TARİHTEN GERÇEKLER, PROF. ELİ KİDOR/SOSYALİZM VE FAŞİZM
Osmanlı aleyhtarı peşin hükümler
1880'1erden itibaren İngiliz politikasının temel unsurudur. Lowther'm mektubu
yeni Osmanlı devlet adamlarının meş'um dalavereci bir çete olduğu inancını desteklemekle
bu peşin hükmü doğrulamış ona yeni bir kuvvet vermiş oluyor... Tesirlerini tam
hesaplamak imkânsızsa da, böyle bir hüküm, Birinci Dünya Savaşının hemen
öncesindeki yıllarda Osmanlı İmparatorluğuna karşı İngiliz politikasının
incelenmesinde göz önünde tutulması gereken bir husustur. Yakın zamanda çıkan
bir yazıda Prof. Ailen Cunningham şöyle demiştir: "1914'te artık bir
İngiliz hükümeti, Türkiye'ye onu kendi tarafına kazanmak için herhangi büyük
fedakârlık yapmaya yanaşmayacak tutumdaydı" Lowther'in raporlarının bu
tutumun gelişmesinde rol oynadığını kabul etmek mantıklı olur.
Lowther ve Fitımaurice'in
fikirlerine benzeyen, onların aksettiren iki görüşü hem bu fikirlerin ilgi
çekici yanlan, hem de böyle fikirlerin ne kadar yaygın olduklarına işaret etmek
bakımından ele almak lazımdır. 26 Eylül 1916 sayılı "Arap Bülteninde
"Türkiye'de yeni rejimde (1908 -1914) Farmasonluk" başlıklı, imzasız
bir makale vardı. Bu makale Lowther'in 29 Mayıs 1910 tarihli mektubunda
yazılanları adeta aynen veriyordu.
Carasso (Abdülhamide halini
tebliğ eden meşkûr Yahudi Karasu) renksiz ahlaksız, düşük seviyeli,
namusuz, hain bir avukat... Talat, Cavid, Dr. Nâzım ve Bahaeddin Manastırlıyı
farmasonluğa teşvikten sorumlu idi. Bu adam "İttihat Ve Terakkinin aslan
ve kaplanları için faydalı bir çakaldı. "İttihat ve Terakki Cemiyeti"
farmasonluk (Siyonizm) ile parçalanmaz bir bütündü, İstanbul'daki Türklerden
Selaniği bilenler "İtti-had ve Terakki Cemiyeti'nin amblemleri ve
Mekedonya Ristorda Locası ve Yahudi Beni Brith Cemiyeti amblemleri arasındaki
benzerliği fark ediyordu. 1909 Haziranında Üstad-ı Azam makamı Türkiye Meşrik-
i Âzamhğı vazifeyi devralma töreninde Hasköyden, Selanik, İzmir, Macaristan'ın
çeşitli şehirlerinden ve Orta Avrupa İmparatorluklarından gelen birçok Yahudi
centilmen vardı. Bülten Türkiye Meşrik-i Âzamlığı"nın Yüce Konsey
üyelerini de sıralıyordu. Bunlardan üç veya dördü Yahudi, üçü Dönme idi ve
sadece dördü Müslüman'dı... Bazı yabancılar "Jön Türk, Alman taraftarı bir
yaşlı Yahudi mi?" diye meraklanmıştı?
Dikkate değer diğer nokta Kahire
İstihbarat Şefi G. F. Clayton'dan Sudan Wingate'e yazılan mektuptur, Clayton'un
resmi vazife ile gittiği Londra'dan yazılan mektup 3 Ağustos 1916 tarihli...
Clayton, "Herzaman-düşündüğünü tasdik eden" intibalarını bildirmekte,
Yahudilerin, ne derece tesirli olduklarını anlatmaktadır. "İngiliz
Yahudileri, Fransız, Amerikan, Alman, Avusturya ve Selanik Yahudileri var ama
hepsi aynı soydan... Üstelik aşağı yukarı hepsi de Rus aleyhtarı.. Barış
sözleri duyuyorsanız arkasında mutlaka Yahudi vardır. Türkler lehine sözler,
Türkiye ile ayrı bir barış istekleri duyuyorsanız yine Yahudiler..."
'İttihat ve Terakki'nin
Temeli" adlı mektup, Birinci Dünya Savaşı'ndan önce ve sonra Orta
Doğuda, İngiliz politikasının başlıca mimari olan bir zatın görüşlerindeki
acayipliği göstermektedir. Fakat tabii ki, Yahudilerin kudret ve her yerde
mevcudiyetlerinin tesirini fark eden yalnız Clayton değildi. Clayton
şüpheciydi; fakat başkaları bu derecede bir kudretin tesirinden kurtulamıyordu.
Bu tip rivayetlerin, İngiliz hükümetini ikna edip Siyonizm dönmesinde rolü
olduğu inkâr edilemez.
Eserin muharriri Prof. Eli Kidor bu
basit girişten sonra, kaydettiğimiz gibi, İngiltere'nin Türkiye sefiri Sir G.
Lowther'in o zamanki İngiltere Hariciye Nazırı Sir Hardinge gönderdiği mahrem
ve müthiş raporu ortaya döküyor.
RAPOR
İstanbul, 29 Mayıs 1910
İttihat ve Terakkiye yekinen bağlı
olduğu söylenen, İstanbul Farmasonlarının Mısır'da temsilciliğine Muhammed
Ferid'in seçildiğine dair rivayetlerle ilgili olarak Gorst'ün 23 Nisan ve senin
25 Nisan tarihli telgraflarınız, beni Jön Türk cereyanında Avrupa
Farmasonluğunun tesiri hakkında izahat vermeye itiyor. Bunu, özel ve çok gizli
yazıyorum. Zira Türkiye'deki yeni Farmasonluk, İngiltere ve Amerika'dakinin
aksine büyük çapta gizli... Politik, hedef bakımında bilgi çok gizli elde
ediliyor ve politik sırları ifşa edenler Mafia'nın, Komite'nin eliyle
cezalandırılıyor. Birkaç gün önce ifşaatta bulunan yerli bir mason, askeri
mahkemeye sevk edilmekle tehdit edildi.
Bildiğin gibi, Paris'teki Jön Türk
hareketi Selaniklidir. Selanik'te 140.000 nüfusun 80.000 kadarı İspanyol
Yahudi'si, dışta ise Müslüman görünen ve Sabetay Sevi tarikatına bağlı
Farmason... Roma'nın Yahudi Belediye Başkanı Natham, mason localarında yüksek
bir mevkie ulaşmıştır ve Yahudi bakanlar Luzzati ve Sonino ve diğer senatör ve
milletvekilleri de anlaşıldığına Farmasondur. "Kadim İskoç"
dan temellendikleri iddiasındalar..
Birkaç yıl önce, Selanikli Yahudi
mason Emanuelle Carasso -ki halen de Osmanlı Meclisinde Selanik
temsilcisi- orada Makedonya Risorta isimli İtalyan Farmasonluğuna
bağlı bir loca kurdu. Bu adam görünüşte Sultan Hamid'in casuslarını aldatmak
maksadıyla, fakat aslında Türkiye'de Yahudi tesirini kuvvetlendirmek için Jön
Türkleri Farmasonluğu kabule teşvik etmiştir... Evinde onlara toplanma izni
sağlamıştır. Abdülhamid'in casusları bunu haber almış ve 1908 Temmuz
ihtilalinden sonra esrarengiz bir şekilde öldürülen İsmail Mahir Paşa, durumu
Yıldız Sarayı'na bildirilmiştir. Evin dışına yerleştirilen casuslar, girip
çıkanların isimlerini kaydetmekle vazifelendirilmiştir. Fakat Farmasonlar
casusları, "kardeş" ilan edip aralarına almıştır. Selanik'teki
hareketin temeli Yahudi’dir... Jön Türklerin (Iiberta, Egalite, Fraternite- Hürriyet,
Eşitlik, Kardeşlik) sloganları İtalyan Farmasonlarından alınmıştır. Kırmızı,
beyaz renkler de aynıdır. 1908 Temmuz İhtilalinden kısa zaman sonra, Cemiyet
İstanbul'da yerleşince, belli odaklara hizmet vermeye devam
etmiştir.
İki
yıl boyunca örfî idare ilan edildi.
Askeri mahkemelerdeki subayların
çoğu farmasondu. Parlamentoya verilen "emir"le çok sıkı bir basın
kanunu çıktı ve Selanikli bir şifreli yazı-Yahudi (Directeur du Bureau de la
Presse) Basın Bürosu Müdürü oldu. Bu çok kudretli bir mevkiiydi; zira böyle bir
mevkie sahip kişi, istediği gazeteyi "yeni rejimi tenkit" (buna
gericilik deniliyordu) suçuyla kapatabiliyor, sahibini veya yazı işleri
müdürünü askeri mahkemeye sevk edebiliyordu.
Osmanlı Telgraf Ajansı Bağdatlı bir
Yahudi emrinde başlatıldı. Selanikli bir mason Yahudi avukatın Adalet
Bakanlığına da danışman getirilme teşebbüsü az kalsın başarı ile
neticeleniyordu, İstanbul'daki İttihat ve Terakki Başkanı Selanikli bir
Kripto-Yahudi ve masondur. Başka bir Selanikli Kripto-Yahudi mason, belediye
başkanı olmak için çalıştı, ama henüz gayesine ulaşamadı. Lakin Mısırlı
farmason, Prens Halim... Belediye Başkanvekili oldu. Fransa'daki gibi
İstanbul'daki "Şehremini- Belediye Başkanı" halkın üzerinde son
derece büyük kudrete sahiptir. Aynı zamanda eski polis teşkilatının yerine
sureta halk getirildi. Polis ve jandarmayı kontrol eden bu teşkilatın başına da
Selanikli bir farmason geçirildi. "Parlamentoya verilen emirle İttihat ve
Terakki Bulgar, Yunan vs. arasındaki rakip teşkilatlan ezecek Loi Sur'da
kendini gizli ihtilalci bir teşkilat olmaktan çıkardı ve "Politik parti ve
sosyal cemiyet" ilan etti.. Aynı sırlarda fark ediliyordu ki,
Makedonya'nın başlıca kasabalarında ve başşehirde, mantarlı hücre gibi üremeğe
devam ediyorlardı.
Yukarıda belirtilen locaların
dışında 1909 -1910 arasında İstanbul'da şu localar kurulmuştu: (Vefa Oryantal
Şark Vefa), (Les Vrais amis de l'Union et Profres- İttihat ve Terakki Gerçek
Dostları), (Byzantio Risorta), (La Veritas- Hakikat), (La Patrie-Vatan), (La RE
naissance- Yeniden Doğuş) ve Makedonya Risorta'nın kolu (Şafak)..
Mısır yeraltı politik uzmanları bu
ismi bilirler. Bütün bu localar, Selanik ve Makedonya'daki Farmason ağı gibi
temel olarak Yahudiler tarafından yönetilmektedir.. Ermeni ve ya diğer Hristiyan
unsurlar adeta yoktur denilir.
Mısırlı Prens Said Halimden
bahsedildi yukarıda. O, kardeşi Abbas Halim, Prens Aziz Hasan, Hidiv'e karşı
duydukları şiddetli nefretten ötürü İttihat ve Terakki ile çalışmış, mali
bakımdan cemiyeti desteklemiştir. Selanik yolu ile başşehire yayılan Jön Türk
Farmasonluğunun Mısır Masonluğu ile münasebeti Boğaz'daki yalısına
çekilişi bu akıntılı politika neticesidir.
İdris Ragib Bey, İskoçya Büyük
Locası tarafından tanınan mısır Büyük locasının başı idi ve Mısır, Suriye,
Filistin ve Lübnan'da bazı locaları kurmuştu. Lübnan'da Roma Katolik masonların
çok sayıda mevcudiyeti acayip bir vakıadır.
Muhammed Örfi Paşa da Mısır, Kudüs
ve Güney Suriye'de bazı locaların kurucusu idi ve İstanbul localarını da
sistemine katmayı amel edinmişti. 1909 baharında bu ni-niyetle buraya
geldi. Zorluklarla karşılaştı. Ve 13 Nisan ayaklanması olunca korktu ve derhal
Mısır'a kaçtı. Hadiselerden bir süre önce, İdris Ragib, İskenderiye'deki
İtalya locasında 17. nici dereceye ulaşan Prens Aziz Hasan'a İstanbul
localarını Mısır Büyük locasının emri altında toplama vazifesini
vermişti. Masonlar başkanlığında Makedonya kuvvetlerinin başşehre girişi ve
masonluğa şiddetle karşı çıkan Abdülhamit'in. Tahttan indirilmesi üzerine bu
yolda konuşmalar başladı. Gerekli yetki İtalyan "Mesrik- i
Âzam"'lığından alınmıştı ve Prens Aziz Hasan, Yusuf Bey Sa-kakini vasıtasıyla
33 üncü dereceye yükseltildi ve Türkiye Büyük Locasını kurmak yetkisi ona
verildi; Bu 1909 yılının Temmuz veya Ağustos'unda gerçekleşti ve İçişleri
Bakanı Talât Bey "Üstad-ı Âzam" oldu.
Bu arada Sakakini de İstanbul'a
geldi Mısır'dan Suriye'ye geçerek oradaki locaların Osmanlı Büyük Locasına
bağladı.
Eğer İttihat ve Terakki Cemiyeti
Büyük Türkiye Locası, Mısır Localarını ele geçirir ve milliyetçilerle
doldurursa şüphe yok ki, gizlice faaliyete başlayıp 1908 Temmuzunda
Selanik'teki patlamaya hazır bir bomba hazırlayacaktır.
Bununla ilgili olarak tuhaf bir
hadiseden bahsedeceğim: Bir süre önce Türkiye'nin yeni büyük hahamı,
sefaretimizden Ventura isimli Yahudi bir mason için yardım istedi Haham akıllı,
enerjik bir adamdı; bazı mevki sahibi Jön Türklerin okul arkadaşıydı ve eski
rejimde Abdülhamid'in sarayındaki Ventura İtalyan tebalı, yıllarca önce Osmanlı
vatandaşı pozunda Sudan'da iş kurmuş ve Suahim'de iki Yahudi vasıtasıyla onbaşı
White'a tütün kaçırdığı iddiası ile sınır dışı edilmişti. Onbaşı White, ordudan
atılmış, rezil olmuştu. Ventura davasını Kahire'deki mahkemeye getirdi ve
Savunma Bakanlığına karşı davayı kazandı.
Fakat Temyiz, kararı bozdu. Haham
Ventura'nın haksızlığa uğradığına, kurban edildiğine dair 200 sayfaya yakın bir
savunma raporu çıkardı. Sir E. Gorsta verilmek üzere Venturaya ait tavsiye
mektubu yazmamı istedi. Gayesi Sir E. Gorst'un tekrar Mısır'da muhakeme
edilerek Ventura için forsunu kullanması, onu kurtarmasaydı. Hahama belirttim
ki, böyle bir davranış adalete tesir mahiyetinde olurdu; üstelik Ventura
İtalyan vatandaşıydı. Bundan bir süre sonra Yahudi bir mason Dr. Farhi, İngiliz
Locası üstadı vasıtasıyla sefaretimden birisi ile tanıştı ve yine sakin,
kararlı tavırla Ventura adına Gorst'a tavsiye mektubu istedi. Talebinin
imkânsızlığı kendisine izah edilince de, büyük bir haksızlığın düzeltilmesi
gerektiğini söyledi. Dünyadaki forslu kişilerin, hatta İngiliz Lordlar
Kamarası'ndaki Yahudi üyelerin bile destekleri alınacağını belirtti. Ve hatta
gerekirse Mısır hükümetinin yıkılması için tedbir alınacağını öyle bir durumda
İngilizlerin Mısır'daki yerinin sarsılacağım, bu durumda İngilizlerin Mısır'a
olan hâkimiyetlerinin kalkacağını belirtti.
Çingene asıllı İçişleri Bakanı
Talât Bey ve Kripto-Yahudi Maliye Bakanı Cavit Bey, Cemiyetin olduğu gibi
kabinenin de en önemli kişileri, aynı zamanda Türkiye'deki farmasonluğun da
liderleri, Sakakini gibi ajan kullanmaları şüphe uyandırıyor. Bir yıl kadar
önce İçişleri Bakanı olduğundan beri Talât Bey Farmason Cemiyetin ağlarını
İmparatorluğa yaymaktadır. Her yere, önemli mevkilere mason veya güvenilir
cemiyet üyelerini tayin ediyor. Şayet mecliste çoğunluk bütün baskı ve tedhişe
rağmen muhalefetini fazla ileri götürür, Talat ve Cavit'in Bakanlıklarını
tehlikeye düşürürse, bu beyler derhal bir darbe ile meclisi dağıtacak,
Cemiyetin üyeleri ve farmason localarının kişileri tarafından idare edilecek
bir seçimle eyaletlerden daha yumuşak başlı temsilciler gelecek. Türkiye'nin
görünmeyen hükümeti Büyük Localardır. ve Talat Bey "Üstad-ı Azam".
"19. Asır" Dergisini
Nisan sayısında, Eugene Tavenier, Fransız Cumhuriyetini "Büyük Locanın
Kızı" diye tasvir eder. Aynı tabiri İttihat ve Terakki için
kullanabiliriz. Zira masonlar cemiyeti tuttuğu gibi, mason olmayanlar, yani
nüfusun büyük çoğunluğu gizlice ona karşıdır. Cemiyetin temayülü, şeriatı
modemize etmek değil, ezmek, yok etmektir...
Liderlerin
çoğu halkın İslam dinine bağlılığını politik bir silah olarak kullanıyor,
İadelerin inananı şovenlik ve Pan İslamizm'e dönüştürüyor.
Muhalefete tahammül yoktur. İttihat
ve Terakkinin ve hasımlarını yok etmede başlıca metodu onlan açık muhalefete
itmek, sonra "gerici" oldukları için ezmektir. Ulemadan birçoğu mason
olmayan ikna edilmiştir. Halkın peşin hükümleri onlar vasıtasıyla yok edilmeğe
uğraşılmaktadır. Bir Türk "Halkı
Yahudi haşhaşı ile uyutmak" diyor buna.
Genç Türkiye hareketini şimdiki
hâli ile incelersek, görürüz: Temelde Yahudi ve Türk elemanlar; Osmanlı, yani
Arap, Rum, Bulgar, Ermeni vs. elemanlara karşıda'. Türk aslında askeridir.
İdareciler ırk üstünlüğünü ancak ordu vasıtasıyla sürdürebileceğine
inanmışlardır. Orduya gelirin yarısını harcar ve ordu vasıtasıyla diğer
müesseseleri baskı altında tutarlar. Anayasa bir bakıma ekonomik gelişme
ifadesidir; Türk'ün ekonomik organizması çok zayıftır ve desteksizdir. Bir
hafta dahi ayakta duramaz. Başlangıçta Ermeniler, Bulgarlar ve Osmanlı
Yahudilerinin ekonomik destek vazifesi görecekleri ümit edildi. Fakat Jön Türk
yalnız Yahudilerle birleşti; yabancı ve Osmanlı ve diğer ırkları bir yana itti.
Aynı durum Macaristan'da da görülebilir. Türk aslından olan Macarlar da iş kafasından
yoksundur ve ekonomik mali bakımdan tam manasıyla Yahudi'nin tahakkümüne
girmiştir.. Yahudi, Türk'ün ekonomik hayatın yöneltmektedir ve İsrail'e kutsal
olan yerleri Türkiye elinde tuttuğundan, Yahudi'nin tahakkümünü sürdürüp
idealle Siyonizm’i birleştirmektedirler.
Hakkı Paşaya Yahudi bir özel
sekreter verildi. Belirli bir Yahudi konağa sık sık gidiyor. Lakin Yahudilerin
projelerinde henüz bir gerçekleşme yok... Şüphesiz ki, genç Türkiye büyük asker
masrafları neticesinde borç almaya mecbur kalınca, Yahudi tefeciler baskı
yaparlar. Aynı Herzl'in tekliflerini reddetmişti... Zangwill bunu düşünerek
şöyle yazıyor "Jön Türkler para kadar akıldan da yoksun olmadıkça,
endüstrileşmiş, askeri olmayan beyaz bir kitlenin barışçı yayılmanın imparatorluğa
büyük faydalarını görecekler..."
Bellidir ki, Genç Türkiye üzerinde
hâkimiyetini sağlamak için çırpınan Yahudi; Türklerle Ermeniler ve Rumlar
arasında düşmanlığı körüklüyor. Yahudiler, Rusya ve hükümetinden nefret ediyor,
İngiltere şimdi Rusya ile dostça münasebete sürdürdüğünden, Yahudiler Türkiye
ve İran'da İngiliz düşmanlığı güdüyor. Almanlar sanırım bunun farkında..
Yahudiler Jön Türklere beyin, ticari bilgi Avrupa'da basında tesir ve para ile
yardım edip karşılığında ekonomik avantajlar ve sonunda İsrail hayalinin
gerçekleşmesini sağlayabilir. Jön Türk ise milli bağımsızlığı yeniden sağlamak,
Avrupa'nın baskısından kurtulmak istiyor. Yahudi; Jön Türk’e sağladığı para ile
onlara karşı hâkimiyet elde etti, ama bunu sürdürebilmek için görünüşte Jön
Türk'ün milliyetçi hayallerini desteklemesi gerekti. Kurnazca ve gizlice metotlar
lazım... Doğulu Yahudi bundan mahirdir ve politik Farmasonluk hareket için en
güzel perdedir.
Önceleri, Türkiye'de masonluk elli
yıl önce İstanbul'da kurulan İskoç locasına yakındı; yani İngilizlerle
beraberdi. Lakin Yahudilerin yönettikleri yerli locaların hakiki farmasonluğu
istismar ettiği anlaşılınca, İskoçya Büyük Locası yeni masonlara kapılarını
kapattı. Talât Bey ve Cavit Bey de bu arada kendilerini hakarete uğramış farz
ettiler ve tabii İngilizlere karşı hisleri değişti. Hakarete çok
sinirlendikleri söylendi ama kabinenin İngilizlere karşı dostça tutumunu
değiştireceklerini düşünmek yersiz. Belki de yeri localardaki bazı üyelerin
Mısır Farmasonlarına yakınlıkduyar olup Kahire ve İskenderiye'de gizli gizli
çalıştıklarını bilmiyorlardı. Bazı aşırı masonlar Mısır'da Hidiv ve İngiltere
aleyhtarı teşkilatlarla çalışıyor. Aşırı Jön Türk Asya milliyetçiliğine bağlı
olandır ve Asyalı milletlerin bağımsızlık mücadelelerinde yardımı vazife
saymaktadır. İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin politikası hissetmelere dayanıyor.
Ona yardım eden Batılı bir kuvvetin karşılığında minnet beklemesi büyük hata
olur.
Bir
yıl önce İstanbul'da da başlayan (Aurore-Şafak) isimli Siyonist gazete,
okuyucularına durmadan hatırlatıyordu ki;
Firavunlar ülkesi Mısır, İsrail'in
gelecekteki mirasının bir parçasıdır. Mantıksız görünüyor ama bazı idealistler
buna inanıyor, destek oluyor. Mezopotamya ve Filistin Yahudilerinin geleceğe
matuf projelerinde, şimdilik hedeflerini Türkiye'yi ekonomik bakımdan ellerine
alıp tam hâkimiyet kurmak... Bu memlekette yeni işler çevirmek.
Jön Türk hükümetinin belli başlı
noktalarda kontrolü ellerinde tuttuğu belli, yalınız Bayındırlık Bakanlığı
Ermeni Halacyan Efendinin elinde... Ondan önceki Ermeni atılınca, bir Yahudi'yi
bu mevkie getirmek için büyük gayret sarf edilmişti. Lakin bilhassa Adana'daki
ermeni katliamından sonra Ermenilere bu tavizin verilmesi doğru görüldü. İki ay
önce Halacyan düşecek gibiydi, ama Talât Bey ile Cavit Beyin mensubu olduğu
mason locasına girince durumu düzeldi. Yine de "Le Jeu ne Turc"
isimli Yahudi gazete, ona durmadan hücum ediyor, Halifenin bir Yahudi yahut onların
idare ettiği bir Türk olacağı rivayetleri var.
Şu halde Yeni Türkiye'nin
temayülleri nedir? Temsilcileri eski telgraf memuru Talât Bey ve eski öğretmen
Cavid Bey ve bir zamanlar Abdülhamid'e ucuz roman tercüme eden Hüseyin Cahid.
Gibiler mi? Tabii, içgüdüler, herkesi kendi seviyelerine indirmek oldu.
İmparatorlukta Türkler azınlıkta... Zekâ bilgi ve iş kabiliyetleri zayıf...
Arap, Bulgar, Rumlarla kıyaslanamaz... Osmanlılar hâkimiyeti ancak ordu ile
sağlayabilir. Başşehir ve parlamentoyu örfi idare ile kontrol ediyorlar...
Ermeniler Adana katliamında ezildi. Rumlar (terör) neticesi susup boyun eğdi.
Bulgarların politik hayatı kısıtlandı. Osmanlı ordusu şimdi Müslüman Arnavutlar
eziyor. Kürt ve Araplar da herhalde aynı muameleye maruz kalacak... Osmanlılar
kültür ve ticari başarı kazanamadığından, parlayamadığından askeri başarı ile
üstünlük ispatlamak temayüllünde. İmparatorluğun bütün Osmanlı asıllı olmayan
gruplarını ezebilirse muhtemelen aktif ve zalim bir politika güdecektir. İran,
Mısır, Yunanistan ve Bulgaristan'a karşı. Her şey Yahudilerin orduyu ayakta
tutabilmesine bağlı görünüyor.
Jön Türkler, kısmen Yahudi
Masonlar, kısmen de şarkta yaygın dil olan Fransızcanın tesiri ile Fransız
İhtilalini ve onun korkunç metotlarını taklide yelteniyor. Fransız
İhtilalindeki gelişmeler, Fransız- İngiliz münasebetlerini zedelemişti.
Türkiye'de de ihtilal aynı hatlarla gelişirse, burada da İngiliz çıkar ve
ideallerini zıt tutum doğabilir. Jön Türk politikası, Osmanlı, bilhassa
Suriyeli Arapları tedirgin etmişti. Onlarda Rumlar, Bulgarlar gibi Türkiye'de
bir anayasa rejiminin kurulması ümidini kaybetmişler, Türk'ün yumruğundan
korkmuşlar ve Arap çıkarlarını savunacak bir noktada birleşme çareleri aramaya
başlamışlardır. Türk'ten nefret ediyor, hor görüyor, Türkleşmeye yanaşmıyor, Siyonizm’den
korkuyor, Yahudilerin Suriye ve Mezopotamya’ya girmesi tehlikesinden
titriyorlar, ama Araplar, lehçe, ırk bakımından anlaşamama gibi
sebeplerden birbirinden ayrı düşüyor, birleşemiyorlar.. Bazıları ise gizlice
gözlerini Hidiv'e çevirip, İngiliz desteği ve koruması altında tek bir Arap
hükümeti kurup Osmanlı'dan kaçıyorlar.
Dolayısıyla sizden ricam bu
mektubun son derece gizli tutulmasıdır. Aynı bilgi Kahire'yi ilgilendirir,
herhalde siz de Gost'a gizlice nakledersiniz. Tahrana ve belki de Hindistan
hükümetine bildirmekte de fayda vardır; zira Hintli Müslümanlar Jön Türkler
tazil aleyhtarı Pan-İslam propagandasını bastırırlar. Alman meslektaşının
Yahudi ve Latin Masonluğunun İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne ne derece tesir
ettiğini bildiği kana-tindeyim. Kendisinin Jön Türk politikası hakkında
hükümetine gizlice bilgi verdiğine inanıyorum. Gerard Lowther.
Saygılar...
Not: İskoçya Büyük
Locasının yeni "Grand Orient Ottoman"
locasını sahte olduğu idadisiyle tanımadığı söylenmişti. Lakin öğrendim ki,
yeni Türk Locasını tanısın diye İngiliz Büyük Locasının ikna etme yolunda
gayret sarf ediliyormuş. Mısır masonluğunun gelişmesine bakılınca, İngiliz
Büyük Locasının İskoçya locasını örnek alarak politikanın bu derece renklendirdiği
bir teşkilatı reddetmesi gerekir.
---------------
---------------
Son derece gizli, İngiliz
politikasının alakalandıran ve şiddetle saklı tutulması ihtirasına hak
verdiren, fakat dile getirdiği abide çapında gerçeklere rağmen daima masonluğa,
Türk ve İslam düşmanlığına alet olan MAHREM RAPOR burada sona eriyor. Ve işte
69 yıl sonra tam kavranabilecek tarihi sırlar böylece ve bir düşman ağzıyla
büsbütün ortaya çıkmış olarak kuvvet ve kıymet kazanıyor.
Bu rapor, İttihat Terakki'nin,
masonların İskoç bölümüne karşı İngiliz bölümünün, Rum-Ermeni-Arap-Kürt-Bulgar
azınlığa karşı Yahudi ve Sabetayist azınlığın etkisinde kaldığını anlatıyor.
Rusya ve Doğu Avrupa Yahudileri, Rus imparatorluğuna ve onların dostu
İngilizlere karşı, Yahudilerin uluslararası ve mali güç ve organizasyonlarının
faaliyetlerini anlatıyor.
Tarhan Taykut
Tarhan Taykut
-----------
Siyonizmin İcadı Olan Kabalacı Hizip
Tarikatları;
Sosyalizm
ve Faşizmin Doğuşu…
Uzun bir süreden beri üzerinde araştırma yaptığım “Siyonizm’in Dünya Siyasetine Etkileri”ni konu alan çalışmamda sona yaklaşırken insanlığın geleceği açısından önemli bulduğum bazı başlıkları fasıllar halinde sizlerle paylaşmak istedim. Kitabın basım ve dağıtımı zaman alacağından daha önce “Siyonizm’in Dünya Siyasetine Etkileri” başlığı altında yayımlanan fasılların devamını getirip, eksik bilgileri gidermek düşüncesiyle Milliyet blog’da yayımına devam eden bazı konuları sizlerle’de paylaşmak istedim.
Dünya görüşü ve düşünce istikametim olarak ‘’bilgi ve bilimin sonu olamayacağı, bilgilerin tüm insanlığın hizmetine sunulup açık tutulduğu sürece kıymet ve değer kazanacağına’’ dair inancımla, kendi çapında mütevazı bir çalışmayı, tüm insanlığın ‘’bilgi hazinesi’’ olan kütüphaneler ve belleklerinize arz ediyorum.
Uzun bir süreden beri üzerinde araştırma yaptığım “Siyonizm’in Dünya Siyasetine Etkileri”ni konu alan çalışmamda sona yaklaşırken insanlığın geleceği açısından önemli bulduğum bazı başlıkları fasıllar halinde sizlerle paylaşmak istedim. Kitabın basım ve dağıtımı zaman alacağından daha önce “Siyonizm’in Dünya Siyasetine Etkileri” başlığı altında yayımlanan fasılların devamını getirip, eksik bilgileri gidermek düşüncesiyle Milliyet blog’da yayımına devam eden bazı konuları sizlerle’de paylaşmak istedim.
Dünya görüşü ve düşünce istikametim olarak ‘’bilgi ve bilimin sonu olamayacağı, bilgilerin tüm insanlığın hizmetine sunulup açık tutulduğu sürece kıymet ve değer kazanacağına’’ dair inancımla, kendi çapında mütevazı bir çalışmayı, tüm insanlığın ‘’bilgi hazinesi’’ olan kütüphaneler ve belleklerinize arz ediyorum.
Siyonist Tarikati Sosyalizim:
Sosyalizm kaynak olarak Yahudi ‘’maddeciliğinden’’ beslenen ve fakat bünyesinde Hıristiyan ‘’spiritüalizmini’’ reddeden görüşler barındıran ve yine Sovyetler Birliğinde ki uygulanış biçimiyle teoriden pratiğe (uygulama) geçişte zıtlar ve tezatların örgütlediği bir sistemdir.
Sosyalizm her ne kadar ideolojik
olarak sosyal güvence, sosyal adalet ve sosyal düzen gibi, sosyal ilişkilerden
kaynaklanan hata ve arızaları düzene koyma iddiasında bulunmuş olsa da, fikri
zemin olarak tezatlar ve zıtlıklar üzerine inşa edilmiş ilkel kavimlerin dahi
ilkel bulacağı Siyonizm’in tezgâhladığı gizli bir Yahudi tarikatıdır.
Sosyalizmi kısaca ve bilinen şekliyle tarif edecek olursak, Alman düşünürü Karl
Marx’la birlikte popülerliği artmaya başlayıp, Friedrich Engels, Karl Kaustky,
Vladimir İlyiç Lenin, Rosa Luxemburg, György Luk Acz, Karl Kosch, Antonio
Gramsci ve Louis Althusser gibi Yahudi asıllı sadık izleyicileri tarafından
geliştirilmiş olan ekonomik, siyasi ve ütopik bir toplum teorisidir. Görünüşte
Hıristiyan din adamı kılığına bürünmüş ve Hıristiyanlığın içerisine gizlenmiş
dönme Yahudilerin bireysel özgürlükleri bahane ederek kilisenin yönetim ve halk
üzerinde bulunan hâkimiyetini kırmak ve kavram kargaşası yaratarak Siyonizm’e
hizmet amacına yönelik kilise ve Âdem-i insanlığı kullanma becerisine sahip
olmuş Yahudi Kabalacılığından beslenen gizli bir tarikat ve dindarlıktır.
Sosyalizm kelime ve sözcük olarak ilk defa 1766‘da İtalya’da doğmuş ve kullanılmıştır. Keşiş Ferdinand Facchinei socialismo sözcüğünü bireyciliği savunanları lanetlemek ve toplumsal reformların kutsallığını anlatmak için kullandığını savunur. Ferdinand Facchinei Socialismo sözcüğünden özgür ve eşit insanlardan oluşan, karşılıklı anlaşma ve dayanışmaya dayalı bir toplum algıladığını söyler. Sözcük yirmi yıl sonra başka bir İtalyan yazarı, Appiano Buonafede tarafından da kullanılmıştır. Yine 1803’lere gelindiğinde Sosyalizme Vicenzeli bir din adamının “Giacomo Giulani” nin yazılarında rastlanır. Giulani bu sözcükle; 16. yüzyıldan başlayarak Hıristiyanlık içerisinde kabul gören bireyci teorileri çürütmeyi amaçlamaktadır.
Sosyalizm kelime ve sözcük olarak ilk defa 1766‘da İtalya’da doğmuş ve kullanılmıştır. Keşiş Ferdinand Facchinei socialismo sözcüğünü bireyciliği savunanları lanetlemek ve toplumsal reformların kutsallığını anlatmak için kullandığını savunur. Ferdinand Facchinei Socialismo sözcüğünden özgür ve eşit insanlardan oluşan, karşılıklı anlaşma ve dayanışmaya dayalı bir toplum algıladığını söyler. Sözcük yirmi yıl sonra başka bir İtalyan yazarı, Appiano Buonafede tarafından da kullanılmıştır. Yine 1803’lere gelindiğinde Sosyalizme Vicenzeli bir din adamının “Giacomo Giulani” nin yazılarında rastlanır. Giulani bu sözcükle; 16. yüzyıldan başlayarak Hıristiyanlık içerisinde kabul gören bireyci teorileri çürütmeyi amaçlamaktadır.
Bununla birlikte sözcük bugünkü ve
modern anlamda 1830-1840 yıllarında Fransa ve İngiltere’de kullanılmaya başlandığına
tesadüf ediyoruz. (Elie Halévy) Bütün bu veriler gösteriyor ki sosyalizmin
sözcük olarak ilk defa Hıristiyan din adamı ve kilise tarafından icat edilerek
kullanılması sosyalizmin dini bir hizip veya tarikatı temsil ettiğinin kanıtıdır.
Sosyalizm sözcüğünü 1766‘da gündeme
getiren Yahudi dönmesi Keşiş Ferdinand Facchinei’nin dini kimliği ve siyasi
kişiliği incelendiğinde sosyalizmin dini bir hizip tarikatı olarak doğduğu iddiamıza
destek veren kanıtlarla doludur, ilerleyen safhalarda yeri ve zamanı gelince söz
konusu deliller mevzu edilecektir… Şimdilik ; “sizce Sosyalizm sözcüğünü
ilk defa Hıristiyan bir din adamı görünümünde olan Keşiş Ferdinand
Facchinei’’nin kullanması manidar değil midir…? sorusuyla
yetineceğiz.
Sözcük İngiltere de ise; 1835 de Robert Owen tarafından kurulan ‘’Association classes off all nations’’ tartışmaları sırasında yaygınlaşmıştır. Robert Owen’a göre özgür bir kooperatif birlikleri topluluğuyla devletin yardımı olmadan, devlete başkaldırı içinde yeni bir iktisadi, siyasi ve ahlaksal yeni bir dünya kurulabilmelidir ” felsefesiyle ortaya çıkar. Robert Owen bireysel özgürlükleri yine bireylerin oluşturduğu kooperatifler adına fedakârlıkta bulunma olarak tarif eder. Yani devlete başkaldırıyı hoş görür ve fakat kooperatiflere karşı fedakârlıkta bulunmayı bireysel hürriyetleri kısıtlama olarak görmez.
Fransa’da ise sosyalist sözcüğü; Saint- Simoncularla birlikte ortaya çıkmıştır. 1830 İkinci yarısında Saint- Simoncu olarak bilinen gazete Le Globe’de 1Şubat 1832 de Joncitres in Victor Hugo’yu konu alan “Les Feuilles d`Automne” u başlığını taşıyan ve Sosyalizm den bahseden bir makalesini yayımlar. Bu makaleden sonra 1863’te Pierre Leroux ise sosyalizme farklı bir yaklaşım getirerek sosyalizmi kendi anlamıyla yorumlayan ilk düşünür olma unvanına sahip olur. Pierre Leroux Revue encyclopédque’in Ekim-Aralık 1863 tarihli sayısında ‘’Bireycilik ve Sosyalizm’’ adlı bir makale kaleme alır ve bu makalesinde hem İngiliz ekonomi politikasını, hem de Saint-Simon öğretisini eleştirir. Sosyalizm sözcüğünden ilk kez gerçek anlamda siyasi ve politik manada kendisinin yararlandığını iddia eder ve ben bu sözcüğü bireyciliğe karşı kullandım der. Bu vesileyle sözcüğün isim babasının kendisi olduğunu idda eder.
Avrupa’da ilk sosyalist düşünce önderleri: özellikle Fransız Devriminden hemen sonra, Grachuss Babeuf (darbeci sosyalizm), Robert Owen ve Chartist-Charles Fourier, Saint-Simon ve Auguste Blanqui, Sipinoza gibi Yahudi asıllı birçok düşünür tarafından ezilen isçi sınıfının haklarını koruma adına sosyalizm fikrini tartışmaya açarlar. Başlangıçta isçi haklarını koruma hareketi olarak görülen sosyalizm, daha sonra Yahudi filozofların etkisinde kalan ve kendisi’ de dindar bir Yahudi aileye mensup olan başta Karl Max ve Engels gibi düşünürlerin katkısıyla geliştirilip politik ve ideolojik düşünce sistemine kavuşturulmuş olur.
Fransız devrimi sırasında 1600 ve 1700 yıllardan başlayarak artan sosyal talepler üzerine 19. yüzyıla gelindiğinde Marx meşhur öğretisi Manifestoyu hazırlar ve ilan eder. Manifesto ile ilgili tarihçilerde hâsıl olan genel kanı ise, Max’ın Manifestosunun içerik olarak ‘’Alman düşünce felsefesinin, İngiliz ekonomi politiğinin, Fransız siyaset politikasının bir sonucu olarak doğduğu” düşüncesi hâkimdir. Diğer taraftan tarihi materyalizmi ret eden sosyalizmin uygulamada mümkün olmasa bile sınırsız ve sınıfsız bir toplum iddiasıyla ortaya çıkması, en azından liberal kapitalist sistemin kendisini toparlamasına vesile olduğu da unutulmamalıdır. Yoksa kapitalizmin tek başına rakipsiz kalması insanlık adına en büyük tehlike olacaktı.
Sosyalizmin politik ve ideolojik felsefesi sömürü ve sömürü düzenine karşı, insanlık tarihinin ilk dönemlerinde var olduğunu kabul ettiği komün toplumuna ulaşma iddiaları oluşturur. Gaye olan komün toplumuna ulaşmak için, proletarya diktatörlüğü adını verdiği geçiş döneminde komünist devleti aracı olarak görür ve komünist devleti güçlü kılmak için hâkimiyeti altına aldığı diğer sosyalist ülkelere gerekirse totaliter baskı da dâhil, her türlü uygulamayı kendini yetkili kılar. Sosyalizmin komün toplumu özlemi ile Yahudi dini şeriatı Siyonizm’le doktrin olarak bir benzerlik ve paralellik söz konusudur. Bu benzeyiş nedeniyledir ki, sosyalizmin Yahudi milliyetçiliğinden (Siyonizm) türetilmiş bir sistem olduğu ihtimali üzerinde fikirler oluşmuştur. Diğer taraftan Karl Marxs’ın mensup olduğu aile, yaşadığı çevre ve yetiştiği cemaat dikkate alınırsa bu konudaki şüphe ve düşüncelere daha çok derinlik kazandırmış ve araştırmacıları o yöne teşvik etmiştir.
Ayrıca Sosyalizmin Karl Marx’tan önceki fikir bombalarının kimler olduğuna bakacak olursak, en ünlülerin Yahudi asıllı filozof ve bilim adamlarından oluştuğunu görürüz. Yine, ne hikmetse Marx’la birlikte ve ondan sonrasında’ da sosyalizmin ideolojik anlamda olgunlaşmasına katkı sağlayan Durkheim, Levy, Bürhl, Freud, Einstein gibi düşünürlerde Yahudi cemaatine mensup bilim adamlarıdırlar. Diğer taraftan teoriden pratiğe, uygulama aşamasına geçişteki önder kadrolara baktığımızda Lenin ve Stalin gibi liderinde Yahudi cemaatine mensup olmaları ve Lenin’in sürgün hayatı süresince ve sürgünden dönüşünde Bolşevik Devriminin başarılı olması için Yahudi bankerlerce sağlanan mali ve parasal destekte dikkate alınır ve Lenin’e suikast girişiminde bulunan Yoldaşı Fanny Kaplan’ı kimlerin örgütleyip teşvik ettiği incelenmesi gereken önemli bir konudur. Acaba… Siyonistleri sosyalizmde buluşturan emir saklanan ilahi bir sır olabilir mi?
Bilindiği gibi Siyonist inancına göre: Yahudi Tanrısı Yahveh`in, Musa Peygamber vasıtası ile vaaz ettiği Siyon anlayışı ile sosyalizmin hedeflediği komün toplumu düzeni arasında bir paralellik ve benzerlik olduğu açık ve aşikâr kabul görür. Siyonizm’in dünya hâkimiyeti davası ile Marx’ın savunmuş olduğu fikirler dizisi genelde örtüşür ve aralarında ideolojik bir benzerlik ve akrabalık söz konusudur. Bu anlamda günümüzde Marx’izmin Siyonizm’den türeyen gizli bir Siyonist fraksiyonu olduğu şüphesiyle ciddi araştırmalar yapılmaktadır.
Neden gizlilik?
Sosyal bilimci Karl Popper: Karl Marx’ın düşünce sistemiyle Eski Ahit (Tevrat) arasındaki paralellikten söz eder. Marx son derece dindar bir Musevi aileden gelmesine rağmen, tüm bu mirasa hangi nedenlerle yüz çevirip, dini reddetmişti diye de sorar? Bence, bu konuda K. Popper’in farkına varamadığı ve kabala öğretisinin en önemli ilkelerinden sayılan gizlilik ilkesi uyarınca gizlenmiş bir gerçeklik söz konusudur burada. Marx ve diğerleri dış görüntü olarak din ve inançlarından dönmüş görüntüsü verseler de, gerçek anlamda hiç bir zaman itikatlarından taviz vermeyip aksine Siyonizm ve Kabalacı felsefenin emirlerine itaatin gergi olarak dindarlıklarını gizlemiş olduklarıdır. Kaldı ki Siyonizm’de gizlilik esasları en önemli ilke ve ibadetlerden sayılmaktadır, gizlenme esasına dayanan tüm davranışlar en büyük sevaplar olarak kabul edilmektedir. Diğer taraftan Siyonizm’in düşmanlığı kendi milleti olan Yahudi cemaatine karşı değil, onların düşmanlıkları eski Ahit’i (Tevrat’ı) geçersiz kılan yeni Ahit (İncil) ve Hıristiyanlık ve diğer unsurlardır. Bu bakımdan Yahudiliğin önünde engel ve düşman olarak gördükleri Hıristiyanlık, Müslümanlık vb... öteki tüm unsurların dini inancı ve manevi yapılarını tahrip edip bozmak Siyonistler için en büyük sevaptır. Bu münasebetle sosyalizmin Yahudi tarikatı olarak doğduğunu açık bir şekilde kabul etmek Siyonist davaya hizmetten çok külfet getireceği gibi, Yahudi olmayan unsurlar arasında’ da kabul görmeyip amaca hizmet etmeyecekti. Zaten inkâr edilmeyen bir gerçek olarak Yahudilerin dinlerini ve varlıklarını Kabalacılığın gizlilik esaslarına bağlılıklarıyla koruyabildikleridir.
Marx'ın kısa özgeçmişine baktığımızda ise üzerinde tartıştığımız bu tezleri destekler mahiyette verilerle doludur. Karl Marx, Batı Prusya'da dindar Yahudi bir ailenin oğlu olarak doğar. Heinrich olarak bildiğimiz babasının gerçek adı ‘’Hirchel Ha-levi’’dir ve bir Talmud öğrencisidir. Dedesi ise bir hahamdır. Marx yazım hayatına Yahudi sorunlarıyla ilgili yazdığı bir makaleyle başlar. Ailesi birkaç nesildir Talmud öğrencisidir ve babası Hirchel'in erkek kardeşi Truer'in baş hahamıdır ve Heinrich Marx, Hanrietta Pressburg adında Hollanda’nın Nijmegen şehrinden Macar kökenli bir hahamın kızıyla evlenmiştir. (Encyclopedia Judaica, cilt 11, sf:1071-1074)
Sözcük İngiltere de ise; 1835 de Robert Owen tarafından kurulan ‘’Association classes off all nations’’ tartışmaları sırasında yaygınlaşmıştır. Robert Owen’a göre özgür bir kooperatif birlikleri topluluğuyla devletin yardımı olmadan, devlete başkaldırı içinde yeni bir iktisadi, siyasi ve ahlaksal yeni bir dünya kurulabilmelidir ” felsefesiyle ortaya çıkar. Robert Owen bireysel özgürlükleri yine bireylerin oluşturduğu kooperatifler adına fedakârlıkta bulunma olarak tarif eder. Yani devlete başkaldırıyı hoş görür ve fakat kooperatiflere karşı fedakârlıkta bulunmayı bireysel hürriyetleri kısıtlama olarak görmez.
Fransa’da ise sosyalist sözcüğü; Saint- Simoncularla birlikte ortaya çıkmıştır. 1830 İkinci yarısında Saint- Simoncu olarak bilinen gazete Le Globe’de 1Şubat 1832 de Joncitres in Victor Hugo’yu konu alan “Les Feuilles d`Automne” u başlığını taşıyan ve Sosyalizm den bahseden bir makalesini yayımlar. Bu makaleden sonra 1863’te Pierre Leroux ise sosyalizme farklı bir yaklaşım getirerek sosyalizmi kendi anlamıyla yorumlayan ilk düşünür olma unvanına sahip olur. Pierre Leroux Revue encyclopédque’in Ekim-Aralık 1863 tarihli sayısında ‘’Bireycilik ve Sosyalizm’’ adlı bir makale kaleme alır ve bu makalesinde hem İngiliz ekonomi politikasını, hem de Saint-Simon öğretisini eleştirir. Sosyalizm sözcüğünden ilk kez gerçek anlamda siyasi ve politik manada kendisinin yararlandığını iddia eder ve ben bu sözcüğü bireyciliğe karşı kullandım der. Bu vesileyle sözcüğün isim babasının kendisi olduğunu idda eder.
Avrupa’da ilk sosyalist düşünce önderleri: özellikle Fransız Devriminden hemen sonra, Grachuss Babeuf (darbeci sosyalizm), Robert Owen ve Chartist-Charles Fourier, Saint-Simon ve Auguste Blanqui, Sipinoza gibi Yahudi asıllı birçok düşünür tarafından ezilen isçi sınıfının haklarını koruma adına sosyalizm fikrini tartışmaya açarlar. Başlangıçta isçi haklarını koruma hareketi olarak görülen sosyalizm, daha sonra Yahudi filozofların etkisinde kalan ve kendisi’ de dindar bir Yahudi aileye mensup olan başta Karl Max ve Engels gibi düşünürlerin katkısıyla geliştirilip politik ve ideolojik düşünce sistemine kavuşturulmuş olur.
Fransız devrimi sırasında 1600 ve 1700 yıllardan başlayarak artan sosyal talepler üzerine 19. yüzyıla gelindiğinde Marx meşhur öğretisi Manifestoyu hazırlar ve ilan eder. Manifesto ile ilgili tarihçilerde hâsıl olan genel kanı ise, Max’ın Manifestosunun içerik olarak ‘’Alman düşünce felsefesinin, İngiliz ekonomi politiğinin, Fransız siyaset politikasının bir sonucu olarak doğduğu” düşüncesi hâkimdir. Diğer taraftan tarihi materyalizmi ret eden sosyalizmin uygulamada mümkün olmasa bile sınırsız ve sınıfsız bir toplum iddiasıyla ortaya çıkması, en azından liberal kapitalist sistemin kendisini toparlamasına vesile olduğu da unutulmamalıdır. Yoksa kapitalizmin tek başına rakipsiz kalması insanlık adına en büyük tehlike olacaktı.
Sosyalizmin politik ve ideolojik felsefesi sömürü ve sömürü düzenine karşı, insanlık tarihinin ilk dönemlerinde var olduğunu kabul ettiği komün toplumuna ulaşma iddiaları oluşturur. Gaye olan komün toplumuna ulaşmak için, proletarya diktatörlüğü adını verdiği geçiş döneminde komünist devleti aracı olarak görür ve komünist devleti güçlü kılmak için hâkimiyeti altına aldığı diğer sosyalist ülkelere gerekirse totaliter baskı da dâhil, her türlü uygulamayı kendini yetkili kılar. Sosyalizmin komün toplumu özlemi ile Yahudi dini şeriatı Siyonizm’le doktrin olarak bir benzerlik ve paralellik söz konusudur. Bu benzeyiş nedeniyledir ki, sosyalizmin Yahudi milliyetçiliğinden (Siyonizm) türetilmiş bir sistem olduğu ihtimali üzerinde fikirler oluşmuştur. Diğer taraftan Karl Marxs’ın mensup olduğu aile, yaşadığı çevre ve yetiştiği cemaat dikkate alınırsa bu konudaki şüphe ve düşüncelere daha çok derinlik kazandırmış ve araştırmacıları o yöne teşvik etmiştir.
Ayrıca Sosyalizmin Karl Marx’tan önceki fikir bombalarının kimler olduğuna bakacak olursak, en ünlülerin Yahudi asıllı filozof ve bilim adamlarından oluştuğunu görürüz. Yine, ne hikmetse Marx’la birlikte ve ondan sonrasında’ da sosyalizmin ideolojik anlamda olgunlaşmasına katkı sağlayan Durkheim, Levy, Bürhl, Freud, Einstein gibi düşünürlerde Yahudi cemaatine mensup bilim adamlarıdırlar. Diğer taraftan teoriden pratiğe, uygulama aşamasına geçişteki önder kadrolara baktığımızda Lenin ve Stalin gibi liderinde Yahudi cemaatine mensup olmaları ve Lenin’in sürgün hayatı süresince ve sürgünden dönüşünde Bolşevik Devriminin başarılı olması için Yahudi bankerlerce sağlanan mali ve parasal destekte dikkate alınır ve Lenin’e suikast girişiminde bulunan Yoldaşı Fanny Kaplan’ı kimlerin örgütleyip teşvik ettiği incelenmesi gereken önemli bir konudur. Acaba… Siyonistleri sosyalizmde buluşturan emir saklanan ilahi bir sır olabilir mi?
Bilindiği gibi Siyonist inancına göre: Yahudi Tanrısı Yahveh`in, Musa Peygamber vasıtası ile vaaz ettiği Siyon anlayışı ile sosyalizmin hedeflediği komün toplumu düzeni arasında bir paralellik ve benzerlik olduğu açık ve aşikâr kabul görür. Siyonizm’in dünya hâkimiyeti davası ile Marx’ın savunmuş olduğu fikirler dizisi genelde örtüşür ve aralarında ideolojik bir benzerlik ve akrabalık söz konusudur. Bu anlamda günümüzde Marx’izmin Siyonizm’den türeyen gizli bir Siyonist fraksiyonu olduğu şüphesiyle ciddi araştırmalar yapılmaktadır.
Neden gizlilik?
Sosyal bilimci Karl Popper: Karl Marx’ın düşünce sistemiyle Eski Ahit (Tevrat) arasındaki paralellikten söz eder. Marx son derece dindar bir Musevi aileden gelmesine rağmen, tüm bu mirasa hangi nedenlerle yüz çevirip, dini reddetmişti diye de sorar? Bence, bu konuda K. Popper’in farkına varamadığı ve kabala öğretisinin en önemli ilkelerinden sayılan gizlilik ilkesi uyarınca gizlenmiş bir gerçeklik söz konusudur burada. Marx ve diğerleri dış görüntü olarak din ve inançlarından dönmüş görüntüsü verseler de, gerçek anlamda hiç bir zaman itikatlarından taviz vermeyip aksine Siyonizm ve Kabalacı felsefenin emirlerine itaatin gergi olarak dindarlıklarını gizlemiş olduklarıdır. Kaldı ki Siyonizm’de gizlilik esasları en önemli ilke ve ibadetlerden sayılmaktadır, gizlenme esasına dayanan tüm davranışlar en büyük sevaplar olarak kabul edilmektedir. Diğer taraftan Siyonizm’in düşmanlığı kendi milleti olan Yahudi cemaatine karşı değil, onların düşmanlıkları eski Ahit’i (Tevrat’ı) geçersiz kılan yeni Ahit (İncil) ve Hıristiyanlık ve diğer unsurlardır. Bu bakımdan Yahudiliğin önünde engel ve düşman olarak gördükleri Hıristiyanlık, Müslümanlık vb... öteki tüm unsurların dini inancı ve manevi yapılarını tahrip edip bozmak Siyonistler için en büyük sevaptır. Bu münasebetle sosyalizmin Yahudi tarikatı olarak doğduğunu açık bir şekilde kabul etmek Siyonist davaya hizmetten çok külfet getireceği gibi, Yahudi olmayan unsurlar arasında’ da kabul görmeyip amaca hizmet etmeyecekti. Zaten inkâr edilmeyen bir gerçek olarak Yahudilerin dinlerini ve varlıklarını Kabalacılığın gizlilik esaslarına bağlılıklarıyla koruyabildikleridir.
Marx'ın kısa özgeçmişine baktığımızda ise üzerinde tartıştığımız bu tezleri destekler mahiyette verilerle doludur. Karl Marx, Batı Prusya'da dindar Yahudi bir ailenin oğlu olarak doğar. Heinrich olarak bildiğimiz babasının gerçek adı ‘’Hirchel Ha-levi’’dir ve bir Talmud öğrencisidir. Dedesi ise bir hahamdır. Marx yazım hayatına Yahudi sorunlarıyla ilgili yazdığı bir makaleyle başlar. Ailesi birkaç nesildir Talmud öğrencisidir ve babası Hirchel'in erkek kardeşi Truer'in baş hahamıdır ve Heinrich Marx, Hanrietta Pressburg adında Hollanda’nın Nijmegen şehrinden Macar kökenli bir hahamın kızıyla evlenmiştir. (Encyclopedia Judaica, cilt 11, sf:1071-1074)
Ancak bana göre çok ilginç olan bir
konu daha var; o da Marx hiç bir şekilde ben Yahudi inancımı reddettim diye
açık bir beyanda bulunmuyor onun meşhur tarihi materyalizmi reddeden
Manifestosundan hareket edilerek onun Yahudiliği reddettiği gibi yanlış bir
kanıya varılıyor. Marx’ın Manifestosunun Yahudi ‘’Materyalizminin’’ etkisi
altında ve Hıristiyan ‘’spritualizmini’’ reddeden fikirlerden oluştuğunu daha
önce belirtmiştik. Ve Marx Yahudi inancının içindeki dejenere olmuş bir
öğretiden, yani Kabala öğretisinden etkilenerek yabancılaşma ve özgürlük
teorilerini “Lurianic Kabala” öğretisinden esinlenerek geliştiriyor. Bu
konuda sosyal bilimci Fishman, Marx'ın sosyal gerçek anlayışının bir yanıyla
Yahudiliğe dayandığını açıkça ortaya koyar ve ispat eder. (Jewish
Chronicle, 10 Nisan 1992)
Diğer yandan Marx’ın Kabala öğretilerinin
‘’Metafizik’’ boyutundan etkilenerek, satanizm" (şeytana tapınma)
ile de ilginç bağlantıları olduğunu iddia edenlerde vardır. Karl Heinrich
Marx’in "Gençlik dönemlerinde, Berlin Üniversitesi'nde kin duygusunu
depreştiren çok tehlikeli törensel bir tür satanizme ilgi gösterdiğini ve o
günden sonra yazdığı şiirleri ‘'Oulanem'e adadığını.
‘’Oulanem’’ şeytan için kullanılan mistik bir isim olduğundan hareketle onun şeytanın
öğrencisi olduğunu savunan görüşlerde vardır’’. (The Keys of This Blood,
Malachi Martin, sf.200)
Marx'ın gizli ve karanlık yönleri
bunlarla sınırlı değildir. Ateşli bir burjuvazi düşmanı olduğu sanılan Karl
Marx, İngiltere'nin en büyük "burjuva"sı Yahudi banker Rothschild
gibi kişilerle ilişki kurmaktan çekinmez ve onlarla içli-dışlı ilişkiler içindedir.
Bu bakımdan belki de Mrax Sosyalizm - Kapitalizim birlikteliğinin ilk örneği
olma özelliğini taşımaktadır. Marx'ın ekonomik görüşleri City of London'daki kapitalist
bankerlerin ve özellikle The House of Rothschild (Rothschild Bankası)'ın
ekonomik görüşleri ile uyumluluk gösterir ve Karl Marx'ın Moskova'da değil de, Avrupa’da
ortaya çıkmış olmasının bir rastlantı olmaması gibi.
Yine Marx'ın, Jenny von
Westphalen'le olan evliliği aracılığıyla İngiliz aristokrasisiyle olan yakın
ilişkisi de çok fazla bilinmez ve irdelenmeye gerek görülmez neden se?
Öte yandan Mrax’ın dönemin mason
locaları ile de yakın ilişki ve iş birliği de incelemeye değer bulunmaz…
Almanya'da Adam Weishaupt'un örgütlediği ve "illümine" masonlarının
kurduğu " Bund der Gerechten ’’ (Doğrular Birliği) Marx'ın ilişki
içinde olduğu mason localarından biridir ve locanın ismi daha sonra "Bund
der Kommunisten" e dönüşür, Marx ve Engels’en Komünist Manifestoyu bu loca
için kaleme aldıkları bilinir ve Manifestonun 20 yıl boyunca yazar ismi olmadan
çıkmasının nedeni ise masonlarla olan ilişkilerin gizlenmesi amacına yönelik
olduğu şeklinde izah edilir. (The World Order, A Study in Hegemony of
Parasitism, Eustace Mullins, sf.48)
Sosyalizmin fikri yönden gelişmesinde en önemli katkıda bulunan Durkheim, Levy, Bürhl, Freud, Einstein gibi Yahudi bilim adamı ve filozoflardan her biri yakın gelecekte ‘’hakikat binasını’’ kurma iddiasında bulunurlar. Fakat sözünü ettikleri bu hakikat binasının ne olduğu konusunda açık ve net bilgi vermez gizlerler. Takdir edersiniz ki gizem ve gizlilik içeren bu hakikat binasının kurulmasına engel olabilecek tüm zorlukları ortadan kaldıracak faaliyetlerin açık bir şekilde yürütülmesi beklenemez. Hal böyle olunca hedef kitlenin kafasını karıştıracak, inanç ve imanını bozacak, ahlak ve manevi değerlerini rencide edecek oyunları tezgâhlarken şartlar ne olursa olsun gizlilik ilkesine bağlı kalınacaktır. Bu anlamda Siyonistler Kabala öğretilerine sadık kaldıkları gibi bu öğretileri referans alarak yürütülen tüm faaliyetlerin gizlenmesi ilkesine’ de sadık kalmışlardır. Öte yandan insanlığın kaderine etki edecek ideolojilerin faaliyet alanlarında gizlilik ilkesine bağlı kalınması doğal karşılanmalıdır. Esasen Kabalacılığın en önemli ilkesi gizlilik prensibidir.
Sosyalizmin ‘’Komün toplumu’’ ütopyası ile Siyonistlerin hahikat binası veya ‘’Nusha-i Kubra‘’ inancı bir birine çok yakın ve her ikisinin de uygulanabilirliği konusunda şüphe ve tereddütler henüz giderilmiş değildir. Bu manada Yahudi toplumunda oluşan tereddütleri giderecek ve aynı zamanda Siyonizm’e tecrübe kazandıracak bir beşer sistemi denenip tecrübe edilmeliydi. İste bu amaçla İtalya’da Mussolini'nin Faşist iktidarı, Yahudi Hitler’in Alman Nazizm’i ve Rusya’da Lenin Sosyalist rejimi Siyonistlerden destek ve yardım almıştır. Bu yolla Siyonist hedefe ulaşmak için verilen mücadele esnasında doğabilecek sıkıntılar giderilerek tecrübe edilmiş olacaktır.
Ayrıca Siyonistlerin gizlilik prensibiyle yürüttükleri faaliyetlerinin çok pratik bir faydasına’ da değinmek istiyorum. Sovyetlerdeki Komünist rejim ve demir perdenin 70 yıl gibi kısa bir sürede yıkılması Sosyalizme olan güvenin yitirilmesine neden olmuştur. Eğer Komünizmin Siyonist referanslardan ilham alan bir hareket olduğu bilinse idi Sovyet Rusya’nın çöküşünde ilk akla gelen Siyonizm ve Yahudilik olacaktı. Şu halde ne Sovyet blokunun dağılması nede komünist rejimin tutarsızlığı Siyonizm’i tartışacak duruma getirmedi. Rusya’da ki uygulanış biçimiyle hiç bir kimsenin aklına ne Siyonizm ne de Yahudi oyunlarını getirmediği gibi, şüphe dahi edilmedi. Eğer Rusya’da ki bu deneme gizlenmemiş olsaydı komünist rejim Siyonizm’le birlikte tartışmaya açılacak dolayısıyla belki de Hz. Musa ve onun şahsında Tanrı sorumlu tutulacaktı. Bu durumda aklın yoluna uyup niyetler gizlendiği için sadece hakikat binası ve Nusha-i Kubra hedefi yolunda Hz. Musa ve Tanrıyı gizlice deneyip test etmiş oldular.
Yukarıdaki örneğimizden de anlaşılacağı üzere Durkheim, Levy, Bürhl, Freud, Einstein gibi birçok Yahudi bilim adamının rüyalarını süsleyen ‘’Hakikat Binasını’’ kurma ideallerinin tarihi kanıtı ancak ebedi hakikatleri yıkan bir neticeyle sonuçlanmış oldu.
Bir sonraki konu başlığımız “Modern Sosyalizmi Doğuran Düşünceler” olacaktır.
Metin YAZAREL
Sosyalizmin fikri yönden gelişmesinde en önemli katkıda bulunan Durkheim, Levy, Bürhl, Freud, Einstein gibi Yahudi bilim adamı ve filozoflardan her biri yakın gelecekte ‘’hakikat binasını’’ kurma iddiasında bulunurlar. Fakat sözünü ettikleri bu hakikat binasının ne olduğu konusunda açık ve net bilgi vermez gizlerler. Takdir edersiniz ki gizem ve gizlilik içeren bu hakikat binasının kurulmasına engel olabilecek tüm zorlukları ortadan kaldıracak faaliyetlerin açık bir şekilde yürütülmesi beklenemez. Hal böyle olunca hedef kitlenin kafasını karıştıracak, inanç ve imanını bozacak, ahlak ve manevi değerlerini rencide edecek oyunları tezgâhlarken şartlar ne olursa olsun gizlilik ilkesine bağlı kalınacaktır. Bu anlamda Siyonistler Kabala öğretilerine sadık kaldıkları gibi bu öğretileri referans alarak yürütülen tüm faaliyetlerin gizlenmesi ilkesine’ de sadık kalmışlardır. Öte yandan insanlığın kaderine etki edecek ideolojilerin faaliyet alanlarında gizlilik ilkesine bağlı kalınması doğal karşılanmalıdır. Esasen Kabalacılığın en önemli ilkesi gizlilik prensibidir.
Sosyalizmin ‘’Komün toplumu’’ ütopyası ile Siyonistlerin hahikat binası veya ‘’Nusha-i Kubra‘’ inancı bir birine çok yakın ve her ikisinin de uygulanabilirliği konusunda şüphe ve tereddütler henüz giderilmiş değildir. Bu manada Yahudi toplumunda oluşan tereddütleri giderecek ve aynı zamanda Siyonizm’e tecrübe kazandıracak bir beşer sistemi denenip tecrübe edilmeliydi. İste bu amaçla İtalya’da Mussolini'nin Faşist iktidarı, Yahudi Hitler’in Alman Nazizm’i ve Rusya’da Lenin Sosyalist rejimi Siyonistlerden destek ve yardım almıştır. Bu yolla Siyonist hedefe ulaşmak için verilen mücadele esnasında doğabilecek sıkıntılar giderilerek tecrübe edilmiş olacaktır.
Ayrıca Siyonistlerin gizlilik prensibiyle yürüttükleri faaliyetlerinin çok pratik bir faydasına’ da değinmek istiyorum. Sovyetlerdeki Komünist rejim ve demir perdenin 70 yıl gibi kısa bir sürede yıkılması Sosyalizme olan güvenin yitirilmesine neden olmuştur. Eğer Komünizmin Siyonist referanslardan ilham alan bir hareket olduğu bilinse idi Sovyet Rusya’nın çöküşünde ilk akla gelen Siyonizm ve Yahudilik olacaktı. Şu halde ne Sovyet blokunun dağılması nede komünist rejimin tutarsızlığı Siyonizm’i tartışacak duruma getirmedi. Rusya’da ki uygulanış biçimiyle hiç bir kimsenin aklına ne Siyonizm ne de Yahudi oyunlarını getirmediği gibi, şüphe dahi edilmedi. Eğer Rusya’da ki bu deneme gizlenmemiş olsaydı komünist rejim Siyonizm’le birlikte tartışmaya açılacak dolayısıyla belki de Hz. Musa ve onun şahsında Tanrı sorumlu tutulacaktı. Bu durumda aklın yoluna uyup niyetler gizlendiği için sadece hakikat binası ve Nusha-i Kubra hedefi yolunda Hz. Musa ve Tanrıyı gizlice deneyip test etmiş oldular.
Yukarıdaki örneğimizden de anlaşılacağı üzere Durkheim, Levy, Bürhl, Freud, Einstein gibi birçok Yahudi bilim adamının rüyalarını süsleyen ‘’Hakikat Binasını’’ kurma ideallerinin tarihi kanıtı ancak ebedi hakikatleri yıkan bir neticeyle sonuçlanmış oldu.
Bir sonraki konu başlığımız “Modern Sosyalizmi Doğuran Düşünceler” olacaktır.
Metin YAZAREL
Kaynakça:
Elie Halévy; - Levy-Bürhl - Karl Popper; - Max Weber ;
E. Durkheim ; - Freud; - Einstein;
Metin Yazarel : http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=1389
Pierre Leroux; Revue encyclopédque 1833 “Bireycilik ve Sosyalizm”
Encyclopedia Judaica, cilt 11, sf:1071-1074
Jewish Chronicle, 10 Nisan 1992
The Keys of This Blood, Malachi Martin,
The World Order, A Study in Hegemony of Parasitism, Eustace Mullins,
A. Dursun arşivinden...

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder