Çocuklara tecavüzler, devlet düzenine müdahaleler, yargıdaki şeriat yapılanmaları, paralel devlet operasyonları, devlet kasasını soyma, adam kayırma, yolsuzluklar had safhada almış başını gidiyor.
Koşar adım darbeye götürülen ülke.
1982 Anayasası"ndaki bazı maddeleri değiştiren 12 Eylül 2010 referandumu 12 Eylül darbesinin ve anayasasının yeniden tartışılmasına yol açtı. Ama bu kez tartışmanın doğru bir mantıkla yürütüldüğü kuşkuludur. Yapılan değişikliklerin Türkiye"yi 12 Eylül anayasasından kurtarmadığı, tam tersine 1982 Anayasası"yla ve AKP iktidarı döneminde yasama ile yürütmenin tekleşmesi ile oldukça güdükleştirilmiş olan kuvvetler ayrılığı ilkesini tamamen ortadan kaldırmanın yolunu açtığı aydınlar arasında ve geniş bir halk kesiminde yaygın kanıdır.
Bu kanının dayandığı bazı tarihsel bilgiler ortaya konulmadan bugünü anlamak kolay olmayacaktır.
Referandumda evet oyu için propaganda yürütenler 12 Eylül askeri darbesini gerçekleştiren generalleri hedef tahtasına yerleştirdiler ve onların yargılanmasının yolunu açtıklarını iddia ettiler. Ama öte yandan 12 Eylül"ün ekonomik politik pratik uygulayıcılarını örneğin Turgut Özal'ı baş tacı yapmayı, bir idol olarak savunmayı sürdürdüler.
12 Eylül darbesinin tüm dünyada yaygınlık kazanan, güçlü ülkeler, IMF, Dünya Bankası gibi küresel finans kuruluşları tarafından dayatılan ekonomik politikaların, neoliberalizmin bir sonucu olduğu gözlerden uzak tutularak gerçeği kavramak olanaklı değildir.
12 Eylül askeri darbesini alkışlayanların, destekleyenlerin büyük bir kesiminin bugün darbe karşıtı oldukları iddiası da ancak neoliberal politikaları savunmaktaki ısrarlarıyla anlaşılabilir. Gerçekten de neoliberal ekonomi politikalarının sürdürülmesini savunanlar şimdi askeri darbelere karşı olduklarını ilan etmekte ama otoriter bir rejime doğru ilerleyen politikalara ses çıkarmamakta, tam tersine destek vermektedirler. Bu da doğaldır. Çünkü esas olan uygulanan sosyal ekonomik politikalardır ve bu politikalar geçmişte askeri darbe marifetiyle uygulanmışsa bugün de sivil ama otoriter eğilimleri gittikçe belirginleşen güçler tarafından uygulanmaktadır.
Türkiye'de adı kontrgerilla.
Adı İtalya"da Gladio, Yunanistan"da Koyun Postu, Almanya"da Gehlen Harekâtı, Fransa"da Rüzgâr Gülü, İspanya"da Anti-Terör Kurtarma Grubu, İngiltere"de Secret British Network diye bilinen oluşum Türkiye"de Kontrgerilla olarak anılageldi. Türkiye"nin son 60 yıllık tarihinde faili belirsiz kanlı olayların arkasında hep bu oluşum gösterildi. Türkiye"nin 1952 yılında NATO"ya üye olması ile başlayan "darbeler, faili meçhuller, suikastlar, katliamlar, bombalamalar, sabotajlarla" örülü tarihi üzerindeki sır perdesi hâlâ kaldırılamadı. 12 Eylül 1980 askeri darbesinin üzerinden tam 30 yıl geçti. Öncesinde ve sonrasında yaşanan kanlı olayların sorumluları hiçbir siyasi iktidar döneminde aydınlatılamadı.
12 Eylül öncesinin cinayetleri, katliamları 12 Eylül"den sonra faşist cuntanın eliyle sözde mahkemeler, sözde sorgulamalarla sürdü. Bu dizide bu cinayetlerin hikâyesini de okuyacaksınız.
Türkiye koşar adım 12 Eylül 1980 askeri darbesine giderken TÜSİAD, TİSK, MESS sözcüleri 1971 askeri darbesiyle birçok bölümü değiştirilen 1961 Anayasası"nın Türk toplumuna bol geldiğini ısrarla söyledi. İşveren sözcüleri bu anayasanın mutlaka değiştirilmesi gerektiğini belirterek ancak o zaman 24 Ocak kararlarının uygulanabileceğine dikkat çektiler. 1982 Anayasası"nın hazırlanması sürecinde de temsilcilerini Danışma Meclisi"ne göndererek istedikleri anayasayı yapmayı başardılar.
12 Eylül 1980 askeri darbesine tanıklık eden devrimciler, sol görüşlü aydınlar, yazar ve sendikacılar bugün, 12 Eylül"den hesap sorulmasının, 90 yaşında bir emekli askerin yargılanmasıyla değil, 12 Eylül"ün "yardım ve yatakçılarının" ortaya çıkarılmasıyla mümkün olacağına dikkat çektiler. 12 Eylül"deki cezaevi koşullarını, Türkiye"yi darbe ortamına getiren koşulları ve darbe sonrası Türkiye"yi değerlendiren tanıklar, "12 Eylül"ün özellikle "˜zihniyetinden" hesap sorulmaya başlandığı noktada, mesela şimdinin "˜darbesavar" medya mensuplarının bir zamanlar ne denli "˜darbesever" olduğu gündeme gelecektir" görüşünü dile getirdiler. Darbeyle birlikte büyük bir travma geçiren toplumun iletişimsiz kaldığına işaret eden sosyologlar ve psikiyatristler ise "Gençlerin çoğu okul müfredatına bağlı, İslami boyutlar çerçevesinde muhafazakâr, tutucu bir yapı içerisinde yetiştirildiler. Apolitiklik; sorgulamayan, araştırma yapmayan, her söyleneni uygulayan bir gençlik ya da şiddete yönelme şeklinde kendini gösteriyor" değerlendirmesini yaptılar.
Bu yazı dizisinde 12 Eylül askeri darbesine giden günler ele alınacak, arkadaki güçler deşifre edilmeye çalışılacaktır. Darbenin bir tür anatomisini çıkarmayı amaçlayan bu dizinin, günümüze de ışık tutacağını umuyoruz.
CIA, NATO, GLADİO'nun, emperyalizmin uluslararası terörizmi siyasal cinayetler, katliamlar ve cuntaları yönlendirdiği açığa çıktı. Bu gerçek ülkemizde de değişmemiş, 1 Mayıs 77'ler, Kahramanmaraş'lar, Cömert, Aksoy, Emeç vb. katliam ve cinayetlerinin ar- kasından KONTRGERİLLA ismi çıkmışlır.
HAZİRAN YAYINEVI'nin çıkardığı, sadece ABD'li subaylara "gizli" olarak dağıtılan FM serisinden 90-8 numaralı KONTRGERİLLA OPERASYONLARI isimli kitapta konunun derinliği ele alımyor. Cumhuriyetarsivi
Sorun; halkın kendisini yönetmiyor oluşu dur.
Dış kaynaklı olmayan tek darbe, Mustafa Kemal devrimleridir.
Bizzat Türk halkının, liderine olan güveniyle yine kendisinin yaptığı tek devrim budur.
İşte bu süreç yeniden başlamadığı takdirde,hiç bir çözüm kümesi boş küme olmaktan bir adım ileri gidemez.
Yukarda bahsedilen devrimlerin liderlerinden birinin sözüne bakalım.
CIA Ajanı Henze:
"Atatürkçülük Öldü:Nakşîler,Nurcular İlericidir"
Şimdi de bizim devrimimizin liderinin sözüne bakalım.
Şimdi tartışacaklar, akil adamlar buna göre tartışsın, kar versin.
Gerisi boş işlerdir.
Vakit daralmadı, bitmek üzere.
Yargılama yapılacaksa, Mustafa Kemal'in öldüğü günden başlanmalıdır.
İhanetin temelleri 1920'li yıllarda Mustafa Kemal'in öldürülme kararı ile başlıyor.
O zamanki hainleri de yargılamak gerek.Tabii gıyabında.
Nasıl ki gıyabında itibar-ı iade edilenler olduysa,yargılananlar da olacaktır.
Üstelik hesap sormak için bekleyecek, bunları tartışacak zaman değildir.
Bunlar tartıştırılmak için kurulu tezgahlardır.
Bu tezgaha düşmeyelim.
Bırakalım, tarih kendini yargılasın.
Gelecek tehlike çok uzak değil.
Geç kalırsak 1400 yıl evvelki karanlığa gireceğiz.
Bir daha çıkmamak üzere...
A. Dursun
Dava zamanaşımı
Zamanaşımı, uygar ceza hukuku düzenlerinin tümünde mevcut bulunmaktadır. Cezalandırma erkini elinde tutan Devlet, suçları zamanında takip etmeli, yargılatmalı ve cezasını belli bir süre içinde çektirmelidir. Devletin sonsuza kadar suçlunun peşinde olama hakkı yoktur. Kim işini zamanında yapmazsa, sonuçlarına o katlanır.
Kanun, zamanaşımını davayı ve cezayı düşüren bir neden saymıştır. Zamanaşımı res" en uygulanır ( m. 72/2 ).
Kanun, zamanaşımını, dava zamanaşımı ve ceza zamanaşımı olmak üzere ikiye ayırmıştır. Dava zamanaşımını, 66 ve 67. maddelerinde, ceza ve müsadere zamanaşımını 68, 69, 70 ve 71. maddelerinde düzenlemiştir. Kanun, " Zamanaşımının hesabı ve uygulanmasını" 72. maddesinde düzenlemiştir.
Zeki HAFIZOĞULLARI
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Emekli Öğretim Üyesi
Başkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi
Ankara Barosu Avukatı
TÜRK CEZA KANUNUNDA DAVANIN ve CEZANIN DÜŞÜRÜLMESİ.pdf
baskent.edu.tr
----------------
TÜRK CEZA KANUNU
Kanun No: 5237
Kabul Tarihi : 26.9.2004
Dava zamanaşımı
MADDE 66. - (1) Kanunda başka türlü yazılmış olan hâller dışında kamu davası;
a) Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda otuz yıl,
b) Müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmibeş yıl,
c) Yirmi yıldan aşağı olmamak üzere hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıl,
d) Beş yıldan fazla ve yirmi yıldan az hapis cezasını gerektiren suçlarda onbeş yıl,
e) Beş yıldan fazla olmamak üzere hapis veya adlî para cezasını gerektiren suçlarda sekiz yıl,
Geçmesiyle düşer.
(2) Fiili işlediği sırada oniki yaşını doldurmuş olup da onbeş yaşını doldurmamış olanlar hakkında, bu sürelerin yarısının; onbeş yaşını doldurmuş olup da onsekiz yaşını doldurmamış olan kişiler hakkında ise, üçte ikisinin geçmesiyle kamu davası düşer.
(3) Dava zamanaşımı süresinin belirlenmesinde dosyadaki mevcut deliller itibarıyla suçun daha ağır cezayı gerektiren nitelikli hâlleri de göz önünde bulundurulur.
(4) Yukarıdaki fıkralarda yer alan sürelerin belirlenmesinde suçun kanunda yer alan cezasının yukarı sınırı göz önünde bulundurulur; seçimlik cezaları gerektiren suçlarda zamanaşımı bakımından hapis cezası esas alınır.
(5) Aynı fiilden dolayı her ne suretle olursa olsun tekrar yargılanması gereken hükümlünün, sonradan yargılanan suça ait üçüncü fıkrada yazılı esasa göre belirlenecek zamanaşımı göz önünde bulundurulur.
(6) Zamanaşımı, tamamlanmış suçlarda suçun işlendiği günden, teşebbüs hâlinde kalan suçlarda son hareketin yapıldığı günden, kesintisiz suçlarda kesintinin gerçekleştiği ve zincirleme suçlarda son suçun işlendiği günden, çocuklara karşı üstsoy veya bunlar üzerinde hüküm ve nüfuzu olan kimseler tarafından işlenen suçlarda çocuğun onsekiz yaşını bitirdiği günden itibaren işlemeye başlar.
(7) Bu Kanunun İkinci Kitabının Dördüncü Kısmında yazılı ağırlaştırılmış müebbet veya müebbet veya on yıldan fazla hapis cezalarını gerektiren suçların yurt dışında işlenmesi hâlinde dava zamanaşımı uygulanmaz.
Dava zamanaşımı süresinin durması veya kesilmesi
MADDE 67. - (1) Soruşturma ve kovuşturma yapılmasının, izin veya karar alınması veya diğer bir mercide çözülmesi gereken bir meselenin sonucuna bağlı bulunduğu hâllerde; izin veya kararın alınmasına veya meselenin çözümüne veya kanun gereğince hakkında kaçak olduğu hususunda karar verilmiş olan suç faili hakkında bu karar kaldırılıncaya kadar dava zamanaşımı durur.
(2) Bir suçla ilgili olarak;
a) Şüpheli veya sanıklardan birinin savcı huzurunda ifadesinin alınması veya sorguya çekilmesi,
b) Şüpheli veya sanıklardan biri hakkında tutuklama kararının verilmesi,
c) Suçla ilgili olarak iddianame düzenlenmesi,
d) Sanıklardan bir kısmı hakkında da olsa, mahkûmiyet kararı verilmesi,
Halinde, dava zamanaşımı kesilir.
(3) Dava zamanaşımı kesildiğinde, zamanaşımı süresi yeniden işlemeye başlar. Dava zamanaşımını kesen birden fazla nedenin bulunması halinde, zamanaşımı süresi son kesme nedeninin gerçekleştiği tarihten itibaren yeniden işlemeye başlar.
(4) Kesilme halinde, zamanaşımı süresi ilgili suça ilişkin olarak Kanunda belirlenen sürenin en fazla yarısına kadar uzar.
Ceza zamanaşımı
MADDE 68. - (1) Bu maddede yazılı cezalar aşağıdaki sürelerin geçmesiyle infaz edilmez:
a) Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezalarında kırk yıl.
b) Müebbet hapis cezalarında otuz yıl.
c) Yirmi yıl ve daha fazla süreli hapis cezalarında yirmidört yıl.
d) Beş yıldan fazla hapis cezalarında yirmi yıl.
e) Beş yıla kadar hapis ve adlî para cezalarında on yıl.
(2) Fiili işlediği sırada oniki yaşını doldurmuş olup da onbeş yaşını doldurmamış olanlar hakkında, bu sürelerin yarısının; onbeş yaşını doldurmuş olup da onsekiz yaşını doldurmamış olan kişiler hakkında ise, üçte ikisinin geçmesiyle ceza infaz edilmez.
(3) Bu Kanunun İkinci Kitabının Dördüncü Kısmında yazılı yurt dışında işlenmiş suçlar dolayısıyla verilmiş ağırlaştırılmış müebbet hapis veya müebbet hapis veya on yıldan fazla hapis cezalarında zamanaşımı uygulanmaz.
(4) Türleri başka başka cezaları içeren hükümler, en ağır ceza için konulan sürenin geçmesiyle infaz edilmez.
(5) Ceza zamanaşımı, hükmün kesinleştiği veya infazın herhangi bir suretle kesintiye uğradığı günden itibaren işlemeye başlar ve kalan ceza miktarı esas alınarak süre hesaplanır.
MADDE 69. - (1) Cezaya bağlı olan veya hükümde belirtilen hak yoksunluklarının süresi ceza zamanaşımı doluncaya kadar devam eder.
Müsaderede zamanaşımı
MADDE 70. - (1) Müsadereye ilişkin hüküm, kesinleşmeden itibaren yirmi yıl geçtikten sonra infaz edilmez.
Ceza zamanaşımının kesilmesi
MADDE 71. - (1) Mahkûmiyet hükmünün infazı için yetkili merci tarafından hükümlüye kanuna göre yapılan tebligat veya bu maksatla hükümlünün yakalanması ceza zamanaşımını keser.
(2) Bir suçtan dolayı mahkûm olan kimse üst sınırı iki yıldan fazla hapis cezasını gerektiren kasıtlı bir suç işlediği takdirde, ceza zamanaşımı kesilir.
Zamanaşımının hesabı ve uygulanması
MADDE 72. - (1) Dava ve ceza zamanaşımı süreleri gün, ay ve yıl hesabıyla belirlenir. Bir gün, yirmidört saat; bir ay, otuz gündür. Yıl, resmî takvime göre hesap edilir.
(2) Dava ve ceza zamanaşımı re"sen uygulanır ve bundan şüpheli, sanık ve hükümlü vazgeçemezler.
Soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı suçlar, uzlaşma
MADDE 73. - (1) Soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı olan suç hakkında yetkili kimse altı ay içinde şikâyette bulunmadığı takdirde soruşturma ve kovuşturma yapılamaz.
(2) Zamanaşımı süresini geçmemek koşuluyla bu süre, şikâyet hakkı olan kişinin fiili ve failin kim olduğunu bildiği veya öğrendiği günden başlar.
(3) Şikâyet hakkı olan birkaç kişiden birisi altı aylık süreyi geçirirse bundan dolayı diğerlerinin hakları düşmez.
(4) Kovuşturma yapılabilmesi şikâyete bağlı suçlarda kanunda aksi yazılı olmadıkça suçtan zarar gören kişinin vazgeçmesi davayı düşürür ve hükmün kesinleşmesinden sonraki vazgeçme cezanın infazına engel olmaz.
(5) İştirak hâlinde suç işlemiş sanıklardan biri hakkındaki şikâyetten vazgeçme, diğerlerini de kapsar.
(6) Kanunda aksi yazılı olmadıkça, vazgeçme onu kabul etmeyen sanığı etkilemez.
(7) Kamu davasının düşmesi, suçtan zarar gören kişinin şikâyetten vazgeçmiş olmasından ileri gelmiş ve vazgeçtiği sırada şahsî haklarından da vazgeçtiğini ayrıca açıklamış ise artık hukuk mahkemesinde de dava açamaz.
(8- Suçtan zarar göreni gerçek kişi veya özel hukuk tüzel kişisi olup, soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı bulunan suçlarda, failin suçu kabullenmesi ve doğmuş olan zararın tümünü veya büyük bir kısmını ödemesi veya gidermesi koşuluyla mağdur ile fail özgür iradeleri ile uzlaştıklarında ve bu husus Cumhuriyet savcısı veya hâkim tarafından saptandığında kamu davası açılmaz veya davanın düşürülmesine karar verilir.
Tamamını ekten görebilir siniz.
Önce katliam sonra tecavüz
16 Mayıs 1978 gecesi, Ankara Etlik Piyangotepe"de Çelik Kahvehanesi"ne başlarına çorap geçirmiş kişiler girdi. İnsanları yere yatırdıktan sonra üstlerine ateş ettiler. Olayda 7 kişi öldü. 3 katil, çalıntı bir Murat taksiyle olay yerinden kaçtılar.
Olayda kullanılan gasp edilmiş taksi Aktaş semtinde bulundu. İçinde boş kovanlar, patlamamış mermiler ve porno dergiye benzer bir dergi bulundu. Aracın şoförünün Ulus"taki Anafartalar Karakolu"na geldiği bildirildi. Gittik. 25-26 yaşlarındaki genç delikanlı şoför çok tedirgindi. Bir ara bana dönerek, "Ağabey" dedi, "Kulağına bir şey söyleyeceğim" Ağlıyor, çocuk perişan. "Ağabey" dedi, "Arabamı kaçıranlar beni ağaca bağladılar, sonra da bana tecavüz ettiler".
Şaşkına dönmüştük. Biz olabilir mi dedik, aramızda konuştuk. Grup amiri "Alın içeri bakın" dedi. Ülkücü polis arkadaşım ile birlikte içeri girdik, baktık ki, evet çocuk perişan edilmişti.
Şoför, kendisine tecavüz eden şahıslardan birisini net olarak gördüğünü söylüyordu. Onun tarifi üzerine yine ressam arkadaşımıza robot resim çizdirdik. Şoför, "Şahıs bu" dedi. "Diğerlerini net göremedim. Bana tecavüz ettikten sonra -Aktaş istikametini gösterdi- buraya doğru kaçtılar" dedi. Robot resimleri bölgeye dağıttık. Geceleri oralarda dolaşıyorduk, benzer bir insan görebilecek miyiz diye. Aktaş o zamanlar her türlü insanın barındığı izbe bir semtti. Kelle koltukta görev yapıyorduk. Sabah namazına giden bir yaşlı şahsa yaklaştık. Adam önce biraz çekindi. "Amca" dedik, "Size bir resim göstereceğiz, bir bakar mısınız?" Baktı, "Niye soruyorsunuz bunu" dedi. Dedik ki: "Bu adamlar Hatip Çayı"nın orada bir delikanlıya tecavüz etmişler". Adam bu kez duraksamadan, "Bu şerefsizler" dedi, "Şuradaki hafriyatçıların orada bir kahve var. Oraya takılıyorlar". Bizim içimizden bir arkadaşımız kâğıt oynamayı biliyordu. Oynuyordu da zaman zaman. Dedik ki, "Sen git kumara otur, biz de bir tertibat alalım". O arkadaş kumar masasına oturdu. Biz de müşteri gibi oturduk. Piyangotepe katliamını gerçekleştiren Ali Bülent Orkan ve üç kişi daha geldiler. Silahlarını çıkardılar, oturdukları koltuklarının altına koydular. Biz bunun üzerine dışarı çıkıyormuş gibi yaptık ve sessizce çöktük, sonra gözaltına aldık. Bir tanesini İzmir"de yakaladık. Bir tanesini Ankara"da kayınpederinin evinde kıstırdık, oradan kaçtı. Bir emniyet amiri bayanın evine gitti, bayan ile kızını yaraladı. Oradan da kaçtı. Kasalar"da kıstırdık. Yakalanacağını anlayınca kafasına sıktı intihar etti. Aynı günlerde, Etlik"te, sol görüşlü şahıslar 4 genci taramış, öldürmüşler. Onun intikamını almak için Piyangotepe"ye gidip hiçbir siyasi faaliyeti olmayan garibanları öldürmüşlerdi. Ali Bülent Orkan, olayda hüküm giydi, asıldı.
SİLAH KAÇAKÇILIĞI
Kaçakçı eve gelince saçlarını tara
Uğradığı bombalı saldırı sonrasında yaşamını yitiren gazetemiz yazarı Uğur Mumcu"nun belirlemelerine göre, 12 Eylül öncesinde gerçekleştirilen birçok olayda silahlar hemen hemen aynı merkezlerden Türkiye"ye sokuluyordu. Kapitalist Batı yapımı silahlar, Sovyetler"e yakın Doğu bloku ülkeleri üzerinden Türkiye"ye giriyor, içeride yaşanan bir tür iç savaşta çarpışanlara, hem sağcılara, hem de solculara satılıyordu. Mumcu"nun saptamalarına göre, 1965 yılından 1980 yılına kadar, polis ve jandarma bölgesinde ele geçen tabanca sayısı 150 bin, tüfek sayısı 45 bin, mermi sayısı 32 milyondu. 26 Aralık 1978 tarihinden 11 Eylül 1980 tarihine kadar, 8 bin 21 tüfek ve 21 bin 505 tabanca yakalanırken, 12 Eylül 1980 tarihinden 11 Eylül 1981 tarihine kadar geçen bir yıl içinde bu sayı 49 bin 979 tüfek ve 526 bin 795 tabancaya yükselmişti. Operasyonlarda; roketatarlar, uçaksavarlar ve ABD"nin Vietnam"da denediği M-16"lar bile ele geçirilmişti.
- Dedektif Naim Tatar ve arkadaşları silah kaçakçılarının peşinde:
Kastamonu, Ankara 4. Kolordu Sıkıyönetim Komutanlığı bölgesine bağlıydı. Bölgede çalışmalar yaptık. Sağcıların gerçekleştirdiği eylemlerde kullanılan silahların seri numaraları ile sol eylemcilerde ele geçirilen silahların seri numaralarının çok yakın olduğunu belirledik. Yaptığımız sorgulamalarda, Kastamonu"da silahların, jandarma ile emniyet arasında bir bölgede açıkta satıldığını, silahları sağlayanın da Akman Tevfik adlı bir kişi olduğunu belirledik. Akman Tevfik"in, Tevfik Akmanoğlu adlı bir kaçakçı olduğunu belirledik. Adamlarından biriyle anlaştık. Kastamonu"ya yakın bir köydeki evini gösterdi bize. Büyük tahta kanatlı kapılı bir evdi. Kapıyı genç bir kız açtı. Bize yardımcı olan kişi "Akman nerede, bize biraz malzeme lazım" dedi. Ben kapının dışındaydım. Kız birden ayağıyla kapıya vurdu, kapı kapandı. Ben dışarıda kaldım. Dışarıdaki adamlara haber vereyim diyene kadar Tevfik Akmanoğlu kaçtı, yakalayamadım. Öyle moralim bozuldu ki. Merkez Komutanı, Havacı Kurmay Albay"dı. Dedi ki, "Bunlar kaçakçı, 3-5 milyon verir. Siz kasti kaçırmışsınızdır" dedi. Açıkça bizi rüşvet almakla suçluyordu. Grup amirimiz çok sinirlendi, "Sen böyle konuşamazsın. Sen ancak suçluyu kaçırdılar diye işlem yaparsın, yakalamak da bizim işimiz" dedi. Soruşturmayı derinleştirdik. Bu arada 3- 5 silah daha yakaladık. Hepsi de sıfır, 14"lü Browning. Yakaladıklarımızdan biri dedi ki, "Ben Akman"ı size veririm. Ankara"da".
"Akman"ı verirsen seni sıyıracağız bu işten" dedik. Merkez Komutanı da yanımıza bir jandarma yüzbaşı verdi. Ankara"ya gece geldik. Yüzbaşıya dedim ki: "Komutan sen orduevinde kal, operasyon yapacağımız zaman biz seni alırız." Çünkü, jandarmaya güvenmiyorduk. Kastamonu"da silahlar, jandarmanın hemen yanında satılıyordu.
Yardımcı olan adam Demetevler"de, bir binayı gösterdi. Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı bize üstünde Süt Endüstrisi Kurumu yazan, dışarıdan içerisi görünmeyen bir araç tahsis etmişti. O aracın içinde beklemeye başladık. Kapıcıyla da anlaştık, kaçakçı evine gelirse bize doğru saçlarını tarayacaktı. Az sonra kaçakçı eve girdi, kapıcı da saçlarını taradı. Evinde yakaladık Akmanoğlu"nu. Çok iri yarı, obez bir adamdı. Üzerinden o zamanki parayla 580 milyona yakın bir para çıktı. Paraları demetle beline bir kuşakla sarmış. Ayrıca alacak çekleri, tapular var. Başladı bize, "Onları tutanağa geçmeyin onları yeriz" demeye. Biz tutanakları tuttuk. Aldık götürdük gözetim yerine attık. Hemen Kastamonu"daki Garnizon Komutanı"nı aradım. Uyuyormuş, kaldırttım. "Akman Tevfik"i yakaladım ben" dedim. "Yüzbaşı ile mi" dedi. "Yüzbaşı yok" dedim. "Nasıl yok" dedi. "Orduevi"nde yatıyor, bir yerlerinde pireler uçuşuyor" dedim. Sabah oldu. Yüzbaşıyı aldım, "Biz işi bitirdik haydi Kastamonu"ya silahları almaya gidiyoruz" dedim. Sapsarı oldu. Kaçakçı, kendisine ait bağda özel bir yer yapmış. Bir çukur kazmış, içini betonlamış, üzerini naylonlamış. Oradan 11 bin uzun dokuzlu mermi, birçok da silah aldık. O silahların hem sağ örgütlere, hem sol örgütlere aynı şahıs tarafından satıldığını tespit ettik. Zaten o dönemde silah Türkiye"ye genellikle Karadeniz üzerinden geliyordu. Çoğunlukla Akçakoca ve Samsun"dan çıkıyordu. Yargılama sonucunda silah ve mermi kaçakçılığında en büyük cezayı Tevfik Akmanoğlu aldı; 21 yıl yedi. Tüm mallarına da el konuldu.
SUNAR VE SAZAK SUİKASTLARI
Ortak nokta aynı şirket
Şeker Bankası Genel Müdürü Ömer Sunar, 1979"da evinde vurularak öldürülmüş bulundu. MHP Genel Başkan Yardımcısı, eski bakanlardan Gün Sazak da 1980"de uğradığı bir silahlı saldırı sonucu öldürülmüştü. Her iki olayın soruşturması da belli bir sis perdesi arkasında kalmıştı.
- Dedektif Naim Tatar ve arkadaşları Sunar ve Sazak suikastlarını araştırıyor:
Ömer Sunar evinde, yatak odasında başına kurşun sıkılarak öldürülmüştü. Salonda içki bardakları vardı. Eşi heykeltıraş Mine Sunar, "Ömer, kardeşi bile olsa kapıyı randevusuz açmaz" demişti.
İncelememizde de kapıda bir zorlama yoktu. Salonda içki içilmişti, bardaklar duruyordu. Mutfakta kedi için ciğer pişirmiş, tüp bitmiş, sahan yanmıştı. Öğrendiğimiz kadarıyla Ömer Sunar'ın Yüksel İnşaat"ta resmi kayıtlara geçmeyen hissesi varmış. Aradan bir 10 gün geçti.
Birtakım bilgiler edinmek üzereydik ki bu dosyayı elimizden aldılar, tek bir kişiye verdiler. Ömer Sunar dosyasını alan polis bir süre sonra "Olayı çözdüm" dedi.
Kırıkkale nüfusuna kayıtlı bir şahıs "Olayı ben yaptım" demiş. Polis arkadaş, "Sen olayı biliyorsun. Olayın yer göstermesini sen yaptır" dedi. Ben gözaltına alınanı dinlemek istedim. Olayı üstlenen çocuk, Ömer Sunar'ın öldürüldüğü evin kapısına kadar geliyor, ama bir türlü içeri giremiyordu anlatımında. Çünkü evin içini bilmiyordu. Dosyaya bakan görevliye, "Bu çocuk bu olayın faili değil. Ben ikna olmadım" dedim. Ömer Sunar'ın katili diye bu çocuğa dava açıldı. Ben "Tutuklanır ama ikinci duruşmada tahliye olur" dedim. Sonuçta çocuk tutuklandı ve tahliye oldu.
Sanırım bir yıl sonra da MHP Genel Başkan Yardımcısı, eski bakanlardan Gün Sazak öldürüldü. Gün Sazak'ın öldürülmesi olayından sonra Türkiye"de pek çok olaylar patlak verdi. Çorum olayları ondan sonra başladı, 12 Eylül"e gelindi. Dikkat çekici olan noktalar vardı cinayette: Gün Sazak çok tedbirli bir insan. Cinayetten 15-20 gün kadar önce Eskişehir Mihalıççık"taki çiftliğinde kalıyor. Cinayetin işlendiği gün geliyor Ankara"ya. O dönemin imkânları ile teknik takip bu kadar ince yapılamaz. O günkü şartlarda Sazak"ın Ankara"ya geleceğini çok yakınındaki kişilerin dışında kimse bilemez. Gün Sazak da Yüksel İnşaat"ın ortaklarından. Bence, Ömer Sunar ve Gün Sazak'ın öldürülmeleri olayında ortak yanlardan biri de buydu... Benim bildiğim kadarıyla her iki cinayet de bugüne kadar çözümlenemedi. 6.10.2010-Cumhuriyet
Bu ifadeyi daha evvel "NATO'nun Gizli Orduları, Daniele Ganser.pdf" kitabının Türkiye bölümünü siteye koyarken de söylemiştik.
Vahdettin'in klonları da iş başındaydı.
BOP projesi aciliyeti üzerine 12 Eylül gerçekleştirildi.
Çünkü, istedikleri yapılanmayı anti-komünizm üzerine oturtmuşlardı.
Birazını da islami teşkilatlanmaya ayırmışlardı.
12 Eylül darbesiyle birlikte İslami yapılanmayı Kürt milliyetçiliği üzerindeki baskı yerine ikame edeceklerdi.
Zira Özal bu iş için yetiştirilmişti.
Ve istenenler artık tek tek uygulanabilir hal almıştı.
Bu gün yaşadıklarımız, Türban, Kürtlerin islamla kandırılması vs... tamamı da bu temel üzerinden uygulamaya geçirildi.
Özetle, komünizm bitirildikten zonra işgalin tamamlanması için İslam kullanılmış oldu.
Bu gün TÜRBAN diye karşımızda duran olgu ise, işgalin bir gizli simgesiydi.
Şimdilerde ise açık,ap açık bir BAYRAĞI olarak içimize dikilmiştir.
Etrafınıza bakınız, ne kadar türbanlı varsa o kadar da Amerikalı var demektir.
İşte işgaller böyle olur.
Ney yazık ki ülkemizde tamamı da kullanılmıştır.
Bu nedenle kimse Türban, başörtüsü gibi saçmalıklara, inancımın gereği safsatalarının arkasına sığınamaz, bunalrada haklılık payı varmoş gibi düşünülemez.
Adamlar şimdilerde Türbanlı bir bayanın cumhurbaşkanı olabileceğini konuşmaya başladılar.
Yakında bu tartışmaları da yaparlarsa hiç şaşırtmayınız.
İşte işgallere artık silahla yapılmıyor.
Beyin kontrolleri en iyi silah oldu.
İstihbarat servisleri eskiden bir ülkede köklü düzen değişikliği yapacaklarsa, önemli birini öldürürlerdi.
Şimdilerde ise öldürmak fiilini bedebler üzerinden değil, zihinler üzerinden yapmaktadır.
Çünkü, düşünen az sayıda insan kaldığı için çoğunluk yöntemiyle nasılsa yasa çıkartabiliyorlar.
İşte bu günlerde Türbanın temcit edilmesi de bu anlamdadır.
Yine bazı beyinler meşgul edilirken, bazı infazlar yasalar halinde geçmeye hazırlanmaktadır.
Tayyip bey halk oylamasının hemen arkasından anayasa değişikliği hemen yapılmalı derken, şimdilere baknalrı vasıtası ile hayır, aceleye ne gaerek var demesi sizde hiç bir şüphe uyandırmıyor mu?
Bu şüphelerinizin örtüsü de temcit edilen türban değil midir?
Türbanlı cumhurbaşkanı neden olmasın sorusuna hazır olun.
A. Dursun














Hiç yorum yok:
Yorum Gönder