24 Nisan 2016 Pazar

Neden "Dinim aklım, mabedim vücudumdur?"





Arkadaşlar, facebook sayfamda, alıntı bir resim paylaşmıştım.

Bunu üzerine bir dizi tartışma yaşadık.

Kısa özetler olarak sunmak isterim ki, dinler hakkındaki görüşlerim daha net ortaya çıksın istedim.


Resim ya da kişilerin gerçek mi hayal ürünü mü olduğu umurumda bile değil, benim için tartışılması gereken zihniyet olduğu için isimleri kapatıyorum.
 


Paylaşılan resim şöyleydi.


Mini yorumum da şu olmuştu.

Anti teistler (a-teist) dinden çıkartılacakmış. Beyin, çaputun içinde kısa devre yapmış... Acaba bunlarla beni aynı ilah mı yarattı?

Ama oy verirken ikimizin oyu da eşit sayılıyor ve buna ilahi adalet deniyor.

Öyle ilaha da, adaletine de isyanım var.

Ardından şu resim geldi...



Osmanlı'da İkram kültürü :)


Tartışmamızdaki kişi ismini de vermeyeceğim gibi,  imla hatalarını da düzeltmeden vereceğim ve mavi renkler, sorgulayana aittir.
  
Soru şöyle başladı.

Ahmet bey herşeyi Allah yarattı ve yaratmaya devam ediyor ama aklı ve iradesi olanlar yaşadıklarının söylediklerinin ve soylemesi gerekirken söylemediklerinin hesabını verecek.
Müslumanlardaki kötü örnekler islam dinini kötü olduğunu göstermezki.
Bütün budistler yada ateistler iyi insan gurubuna girmiyor.
Bence isyanınızın yörüngesi yanlış.
Nefesimizi bile kendimiz kontrol edemezken yaratıcıya isyan etmektense onu anlamak niyeti ile yola çıkmanızı oneririm.

 

 Nokta kadar bile olamayan ben, eğer tanrı beni anlamıyorsa, sorun benim mi onun mu? Yoksa noktadan daha küçük olan tanrı mı, neden ben onu anlamaya zorlanayım ki?

Sıkılmazsanız ben kendi Allah inancımı size anlatmak isterim. Elbette benim gibi düşünmek zorunda değilsiniz.
Yazdıklarınızın bircoğunu okudum en azından hakaret etmemeye çalışıyorsunuz ama benim anladığım siz Allahı sevmiyorsunuz ve ondan dolayı çoğu şeyde onu sucluyorsunuz.
Bu bakış açınızda bütün olaylara bakış pencereniz olmuş.
Neden ben onu anlamaya zorlanayımki diyorsunuz, çok güzel bir soru.
Nedenleri siralayabilirim ama sabırla okurum derseniz bende sabırla size elimden geldiğince yazacağım.
Bu konu zincirin halkaları gibi birbirine bağlı olduğundan uzun sürebilir.
Çünkü bana sorduğunuz mevzunun çatı kısmı, ben size temelden anlatmak zorundayım ve en son çatıyı anlatırım.
Dediğim gibi elbette kabul etmek zorunda değilsiniz, sizinle seviyeli güzel bir yazışma olacağı kanaatindeyim.
Yazdıklarınızın hepsini okurum derseniz bende yazarım kabulmü...

 Öncelikle belirteyim ki, deist felsefeye tarafım.

Felsefe diyorum zira bir din değildir.

Din nedir sorusuna gelirsek.

Bana göre din, "sadece ve sadece sen (ya da biz) öyle sanıp, zannettiğimiz şeyler" in genelidir.

Bir yaratıcının varlığı, benim açımdan yokluğunu ispat edebilene kadar var olduğudur.

Fakat, önüne gelenin, aklının estiği gibi bir yaratıcı uydurmasına, kendi zan ve sanılarını ona mal etmesine karşıyım.

Nitekim din sistemlerinin tamamı, onun yaratıcılarına öyle geldiği, inananların öyle sandığı için, öyle kabul edilen algılamalardır.

Başka ifadeyle, sana, bana öyle gelen zanlarımıza, başkalarını tapındırmaya çalışmak, bir bakıma çaresizliğimizin ürünüdür.

Yaratıcının isteği ne olabilir?

Sanırım ki (yine sanıyoruz), tüm yarattıklarının barış ve huzur içinde olmasıdır diye tahmin edebiliyoruz.

Çünkü hepimiz barış ve huzurun olduğu yerde mutlu olabiliyoruz.

Oysa, var oluşun kuralı, eşit olmaya değil,üstün olmaya dayalıdır.

Yani, madde ve anti-madde eşit olsaydı var oluş mümkün olmazdı.

Öyleyse bir üstünlük olması zorunluluktur.

Bu gerekçeyle, üstün olan yaratıcıdır kabul ediyorum.

İyi de, bunca önemli, üstün olan nasıl olur da kutsal diye bana, insalara dayatılan kitaplarında bir çok şeyden habersiz olabilir.

Örneğin, hiç bir kutsal addedilen metinde dünya yuvarlak olarak tanımlanmıyor.
Tüm kutsal addedilen metinlerde, her canlının ölümü tadacağı yazar.

lakin ölümsüz yani ölümü tatmayan canlının varlığı kanıtlandı.

Ne olacak, ya tanrı yanılmıştır ya da yazdıklarını, kendi yarattıkları ilahlara yamayanlar.

Allah söylemine gelirsek, o söylem zaten köken olarak puttur, İslam'dan evvel tapılan putun adıdır ve değiştirilmiş olarak Allah şekline getirilmiştir.
Herkes dilediği puta, taşa, vs.. varlığa ya da yokluğa tapınmakta serbesttir, zaten "bana öyle geldiği için öyle kabul ediyorum" diyene tek kelime eleştirim de yoktur.

Benim eleştirim, yukarıdaki ve daha ileri saçmalıklarla dolu teklif ve davetleredir.
Örneğin canlı türünün bir tanesi de çıkmış, "namaz kılmayanlar idam edilsin" diyor.

Yani, "benim zannıma tapınmayanlar, aynı zannı kendi zanları saymayanlar yaşamasın" istiyor.

Ama inandığını iddia ettiği Allah kavramı için, "her şeyi bilir, görür, geçmiş gelecek her şey ondan sorulur, onun izni olma dan yaprak bile kıpırdamaz vs.." diyebilirken, nasıl oluyorsa, inandığı Allah bana namaz kıldıramadığı için, acz içine düşürülüyor, o aczi de bu zevzek kapatmaya kalkışıyor.

Lafa gelince de, Allah her şeye kadir oluyor.

Şimdilik bu kadar söylemem sanırım yeterli olacaktır.

Sağlıkla... 


Dinler ve bilim hakkında arşivime bakabilirsiniz.

Geleceğin böyle olacağı hakkında şüpheleriniz elbet olabilir. Öyleyse bu yazıma bakın derim, biraz uzun kaçtı ama öyle olmak zorunda kalmıştı. 


Soylediklerinizin %80 ine katılıyorum. Burdan sizinle guzel bir sohbet yapacağımızı zannediyorum. Şu an piknikteyim, inşallah akşam size kendi felsefem hakkinda birşeyler yazarım.

Merhaba ahmet bey yazılarınızı okumaya devam ediyorum ayrıca bende kendi hayat felsefemden yola çıkarak bahsettiğim konuda birşeyler aktarmak istiyorum.
Deist olduğunuzu söylediniz yani Allahın varlığına inancınız var ama nasıl bir inancınız olduğunu tam anlayamadım.
Madem Allah inanciniz var ben bunu güçlendirecek bir kaç şey anlatmak isterim.
Evrim canlıların basitten mükemmele dogru geliştiğini söyler oysa aslında bunun tam tersi olması daha muhtemel.
Misal bence kuşu yaratanin kuştan daha mükemmel olması lazım, yani kuştan daha iyi uçmalı daha iyi görmeli,
Mantıken ağactan yada bitkiden kuşun oluşması imkansız.
Hareket edemiyen ucamayan bir canlıdan kuş nasıl olabilir.
Agaç dalından bir kuş yada kelebek çıkamaz. O da çok zor ama belki daha muhtemel ki kuştan bir bitki oluşmuş olsun.
En azından daha gelişmiş bir canlı kendinden daha basit birşey yapabilir. Misal insanın robot yapması gibi.
Bu mantığım size doğru geliyormu...
Yani mükemmelden basite bir gidiş belki olabilir vardir demiyorum , ama basitten mükemmele imkansız diyorum hemfikirmiyiz ?.


 Mantığınıza gelince tamamen hatalı bir gidiş diyebilirim. Gelişmemişten gelişmişe ya da tersi, canlıdan cansıza ya da tersi gibi varsayımlar sonuca gitmeye yetmez.

Bu varsayım tamamen İslam terminolojisinin kör kuyularının üretimidir.

Allah inancına gelirsek, sizin Allah adı verilmiş ve o ismi verenlerce yaratılmış olan şey ya da şeylere inanmam mümkün değil.

Ben Allah ismi yerine yaratıcı diyorum.

Arada çok ama çok fark var.

Biri dayatılan yaratıcı, benim kabul edebildiğimse hatasız ve sonsuz güç sahibi.

Asla kendiyle çelişmeyen ve kendisini yalanlamayan.

Zaten İslam terminoloji kaynağı Kur'an'da bu ifadeyi kullanmaktadır.

Zaten öyle sanıp, öyle zannettiğiniz bir inancı eleştirmem de akılcı olmaz.

Çünkü adı üstünde inanç, ben öyle inanıyorum dersiniz olur biter.
Ne orijinal kaynak sorgularsınız ne hatalarını, sadece ve sadece inanmış olmak dinler için yeterlidir.

Ama insan için yeterli mi?

İşte orası henüz belirsiz, belli olsaydı yeryüzünde 1,5 milyar anti teist olmazdı.

Zira Müslüman nüfusu da ancak o kadar, lakin en çok sesi çıkanlar dindarlardır.

Neden acaba?

Buyurunuz, İslam ülkesinden, hani Erdoğan'ın şeref madalyası verdiği şerefsizin ülkesinden.



Sizin bakış açınızı yani deizmi anlamak icin soruyorum.
o nedenle bazı şeyler soracam ama ricam iyi anlamam için sadece sorduğum cercevede başka konuya girmeden cevap vermeniz.

Şimdi Siz sonsuz bir güç sahibi ve hatasız bir yaratıcının varlığına inanıyorsunuz .
ve Onun aynı zamanda bizler dahil herşeyi yarattığina inanıyorsunuz.
Ama ona islamdaki Allah değil ben yaratıcı diyorum dediniz.
Dogru mu anladım.

 Yaklaşık ve basitçe böyle diyebiliriz.

Peki bu yaratıcının bunca canlıları ve en önemlisi insanı ne amaçla yarattığını düşünüyorsunuz.
En onemlisi insan diyorum çünkü aklı, iradesi olan ve öleceğini bilen tek canlı.
Sanki herşey onun varlığının devami için yaratılmış gibi.

 Açıkçası bu soru, yaratıcının var olduğunu kabul etmeye iten en büyük çıkmaz olarak karşımızda duruyor.

Zaten bu sorunun kesin yanıtını kimse vermediği için, bir yaratıcıda kilitlenmek zorunda kalıyoruz.

Kimine göre tesadüf...

Olabilir mi, gerçekten tesadüf müdür?

Tesadüfi yaratılma ihtimali, olasılık hesaplamalıyla bile yapılamayacak kadar büyük problemdir.

O nedenle tesadüf olması da bir çıkmazın yanıtından öte gidemez düşüncesindeyim.

Öyleyse bir yaratıcı olmalı ve bir de gayesi olmalı.

İşte ikinci kilit de bu.

Neden gayesi olmalı ki?

Olmalı diyenler açısından bakarsak, kendileri gibi, yani akıl üreterek olaylara baktıkları için, yaratıcının da mutlak bir aklı olacağı varsayımıyla bunu kabullenmiş diyebilirim.
Zira gaye dediğimizde ortaya çıkan insani algı ile, yaratıcı kavramındaki gaye aynı düzlemde değildir.

O nedenle yaratıcı gayeyi araştırmak da bir başka çıkmaza doğru gitmemize neden olur.

Öyleyse nasıl düşünmeliyiz?

Yaratılmış tüm canlılar belirli bir program dahilinde hareket eder.

Örneğin domatesten asla mısır elde edemezsiniz.

Buna gaye dersek belki açması daha rahat olur.

Örneğin güneş, görevleri başka anlamıyla gayeleri belirlenmiştir.
Etrafında belirli bir sürede dönüşünü tamamlayan dünya da öyle.
Bunlar da yaratılmış ve belirli bir düzen içinde varlığını sürdürüyor.
Demek ki gaye kavramı, yaratılmışlar için vardır, yaratıcı için gaye, hedef, amaç, görev gibi tanımamalara girmeye kalkışırsak çıkmazda boğuluruz.

Nitekim yaşam döngüsü bir gaye ile belirlenmiş olduğundan, yaşayan, yaşatılan yaratılmışlar için söz konusu olan gayeyi, yaratıcı için de kullanmaya kalkarsak, sorunun yanıtını bulamayız.
Başka ifadeyle, biz veya yaratılmış tüm canlılar için belirlenmiş yaşam süreci, onların çabalarıyla, katkılarıyla, algılarıyla sürdürdüğü mücadeledir gaye.

Haliyle yaratılmışlar için var olan bir kavramı, getirip yaratıcı için de kullanırsak buna kimsenin bir yanıtı olamayacağı için, buna harcanacak zaman da, fasit dire içinde yaşama bizi mahkum edecektir.

Bu gün insanlığın kurtulamadığı bataklığın nedeni de budur.

yani, yaratılmış olanın algısıyla, yaratanı yargılamak, ona bazı özellikler katmaya çalışmak, ve bundaki başarısızlık bir nevi karşımıza din olgusu olarak çıkmış durumdadır.

Bu açıdan dolayı söylüyorum ki, insan algısındaki din kavramlarının hiç biri, yaratıcı olgusundaki gayeyi çözmekte başarılı olamayacaktır.

O nedenle dinler bir algı hatasından başka anlam ifade edemez.

Sağlıkla...

Öncelikle önem verip uzunca açıklama zahmetinde bulunduğunuz için teşekkür ederim.
Siz bu konuda özetle yaratan yaratmış sonrada yarattıklarını kendi haline mi brakmıştır diyorsunuz.
Yani ahirette olmayacak fikrindesiniz dogrumu anladım...
Yani bu dunyada iyi olan yaptığı iyiliklerin çoğunun karşılığını almadan ölüp gidiyor.
Daha ilginci ise kötü olan kötülüğünün cezasını çekmeden gidiyor.
Burda bir gariplik görmüyormusunuz.
Nolcak bu kötü insanlar.
 Hayır, (yaratan yaratmış sonrada yarattıklarını kendi haline bırakmış) demiyorum. sadece insani kavramlarla, yaratıcı vasıfları birleştirilemez, aksi halde yaratıcı suçlu olur diyorum.

Bizim algımız sadece 5 duyudan ibarettir, 5 duyu bizde belki yeterli ancak yetmediği yerlerde sürekli zan ve sanı üretiyoruz. Bu zanlara teslim olunca da adına din deyip işin içinden çıkıyoruz. Gerçekler o kadar basit olsaydı, tüm dinler doğru olurdu. Öyleyse doğru nasıl oluyor da onlarca, yaratıcı nasıl oluyor da yüzlerce, binlerce olabiliyor? Bu sorunun yanıtı, dinlerin tamamının yaratılan elinden çıktığının kanıtıdır.

5 duyu algımızın hatalarını farklı şekillerde yazılarımda açıklamıştım.

İlginizi çekerse bakabilirsiniz.

Özellikle de Einstein'ın ifadelerinden bahisle açıklamaya çalışmıştım.

Einstein, şöyle açıklıyor.

İnsanlar 5 duyu organının hükmü altında olduğu için, evrenin huni şeklinde oluşu temeli üzerinde açıklarsam kimse bir şey anlamayacak.

Onun için evreni bir çekirdek külahı, dondurma külahı gibi algılamak yerine düz bir çarşaf gibi algılayın der.

Şimdi bu düz çarşafın bir noktasına bir bilye koyun.

Başka bir noktasına da başka bir bilye.

Bilyeler çarşafta belirli bir ağırlıkları olduğu için alta doğru uzantı vereceklerdir.

Bu ağırlık (-ki ona göre kütle büyüdükçe ağırlıktan ötürü sarkıt çoğalır) nedeniyle aşağıya doğru uzayan kısımların birbirlerine ne kadar yaklaştığına bakalım der.

Gerçekten de çarşafın alt kısmındaki uzantı ağırlığın etkisiyle bir birlerine yaklaşma gösterir. 





Yine benzer şekilde, din anlayışımı açmaya gayret etmiştim. 





Sorumun bir kısmını unuttunuz......
Yani ahirette olmayacak fikrindesiniz dogrumu anladım...
Yani bu dunyada iyi olan yaptığı iyiliklerin çoğunun karşılığını almadan ölüp gidiyor.
Daha ilginci ise kötü olan kötülüğünün cezasını çekmeden gidiyor.
Burda bir gariplik görmüyormusunuz.
Nolcak bu kötü insanlar.

 Bunun yanıtını aslında verdim sayıyorum.

Lakin özetlersem iyi-kötü savaşı yaşamın savaşıdır.

Ölümün ya da var olduğu sanılan bir başka dünyanın savaşı değildir.

Kötülüğü de, iyiliği de ihtiyaçlar ve akıl belirler.

Varlığı ispat edilememiş şeylere bağlanıp kalırsak, kötülüğü yapanlar için kullanışlı bir uygulama olur.

Sormak lazım.

Bu dünyada tüm kötülüklere neden katlanayım, neden kötüler de benden iyi yaşarken, ben öbür alemlerle kendimi avutayım?

Onlar benden üstün mü, imkanları mı fazla, neden kötülüğe dur denemiyor?

İşte bunun yanıtı, bölünmüşlükten kaynaklanıyor.

Irklar, kökler, dinler vs... tüm bu uygulamalar bölünmenin yolunu, dolayısıyla kötülüklere karşı koyacak olan güç birliğini de bölüp, parçalıyor.

Dolayısı ile çıkarcı gruplar daha kolay birleşiyorlar.

O nedenle öteki dünya kavramı, kötülük yanlıları veya çıkar meraklıları tarafından uydurulmuş bir kavramdır.

Şöyle düşünelim.

Yaşadığımız dünyada hiç kötülük, çıkar, menfaat savaşı olmuyor.

Size cennet vaat etmeye kalkanlara ne dersiniz?
Sanırım anlatabilmişimdir.

Masallar, çocuklar ve çocuk beyinliler için vardır, dinler de bir masaldır.

Dolayısıyla gelişmemiş beyinler birlik kuramayacakları için kendilerini savunacak mekanizmayı oluşturamazlar ve bir hayale bağlanmayı seçerler.

İşte, öteki dünyada beklenen ödül masalının kısaca özeti de budur.

İyilerin her daim kazanacağı kesinleşirse, kötülükler yok olur, aksi halde işi ilahlara havale ederiz, yaşadığımız dünyada da ilahlara havale edilmiş durumdadır.

İrademiz sağlam olsaydı, tanrılar da olmazdı.

İrademiz ne kadar zayıfsa tanrıların sayıları da o kadar fazladır.

 Peki kendinizi yaratıcınıza karşi borçlu hissetmiyormusunuz. Biri bize bişey hediye etse ona karşılık vermek isteriz.
Kisacası sizin yaratıcınızı nereye koyduğunuzu anlayamadim.
Genelde ona karşı isyan halindesiniz yazilarinizda bu cok net.
Bir borçluluk hissi göremedim...
Yani deistten çok ateist gibisiniz sanki . Yanlış mı anlamışım.
Tanrılar diyorsunuz çok tanrılık inancimi sizinki tek tanrılık mı anlayamadim net soylermisiniz.

  "Biri bize bir şey hediye etse ona karşılık vermek isteriz." Demişsiniz.

Baştan beri anlattığım buydu.

Size hediyeyi kim verir?

Bir yaratılmış.

Peki karşılık bekleyen kimdir?

Bir yaratılmış.

Lakin yaratılmışlara verilen özellikle, gidip yaratıcıyı yargılayıp ya da algılamaya çalışıyoruz.

O nedenle yaratıcıyı da, belki farkında değiliz ama, sanki yaratılmış bir varlıkmış gibi düşünüyoruz.

Aslında gerçekten de ilahlar kavramı yaratılmış güçlerden başka bir şey değildir.

On binlerce yıldır yaratılmış tanrılara inananların suçu neydi?

Gök tanrısı, savaş tanrısı vs... binlerce tanrı vardı, hepsi yaratılmıştı.

O nedenle yaratılan ilahlara tapınanlarda kendi yarattıkları tanrılarda aynı özellik beklentisi içindelerdi.

Eğer bir çocuğun varsa bunu net anlayabilirsin.

Sen çocuğunu besler, büyütür, tüm tehlikelere karşı korumak istersin.

Karşılığında da kendisine güvenen, ne isteyip istemediğini bilen, bilinçli eğitimli bir birey olmasını istersin.

Çünkü o da yaratılmıştır, sen de.

Üstelik ona bir çok emek verdin ve karşılığını olmasını bekleme hakkındır.

İyi de, yaratılanın bu özellikleriyle bir yaratıcıyı neden algılıyorum diye kendine hiç sordun mu?

Yaratıcının ne düşündüğünü, nasıl karar verdiğini hangi kavramla algılayıp açıklayabilirsin?

Ancak ve ancak, insanlarda var olan özelliklerden münehhez (ayrı) tutabildiğin kadar algılayabilirsin.

Üstte vermiştim.

Einstein'ın 5 duyumuzla algılarız sözü gerçeğinden hareketle, biz yaratılanlarda olmayan farklı algılamalar olsaydı, belki de yaratıcının kesin isteklerini akıl kullanmadan anlayabilir, işte ona din diyebilirdik.

Oysa bize verilen din AKIL'dır, ancak kullanmak istemiyoruz.

Peki verilen din akıl ise, bir de tapınağımız olmalı değil mi?

O tapınağımız da var, vücudumuz.

O nedenle ilkem şudur.

"Dinim aklım, mabedim vücudumdur."
Her ikisine ne kadar sahip çıkabilir kullanabilirsem, o kadar yaratıcıya yaklaşmış olurum.

Aksi halde uydurulan yaracılara kölelik, onu uyduranlara köleliktir.

Unutma ki, yaratıcı seni zorlamaz, tercihine bırakır. Zorlayan yaratılan ilahlar (şeytan) dır.

Umarım bu kez ifade etmekte başarılı olabilmişimdir.

Bu deistlikse deist, anti teistlik (a-teist) ise a-teist, gerçekçilikse gerçekçi, her neyse oyum.

Bunun adını henüz koyamadım... :)


Yavaş yürüyor olabilirim, ama hiç bir zaman geriye doğru yürümedim... Abraham Lincoln

Sağlıkla...

24.4.2016

A. Dursun 

İslam Toplumunda Kölelik ve Cariyelik
İNDİR
Ali Hatalmış
Ankara : Araştırma Yayınları, 2012. 448 s.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder