KaçAK Saray’dan, milletin parasıyla millete tecavüz…
Tirmizi, Menakıb 38’de rivayet edilene göre, Abdullah bin
Mes’ud (İbn Mes’ud)Peygamberin isteği üzerine ona Kur’an okurken, 4/41’deki min
kulli ummetin bi şehidin ve ci’na (her ümmetten bir resul/şahit getirdik)
dediği anda, “sus, bu kadar yeter” dediği ve gözünden yaş geldiği rivayet
edilir.
Bu ravinin aslında farklı versiyonları da söylenmektedir.
Örneğin Buhari’den rivayet edildiğine göre, Peygamber İbn
Mes’ud’u susturduktan sonra Sadakallahül’l-Âzim denmesini men etmiştir.
Nitekim İbn Mes’ud, susturulduktan sonra Sadakallahül’l-Âzim
dediği rivayet edilmektedir.
Peki, nedir bu Sadakallahül’l-Âzim’in anlamı ki, Peygamber
bunu söylemeyi men etsin?
2/255’te geçen aliyyul azim (yüce, büyük) ifadesini, birçok
ulema başka ayetlerde geçen ifadelerle harmanlayıp karıştırarak, Kur’an’ın
ardından söylenmekte olan Sadakallahül’l-Âzim ifadesi, farklı şekillerde
açıklanmaya çalışılmaktadır.
29/45; vallahu ya’lemu ma tasneun (Allah yaptığınız şeyleri
bilir) şeklinde detaylar da görülebilir.
Örnekleme açısından 3/66 ve 2/216'da aynı şekilde ifade edilerek; vallahu
ya’lemu ve entum la ta’lemun (Allah bilir, siz bilmezsiniz/doğrusunu)
Ayrıca 3/29'da; ve ya’lemu ma fis semavati ve ma fîl ard,
vallahu ala kulli şey’in kadir (gökte ve yerde olanları bilir, Allah kadirdir)
Örneğin, Cebrail’in Peygamber’e, imanını sorduğunda verdiği
(İslam) yanıtının doğru olduğu da bir rivayettir ancak, Sadakallahül’l-Âzim
ifadesi, bu söylem kadar delile muhtaç olmadan kabul edilebilir mi?
3/95’te, Sadakallahu/ sadaka allahu (Allah doğrusunu
söyledi)
4/87’de, men asdeku minallahi hadisa (Allah’tan doğru
söyleyen kimdir)
4/122’de, Men asdaku minallahi kila (Allah’tan doğru sözlü
kimdir)
33/22’de, sadakallahu ve resuluhu (Allah doğrusunu söyledi
ve resulü de.)
48/27’de, Lekad sadakallahu resulehur (Yemin olsun, Allah
doğruladı resulü)
36/52’de, sadakal murselun (Resuller doğru söylemiş)
Görüldüğü üzere, ayetlerin hiç birinde, doğrusunu Allah
bilir ifadesi geçmez, parantez açarak zorlama yapılmadığı sürece.
Zira parantezin şirk olduğunu, bunun Diyanet’in hıyanete dönüştüğünden ötürü oluştuğunu artık biliyoruz.
Oysa genellikle söylenildiği gibi, Allah doğru söyledi
ifadesi burada yoktur.
Sadakallahül’l-Âzim’in tam karşılığı, “Doğrusunu Allah
bilir” anlamındadır ve buna Kur’an’dan kulp uydurmak, yanlış anlamlandırmak,
şirki örtme uğraşıdır.
“Allah bilir, sadakallahülazim. Doğrusunu Allah bilir, denmezse mesuliyet bize ait olur” diye fetva verenlerin hiç de az olmadığını bilmek lazımdır.
Yukarıda bahsi geçen raviye göre, Peygamber’in İbn Mes’ud’u susturduktan sonra Sadakallahül’l-Âzim söylemine karşı çıkmasının, şahsi düşünceme göre anlamı da şöyle olabilir.
“Allah bilir, sadakallahülazim. Doğrusunu Allah bilir, denmezse mesuliyet bize ait olur” diye fetva verenlerin hiç de az olmadığını bilmek lazımdır.
Yukarıda bahsi geçen raviye göre, Peygamber’in İbn Mes’ud’u susturduktan sonra Sadakallahül’l-Âzim söylemine karşı çıkmasının, şahsi düşünceme göre anlamı da şöyle olabilir.
Okuduğun neredendir?
Kur’an’dan değil mi?
Peygamber şöyle düşünmüş olmalıdır ki, bu söylemi men etmiş
olsun.
Madem okuduğun Kur’an’dan, Kur’an kimin sözü?
İnanca göre Kur’an Allah’ın sözüdür.
Öyleyse, Allah’ın olan bir sözü, başka Allah’ mı vardır ki
ona tasdik ettireceksin?
Yani okuduğunun Allah kelamı olduğuna inanacaksın, ancak
şüpheye düşmüşsün gibi götürüp başka bir Allah yaratıp, ona tastikleteceksin.
İşte burada, başka Allahları devreye sokmuş olursun ki, bu
da açık bir şirktir.
Eğer okuduğun ayetlerin Allah’ın doğrudan sözü olmadığına
inanıyor ya da şüpheleniyorsan, okumana da, iman ettim demene de gerek yoktur.
İşin garip kısmı ise, Arap kadar Arapça ilmeyenlerin, bu
söylemi kendi çıkarlarına göre yorumlayıp, üzerine yukarıdaki ayetleri delil
diye getirmeye kalkmasıdır ki, bu gün İslam’ın yaşadığı şirk belasının temeli
de işte bu söylemle başlamıştır.
Türklere Kur’an öğretmeye kalkan birçok zavallı, Arapça söz
konusu olduğunda Araba bile Arapça öğretecek konuma gelmiş olduğunun delili de,
“Kur’an tecvit ile okunur” masalına sığınmaktadır.
Nedir tecvit denilen şey?
Sözcüklerin ağızdan çıkarken, söyleyenin o sesi tam olarak
verebilmesidir.
Türkçeden örnek verecek olursak, “sıkıştım, sök”
kelimelerini, Türkçe karakter olmaksızın söylemeye çalışın bakalım, ne anlam
çıkar?
Açıkça söylemek gerekirse, Arapçada da durum budur ve
diliniz dönmüyorsa, söyledikleriniz komedi gibi olur.
Türkçe öğrenmiş bir yabancının Türkçe konuştuğunda nasıl ki
anında fark ediyorsanız, daha ötesi bölgelere göre değişen söylemlerde (ağız)
bunu fark edebildiğinize göre, Arapçada da tecvit diye bir şey yoktur.
Çünkü Arapçanın kendisi zaten tecvittir.
Örneğin, 82/7’de geçen ifadeyi doğru telaffuz edemiyorsanız,
seni Allah yarattı diyeceğinize, seni Allah tıraş etti dersiniz.
Ancak Arapça telaffuz bilmeyen Türklere, nasıl okursanız
okuyun, zaten bir şey anlamadıkları için KaçAK Saray’dan ne verirseniz de
yemeye hazır bir toplum yaratılmıştır.
Bunun örneğini yine KaçAK Saray’da “Kur'an tilâveti”
yapıldığı zamanlarda görmüştük.
Tüm bunları neden anlattım?
Çünkü 13.4.2018 tarihinde yine aynı Saray’da mevlit adı
altında düzenlenen tiyatroda, hatip okumanın sonunda Sadakallahül’l-Âzim
demiştir de ondan.
Elbet yine kendisine mü’min diyenler, huşu içinde dinlemiş
durumdadır.
Benden söylemesi, ister değerlendirin, ister geçin gitsin,
gerisi herkesin anlayış ve inancına kalsın.
14.4.2018


Hiç yorum yok:
Yorum Gönder