniyor ve yapılıyordu ki; mesela Oruç konusunda
Kur'an'da "Sizden öncekilere farz kılındığı gibi, sayılı günlerde size de
farz kılındı..."(6) denilerek, Orucun İslam'dan önce de var olduğu,
bilindiği ve tutulduğu haber verilmektedir. Hac ona keza. Madem Kâbe'yi ilk
olarak Hz. İbrahim inşa etti(7), herhalde ilk haccı da oy yapmış olmalıdır.
Demek oluyor ki; Hacc, en azından Hz. İbrahim'den beri yaklaşık 4000 yıldır
bilinen bir ibadettir, kuralları ve eda şekilleri de o devirden kalmadır.
Esasen, Hz. Peygamber'in yanı sıra pek çok Mekkeli'nin de, İslam gelmezden önce
Hz. İbrahim'in tek tanrılı dini olan "Haniflik" üzerine bulunuyor
olmaları, İslami döneme yansıyan pek çok ibadetin, Hz. İbrahim'den bize miras
kaldığını akla getirmektedir.
Öte
yandan, Mekkeli Müşriklerin ve civar ülke halklarının, İslam'dan önce hacc
yapmak üzere Mekke'ye geliyor olmaları, haccın hem Müşriklerce, hem de diğer
bazı din mensuplarınca bilindiğini göstermektedir. Şurasını öncelikle belirtelim
ki; Müşrikler de Allah'a inanıyorlardı. Bir farkla ki; onlar isteklerini
Allah'a daha çabuk ulaştırmak için araya putları koyuyorlardı. Eğer Müşriklerde
Allah inancı olmasaydı hiç çocuklarına "Abdullah" ve
"Abdurrahman" isimlerini koyarlar mıydı? Zira bu tür isimler, İslam
gelmezden önce de Mekke'de çocuklara veriliyordu ki; en başta Hz. Peygamber'in
babasının adı Abdullah idi. Ayrıca Abdullah b. Mesut, Abdurrahman b. Avf ve
Abdullah b. Cahş gibi ünlü sahabeler, İslam'dan önce isim almış ve isimlerinde Allah
lafzı bulunan sahabelerdi.
Kur'an'ın
105. suresinde bahsi geçen olayın kahramanı Ebrehe'nin, aslında Hıristiyan olan
Habeşistan Kralı'nın Yemen Valisi olduğu ve herhalde bağlı olduğu kral gibi
onun da Hıristiyan olduğu kabul edilmelidir.
Yemen'in Hıristiyan Valisi, o dönemde de Kâbe vesilesiyle hac ve ticari
fuarlar (panayırlar) merkezi olan Mekke'nin cazibesini kırmak için, Sana'da
büyük bir kilise yaptırıyor. Gelin görün ki; halk Ebrehe'nin yapmış olduğu
"Ebû Kulleys:Kiliselerin Babası" isimli kiliseye rağbet etmiyor ve
eskiden olduğu gibi yine hac yapmak için Mekke'ye gidiyorlar. Hatta bir
rivayete göre, bedevinin birisi sırf hakaret etmek için Ebrehe'nin kilisesine
pisliyor! Bunun üzerine Ebrehe, Kâbe'yi yıkmak için Mekke'ye bir sefer
düzenliyor, ancak muvaffak olamıyor.
Bu
da gösteriyor ki; Hıristiyanlar da o dönemde hac yapmak için Mekke'ye
geliyorlar ve Kâbe'yi ziyaret ediyorlardı.
Pek çok kaynakta, İslam öncesi devirde, ibadet maksadıyla Kâbe'nin
etrafında tavaf yapan insanların, tavaf esnasında alkış tuttukları ve ıslık
çaldıkları yazılıdır. Demek oluyor ki; Hz. Peygamber ve diğer Hanifler, tıpkı
İslami dönemdeki gibi hac yaparken, diğerleri farklı şekillerde hac
yapıyorlardı. Yine demek oluyor ki; Hz. Muhammed, peygamber olduktan sonra, Hanifken
yapmış olduğu bazı ibadetleri yapmaya devam etmiş ve bunu ashabına da tavsiye
etmiştir. Muhtemelen namaz vakitleri, rekat sayıları ve eda şekli de o dönemden
İslami döneme tevarüs eden dini geleneklerdendi. Bununla birlikte Kur'an'da
"Namaz" kavramı değil ama "tespih", "salat" ve
"zikir" olarak, namaz anlamı verilen bazı ibadetlerin zamanı (günü)
ve vakti konusunda kimi bilgiler de verilmektedir(8).
Hz.
Peygamber, diğer din mensupları ile de oldukça iyi ilişkiler içindeydi.
Dolayısıyla, ilişki içinde olduğu kavimlerin dini geleneklerinden İslam'ın
ruhuna uygun olanları almadığını hiçbir akıl sahibi iddia edemez. Pek çok
kaynakta, O'nun Mekke'den Medine'ye hicret ettikten sonra, orada baskın bir
kavim olan Yahudi kabileleriyle iyi geçinmek, onlarla sağlıklı ve dostane
ilişkiler kurabilmek için Kıbleyi Kudüs yönüne çevirdiği, ayrıca Yahudilerin
tutmakta oldukları Kippur Orucu'nu tutmaya başladığı ifade edilmektedir.
Sanıldığının aksine, Kıblenin Kudüs yönüne çevrilmesi konusunda Kur'an'da ayet
yoktur. Bu, tamamen Hz. Peygamber'in siyasi dehasının ürünüdür. Kur'an'daki
kıble ayeti, kıblenin Mescid-i Haram yönüne çevrilmesiyle alakalıdır(9).
Esasen,
İslam Dini'nin orijinal bir din olmadığı ve daha önce gönderilen ve fakat
tahrif edilmiş semavi dinlerin yerine kaim olmak üzere gönderildiği genel kabul
görmüş bir görüştür. Ayrıca Allah, Kur'an'da, insanlara doğru yolu göstermek
için pek çok peygamber gönderdiğini ve onlara da kitap verdiğini bize haber
vermektedir. Allah'ın gösterdiği doğru
tek olduğuna göre göndermiş olduğu kitaplarda verdiği emirler ve yapmış
olduğu yasaklamalar da aynı olmalıdır. Böyle olunca, başta ibadetler
konusundakiler olmak üzere; Kur'an'da bulunan pek çok emir, elbette daha önce
diğer kitaplarda da yer alıyordu. Dolayısıyla; Müslümanlar tarafından yapılan
ibadetlerin şu veya bu şekilde diğer din mensuplarınca da yapılıyor olması
normaldir.
Bunun
yanında, Hz. Peygamber'in bilinenin ve asırlardır ileri sürülen iddianın
tersine okur-yazar olduğunu, çocukluğundan başlayıp peygamber oluncaya kadar
ticaret kervanlarıyla, Şam'dan tutun da Basra Körfezi'ne kadar birçok
seyahatler gerçekleştirdiğini, farklı kültürlere sahip pek çok insanla
karşılaştığını ve Peygamber olduktan sonra, yine pek çok insanla yan yana
geldiğini düşünürsek; okuduklarından ve karşılaştığı insanlardan ve onların örf
ve adetlerinden etkilenmediğini söylemek akla uygun değildir. Şöyle ki; Hz.
Peygamber, Peygamber olmazdan önce öğrendiklerini ve kendi bireysel hayatına
tatbik ettiklerini, herhalde Kur'an ayetleri karşısında teste tabi tutmuş ve
Kur'an ayetleriyle çelişenleri, uygulamaktan ve tatbik etmekten vazgeçmiş,
Kur'an ayetleriyle çelişmeyenleri uygulamaya devam etmiş, ashabının da böyle
davranmasını istemiştir. Mesela; zıhar
(bundan sonra senin sırtın bana anamın sırtı gibidir diyerek eşten
uzaklaşmak)(10), Allah'ın helal kıldıklarını haram kılmak gibi(11) ve
ilişkilerde hatırlı kişilere öncelik vermek/adamına göre muamele etmek(12) gibi
cahiliye dönemi adetlerini İslami dönemde de uygulamaya kalkışan Hz. Peygamber,
Allah tarafından bizzat uyarılarak bu davranışından vazgeçirilmiştir.
Bu
da gösteriyor ki; Hz. Peygamber, önceki inançlarından kalan bazı dini
gelenekleri Peygamber olduktan sonra da devam ettirmiştir ki; herhalde bunların
içinde kimi ibadetler de bulunuyordu!
Bunlara
ilave olarak, ibadetlere ilişkin pek çok şekil şartının, Hz. Peygamber sonrası
dönemde belirlendiğini de söylemek gerekir ki; bunların başında Teravih
Namazlarının 20 rekât oarak camilerde cemaatle kılınması, Cuma Namazı'nın
farzının hutbeden sonra kılınması gelmektedir. Yani, ulema ve fukaha da
ibadetlerin şekil şartlarının belirlenmesinde son derece etkili olmuştur ki;
bugün ibadetlerin eda şekilleri konusunda mezhepler arasında pek çok görüş
ayrılıkları ve yorum farkları da bulunmaktadır. Eğer bunların tamamı Diyanet'in
12 Şubat tarihli hutbesinde denildiği gibi, bizzat Hz. Peygamber tarafından
öğretilmiş olsaydı, bu görüş farklılıkları herhalde olmayacaktı...
______________
1-Kur'an'da
şöyle denilmektedir: "Çünkü, ümmilere içlerinden, kendilerine âyetlerini
okuyan, onları temizleyen, onlara Kitab'ı ve hikmeti öğreten bir peygamber
gönderen O'dur. Kuşkusuz onlar önceden apaçık bir sapıklık
içindeydiler"(Cum'a/2)
3-Kur'an-ı
Kerim, Necm Suresi, 53/3-4,
4-Kur'an-ı
Kerim, Bakara Suresi, 2/184,187.
5-
Kur'an-ı Kerim, Bakara Suresi, 2/158, 196, 197, 198, 199, 200, 203, Mâide,
5/1,2,96, Hacc, 22/26,
6-
Kur'an-ı Kerim, Bakara Suresi, 2/183,
7-Kur'an-ı
Kerim, Hacc Suresi, 22/26.
8-Kur'an-ı
Kerim, Tâ-Hâ Suresi, 20/130, Cum'a, 62/9
9-Kur'an-ı
Kerim, Bakara Suresi, 2/149,
10-
Kur'an-ı Kerim, Mücadele Suresi, 58/1-4
11-Kur'an-ı
Kerim, Tahrim Suresi, 66/1-5,
12-
Kur'an-ı Kerim, Abese Suresi, 80/1-10.
Not:
Yazının başlığı Adnan Zeki Bıyık'ın yazılı onayı alınarak konulmuştur!
Diyanet işleri e. başkan yrd. Nursaçan (Çeven), Haram para ile hacca gidilir.
İnlerine gireceğiz inlerine. Müftü Yardımcısı Adnan Zeki Bıyık
Hz. Muhammed Namaz Kılmayı Kimden Öğrendi?!
Müftüden Çocuk Katillerine "İdam Fetvası"
Cehalette dünya dokuzuncusu olmuşuz. 2016 Cehalet Endeksi...
14 Şubat ve Mozole Suratlı Kadınlar
Aykırı müfüden, HZ MUHAMMED’E ŞİKÂYET
Zaytung’dan değil Diyanet Haber’den…
Hamdolsun bir Haçlı Nişanı'mız daha oldu.
Şiir, Hz Muhammed'e Şikâyet-ADNAN ZEKİ BIYIK

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder