Osmanlı'yı çökertenlerin torunları yeniden iş başında ve çöküş yakında.
Osmanlı nasıl çökertildiyse, aynı oyunlarla Türkiye Cumhuriyeti de çökertiliyor.
Necdet Özel Paşa, "gidersem beni de ararsınız"
derken, ne kadar haklıymış.
Şehitlerin kemiklerini sızlatanlara oy verenlerin aklından
şüphe ederim, onlardan şüphe etmeyenlerin aklından da şüphe ederim.
Bir ülkenin çöküşü yolsuzlukla başlar, dinle gelişir, aymazlıkla devam eder ve sonunda her şey normalleşir.
İşte o ülke durumuna yine düştük, Osmanlı'yı çökertenlerin torunları yeniden iş başında, tıpkı o günler yeniden yaşanıyor.
Bu gün itibarıyla, ülkede ahlak, din, şeref tamamen yok olmuştur, böyle biline.
AKP seçmenine soruyorum.
1- 23 Nisan törenlerini, şehitler gerekçe göstererek iptal
eden TBMM Başkanı, üyeleri, TSK Başkomutanı, Genelkurmay Başkanı haklıysa, bu
gün (14.5.2016), Erdoğan'ın düğün töreni neden iptal edilmemiştir?
2- Düğüne şahit olarak katılan Hulusi Akar'ın, silah
arkadaşları şehit düşerken, oradaki şahitler kadar şehitlerin değeri yok muydu
ki, törene şahit olarak katılmayı düşünürken, şehit törenlerini unutabilmiştir?
3- AKP'ye oy verirken ali titremeyenlerin, şehit haberleri
okurken yürekleri de mi titremez?
4- Her fırsatta, "Rabbim bize de şehit olmayı nasip
etsin" diyenler, şahitlikle, şehitliğin aynı şey olduğunu mu
sanmaktadırlar?
6- Bu şartlar altında, şehitleri yok sayıp yeni
Anayasa ve Başkanlık sisteminde ısrar etmenizin, farklı bir anlamı mı vardır?
7- Şehitlerin bu kadar değersiz oluşunun gerekçesi,
Erdoğan'ın "Karakteri bozuk şehit babaları" sözünde mi saklıdır?
Piyade Uzman Çavuş'un babası, oğlunu tabutunun başına
dikilen Cola ve dondurma şemsiyesine isyan ettiğinde, kimsenin umursamadığını
ne çabuk unuttun? İslam ahlakına göre, "Karaktersiz, karakteri bozuk şehit babaları" ne demek?
8- 45 öğrenciye tecavüz edilen Ensar vakfı için Erdoğan,
"Vakit Ensar Olma Vakti" demişti.
9- İşçiyi aşağılayan, "Kiralık işçi" yasası
çıkartanlara çalışanlar, sendikalar, muhalefet daha ne kadar sessiz
kalacaklardır?
Oy verdiğin Başbakanını bile, kiralık başbakan yapanlara
daha ne kadar katlanacaksınız? Kiralık başbakan kiralık işçiyi sever.
10- Bir kısmı görmez, bir kısmı duymaz olan Türk halkı, sana
sesleniyorum.
Aklını kiraya vermekten ne zaman vazgeçeceksin?
Halka yalan söyleyenlere daha ne kadar güvenmeye devam
edeceksin? Müslümanlaştırılan TSK, neden halka yalan söylüyor? Şehitlerden utanmıyor mu?
11- IŞİD teröristlerini, ÖSO teröristlerini, Öclan'ı, PKK'yı
koynunda besleyenlere, OSLO'da anlaşma yapanlara daha ne kadar
katlanacaksınız?
Ey Tanrı, Ey ABD, Ey her kimsen, neysen kör müsün, görmüyor
musun?
Bu nasıl bir adalettir, bu nasıl bir izan, nasıl bir
düzendir? ŞEHİTLER, SARAYDA DOĞUM GÜNÜ, TAK ÖRGÜTÜ VE REZALETTE SON NOKTA...
A. Dursun
14.4.2016
23 Nisan 2016 Cumartesi
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.02
BAŞKAN: İsmail KAHRAMAN
KÂTİP ÜYELER : Ali Haydar HAKVERDİ (Ankara), Mustafa AÇIKGÖZ
(Nevşehir)
Önceki yıllardan farklı olarak bu yıl yaşanan terör
hadiseleri ve şehitlerimiz aziz hatıralarına hürmeten kamuoyunun da hassasiyeti
dikkate alınarak Türkiye Büyük Millet Meclisinde bu akşam resepsiyon
yapılmamasına karar verilmiştir.
1 Ekim 2011 tarihinde 24’üncü Dönem Birinci
Yasama Yılı açılış resepsiyonu 1 Ekim 2012 tarihinde, 24’üncü Dönem Üçüncü
Yasama Yılı açılış resepsiyonu 1 Ekim 2015 tarihinde, 25’inci Dönem İkinci
Yasama Yılı açılış resepsiyonu da şehitlerimizin aziz hatıralarına hürmeten
yapılmamıştır.
Yine, aynı gerekçeyle Genelkurmay Başkanlığımız da hassasiyet
göstermiş ve kutlamaya hazırladığı 30 Ağustos Zafer Bayramı etkinliklerinde
bazı düzenlemelere gitmiş, 2011 yılındaki 30 Ağustos Zafer Bayramı
resepsiyonunu iptal etmiştir.
Ayrıca Karaman’daki elim maden kazası sebebiyle
Cumhurbaşkanlığımız 29 Ekim 2014 tarihinde yapılması planlanan resepsiyonun
iptali kararını almıştır; 23 Nisan törenleri önceki yıllardaki gibi coşkuyla
kutlanmış, aziz şehitlerimizin hatıralarına hürmeten sadece resepsiyonu iptal
etmiştir.
Bunu siz değerli milletvekillerinin ve kamuoyunun bilgisine
sunuyorum.
Türkiye yüz elli senedir denetleniyor
Hüseyin Perviz PUR / Yeminli Mali Müşavir
1854 Osmanlı-Rus Kırım savaşında, Osmanlı, İngiliz ve Fransız donanması müttefik olarak Kırım'a asker çıkardılar. 1855'de Sivastopal zapt edildi. Paris Anlaşması ile savaşa son verildi ve savaş sonunda Fransa ile İngiltere bir taşla birkaç kuş vurmuşlardı. Öncelikle Rus donanması ve tersaneleri yok edilmişti. Rusya'nın Avrupa'daki ilerlemesi bir süre durdurulmuştu. Ruslar'la, Osmanlılar'ın düşmanlığı eskisinden daha fazla artarak devam edecekti. Bunlardan daha önemlisi Osmanlı devleti, İngiltere ve Fransa'nın para tuzağına düşmüş, yüz yıl sürecek bir borç ödeme planına girmişti.
İngiltere'nin Avrupa'daki imparatorlukları yok etme stratejisinin ilk kurbanı seçilen Türkler kendi sonlarını kendileri hazırlamışlardı. Avrupa'nın emperyalist oyunlarını öğrenememenin cezasını ağır ödeyeceklerdi. Türk aydınları devlet içinde tutunacak bir dal bulmada çok geç kalmışlardı. Kırım Harbi; Osmanlı devinin çöküşünü hazırlayan II. Viyana Kuşatması'ndan sonraki hataların en büyüğü idi.
Kırım Savaşı sonrası Türkler'e "borç prangası" takılmıştır. Avrupa ile bu borç süreci Düyun-u Umumiye adıyla 1854'den 1954'e kadar sürmüştür. Ancak Avrupa'nın yerini 1946 yılında Amerika Birleşik Devletleri almış, Düyun-u Umumiye koşulları hemen hemen aynı kalmakla beraber borç yönetiminin adı IMF (Uluslararası Para Fonu) olarak değişmiş ve devam etmektedir.
Askeri, ekonomik, politik, mali ve de hukuki her türlü oyunlar oynanarak borç prangası ayağımıza takılı olarak Türkiye yüz elli senedir yaşamına devam etmektedir. 1854 Kırım Savaşı'nın Osmanlı yönetimine bazı önemli katkıları olmuştur. Bu savaş dolayısıyla Batılı asker, politika, tıp, teknik uzmanlarla temaslar yapıldı. Ruslar'a karşı yüz yıllık bir süreçten sonra kazanılan savaş, Osmanlı'nın onuruna çok şey katmıştır. Ancak buna karşın borçlanmaya başlamayı kabullenmek yanında Osmanlı'nın sosyal yaşamındaki eksikleri ortaya çıkmıştır. 1856 İkinci Tanzimat Fermanı ile ıslahat hareketleri başladı. Kırım zaferinin getirdiği moral ve kolay borçlanma padişah ve etrafının Dolmabahçe Sarayı'nı ve diğer idari birimler içinde Çırağan Sarayı'nın yaptırılması Lale Devri'nde halkı isyan ettiren Sadabat köşklerini fazlası ile aşmıştı.
Islahat-ı Maliye Komisyonu
Kırım Savaşı bir taraftan devamlı dış borçların artmasına neden olmaktaydı. Aydınlar ve halktan ses seda çıkmıyordu. Ayağa takılan borç prangasının kuralları çalıştırılmaya başlamıştı. Düyun-u Umumiye idaresi 1881'de kurulmuş olmasına rağmen onun ilk nüvesi yirmi iki sene önce kurulmuştu. Maliye Bakanlığı bünyesinde dördü Türk, üç tanesi yabancı olmak üzere yedi üyeli "Islahat-ı Maliye Komisyonu" 1859 yılında ilk borçların verildiği en hızlı dönemde kurulmuştu. Bu komisyonun görevi, memleket maliyesini tetkik, vergilerin miktarını tespit, kamu masraflarını sınırlamaktı. Böylece IMF'nin bugünkü Türkiye masası kurulmuş oluyordu.
Batı, sömürge programını uygulamaya başlamıştı. Osmanlı Hazinesi'ne el konuldu ve Osmanlı Bankası 1863 yılında İngiliz ve Fransız sermayesi ile kuruldu. Böylece Osmanlı'ya verilecek borç ve ödemelerin kayıtlarını komisyonun denetim olanağı sağlanmış oluyordu. Bu banka Osmanlı Devleti'^nin Merkez Bankası konumunda idi.
Osmanlı tarihinde görülmemiş bir harcama başladı. Önce dört yüz yıllık Topkapı Sarayı'nın, imparatorluğun yönetimine yetmediği, ilave yapılarla kullanım olanağının zorlaştığı, gelen yabancı konukların, krallarının yaşadığı saraylarla karşılaştırılınca bir anda Topkapı Sarayı'nı gözden düşürüyordu. Topkapı Sarayı, 1853 yılına kadar imparatorluğun yönetim ve yaşam merkezi olarak kaldı. Yerini Dolmabahçe'ye devretmesi Abdülmecit'in Batı özentisinden başka bir şey değildi.
Sultan Abdülmecit, Boğaz'ı çok sevmişti. Dolmabahçe Sarayı'ndan sonra Beylerbeyi'nde de bir sarayın inşaasını başlattı, ancak ömrü bu sarayı görmeye yetmedi. İlerideki tarihlerde Abdülmecit yerine geçen kardeşi Abdülaziz, Dolmabahçe Sarayı'nın kaça mal olduğunu dönemin Maliye Bakanı'na sorduğunda ona verilen cevap 3500 kuruş olmuştur. Bu miktar 3,5 milyon kuruşun kağıt ve mürekkep parasıdır.
Osmanlı İmparatorluğu'na borç vermenin yarışına giren İngiltere ve Fransa verilen borçların sadece savaş harcamalarında kullanılmasının yerine getirilmesi için 1855 borç sözleşmesine İngiliz ve Fransız hükümet temsilcilerinden kurulu bu komisyonun kurulmasını ilave etmişlerdi. Verilen borçların Osmanlı devletinin modernleşme hareketlerinde kullanılmasına engel olunmuştu.
İlk mali kontrol
Böylece yabancıların imparatorlukta ilk mali kontrolü böylece başlamış oldu. Bu önemli konuda Şevket K. Arar ve Hüseyin Al'ın Osmanlı Bankası arşiv ve araştırma merkezince yayımlanan (Kasım 2003, İstanbul) Osmanlı Dış Borçları ve Gözetim Komisyonları (1854-1856) araştırmaları bize ışık tutmaktadır. Bugüne değin el değmemiş veya önemsenmemiş bu konu yüz elli senedir güncelliğini korumuştur.
1881 Muharrem Kararnamesi ile kurulan Düyun-u Umumiye'den oldukça farklı özellikler taşıyan bu denetim kurulu IMF ile daha göreli benzerlikler taşımaktadır. Abdülmecid'in babası II. Mahmut döneminde askeri, idari, mali ve sosyal reformlar başlatılmış ve bu reformların hızlanması için İngiltere'den borç talep edilmiş, ancak bu girişimde olumlu bir sonuç alınamamıştı. 1838 Ticaret Anlaşması'nda Osmanlı'nın ekonomi bağımsızlığını ele geçiren İngilizler'de borç vermeye karşı iyimser görüşler belirmiştir.
Bu görüşler 1854 yılında başlayan Kırım Harbi ile hızlanarak gerçekleşmiştir. Borç ile; savaşa gereksiz nedenler yaratılarak sokulan Osmanlı'nın yıkılma süreci başlamış oldu. Borç alma fikri padişahın çevresini saran Galata bankerleri ile onların ortağı devşirme bürokrasiden (kapıkulu) gelmektedir. İngiltere ve Fransa, Mısır'ın yıllık vergilerinin bir kısmına el konularak 2 milyonu ileride kullanılmak üzere 3 milyon sterlinlik borç verilmiştir. Bu 3 milyonluk borçtan Osmanlı'nın eline kesintilerden sonra 2,018 milyon sterlin geçmiştir. Öncelikle verilen borcun denetlenmesi şartı getirilmişti. Bu, Osmanlı bürokratının işine hiç gelmiyordu. Alınan borcun harcanmasındaki hırsızlıkları Batı biliyor ve engellemek istiyorlardı. Kapıkulu devşirme bürokratların foyası meydana çıkmıştı. İngiltere ve Fransa'nın direk kefil olmasında başlayan sorumluluk ile o güne değin Batı'ya çalışan devletin farelerinin deliğine yıllarca hesaplarına çalıştıkları devletlerce zehir konuluyordu.
Osmanlı padişahı ve bürokrasisi bu denetimle ilk defa karşılaşıyor ve onur kırıcı bulduğu bu koşulun kaldırılmasına uğraşıyordu. Ancak kural konulmuştu ve komisyon üstelik iki kere kurulmuştu. Birincisinde beş üyelikten üç tanesi Osmanlı'ya, biri İngiliz, diğeri Fransa'ya veriliyordu. Komisyon başkanlığı da Osmanlı'ya bırakılmıştı. İkinci komisyon bir yıl sonra 1855 yılında borcun bakiyesinin kullanımında yeniden kuruldu.
Maliye Teftiş Kurulu
Üye sayısı üçe indi. Başkanlık Osmanlı'dan alındı. Tarafların üyeliği eşit paylaşılmıştı. Bürokratlar her türlü engellemelerle denetimin yapılmasında başarı sağlıyorlardı. İngiltere bu denetimde ısrarlı olunca ikinci komisyonda Batılılar ağırlıklarını ve yetkilerini artırdılar. Harcamaların sadece Kırım Harbi harcamalarında kullanılacağına dair Osmanlı'dan yazılı taahhütname aldılar. Ayrıca günümüz IMF'nin niyet mektubu da böylece başlamış oluyordu. İngiltere resmi olarak Osmanlı Devleti'nden mülkiye ve maliyede yeniden yapılanma çalışmalarına başlanması, verilen borçların harcamalarının aylık ve yıllık bazda dökülerek acil olarak Londra ve Paris'e gönderilme taleplerinin kabulünü yazılı olarak istiyor ve alıyordu.
Bu konuyu irdelememizin nedenleri IMF çalışmalarının benzerliğinden ziyade Osmanlı'nın çökmesini en önemli etkenlerinden birinin bürokratların olduğunu vurgulamaktır. Türkiye Cumhuriyeti; seçilenlerin, seçenlerin, atayanların, atanmışların denetlendiği bir düzende kurulmasının nedenleri Osmanlı bozuk düzeninin Mustafa Kemal Atatürk'te yarattığı birikimlerden doğmasıdır diyebiliriz. Nitekim Cumhuriyet kurulduğunda Maliye Bakanlığı idari kadroları ile örneğin defterdarlık, mal müdürlüğü ve teftiş kurulları aynen korunmuştur. Gazi'nin bu davranışı Maliye teşkilatının bir nevi aklanmasıdır.
Atatürk'ün, Osmanlı Devleti'nden aynen devraldığı ve devam ettirdiği Maliye teşkilatının denetim birimi olan Maliye Teftiş Kurulu, II. Abdülhamid'in tahta yeni çıktığı dönemlerde kurulmuştu. Septisizm ile kuşku hastalık halinde bir psikolojik rahatsızlık olarak onun genel yapısında yer almıştı. Özellikle Abdülaziz'in tahttan zorla indirilmesi ve şüpheli ölümü onun bu rahatsızlığında etkili olmuştur. Bu hastalık onu ilerleyen süreçte acımasız bir diktatör yapmıştı. Abdülhamit, Batılı devletlerle daha dengeli ve kuşkulu ilişki yürütüyordu. Bürokraside oldukça etkin bir reorganizasyon yapmıştı. Bu kadroları yetiştirecek eğitim kurumlarında devşirmelerin yerine o zamanki tabirle Osmanlı gençlerine yer açılması için çalışmalar yapıldı. Örneğin Mülkiyeyi Şahane'yi (Siyasal Bilgiler Okulu) modernize ederek öğrenci sayısı on iki kat artırıldı.
Devşirme bürokratlar
Ekonomi ve ticaretin azınlıkların elinden Türkler'in eline geçmesini ve ayrıca devlet kurumlarında ekonomi ve maliye eğitimi almış Türk gençlerinden yararlanmak amacıyla 1883 yılında Hamidiye Ticaret Mektebi Alisi'ni (Yüksek Ticaret ve Ekonomi Okulunu) kurmuştur. Maliye Teftiş Kurulu da 1879 yılında başlatılan umumu maliyenin tanzim ve ıslahı çalışmaları kapsamında 21 Haziran 1879 yılında devlete ait tüm mali işlerin denetimini doğrudan Maliye Bakanı'na bağlı olarak yapacak yetkili bir kurul olarak kuruldu.
Teftiş kurulu neden kuruldu? II. Abdülhamit tahta çıktığında öncelikle Osmanlı'nın Batı'ya borcu ödenemeyecek düzeye ulaşmıştı. Diğer bir neden de 1854 ve 1855 yıllarında kurulan özel denetim komisyonu devşirme bürokratların engellemeleri ile sonunda kalkmıştı. Şu bilinen gerçeği II. Abdülhamit şehzade iken yaşamıştı. Devletinizi siz kendiniz denetlemezseniz yabancılar denetler. Bu onur kırıcı duruma borç batağına saplanmış bir devlet karşı koyamazdı.
Alınan borçlar; örneğin Rumeli demiryolu yapımı gibi çok büyük ihalelerle yabancılara verilip paylar çıkarcı bürokratlar ve Galata bankerlerinin hırsızlığı devam ediyordu. Bunun mali denetiminin yapılmasını II. Abdülhamit ısrarla istemesine ve teftiş kurulunun kurulmasına karşı da aynı bürokrasi engellerini ortaya koyuyordu. 1881 yılında kurulan Duyun-u Umumiye 8 bin kişilik kadrosu ile Osmanlı'nın vergi kaynaklarını yüzde 70'ini tahsil ediyordu. Bu rakamın doğruluğunu kim kontrol edecekti? İmparatorlukta böyle bir idari birim yoktu. 1879 yılında Duyun-u Umumiye'nin çalışma usul ve esasları karşılıklı tartışılıyordu.
Bürokratlar; II. Abdülhamit'in düşürülmesi için her türlü oyunları oynuyordu. Teftiş kurulunun kadroları dar tutuluyordu. Kurulun yetkileri kullandırılmıyordu. Teftişler, merkezde kurulan Şuray-ı Maliye ve Muhasebe-i Merkeziye gibi istenilenlere göre çalışacak bir sisteme kaydırılıyordu.
Burada iki önemli olayı irdelememiz gerekmektedir. Birincisi 1876 yılında tahta çıkan II. Abdülhamit'in 3 yıl sonra Maliye Bakanlığı bünyesinde bakana bağlı bir teftiş biriminin kurulmasını istemesi, ikincisi ise Atatürk'ün II. Abdülhamit döneminde kurulmuş bir müesseseyi devlet içinde muhafaza ederek devam ettirmesidir.
Borç batağı
II. Abdülhamit'in o güne değin borç batağına saplanmış, Osmanlı'yı çökertme derecesindeki devletin yönetiminin yozlaşmasına bürokratların seyirci kalması hiçbir etkinlik yapılmaması karşısında tek başına mücadele edebilmesi ne kadar dikkate değer ise, Atatürk'ün de hiçbir şekilde önyargılı olmadığını bize göstermiş olması ve kurulun kadrosunu daha da genişleterek teftiş kadrosuna yeni eleman alımının ilk sınavını 1923 yılında açtırması da dikkati çekicidir. Teftiş Kurulu'nun bugün yürürlükte bulunan yetki hükümleri Atatürk'ün sağ olduğu 1936 yılında ayrı bir kanunla verilmiştir.
Atatürk öncelikle Duyun-u Umumiye'nin görevine son verdi. Osmanlı Bankası'nın Merkez Bankası işlevini yeni kurulan TC Merkez Bankası'na devrettirdi. Bir devlet ekonomik özgürlüğüne kavuştuğunda o devlet bağımsız olacaktır koşulu Atatürk'ün koyduğu birinci temel kuraldı.
Mali denetim Cumhuriyet döneminde Hesap Uzmanları Kurulu, Gelirler kontrolörleri ve vergi denetmenlerince yerine getirilmeye çalışıldı ise de uzman sayıları daima çok kısıtlı tutuldu. Kendimize ait öz denetim kurullarımıza bir türlü gelişme olanağı tanımadık. IMF'ye sekiz tane niyet mektubu adı altında devlet taahhütnamesi verilmiştir. Hiçbirinde Maliye Denetim Kurulları'nın kapatılacağı veya reform yapılacağı yer almamaktadır. Yazılı bir detay olmamasına rağmen kamu reformu ve maliyenin reorganizasyonu kapsamında bu kurumların kaldırılması hiçbir gerekçe gösterilmeden yapılmak istenmektedir. Bu olayların seyri bize 1854-1855 yıllarını ne kadar çok hatırlatıyor.
Ulu önder Atatürk'ü artık buna da karıştırmayalım diye gayret göstersek bile tarih onu değil, o tarihi yazdığı için Türkiye'nin bağımsızlığında her zaman yer alacaktır. Ama ne yazık ki Padişah II. Abdülhamit kadar da mı mali denetimin önemini kavrayamadık diyebilmemize engel bir neden bulamıyoruz. Bu yazımızda olayın günümüzdeki güncelliği ve sömürgeciliğin geleneksel ekonomiyi denetleyerek baskı altında tutma yönteminin değişmediğini vurgulamak istedik. 1855 yılında başlayan denetim 1923-1946 yılları arasında geçen 23 yıllık dönem düşülürse yüz elli yılın yüz yirmi yıllık sürecinde denetleniyoruz. O kadar şehit vererek elde ettiğimiz bağımsızlığımıza nasıl ve ne zaman kavuşacağız? En çok bilinen zenginliğimiz olan onurumuzun kabuğu artık kırılmıştır.
Hüseyin Perviz PUR
Dünya
15.10.2004
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder