Bir Tahakküm Aracı Olarak Kıyafet
Cihatçıların hükmü sona ermeden önce, tek bir kadının bile
gözleri yasal değildi.
Gözlerin gösterilmesi cezalandırılabilir bir suçtu.
Musul’daki kadınlara dayatılan kıyafet zorunluluğu, İslam
Devleti’nin iki seneden daha fazla süre önce şehri istila etmesinin akabinde
başladı. Kadın bedeninin her bir parçası silinene kadar, önce yüzle başlandı,
sonrasında vücudun devamı geldi- eldivenle örtülmesi gereken ellerin yanı sıra
çoraplarla gizlenmesi gereken ayaklar da dâhil olmak üzere- ve yasa aşama aşama
uygulandı. Kadınlara, gözlerine siyah ince bir örtü giymelerini söyleyen bir
hoparlör duyurusu ile sonlandı.
Halima Ali Beder, 39 yaşında, yüzünü örtmek için peçe ve
abaya, çarşaf olarak da bilinen geniş elbise ile başlayan her yeni ilaveyi,
dolabına kızgınlıkla eklediğini söyledi.
Gelgelelim, yine de, komşusunun evine uğramayı planlayıp
evinin dışındaki bir alana adım attığında, İslam Devleti’nin gitgide artan
acımasız uygulamalarına ters düştü.
“Her şeyi giymiştim -peçe, çarşaf, eldivenler, çoraplar. Tek
unuttuğum şey gözlerimi kapatmaktı.” dedi Beder; O, Kuzey Irak'taki Musul'dan
45 mil uzakta olan Hazar mülteci kampındaki görüşmelerde yaşadıklarını anlatan,
kentin yakın zamanda özgürleşmiş mahallelerinden olan bir düzine kadından biri.
Beder sadece birkaç adım attıktan sonra, ahlak polisi
tarafından fark edildi ve yetkililer ona bağırmaya, onu cezalandırmaya başladı.
“Kocan nerede? Herhangi birinin senin yüzünü görebilmesini kabul ediyor mu? diye
sordular. Ama yüzümü göstermiyorum, sadece gözlerim açık, dedim.”
10 Haziran 2014’te İslam Devleti’nin eline düştüğünde,
Musul’da iki milyondan fazla insan yaşıyordu. Pek çok kadının hâlihazırda
saçlarını başörtüsü ile kollarını uzun elbise kolları ile kapattığı muhafazakâr
bir şehirdi. Fakat militanların kendi öğretilerini empoze ettiği diğer yerlerde
yeni kurallar, zorunlu hayâyı, nasıl hızla bunalmaya başladıklarını anlatan
Musul’daki aileleri sinirlendirecek bir ekstremliğe götürdü.
Şehrin zaptından üç gün sonra, militanlar kapı kapı
dolaşarak “Şehrin Yasası” nı tanıtmaya başladılar, Musul'un yerlisi ve şu anda
Dubai'deki Al Mesbar Araştırmaları ve Araştırma Merkezi'nde araştırmacı olan
Rasha Al Aqeedi'nin bir araştırmasından yola çıkarak, nasıl yönetmeyi
planladıklarını ortaya koydular. “Namuslu kadınlar,” diyor yasa, “hayâ ve geniş, bol
çarşaflarınızla, evlerinizde kalın ve sadece gereklilik duyulması halinde
dışarı çıkın.”
Bölgenin her yeri İslam Devleti tarafından kontrol
ediliyordu, kapalı kıyafetler içinde siyah bir siluet olarak görünen kadın
imajının olduğu bir resim, reklam panolarında yükseliyordu. Bir kadının
elbisesinin “kalın
ve altındaki şeyi göstermeyecek” ve “dikkat çekmeyecek şekilde” olması
gerektiğini içeren yedi madde ile yeni görünüşü açıkladılar.
En az bir ay boyunca, yeni yasanın itaatkârları zorlanmadı.
Temmuz sonu ile birlikte, binlerce peçe seti, dükkânlara dağıtıldı. Kadınlara,
eldivenle beraber peçe giymeyi de buyuran, sayısız emrin ilki çıkarıldı. Aynı
süre zarfında, ikamet edenler, araçların İslam Devleti’nin ahlak polisi logosu
ile boyandığını gördüler, dedi Aqedi.
Üniversiteye karşıt olarak, Diwan al-Hisba olarak bilinen
polis genel merkezi birimi açtılar. Buranın yaptırım yetkilileri, tüm şehir
boyunca yayılmıştı, numaralandırılmış alıntılarla dolu kitaplar taşıyorlardı.
Polisler, kıyafet yasasını ihlal eden bir kadını
yakaladıklarında, kocasının kimlik kartına karşılık bir ikaz yazdılar.
Sonrasında eşi, yargılanmadan önce bir duruşmaya çıkmak zorunda kaldı. Suça
bağlı olarak, para cezası ödemek zorunda bırakıldı, aksi takdirde, o ya da
karısı kırbaç cezasına mahkûm edilecekti, dedi yakın zamanlardaki firariler.
İslam polisleri, Beder’in evinden içeri izinsiz bir şekilde
daldıklarında, eşinin kimlik kartını istediler. Sonrasında, eşi onlar bir şey
yapmadan önce ortaya çıkınca, 50,000 dinar para cezası ödemek zorunda
bırakıldı- bu, 40 dolar civarında bir para miktarı, bir ailenin aylık gelirinin
oldukça büyük bir bölümü.
Kadınlar, sakinler, ahlak polisinin her yerde bulunduğu
yönünde bir izlenim edininceye kadar, muhafızların her ay çoğaldığını söylüyor.
Yetkililer, dükkânların yakınlarında ve pazar standının yanında dolaşıyordu. 27
yaşında Zeena Mohamed isimli bir kadın peçesini, satın almayı düşündüğü krem
rengi elbiseyi görecek kadar nasıl kaldırdığını anlattı. Siyah tül ile rengin
tonundan emin olamadığını söyledi.
Derhal, bir erkeğin bağırdığını duydu ve onu dükkândan
uzaklaştıran yetkiliyi görmek için başını kaldırdı.
Diğerleri, örtüyü kaldırmaktan korktukları için, esnafın
onlara geri verdiği paranın miktarından emin olmadıklarını belirtti. Sendeleme
ve hatta düşme, düzenli bir olay haline geldi dediler.
Suriye ve Libya’nın yanı sıra, Irak’ta terör grupları
tarafından kontrol edilen bölgeler boyunca, İslam Devleti’nin hisbesi (ahlâk ve
düzeninin korunması), bir erdem bürokrasisi oldu, ofisleri çeşitli ihlallerin
yer aldığı makbuz dosyaları ile dolup taşıyordu. Yanlış sakal uzunluğu, tasdik
edilen sürede dua etmeme, sigara ve alkol bulundurma ve diğer fark edilen
ahlaki zayıflıkların uzun bir listesi ile beraber, erkekleri arındırma ve
cezalandırma yoluna gidip, bir suç listesi yürüttüler.
İslam Devleti, grubun kara bayrağını taşıyan antetli
kâğıtta, pek çok yayınlanmamış örneği New York Times ile paylaşmayı kabul eden,
araştırmacı Aymenn Jawad el-Tamimi’den alınan belgelere göre, her yeni
kısıtlamayı ayrıntılarıyla anlatan ve cezaları özetleyen fetvalar yayınladı.
Fetvalardan biri, kadınların giymesi gereken münasip rengi tartışıyor,
kırmızının yasak olduğunu belirtiyordu. Bir başkası, bütün yüzün örtülmesinin
öneminden bahsediyordu, “Çünkü burası, cezbetme ve baştan çıkarma yeridir.”
Bir kadın çorabında bir delik sebebiyle durduruldu, ayak
bileğindeki deriyi açığa vuruyordu. Orta yaşlı bir sekreter, sürekli kayıp
durmasına sebep olduğu için, eldivenin kalem tutmasını nasıl zorlaştırdığını
anlatıyordu. Çıkarmaya çalıştığında da etiketlendi ve tehdit edildi.
Çünkü kıyafet yasası, kadınların kamusal alanda ne
giyeceğini belirliyordu. 39 yaşında bir kadın olan Wafa, ailesinin ağılındaki
toprak fırında bazlama pişirmek için gittiğinde, kendini esvap giymek zorunda
hissetmedi.
Ağıl duvarla çevrili olmasına rağmen, insanlar üzerinden
baktığında görünecek kadar da alçaktı, bu sayede de görüldü. Yetkililer derhal
kocasının kimlik kartını istemek için geldiler.
“Onlara, eğer evlerimizin içlerine dahi müdahale etmeye
başlamayı planlıyorlarsa, bize tüp ve gıda ve diğer ihtiyacımız olan şeyleri
getirmeleri gerektiğini, bu sayede dışarı çıkmak zorunda kalmayacağımızı
söyledim.” “Taş Devri’nde yaşamak zorunda bırakıyorsunuz bizi.”
Onun sadece bir uyarı ile gitmesine izin verdiler, ama bir
dahaki sefere cezalandırılacaktı. Sadece ilk isminin kullanılmasını isteyen
Wafa, çocuklarıyla beraber bir piknikte olduğunu anlattı. Ahlak polisinin yeşil
logosuna sahip siyah bir arabayı fark ettiğinde, yüzünün etrafındaki kumaşı, ya
da peçeyi, elindeki kaşığı ağzına götürecek kadar kaldırdığını söyledi.
Bu sefer, kocasının kimliğine el koydular ve ona bir ihtar
verdiler. “Alıkoyma
sebebi” diyordu 4715 numaralı makbuz. “Dışarıda peçesiz dolaşan bir
eş.”
Daha sonra, Wafa’yı ofislerine götürdüler, burada uzun sakallı
bir yargıç cezasını hızla not düştü: 21 kırbaç darbesi.
“Protesto etmeye çalıştım. Ve anlatmaya. Peçeyi
kaldırmazsam, nasıl yemek yiyecektim? Ama dinlemediler.” dedi. Onu, Suriyeli
bir kadının ona dizleri üstüne çökmesini emrettiği bir odaya götürdüler.
Kadının elinde, üstünde metal çiviler olan bir kablo vardı.
“Hissettiğim acı, tarif edilemezdi,” diyor Wafa. “Bağırıyordum,
ağlıyorum- yalvarıyordum- dua okuyordum.”
Sırtı lime lime edilmişti, hastanede iki gece geçirdi ve
haftalar sonra sadece midesinin üzerine uzanıp uyuyabildiğini söyledi.
Sonuç olarak, belirginleşti ki, yasaların amacı, kadınları
evlerine kapatmaktı. “Bütün amaç buydu. İslami hukuk sisteminin özü, kadınların
eriyip kaybolmasını sağlamaktı. Onları görünmez kılmaktı.” dedi Aqeedi. Görüşmeye
devam ettiği, hala Musul’da olan ve iki yıldan fazla süredir evini terk etmeyen
bir kadının örneğini verdi.
Küçük bir grup isyan etmeye çalıştı. Mohamed bu küçük grup
içinde olduğunu ve rutin olarak ahlak polisine karşılık verdiğini söylüyor ki bu
annesi ve kız kardeşleri tarafından da doğrulanan bir iddia.
Mahallelerinin özgürleştirilmesinin üzerinden çok geçmeden,
Zeena Mohamed ve kız kardeşi Mona, kadın iç çamaşırları satan bir dükkâna
gittiler. İslam Devleti savaşçılarının iki eşi, müşteriler arasındaydı “ve dükkândaki
en müstehcen çamaşırları satın alıyorlardı,” dedi Zeena.
Kardeşler dükkândan ayrıldığında, dükkânın dışındaki
koridorda dolaşan iki İslam Devleti eşinin yanından geçtiler. Bir tanesi,
Zeena’nın gözlerinin üstüne tülü örtmeyi unuttuğunu gördü ve yüksek sesle onu
uyarmaya başladı.
“Eşin yukarıda müstehcen iç çamaşırları satın alıyor,” diye
cevap verdi Zeena.
“Ve sen benim gözlerimi göstermemle mi alakadarsın?”
Çeviren (Tam Metin): Gaye Polat
(NYT, Rukmini Callimachi, For Women Under ISIS, a Tyranny of
Dress Code and Punishment, 12 Aralık 2016)
AKP’nin kapatılması yönünde oy kullanan Anayasa Mahkemesi üyeleri gerekçelerini sıraladılar.
AKP’nin kapatılması yönünde oy kullanan 6 Anayasa Mahkemesi üyesi, karşı oy yazılarında AKP’nin laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğunun, demokratik rejim için açık ve yakın tehlike oluşturduğunun, eylemleriyle Cumhuriyetin temel niteliklerini tehdit eder noktaya varabileceğinin somut olduğunu belirttiler. Üyeler AKP’nin yarattığı tehlikenin Hazine yardımını keserek önlenemeyeceğini ifade ettiler.
ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) - Anayasa Mahkemesi’nin gerekçeli kararında kapatma yönünde oy kullanan 6 üye, Başbakan, bakan, milletvekilleri ve parti yönetici konumundakilerin faaliyetlerinin AKP’nin “demokratik rejim için yarattığı tehlikenin önemli boyutlara ulaştığını” gösterdiğine işaret ederek “bu tehlikenin Hazine yardımından mahrumiyet yaptırımıyla önlenemeyeceğini gösterdiğini” vurguladı. Gerekçeli kararda, şu değerlendirmelere yer verildi:
Din siyasete alet edilemez:
Dinin sosyal bir kurum olması nedeniyle toplumda dinsel özgürlük taleplerinin ya da gereksinimlerin ortaya çıkması, siyasi partilerin bu sorunlara ilişkin politika belirlemesini gerektirebilir. Ancak anayasanın 24. maddesindeki açık hüküm gereği, siyasi partilerin bu taleplere yönelik politika üretirken, dini ve dince kutsal sayılan değerleri ve dinsel duyguları siyasal mücadele aracı haline getirerek toplumda dinsel talep ekseninde ayrışmalara yol açması laiklik ilkesiyle bağdaşmaz. Anayasa tarafından demokratik siyasal yaşamın vazgeçilmez unsuru olarak tanımlanan partiler bakımından dinin siyasete alet edilmesinin siyasi partilerin demokratik işle-viyle de uyumlu olduğu kabul edilemez.
Odak olma suçunu işleyenler:
Recep Tayyip Erdoğan, eski Meclis Başkanı Bülent Arınç, Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, milletvekilleri İrfan Gündüz, Abdullah Çalışkan, Resul Tosun, Selami Uzun, Hasan Kara ve üye Hasan Cüneyd Zapsu’nun; yerel yöneticilerden Dinar İlçesi Belediye Başkanı Mustafa Tarlacı ve Isparta Belediye Başkanı Hasan Balaman’ın eylemleri, anayasanın 68. maddesinin dördüncü fıkrasına aykırı eylemlerin kararlılıkla ve parti üyeleri tarafından yoğun bir biçimde işlendiğini göstermektedir.
Anayasada türban için değişiklik teklif edilmesi ve yasalaşmasının sağlanmasıyla davalı partinin bu eylemleri benimsediği anlaşıldığından odaklaşmanın kabulü gerekir.
Halk destekliyor savunusu:
22 Temmuz 2007 seçimlerinde davalı parti seçmenlerin yarıya yakınının oyunu aldığına göre, halkın isnat edilen eylemler ile partinin bütün icraatlarını birlikte değerlendirerek davalı partiye onay verdiği görülmekte; buna dayalı olarak demokratik ulusal iradenin yasama ve yürütme görev ve sorumluluğunun davalı parti tarafından yürütülmesi yönünde somutlaştığı anlaşılmaktadır. AKP’nin demokrasiyi ve laik devlet düzenini ortadan kaldırma veya anayasal düzenin temel esaslarını şiddet kullanarak ve hoşgörüsüzlükle tahrip etme amacı, bu amacı somutlaştıran eylemleri ve elindeki iktidar olanaklarını şiddet doğrultusunda kullandığına ilişkin veriler saptanamamış, bu eylemler kapatmayı gerektirecek ağırlıkta görülmemiştir.
Karşı oy yazıları
Başkanvekili Osman Alifeyyaz Paksüt, üyeler Fulya Kantarcıoğlu, Mehmet Erten, A. Necmi Özler, Şevket Apalak, Zehra Ayla Perktaş, AKP’nin kapatılmayıp Hazine yardımından yoksun bırakılması kararına karşıoy yazdılar. Altı üyenin karşıoy yazısında öne çıkanlar şöyle:
Odak olduğu ortada:
Siyasi partilerin, demokratik siyasi yaşamın temel unsuru olmaları nedeniyle özgürce kurulup, etkinliklerini kesintisiz olarak sürdürmeleri gerektiğinde duraksanamaz. Ancak siyasi partilere, demokratik yaşamdaki bu önemli yerleri nedeniyle anayasa ve yasalarla tanınan güvencelerin, onlara öncelikle devletin temel niteliklerine bağlı kalarak etkinlikte bulunma yükümlülüğü getirdiği kuşkusuzdur. Siyasi partilerin bu yükümlülüğe uymamaları durumunda kapatılmaları yoluna gidilmesi ise devletin demok-ratik rejimi koruyabilmesi için başvurduğu bir önlemdir.
Oy potansiyeli belirleyicidir:
Partilere kapatma yaptırımının uygulanabilmesi için öncelikle parti faaliyetlerinin demokratik rejim için açık ve yakın bir tehlike oluşturması gerekir. Kuşkusuz, tehlikenin saptanmasında partinin sahip olduğu oy potansiyelinin, öngördüğü modeli uygulamaya geçirmesi için yeterli olup olmadığı da gözetilecektir. Yasama meclisinde sınırlı sayıda temsilcisi bulunan parti ile çoğunluğa sahip partinin, demokratik siyasi yaşam için yaratacağı tehlikenin aynı olamayacağı açıktır. Siyasi partinin yasama meclisinde çoğunluğa sahip olması durumunda düşüncelerini yaşama geçirmede bir engelle karşılaşması söz konusu olmayacağından şiddete başvurma unsurunun aranmasına da gerek kalmayacaktır. Bu nedenle kapatılma yaptırımının uygulanmasında, siyasi partilerin sahip oldukları oy potansiyeli de büyük ölçüde belirleyici olmaktadır.
Yüzde 47 tehlikesi:
Anayasanın 2. maddesinde Cumhuriyetin temel nitelikleri arasında yer alan laiklik ilkesine aykırı fiillerin işlendiği bir odak haline geldiği saptanan partinin, sahip olduğu oy potansiyeli ve TBMM’de sağladığı çoğunluk bu partinin, demokratik siyasi yaşam için oluşturduğu tehlikenin büyük boyutlara ulaştığını göstermektedir. Türbanın yükseköğretim kurumlarında serbestçe takılmasına olanak sağlamak amacıyla anayasanın 10. ve 42. maddelerinde yapılan değişiklikte, belirleyici olması ve buna ilişkin yasanın, anayasanın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez kuralları arasında yer alan laiklik ilkesini değiştirdiği gerekçesi ile iptal edilmesi AKP’nin, laiklik karşıtı düşüncelerini yaşama geçirme konusundaki kararlılığını, Cumhuriyetin temel niteliklerini tehdit noktasına vardırabileceğine somut bir örnektir.
Laiklik dini vicdana bırakır:
Laiklik, ulusal egemenliğe, demokrasiye, özgürlüğe ve bilime dayanan siyasal, sosyal ve kültürel yaşamın çağdaş düzenleyicisidir. Dinsel düşünce ve değerlendirmelerin geçerli olduğu dine dayalı toplumlarda, siyasal örgütlenme ve düzenlemeler dinsel niteliklidir. Laik düzende ise din, siyasallaşmadan kurtarılır, yönetim aracı olmaktan çıkarılır, gerçek, saygın yerinde tutularak kişilerin vicdanlarına bırakılır.
Laikliği geçersiz kılma çabası:
AKP’nin Anayasa Mahkemesi kararlarıyla anlam ve içerik kazandırılan laiklik tanımlaması yerine farklı bir laiklik anlayışını savunarak anayasada Cumhuriyetin nitelikleri arasında yer alan laiklik ilkesini geçersiz kılmaya yönelik yoğun çabaları, amacını gerçekleştirme konusundaki kararlılığını ortaya koymaktadır. Laikliğe aykırı eylemlerin odağı haline geldiğinin saptanmasına yol açan eylemlerinin yanı sıra dava dosyasında yer alan ancak karara esas alınacak eylemlerin oylanmasında da anayasanın 149. maddesinde öngörülen nitelikli çoğunluğun aranması nedeniyle altı oya ulaşmasına karşın, kararda dayanılan deliller arasında yer almayan eylemleri de bulunmaktadır.
Gülen genelgesi:
Başbakan’ın “İnançlı Müslümanlarız, Kuran’da kadının toplum içinde türban takması gerektiği yazıyor... Bir demokratik ülke din özgürlüğünü sağlamalı. Türban yasağı liberal değildir”; eski TBMM Başkanı Arınç’ın “Katı laiklik uygulamasıyla insanlara sosyal hayatı bir cezaevine çevirecek anlayışlar ne kadar zararlıysa, laikliği bir barış ve özgürlük, din ve vicdan hürriyeti olarak tanımak ve insanların inançlarına müdahale etmemek de o kadar toplumsal barışa hizmet edecektir” beyanı; parti üyesi, Dışişleri Bakanlığı döneminde (Abdullah Gül) cemaat lideri olduğu ileri sürülen Fethullah Gülen isimli kişinin yurtdışında kurduğu okulların bir ticari şirket olarak değerlendirilip, temas ve işbirliği yapılmasının Dışişleri Bakanlığı’nın genelgesi ile büyükelçiliklerden istenmesi; gibi söylem ve eylemler, AKP’nin demokratik rejim için yarattığı tehlikenin önemli boyutlara ulaştığını ve bu tehlikenin Hazine yardımından mahrumiyet yaptırımıyla önlenemeyeceğini göstermektedir. Açıklanan nedenlerle partinin kapatılmasına karar verilmesi gerektiği düşüncesiyle AKP’nin devlet yardımından kısmen yoksun bırakılması yolundaki görüşe karşıyız.
AKP nasıl odak oldu?
Gerekçeli kararda AKP’nin laiklik karşıtı eylemlerin odağı oluşuna ilişkin, aralarında Erdoğan’ın sözlerinin de bulunduğu 30 söylem ve eylem sıralandı.
ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) - Anayasa Mahkemesi, gerekçeli kararında AKP’nin laiklik karşıtı eylemlerin odağı haline geldiği saptamasını 30 farklı eyleme dayandırdı.
Gerekçeli kararda, AKP’nin laiklik karşıtı eylemlerin odağı haline geldiği belirlemesine dayanak oluşturan 30 faaliyet ve söylemlerden bazıları şöyle:
Anayasa değişikliği: Türbanın üniversitelerde serbest bırakılması amacıyla yapılan anayasa değişikliği.
Recep Tayyip Erdoğan’ın sözleri: Normal liselerde okutulan birçok ders İHL’de de okutuluyor. Ayrıca din dersi için de 1 yıl fazla okuyorlar. Bu tür bir eğitim almak laikliğe aykırı mı?.. Ilımlı denilince, ılımlı olmayanı varmış gibi oluyor... Kişiler laik olmaz... Bazıları laikliği din gibi algılıyor. Laiklik din olursa aynı anda Müslüman olunamaz... (Türban için) Tabii, bunun taymingi (zamanlaması) önemli. Olayın sosyal boyutu var, siyasal boyutu var. Bütün bunların değerlendirmesini, analizini aramızda hükümet olarak, parti olarak yapmamız lazım... Özel üniversitelerde türbanla eğitimi serbest bırakalım. Devlette görev verilmesin. Özel sektörde çalışsınlar... Kopenhag kriterleriyle, yani din ve vicdan özgürlükleriyle, inanç özgürlüğüyle açıklanması nasıl olur, merak ediyorum?.. (Türbanla ilgili) Söz söyleme hakkı din ulemasınındır... Velev ki (türbanı) bir siyasi simge olarak taktığını düşünün.
Bülent Arınç’ın sözleri: Meclisimizin sivil, dindar, demokrat bir Cumhurbaşkanı seçecek olmasına yine itiraz ediliyor... Devlet, dini inançların yaşamasını teminat altına alması gerekirken, tam tersine kamusal alanda bazı inançların yaşam hakkını, ifade hürriyetini kısıtlamaktadır. Bunu da laiklik adına yapmaktadır ki, siyaset bilimi açısından büyük bir çelişkidir.
Hüseyin Çelik’in eylem ve sözleri: İmam hatip mezunlarının üniversiteye girişine kolaylık sağlayan yasa değişikliği.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın Merkezi Sınav Yönetmeliği. Milli Eğitim Bakanlığı Açık Öğretim Lisesi Yönetmeliği. Sözleri: İnancım gereği (türban takıyorum) yapıyorum diyen insanın yaptığının dinde olup olmadığını tartışmak, size düşmez. Yapılan, dini inançlardan dolayı yapılıyorsa, tesettür dinin emrine göreyse buna inanır veya inanmazsınız. Hâkim, hukuk kararlarıyla bunu yasaklayamazsınız... Türkiye Cumhuriyeti’nin, demokratik, laik, sosyal, hukuk devletinin sahibi biziz. Hiç kimsenin uyarısına ihtiyacımız yok.
Abdullah Çalışkan’ın sözü: Gençler devrim istiyor. Ben de bir romantik devrimci olarak elbette devrimden yanayım. Ama devrimin turuncusu olmaz. Ara renk olmaz devrimde. Devrim ya kırmızıdır, ya da yeşildir. Ben yeşilden yanayım.
Cüneyd Zapsu’nun sözü: Türban takanların sadece yüzde 50’si inancı yüzünden takıyor deseniz bile, bu yüzde 50’ye ‘türbanını çıkar demek, sokaktaki kadına donunu çıkar’ demekten farksızdır.
Namaz kıldıran başkan: Dinar Belediye Başkanı Mustafa Tarlacı, ramazan ayı boyunca 8 camide teravih namazı kıldırdı.
Balaman’ın açıklaması: Isparta Belediye Başkanı Hasan Balaman’ın “...Yasak her yerden kalkmalı (…) başörtülü bir kadın da belediye başkanı, daire başkanı olabilmeli (…) imam hatipli bir kişinin hırsız veya uğursuz olduğu görülmemiştir.”
***
ORHAN ERİNÇ
Varan 1
Anayasa Mahkemesi’nin, “Türbana Özgürlük” söylemini yaşama geçirmek amacıyla yapılan anayasa değişikliği ve Adalet ve Kalkınma Partisi’nin “laikliğe aykırı eylem ve söylemlerin odağı olduğu” saptaması ile ilgili kararlarının gerekçeleri sonunda belli oldu.
Kararların art arda gelmesi, görülüyor ki, AKP ile doğrudan ya da gönüllü yandaşlık ilişkisinde olanları memnun etmemiş.
“Türbana özgürlük” savunucularının yanı sıra bir dizi suçlama ile de karşı karşıya kalan AKP’lilerin, zamanı kullanma konusundaki uzmanlıklarını da geçersiz kılan gelişmeler rahatsızlıklarına neden olmuş.
Arada zaman olsaydı, önce iptal kararını salt hukuk açısından olmasa da siyaset karıştırılmış hukuk açısından eleştirerek Anayasa Mahkemesi’ni suçlayıp AKP ile ilgili kararı da etkisizleştirme olanağını bulacaklardı.
Tam türbanla ilgili kararı hedef tahtasına koymuşlardı ki ardından “odak” kararı geldi.
Nazik biçimde yansıtmaya çalıştıkları öfkelerini yaygınlaştırma olanağını istedikleri gibi kullanamadılar.
7 yıllık iktidarları döneminde zamanı ilk kez istedikleri gibi kullanamamış olmaları da bir başka gerçeği oluşturdu.
***
AKP’nin odak olduğunun saptanmasına ilişkin kararı sonraya bırakıp, iptal kararına ilişkin görüntüleri irdeleyelim.
“Türbana özgürlük” yandaşı AKP ile Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) yetkililerinin açıklamalarına bakarsanız, Türkiye’de Anayasa Mahkemesi vardır ama bir dönem söylendiği gibi Çankaya noteri görevini üstlenmiştir.
Bu kesimin savunduğu görüşe göre Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilen yasaları ya da kimi maddelerini iptal etmek ulusal egemenliğe aykırı bir yaklaşımdır.
Şayet 1961 Anayasası öncesinde olsaydı kimsenin bir diyeceği olamazdı. Çünkü yasaları yorumlama yetkisi de TBMM’deydi. Bu nedenle de kanunların anayasaya aykırı olduğu ileri sürülemezdi.
Bugünlerde pek çok şey 12 Eylül 1980 süresinde yaşananlara benziyor.
İktidar ile destek veren partilerin yöneticilerinin Milli Güvenlik Konseyi paşalarından farkları yok gibi. Onlar da yasa yaptıklarında şayet anayasaya aykırı bir madde varsa o maddenin anayasayı da değiştirdiğini kabul ediyorlardı.
Aradan 28 yıl geçti ama o günün yönetim mantığı sürdürülüyor. Hem de Türkiye’yi hukuk devleti yaptıklarını iddia edenler tarafından.
Anayasa maddelerine yapılan eklerin gerekçelerinde, değişiklik nedeninin “yüksek öğretim kurumlarında kılık ve kıyafetlerinden dolayı bazı öğrencilerin eğitim ve öğrenim haklarının engellenmesi kronik bir sorun haline gelmiştir. (.....) Buna rağmen ülkemizde uzun bir süredir üniversitelerde bazı kız öğrencilerin başlarını örtmede kullandıkları kıyafetler nedeniyle eğitim ve öğrenim hakkını kullanamadıkları bilinmektedir” cümleleriyle belirtilmiş olması, kaçınılmaz sonucu tetiklemiştir.
Yapmak istedikleri değişikliğin Türkiye’de rejim değişikliği sonucunu doğuracağını bile bile Anayasa Mahkemesi’ni suçlamaya kalkışmak bize özgü bir siyaset klasiğidir.
Başbakan bile iptal kararını eleştirirken “başörtüsü”nden söz ettiğine göre, kararın çok yerinde olduğu ortadadır.
Galiba esas dertleri “türbana özgürlük” girişiminin bu kararla tümden hayale dönüşmesinden kaynaklanmaktadır.
ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) - Anayasa Mahkemesi’nin gerekçeli kararında kapatma yönünde oy kullanan 6 üye, Başbakan, bakan, milletvekilleri ve parti yönetici konumundakilerin faaliyetlerinin AKP’nin “demokratik rejim için yarattığı tehlikenin önemli boyutlara ulaştığını” gösterdiğine işaret ederek “bu tehlikenin Hazine yardımından mahrumiyet yaptırımıyla önlenemeyeceğini gösterdiğini” vurguladı. Gerekçeli kararda, şu değerlendirmelere yer verildi:
Din siyasete alet edilemez:
Dinin sosyal bir kurum olması nedeniyle toplumda dinsel özgürlük taleplerinin ya da gereksinimlerin ortaya çıkması, siyasi partilerin bu sorunlara ilişkin politika belirlemesini gerektirebilir. Ancak anayasanın 24. maddesindeki açık hüküm gereği, siyasi partilerin bu taleplere yönelik politika üretirken, dini ve dince kutsal sayılan değerleri ve dinsel duyguları siyasal mücadele aracı haline getirerek toplumda dinsel talep ekseninde ayrışmalara yol açması laiklik ilkesiyle bağdaşmaz. Anayasa tarafından demokratik siyasal yaşamın vazgeçilmez unsuru olarak tanımlanan partiler bakımından dinin siyasete alet edilmesinin siyasi partilerin demokratik işle-viyle de uyumlu olduğu kabul edilemez.
Odak olma suçunu işleyenler:
Recep Tayyip Erdoğan, eski Meclis Başkanı Bülent Arınç, Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, milletvekilleri İrfan Gündüz, Abdullah Çalışkan, Resul Tosun, Selami Uzun, Hasan Kara ve üye Hasan Cüneyd Zapsu’nun; yerel yöneticilerden Dinar İlçesi Belediye Başkanı Mustafa Tarlacı ve Isparta Belediye Başkanı Hasan Balaman’ın eylemleri, anayasanın 68. maddesinin dördüncü fıkrasına aykırı eylemlerin kararlılıkla ve parti üyeleri tarafından yoğun bir biçimde işlendiğini göstermektedir.
Anayasada türban için değişiklik teklif edilmesi ve yasalaşmasının sağlanmasıyla davalı partinin bu eylemleri benimsediği anlaşıldığından odaklaşmanın kabulü gerekir.
Halk destekliyor savunusu:
22 Temmuz 2007 seçimlerinde davalı parti seçmenlerin yarıya yakınının oyunu aldığına göre, halkın isnat edilen eylemler ile partinin bütün icraatlarını birlikte değerlendirerek davalı partiye onay verdiği görülmekte; buna dayalı olarak demokratik ulusal iradenin yasama ve yürütme görev ve sorumluluğunun davalı parti tarafından yürütülmesi yönünde somutlaştığı anlaşılmaktadır. AKP’nin demokrasiyi ve laik devlet düzenini ortadan kaldırma veya anayasal düzenin temel esaslarını şiddet kullanarak ve hoşgörüsüzlükle tahrip etme amacı, bu amacı somutlaştıran eylemleri ve elindeki iktidar olanaklarını şiddet doğrultusunda kullandığına ilişkin veriler saptanamamış, bu eylemler kapatmayı gerektirecek ağırlıkta görülmemiştir.
Karşı oy yazıları
Başkanvekili Osman Alifeyyaz Paksüt, üyeler Fulya Kantarcıoğlu, Mehmet Erten, A. Necmi Özler, Şevket Apalak, Zehra Ayla Perktaş, AKP’nin kapatılmayıp Hazine yardımından yoksun bırakılması kararına karşıoy yazdılar. Altı üyenin karşıoy yazısında öne çıkanlar şöyle:
Odak olduğu ortada:
Siyasi partilerin, demokratik siyasi yaşamın temel unsuru olmaları nedeniyle özgürce kurulup, etkinliklerini kesintisiz olarak sürdürmeleri gerektiğinde duraksanamaz. Ancak siyasi partilere, demokratik yaşamdaki bu önemli yerleri nedeniyle anayasa ve yasalarla tanınan güvencelerin, onlara öncelikle devletin temel niteliklerine bağlı kalarak etkinlikte bulunma yükümlülüğü getirdiği kuşkusuzdur. Siyasi partilerin bu yükümlülüğe uymamaları durumunda kapatılmaları yoluna gidilmesi ise devletin demok-ratik rejimi koruyabilmesi için başvurduğu bir önlemdir.
Oy potansiyeli belirleyicidir:
Partilere kapatma yaptırımının uygulanabilmesi için öncelikle parti faaliyetlerinin demokratik rejim için açık ve yakın bir tehlike oluşturması gerekir. Kuşkusuz, tehlikenin saptanmasında partinin sahip olduğu oy potansiyelinin, öngördüğü modeli uygulamaya geçirmesi için yeterli olup olmadığı da gözetilecektir. Yasama meclisinde sınırlı sayıda temsilcisi bulunan parti ile çoğunluğa sahip partinin, demokratik siyasi yaşam için yaratacağı tehlikenin aynı olamayacağı açıktır. Siyasi partinin yasama meclisinde çoğunluğa sahip olması durumunda düşüncelerini yaşama geçirmede bir engelle karşılaşması söz konusu olmayacağından şiddete başvurma unsurunun aranmasına da gerek kalmayacaktır. Bu nedenle kapatılma yaptırımının uygulanmasında, siyasi partilerin sahip oldukları oy potansiyeli de büyük ölçüde belirleyici olmaktadır.
Yüzde 47 tehlikesi:
Anayasanın 2. maddesinde Cumhuriyetin temel nitelikleri arasında yer alan laiklik ilkesine aykırı fiillerin işlendiği bir odak haline geldiği saptanan partinin, sahip olduğu oy potansiyeli ve TBMM’de sağladığı çoğunluk bu partinin, demokratik siyasi yaşam için oluşturduğu tehlikenin büyük boyutlara ulaştığını göstermektedir. Türbanın yükseköğretim kurumlarında serbestçe takılmasına olanak sağlamak amacıyla anayasanın 10. ve 42. maddelerinde yapılan değişiklikte, belirleyici olması ve buna ilişkin yasanın, anayasanın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez kuralları arasında yer alan laiklik ilkesini değiştirdiği gerekçesi ile iptal edilmesi AKP’nin, laiklik karşıtı düşüncelerini yaşama geçirme konusundaki kararlılığını, Cumhuriyetin temel niteliklerini tehdit noktasına vardırabileceğine somut bir örnektir.
Laiklik dini vicdana bırakır:
Laiklik, ulusal egemenliğe, demokrasiye, özgürlüğe ve bilime dayanan siyasal, sosyal ve kültürel yaşamın çağdaş düzenleyicisidir. Dinsel düşünce ve değerlendirmelerin geçerli olduğu dine dayalı toplumlarda, siyasal örgütlenme ve düzenlemeler dinsel niteliklidir. Laik düzende ise din, siyasallaşmadan kurtarılır, yönetim aracı olmaktan çıkarılır, gerçek, saygın yerinde tutularak kişilerin vicdanlarına bırakılır.
Laikliği geçersiz kılma çabası:
AKP’nin Anayasa Mahkemesi kararlarıyla anlam ve içerik kazandırılan laiklik tanımlaması yerine farklı bir laiklik anlayışını savunarak anayasada Cumhuriyetin nitelikleri arasında yer alan laiklik ilkesini geçersiz kılmaya yönelik yoğun çabaları, amacını gerçekleştirme konusundaki kararlılığını ortaya koymaktadır. Laikliğe aykırı eylemlerin odağı haline geldiğinin saptanmasına yol açan eylemlerinin yanı sıra dava dosyasında yer alan ancak karara esas alınacak eylemlerin oylanmasında da anayasanın 149. maddesinde öngörülen nitelikli çoğunluğun aranması nedeniyle altı oya ulaşmasına karşın, kararda dayanılan deliller arasında yer almayan eylemleri de bulunmaktadır.
Gülen genelgesi:
Başbakan’ın “İnançlı Müslümanlarız, Kuran’da kadının toplum içinde türban takması gerektiği yazıyor... Bir demokratik ülke din özgürlüğünü sağlamalı. Türban yasağı liberal değildir”; eski TBMM Başkanı Arınç’ın “Katı laiklik uygulamasıyla insanlara sosyal hayatı bir cezaevine çevirecek anlayışlar ne kadar zararlıysa, laikliği bir barış ve özgürlük, din ve vicdan hürriyeti olarak tanımak ve insanların inançlarına müdahale etmemek de o kadar toplumsal barışa hizmet edecektir” beyanı; parti üyesi, Dışişleri Bakanlığı döneminde (Abdullah Gül) cemaat lideri olduğu ileri sürülen Fethullah Gülen isimli kişinin yurtdışında kurduğu okulların bir ticari şirket olarak değerlendirilip, temas ve işbirliği yapılmasının Dışişleri Bakanlığı’nın genelgesi ile büyükelçiliklerden istenmesi; gibi söylem ve eylemler, AKP’nin demokratik rejim için yarattığı tehlikenin önemli boyutlara ulaştığını ve bu tehlikenin Hazine yardımından mahrumiyet yaptırımıyla önlenemeyeceğini göstermektedir. Açıklanan nedenlerle partinin kapatılmasına karar verilmesi gerektiği düşüncesiyle AKP’nin devlet yardımından kısmen yoksun bırakılması yolundaki görüşe karşıyız.
AKP nasıl odak oldu?
Gerekçeli kararda AKP’nin laiklik karşıtı eylemlerin odağı oluşuna ilişkin, aralarında Erdoğan’ın sözlerinin de bulunduğu 30 söylem ve eylem sıralandı.
ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) - Anayasa Mahkemesi, gerekçeli kararında AKP’nin laiklik karşıtı eylemlerin odağı haline geldiği saptamasını 30 farklı eyleme dayandırdı.
Gerekçeli kararda, AKP’nin laiklik karşıtı eylemlerin odağı haline geldiği belirlemesine dayanak oluşturan 30 faaliyet ve söylemlerden bazıları şöyle:
Anayasa değişikliği: Türbanın üniversitelerde serbest bırakılması amacıyla yapılan anayasa değişikliği.
Recep Tayyip Erdoğan’ın sözleri: Normal liselerde okutulan birçok ders İHL’de de okutuluyor. Ayrıca din dersi için de 1 yıl fazla okuyorlar. Bu tür bir eğitim almak laikliğe aykırı mı?.. Ilımlı denilince, ılımlı olmayanı varmış gibi oluyor... Kişiler laik olmaz... Bazıları laikliği din gibi algılıyor. Laiklik din olursa aynı anda Müslüman olunamaz... (Türban için) Tabii, bunun taymingi (zamanlaması) önemli. Olayın sosyal boyutu var, siyasal boyutu var. Bütün bunların değerlendirmesini, analizini aramızda hükümet olarak, parti olarak yapmamız lazım... Özel üniversitelerde türbanla eğitimi serbest bırakalım. Devlette görev verilmesin. Özel sektörde çalışsınlar... Kopenhag kriterleriyle, yani din ve vicdan özgürlükleriyle, inanç özgürlüğüyle açıklanması nasıl olur, merak ediyorum?.. (Türbanla ilgili) Söz söyleme hakkı din ulemasınındır... Velev ki (türbanı) bir siyasi simge olarak taktığını düşünün.
Bülent Arınç’ın sözleri: Meclisimizin sivil, dindar, demokrat bir Cumhurbaşkanı seçecek olmasına yine itiraz ediliyor... Devlet, dini inançların yaşamasını teminat altına alması gerekirken, tam tersine kamusal alanda bazı inançların yaşam hakkını, ifade hürriyetini kısıtlamaktadır. Bunu da laiklik adına yapmaktadır ki, siyaset bilimi açısından büyük bir çelişkidir.
Hüseyin Çelik’in eylem ve sözleri: İmam hatip mezunlarının üniversiteye girişine kolaylık sağlayan yasa değişikliği.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın Merkezi Sınav Yönetmeliği. Milli Eğitim Bakanlığı Açık Öğretim Lisesi Yönetmeliği. Sözleri: İnancım gereği (türban takıyorum) yapıyorum diyen insanın yaptığının dinde olup olmadığını tartışmak, size düşmez. Yapılan, dini inançlardan dolayı yapılıyorsa, tesettür dinin emrine göreyse buna inanır veya inanmazsınız. Hâkim, hukuk kararlarıyla bunu yasaklayamazsınız... Türkiye Cumhuriyeti’nin, demokratik, laik, sosyal, hukuk devletinin sahibi biziz. Hiç kimsenin uyarısına ihtiyacımız yok.
Abdullah Çalışkan’ın sözü: Gençler devrim istiyor. Ben de bir romantik devrimci olarak elbette devrimden yanayım. Ama devrimin turuncusu olmaz. Ara renk olmaz devrimde. Devrim ya kırmızıdır, ya da yeşildir. Ben yeşilden yanayım.
Cüneyd Zapsu’nun sözü: Türban takanların sadece yüzde 50’si inancı yüzünden takıyor deseniz bile, bu yüzde 50’ye ‘türbanını çıkar demek, sokaktaki kadına donunu çıkar’ demekten farksızdır.
Namaz kıldıran başkan: Dinar Belediye Başkanı Mustafa Tarlacı, ramazan ayı boyunca 8 camide teravih namazı kıldırdı.
Balaman’ın açıklaması: Isparta Belediye Başkanı Hasan Balaman’ın “...Yasak her yerden kalkmalı (…) başörtülü bir kadın da belediye başkanı, daire başkanı olabilmeli (…) imam hatipli bir kişinin hırsız veya uğursuz olduğu görülmemiştir.”
***
ORHAN ERİNÇ
Varan 1
Anayasa Mahkemesi’nin, “Türbana Özgürlük” söylemini yaşama geçirmek amacıyla yapılan anayasa değişikliği ve Adalet ve Kalkınma Partisi’nin “laikliğe aykırı eylem ve söylemlerin odağı olduğu” saptaması ile ilgili kararlarının gerekçeleri sonunda belli oldu.
Kararların art arda gelmesi, görülüyor ki, AKP ile doğrudan ya da gönüllü yandaşlık ilişkisinde olanları memnun etmemiş.
“Türbana özgürlük” savunucularının yanı sıra bir dizi suçlama ile de karşı karşıya kalan AKP’lilerin, zamanı kullanma konusundaki uzmanlıklarını da geçersiz kılan gelişmeler rahatsızlıklarına neden olmuş.
Arada zaman olsaydı, önce iptal kararını salt hukuk açısından olmasa da siyaset karıştırılmış hukuk açısından eleştirerek Anayasa Mahkemesi’ni suçlayıp AKP ile ilgili kararı da etkisizleştirme olanağını bulacaklardı.
Tam türbanla ilgili kararı hedef tahtasına koymuşlardı ki ardından “odak” kararı geldi.
Nazik biçimde yansıtmaya çalıştıkları öfkelerini yaygınlaştırma olanağını istedikleri gibi kullanamadılar.
7 yıllık iktidarları döneminde zamanı ilk kez istedikleri gibi kullanamamış olmaları da bir başka gerçeği oluşturdu.
***
AKP’nin odak olduğunun saptanmasına ilişkin kararı sonraya bırakıp, iptal kararına ilişkin görüntüleri irdeleyelim.
“Türbana özgürlük” yandaşı AKP ile Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) yetkililerinin açıklamalarına bakarsanız, Türkiye’de Anayasa Mahkemesi vardır ama bir dönem söylendiği gibi Çankaya noteri görevini üstlenmiştir.
Bu kesimin savunduğu görüşe göre Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilen yasaları ya da kimi maddelerini iptal etmek ulusal egemenliğe aykırı bir yaklaşımdır.
Şayet 1961 Anayasası öncesinde olsaydı kimsenin bir diyeceği olamazdı. Çünkü yasaları yorumlama yetkisi de TBMM’deydi. Bu nedenle de kanunların anayasaya aykırı olduğu ileri sürülemezdi.
Bugünlerde pek çok şey 12 Eylül 1980 süresinde yaşananlara benziyor.
İktidar ile destek veren partilerin yöneticilerinin Milli Güvenlik Konseyi paşalarından farkları yok gibi. Onlar da yasa yaptıklarında şayet anayasaya aykırı bir madde varsa o maddenin anayasayı da değiştirdiğini kabul ediyorlardı.
Aradan 28 yıl geçti ama o günün yönetim mantığı sürdürülüyor. Hem de Türkiye’yi hukuk devleti yaptıklarını iddia edenler tarafından.
Anayasa maddelerine yapılan eklerin gerekçelerinde, değişiklik nedeninin “yüksek öğretim kurumlarında kılık ve kıyafetlerinden dolayı bazı öğrencilerin eğitim ve öğrenim haklarının engellenmesi kronik bir sorun haline gelmiştir. (.....) Buna rağmen ülkemizde uzun bir süredir üniversitelerde bazı kız öğrencilerin başlarını örtmede kullandıkları kıyafetler nedeniyle eğitim ve öğrenim hakkını kullanamadıkları bilinmektedir” cümleleriyle belirtilmiş olması, kaçınılmaz sonucu tetiklemiştir.
Yapmak istedikleri değişikliğin Türkiye’de rejim değişikliği sonucunu doğuracağını bile bile Anayasa Mahkemesi’ni suçlamaya kalkışmak bize özgü bir siyaset klasiğidir.
Başbakan bile iptal kararını eleştirirken “başörtüsü”nden söz ettiğine göre, kararın çok yerinde olduğu ortadadır.
Galiba esas dertleri “türbana özgürlük” girişiminin bu kararla tümden hayale dönüşmesinden kaynaklanmaktadır.
oerinc@cumhuriyet.com.tr
Cumhuriyet 25.10.2008


İslamofaşizm, yeni tarih yazıyor.
YanıtlaSilSaçların, polis tarafından kökünden koparılması, özel yaşama ilişkin sorulardır” reddine…
https://www.facebook.com/groups/akildincelisirmi/permalink/1451255841580275/
Kahraman öğrensin, özel neymiş görsün istedim...
YanıtlaSilhttps://www.facebook.com/groups/akildincelisirmi/permalink/1451266564912536/