2008 yılındaki yazılarım, yazışmalarımdan oluşan arşivimdir.
Kürt sorunu yukarıdan aşağı dik teğet inerek çözülemez. Kurt
sorununu Türkler çözecektir. RESMİ GAZETE-18 Ağustos 1993
GEÇMİŞTE YAŞANAN OLAYLARDAN DERS ALINMADIĞI İÇİN BUGÜN TÜRKİYE'DE KÜRT SORUNU VAR
Ortaya Çıkan Yeni Popüler Dini Öğeler Ve Gençlerin Anlam Arayışı Arasındaki İlişki
Kudüs, Filistin gerçeğini anlamanız için içinde bazı notlarında olacağı bu sayfayı, arşivlerinizde bulunsun diye bu gün itibarı ile bazı ilaveler, güncele yakın bilgiler eşliğinde derledim.
Irak Kürdistanı, (Tarafsız bölge dışında) bir petrol ülkesi olmayan Israil'i Petrol zengini yapacaktır. (Irak’ta 5 milyon Kürt vardır ayrıca bu gruba dâhil 1 milyonluk Suriye Kürdistan’ı ile 6 milyon olmaktadırlar)
İran Kürdistan'ı ise "Yahudilerin Tarihte ilk çıktıkları ANAVATANLARIDIR, olmazsa olmazlardandır ve büyük hatırası vardır. Bu yüzden Siyonistler ilk çıkış noktaları olan Civanşir ve yayıldıkları ikinci bölge olan Hamadan'da SEMBOLIK Kürt devleti kurma alıştırmaları yapmışlar ve prova etmişlerdir. (Hamadan KÜRT devletini hem de Azeri Topraklarındaki Civanşir (Jevanshir) öteki adıyla Kızıl Kürdistanı'nın KURDURMUŞLARDIR. Ayrıntılı etüt ediniz ve hatta hatırlayınız lütfen)
Bu egzersizlerden sonra sıra Arz'ı Mev'ut'un bir parçası olan BÜYÜK KÜRDİSTAN'a gelmiştir. Önce IRAK'da kurulacaktır. (Türkmen ve Araplardan arındırılacaktır.) Bu kısa vadede oluşturulmuştur. Suriye ve İran’a bilahare GLADIO saldıracaktır ve buradaki Kürdistanlılar da Irak'a katılacaktır. Bu da ORTA VADE'lidir.
Sırada Türkiye Kürdistan'ı var: Bu da UZUN VADELİ'dir. Türkiye’yi AB içinde "Hak ve özgürlükler" dümenleriyle "Önce Otonom, sonra tam bağımsız Kürdistan'a yönlendireceklerdir. Ermenistan'ın da AB içine alınmasıyla, VAN'dan Doğuya doğru bir SERBEST dolaşım bölgesi oluşturacaklardır. Böylece Sevr (Sevres) anlaşması yürürlüğe girecektir) Pekiyi bunlar nasıl olacak?
İşte Carbonary'den söz etme sırası geldi…
Nereden bileceksiniz Karadeniz'in bu şirin kasabasını..
Ama Karadenizliler iyi bilir, Potomya'yı ve öyküsünü..
Biri var ki; O Potomya'yı herkesten daha iyi bilirdi: Mustafa Kemal Atatürk.
Hilafetçiler durumdan rahatsız.
Vatan toprağının hiç bir köşesinden destek bulamazken, Potomya'da bir sivri zekalı, halkı örgütleyip "hilafet isterük" diye şeyh Sait isyanına destek veriyor.
Atatürk, önceleri bunları ciddiye almıyor.
Hamidiye , Potomya'yı kuru-sıkı bombalamaya başlayınca isyancı halk çil yavrusu gibi kaçışmaya başlıyor..
Hamidiye susmuyor.. Taa ki Potomya'lılar sahilde saf tutarak Hamidiye gemisine secde edip hep bir ağızdan;
"Atma Hamidiye atma... şapka da giyeceğum, vergi da vereceğum " diyene kadar.
Potomya neresidir, bilir misiniz?
Rizenin şirin bir ilçesi..
Bugünkü adıyla; Güneysu kazası.
Güneysu neresidir bilir misiniz?
Recep' in köyü..
Şimdi de "Recep kimdir?" diye sormayınız lütfen...
18 Ağustos , 2009
turkish-media com
Şapka yüzünden Rize'de idamlar bugün yapıldı!
TİMETÜRK / Nevzat Çiçek 12.12.2012
25 Kasım 1925 tarihinde çıkarılan Şapka Kanunu'nun ardından bu kanun çeşitli illerde protesto edilmiş, Rize'deki olayları bastırmak için ise Hamidiye Zırhlısı Rize'yi top atışlarına tutmuştur. 12 Aralık'ta istiklal mahkemelerince yargılanan 143 kişinin 8'i hakkında 13 Aralık'ta idam kararı alınmış, 14 Aralık'ta ise idam edilmişlerdir.
Atatürk, 23 – 31 Ağustos 1925 tarihleri arasında Kastamonu ziyareti yapar…Panama Şapkası’nı ilk kez bu ziyareti esnasında giyer…Ve “bu serpuşun adına şapka denir” sözü 27 Ağustos 1925 tarihinde İnebolu Türk Ocağı binasındaki hitabetinde söylenir…
Tarihler 23 Eylül 1925’ i gösterdiğinde, Açıksöz gazetesinin ilk sayfasının sol üst kısmında “Bilumum Meclis Azaları Şapka Giymek Mecburiyetindedirler” başlıklı bir haber yayınlanır.Bu haberden anlaşıldığına göre; TBMM üyeleri, meclis üyeleri ve devlet memuru olanların hepsi de Şapka giymek mecburiyetindedir. Ve iki ay kadar sonrasında 25.11.1925 tarihinde 671 sayılı Şapka İktisası Hakkında kanun yürürlüğe girer.Bu kanuna göre; bütün TBMM üyeleri, meclis üyeleri ve memurlar Şapka giymek mecburiyetinde olduğu gibi, sivil vatandaşın da Şapka dışındaki bir kisveye yönelmesini hükümet men eder!
Bu kanuna muhalefet edenin suçu nedir: “Hükümetin tespit eylediği kıyafetin gayri kıyafet iksa edenler (giyenler) üç aydan bir yıla kadar hapis edilirler.” Şapka Kanunu’nun yürürlüğe girmesinin ardından Devlet memurlarına şapka alabilmeleri için “Şapka Avansı” verildi!
80 lira Şapka Avansı verildiği günlerde bir ekmeğin fiyatı 5 kuruş idi! Yani 1600 ekmek parası ile bir şapka alınıyordu! Haliyle devlet memurlarının bir çırpıda şapka alabilmeleri mümkün değildi! Çünkü şapka bir aylık maaşlarını yutuyordu! Bu yüzden memurlara Şapka Avansı verilmesi uygun görülmüş ve taksitle bu avansları ödemesi kolaylığı getirilmişti!
Şapka Kanunu halk tarafından kolaylıkla kabullenilmedi. Ülkenin değişik yörelerinde “Şapka giymek istemiyoruz!” protestoları (isyan demiyorum, protesto diyorum!) baş gösterdi…Rize’de Hamidiye zırhlısı şehri topa tuttu…Erzurum’da erkeklerin giymek zorunda oldukları şapkaya muhalefetten bir kadın(!) idam edildi…Şapka İktisası Hakkındaki Kanun’a muhalefetten binlerce vatandaş ağır hapse mahkum edilirken resmi tarihe göre 80’ e yakın, gayri resmi tarihe göre binlerce insan idam edildi. Kanunen Şapka İktisası Kanununa aykırı hareketin cezası üç ay ile bir yıl arası hapis cezasıydı! Ve 671 sayılı Şapka İktisası Hakkında Kanun halen yürürlükte olan bir kanundur!
ŞAPKA KANUNUNA DİRENİŞLER BAŞLADI
Şapka Kanunu'nun çıkmasıyla birlikte Erzurum, Rize, Sivas, Maraş, Giresun, Kırşehir, Kayseri, Tokat, Amasya, Samsun, Trabzon ve Gümüşhane'de sert direnişler yaşandı. Hepsi çok şiddetli, hatta vahim bir şekilde bastırıldı. Halbuki, şapka devrimine direnmenin cezası, kanuna göre, üç aya kadar hafif hapisti. Ama o dönemde şapka, İstiklal Mahkemeleri'nin en önemli maddesi haline getirildi. Ve şapkaya direndikleri gerekçesiyle, başta İskilipli Atıf Hoca olmak üzere, Rize'de 8, Maraş'ta 7, Erzurum'da 4, Sivas'ta 3, İskilip'te 2, Menemen'de 28 ve diğer yerlerle birlikte toplam 78 kişi idam edildi.
Sivas, Erzurum ve Maraş’taki başkaldırıların aksine Rize’de çıkan protesto, etkisi bakımından diğerlerinden farklılık arz etmektedir. İsyan sonucunda kurulan İstiklal mahkemelerinde 143 kişi yargılanmıştır ve sanıklardan on dördü 15, yirmi ikisi 10, on dokuzu 5 yıla mahkum edilmiştir, 8 kişi ise idam cezasına çarptırılarak idam edilmiştir.
RİZE'DEKİ PROTESTOLAR GÜNEYSU'DA BAŞLADI
Rizeli, sekiz alim ve Müslüman şapka giymedikleri, dindarlara zulmü kınayıp, hükümete ”Sarığımıza, sakalımıza ve cübbemize dokunulmasın şapka giyenler giysin, ama giymeyenler hapse atılmasın” diyerek, jandarma karakoluna yürümüşler ve halk da onlara katılmıştır. Bu olay büyüyünce Rize isyanı kabul edilmiş ve Hamidiye zırhlısı Rize’yi top atışlarıyla tehdit etmiştir. Bundan dolayı Rizeliler “ATMA HAMİDİYE DİN KARDEŞİYİZ.”demişlerdir.
Güneysu (eski adıyla Potomya/ Başbakan Tayyip Erdoğan’ın memleketi) Rize’den 13 kilometre uzakta bulunan bir nahiye. 1925 yılında Güneysu’da başlayan isyanın haberini alan zamanın Rize Valisi Mehmet Hurşit Bey derhal durumu telgrafla Ankara’ya bildirir.Valinin çektiği telgrafın ardından, Hamidiye kruvazörü Rize açıklarına gelip dağları topa tutar. Bazı anlatımlara göre şehir de bombalanır ve ağır zayiat görür. Olayın ilginç yanı ise Hamidiye kruvazörü dağları topa tuttuğu zaman, Rize’de devam etmekte olan bir isyan yoktur. Güneysu’dan şehir merkezine yürüyen insanların da çoğu kendi teslim olur. Teslim olanlar hiç vakit kaybedilmeden İstiklal Mahkemeleri’ne çıkartılır ve Takrir-i Sükun Kanunu doğrultusunca yargılanır. Yargılama sonucunda sekiz idam kararı çıkar, suçsuz onlarca insan da Sinop ve Adana’daki cezaevlerine gönderilir.
30 Aralık 1925 tarihli cumhuriyet gazetesi idam edilen 8 kişinin resimleri ile birlikte haberi şu şekilde yayınlar: “Rize’den matbaamıza yazılıyor: Köy İmamlarının ve bazı mürtecilerin teşviki ile 25-26 teşrinisinde başlayan isyan, Cumhuriyetin azm ve savleti neticesinde süratle bastırıldı.”
PEKİ GERÇEKTEN OLAYLAR NASIL BAŞLADI
15 Aralık 1925 günü “Biz zorla şapka giymek istemiyoruz, sarığımız bize yeter!” diyerek Ulu Cami önünde toplanan halkın üzerine jandarmalar ateş açıyorlar. Uyarıya rağmen dağılmayan kalabalığın üzerine gelişi güzel ateş sonucu 17 kişi ölüyor. Bağıran-inleyen yaralılara kimse dokunamıyor. 143 kişi tutuklanıyor.
Olaylar üzerine düşman üzerine sefere çıkarcasına dönemin en büyük harp gemisi olan Hamidiye Kruvazörü Rize sahillerine gelip demir attı. Birinci Dünya savaşında İngilizlerin dövemediği Karadeniz sahillerini, millete zorla şapka giydirmek için Hamidiye zırhlısı gümbür gümbür bombalamaya başladı. Hamidiye zırhlısı, sivil halkın ve yerleşim alanlarının çok olduğu ve Ulu Caminin bulunduğu Bataniye yamaçlarını dövüyordu. Halk korkutulup sindirilmek isteniyordu.
İSTİKLAL MAHKEMESİ HEMEN ASIYORDU
Rize Ulu Cami imamı Şaban Hoca, namazdan sonra etrafında toplanan kalabalığa ;“Biz hükümetten akaid-i diniyye’ye hizmetkarlık ve bağlılık isteriz. İnanmayan inanmasın, fakat insanlara zulüm edilmesin. Tek isteğimiz sarığımıza, sakalımıza ve cübbemize dokunulmasın. Şapkayı giyenler giysin ama giymeyenler hapse atılmasın!”
Bu heyecanlı konuşmadan sonra coşan kalabalık köylülerle birlikte hükümet konağına doğru yürüyüşe geçmişler.
Yarı resmi Hakimiyet-i Milliye gazetesi bir gün sonra yazıyor; “Rizenin Bataniye bölgesinde Ulu Cami imamı Şaban Hoca halka karşı konuşurken; “Hükümette din düşmanlığı baş göstermiştir. Memlekette herkes şapka giymeye zorlanıyor. Giymeyenler hapisten idama kadar cezalara çarpılıyor. Buna karşı duyarsız kalmak dinimizde günahtır. Ayaklanma vacip olmuştur!
Biz herkes dinimize girsin demiyoruz. Biz hükümetten sadece dinimize saygı ve bağlılık istiyoruz. Müslümanlara ve İslam’a zulmedilmesine müsaade etmeyeceğiz!” Deyince halk toplu yürüyüşe geçiyor.
Hakimiyet-i Milliye gazetesinin yazdıklarına göre, isyancılar Hükümet Konağını ele geçiriyorlar. Ankara hükümeti Rize üzerine büyük bir askeri kuvvet gönderiyor. Rivayete göre üç gün süren halk ile asker arasındaki çatışmalarda yüzlerce köylü hayatını kaybediyor. Bölgenin imdadına hemen gezici-seyyar istiklal mahkemesi yetişiyor.
Yargılama göstermeliktir ve son tiyatro sahnesidir. Bir gün süren tek celsede, hakim koltuğunda oturan ve hiçbiri hukuk adamı olmayan milletvekilleri tarafından temyizi, itirazı ve avukatı olmayan mahkeme değiştirilemez kararını veriyor. Karara göre ”Bu isyancılar İslam Devleti istiyorlar. Hilafet istiyorlar ve kendi şer düşüncelerine halkı da alet ediyorlar.
Sadece bir gün içinde bu 143 kişinin yargılama işlemi bitirildi. On dört kişi 15’er yıla, yirmi iki kişi onar yıla, on dokuz kişi de beşer yıl kalebend denilen ağır hapis cezasına çarptırıldı. Geriye kalanlar ise dayak ve para ödeme gibi hafif ceza alıyorlar.İstiklal Mahkemesinin hızla verdiği kararla sekiz kişi hemen Ulu cami önünde kurulan darağacında idam edildi.
Asılan sekiz kişi Ulu Cami imamı Hafız Şaban Efendi, Muhtar Yakup Çavuş, İslahiye imamı Hasan Efendi, Belediye bekçisi Kadir Ağa. Rize asliye mahkemesi Başkatibi Hafız Osman Efendi ve kardeşi avukat Hulusi beyler, merkez cami imamı Hafız Kamil, Peçelioğullarından Mehmet ve Ahmet Çavuş kardeşler, Kamburoğlu Hafız Mehmet ve Nakşi Şeyhlerinden Numan Sabit Efendi’dir.
ŞAPKA DİRENİŞİ NASIL SONA ERDİRİLDİ
Haklarında idam kararı verilen sekiz müstakbel şehit karanlık bir hapishane odasına tıkılır. Sabit Hoca gece yarısı-Nısfılleyl bütün arkadaşlarını uyandırır. “Kalkın arkadaşlar, abdest alın namaza duralım. Bir-kaç saat sonra Rabbimize kavuşacağız!”
Az sonra Allaha kavuşacaklarını bilenlerin bir müjde saadeti içinde namazlarını kılıyorlar. Saatler sonra sehpadan indirilen şehitlerin cenazeleri ailelerine verilmiyor. Rastgele açılan çukurlar içinde kumluğa gömüyorlar. Yakınları tarafından cesetler çalınmasın diye de başlarına süngülü nöbetçiler dikiliyor.Rica-minnet aylarca sürüyor. Ancak üç ay sonra ve fakat gece çıkartılıp köylerine götürülmek şartıyla cesetleri ailelerine teslim etmeye izin veriyorlar.
Çürümeyen cesetler evlatları tarafından gömülü oldukları kumluktan çıkarılıyor. Kilimler sarıyor ve sırıklara takıp omuzlarına alıyorlar ve köylerine çıkarıyorlar. Üç ay geciken cenaze namazlarını kılıp hüzünle köy mezarlığına defnediyorlar.
Hakimiyet-i Milliye gazetesi Rize olaylarıyla ilgili son haberlerinde de asılan şehitler için kin ve nefretini aşığa vuruyordu; “Rize’deki mürteciler de ceza-yı Sezalarını buldular.” diyordu
ATMA HAMİDİYE ATMA DİN KARDEŞİYİZ
“Atma Hamidiye atma atma
Din kardeşiyiz bizi yakma
Atma hamidiye atma atma
Taktılar serpuşi kafamıza
Atma Hamidiye atma atma
VERGİMİ VERECEĞUM BİZİ YAKMA
Atma Hamidiye atma atma
SÜRGÜN ETMA bizi yakma “
16 Şubat 2012-MİLAT-Mehmet SILAY
-Şapka Kanunu'na en büyük tepki verilen bölgelerden Biri de Karadeniz'di.
-Birinci Dünya savaşında İngilizlerin dövemediği Karadeniz sahillerini, millete zorla şapka giydirmek için Hamidiye zırhlısı gümbür gümbür bombalamaya başladı.
Şapka giymek istemedikleri için üzerlerine ateş açılan Rizeliler isyan ettikleri gerekçesiyle, Hamidiye Kruvazörü'nden atılan bombaların hedefi oldu.Rize'şapka takmadıkları için 8 kişi idam edildi.
Haklarında idam kararı verilen sekiz müstakbel şehit karanlık bir hapishane odasına tıkılır. Sabit Hoca gece yarısı-Nısfılleyl bütün arkadaşlarını uyandırır. “Kalkın arkadaşlar, abdest alın namaza duralım. Bir-kaç saat sonra Rabbimize kavuşacağız!”
Az sonra Allaha kavuşacaklarını bilenlerin bir müjde saadeti içinde namazlarını kılıyorlar.
Saatler sonra sehpadan indirilen şehitlerin cenazeleri ailelerine verilmiyor. Rastgele açılan çukurlar içinde kumluğa gömüyorlar. Yakınları tarafından cesetler çalınmasın diye de başlarına süngülü nöbetçiler dikiliyor.
Rica-minnet aylarca sürüyor. Ancak üç ay sonra ve fakat gece çıkartılıp köylerine götürülmek şartıyla cesetleri ailelerine teslim etmeye izin veriyorlar.
Çürümeyen cesetler evlatları tarafından gömülü oldukları kumluktan çıkarılıyor. Kilimler sarıyor ve sırıklara takıp omuzlarına alıyorlar ve köylerine çıkarıyorlar. Üç ay geciken cenaze namazlarını kılıp hüzünle köy mezarlığına defnediyorlar.
Hakimiyet-i Milliye gazetesi Rize olaylarıyla ilgili son haberlerinde de asılan şehitler için kin ve nefretini aşığa vuruyordu; “Rize’deki mürteciler de ceza-yı Sezalarını buldular.
Karadeniz bölgesinin hemen her şehrinde aynı hassasiyet görülüyor.15 Aralık 1925 günü “Biz zorla şapka giymek istemiyoruz, sarığımız bize yeter!” diyerek Ulu Cami önünde toplanan halkın üzerine jandarmalar ateş açıyorlar. Uyarıya rağmen dağılmayan kalabalığın üzerine gelişi güzel ateş sonucu 17 kişi ölüyor. Bağıran-inleyen yaralılara kimse dokunamıyor. 143 kişi tutuklanıyor.
Olaylar üzerine düşman üzerine sefere çıkarcasına dönemin en büyük harp gemisi olan Hamidiye Kruvazörü Rize sahillerine gelip demir attı. Birinci Dünya savaşında İngilizlerin dövemediği Karadeniz sahillerini, millete zorla şapka giydirmek için Hamidiye zırhlısı gümbür gümbür bombalamaya başladı. Hamidiye zırhlısı, sivil halkın ve yerleşim alanlarının çok olduğu ve Ulu Caminin bulunduğu Bataniye yamaçlarını dövüyordu. Halk korkutulup sindirilmek isteniyordu.
Yıllar sonra bu bombardıman hadisesi türkülere konu olacaktır.
“Atma Hamidiye atma din kardeşiyiz.
Ula şapka da giyeceğiz vergi de vereceğiz!”
Sadece bir gün içinde bu 143 kişinin yargılama işlemi bitirildi. On dört kişi 15’er yıla, yirmi iki kişi onar yıla, on dokuz kişi de beşer yıl kalebend denilen ağır hapis cezasına çarptırıldı. Geriye kalanlar ise dayak ve para ödeme gibi hafif ceza alıyorlar.
İstiklal Mahkemesinin hızla verdiği kararla sekiz kişi hemen Ulu cami önünde kurulan darağacında idam edildi.
Asılan sekiz kişi Ulu Cami imamı Hafız Şaban Efendi, Muhtar Yakup Çavuş, İslahiye imamı Hasan Efendi, Belediye bekçisi Kadir Ağa. Rize asliye mahkemesi Başkatibi Hafız Osman Efendi ve kardeşi avukat Hulusi beyler, merkez cami imamı Hafız Kamil, Peçelioğullarından Mehmet ve Ahmet Çavuş kardeşler, Kamburoğlu Hafız Mehmet ve Nakşi Şeyhlerinden Numan Sabit Efendi’dir.
Şapka direnişi nasıl sona erdi?
Rize Ulu Cami imamı Şaban Hoca, namazdan sonra etrafında toplanan kalabalığa ;“Biz hükümetten akaid-i diniyye’ye hizmetkarlık ve bağlılık isteriz. İnanmayan inanmasın, fakat insanlara zulüm edilmesin. Tek isteğimiz sarığımıza, sakalımıza ve cübbemize dokunulmasın. Şapkayı giyenler giysin ama giymeyenler hapse atılmasın!”
Bu heyecanlı konuşmadan sonra coşan kalabalık köylülerle birlikte hükümet konağına doğru yürüyüşe geçmişler.
Yarı resmi Hakimiyet-i Milliye gazetesi bir gün sonra yazıyor; “Rizenin Bataniye bölgesinde Ulu Cami imamı Şaban Hoca halka karşı konuşurken; “Hükümette din düşmanlığı baş göstermiştir. Memlekette herkes şapka giymeye zorlanıyor. Giymeyenler hapisten idama kadar cezalara çarpılıyor. Buna karşı duyarsız kalmak dinimizde günahtır. Ayaklanma vacip olmuştur!
Biz herkes dinimize girsin demiyoruz. Biz hükümetten sadece dinimize saygı ve bağlılık istiyoruz. Müslümanlara ve İslam’a zulmedilmesine müsaade etmeyeceğiz!” Deyince halk toplu yürüyüşe geçiyor.
Hakimiyet-i Milliye gazetesinin yazdıklarına göre, isyancılar Hükümet Konağını ele geçiriyorlar. Ankara hükümeti Rize üzerine büyük bir askeri kuvvet gönderiyor. Rivayete göre üç gün süren halk ile asker arasındaki çatışmalarda yüzlerce köylü hayatını kaybediyor. Bölgenin imdadına hemen gezici-seyyar istiklal mahkemesi yetişiyor.
Yargılama göstermeliktir ve son tiyatro sahnesidir. Bir gün süren tek celsede, hakim koltuğunda oturan ve hiçbiri hukuk adamı olmayan milletvekilleri tarafından temyizi, itirazı ve avukatı olmayan mahkeme değiştirilemez kararını veriyor. Karara göre ”Bu isyancılar İslam Devleti istiyorlar. Hilafet istiyorlar ve kendi şer düşüncelerine halkı da alet ediyorlar.
Haklarında idam kararı verilen sekiz müstakbel şehit karanlık bir hapishane odasına tıkılır. Sabit Hoca gece yarısı-Nısfılleyl bütün arkadaşlarını uyandırır. “Kalkın arkadaşlar, abdest alın namaza duralım. Bir-kaç saat sonra Rabbimize kavuşacağız!”
Az sonra Allaha kavuşacaklarını bilenlerin bir müjde saadeti içinde namazlarını kılıyorlar. Saatler sonra sehpadan indirilen şehitlerin cenazeleri ailelerine verilmiyor. Rastgele açılan çukurlar içinde kumluğa gömüyorlar. Yakınları tarafından cesetler çalınmasın diye de başlarına süngülü nöbetçiler dikiliyor.
Rica-minnet aylarca sürüyor. Ancak üç ay sonra ve fakat gece çıkartılıp köylerine götürülmek şartıyla cesetleri ailelerine teslim etmeye izin veriyorlar.
Çürümeyen cesetler evlatları tarafından gömülü oldukları kumluktan çıkarılıyor. Kilimler sarıyor ve sırıklara takıp omuzlarına alıyorlar ve köylerine çıkarıyorlar. Üç ay geciken cenaze namazlarını kılıp hüzünle köy mezarlığına defnediyorlar.
Hakimiyet-i Milliye gazetesi Rize olaylarıyla ilgili son haberlerinde de asılan şehitler için kin ve nefretini aşığa vuruyordu; “Rize’deki mürteciler de ceza-yı Sezalarını buldular. Potomya Şehitlerini Anıyor
Türkiye'de 80 kişi hariç herkes Fettoşçuydu, Türkçülüğe itirazım var...
ATATÜRK DEVRİ TÜRK DIŞ POLİTİKASI 1920-1938 (İng)
Son tahlilde Brockett’ın kitabı; Batı’da şekillenen modern Türk tarihçiliği içerisindeki Feroz Ahmad, Eric Jan Zürcher ve Bernard Lewis çizgisinin bir devamı niteliğinde ele alındığında, literatür açısından oldukça önemli bir çalışmadır. Brockett’ın çalışmasının özgünlüğü, bu çizgi içerisindeki kitapların pek fazla anıştırmadan geçtiği Atatürk’ün kişisel karakterinin ve vefatının ardından da onun tarihsel kişiliğinin bir sembol olarak resmi iktidar tarafından kullanımının eleştirel bir okumaya tabii tutulmasıdır. Ek olarak bunu yaparken milletin ve milliyetçiliğin son derece modern fenomenler olduklarının kabulü ve meseleye inşacı bir perspektiften yaklaşılması da çalışmanın önemini arttırmaktadır. Öte yandan çalışmanın “1945’den önce Türk milli kimliği yoktur” gibi iddialı bir önerme etrafında şekillenmesi, yukarıda da bahsedildiği üzere hem teorik hem de pratik açıdan yanlışlanabilecek bir ‘zayıf karın’ olarak karşımıza çıkar. “Halk nezdinde milli kimlik” gibi sorunlu bir kavramsallaştırmaya dayansa da yerel basılı medyanın ulusinşası sürecine bakışının ortaya koyulması, literatür açısından son derece önemlidir. Türk siyasetinde muhalefet geleneğinin temelinde Kemalist kimlik tahayyülünün laik karakterinin bulunduğu ve bu algılamaya yönelik muhafazakâr eleştiri hattının en az Cumhuriyetin kendisi kadar eski olduğu fikri de Brockett’ın haklı olduğu bir diğer konudur. Tüm bu faktörler göz önünde bulundurulduğunda Brockett’ın kitabı; teorik çerçevesinin ihtiva ettiği sorunlu kısımlar ve eleştiriye açık bazı varsayımlara rağmen, Türk ulus-devletinin ve ona ait milli kimliğin inşası sürecine ışık tutan orijinal bir çalışma olarak değerlendirilmelidir. Kitap Tanıtımı/ Book Review: Gavin Brockett, Ne Mutlu Türk’üm Diyene
Gavin D. Brockett, tek partili yıllar üzerine tarih
yazımında, biri Cumhuriyet’i geçmişten radikal bir kopuş olarak gören
ve diğeri Cumhuriyet ve selefi Osmanlı arasında süreklilik olduğuna
işaret eden hâkim iki eğilimin de seçkinlerin hâkim olduğu siyasal
sürece odaklandıklarını belirtir. Brockett, Atatürk dönemindeki bilindik
kolektif olayları ele alarak döneme ilişkin bir sosyal tarih
geliştirmeye ve özellikle reformlara karşı İslami reaksiyonu
bağlamsallaştırarak kristalleşmiş seçkin-kitle ikiliğini aşmaya çalışır.
Erken Cumhuriyet dönemine ilişkin tarih yazımında Kemalist
reformlara karşı İslami direnç söylemi merkezi bir temadır. Bu dönemde yaşanan
bir dizi isyan ve kalkışmanın bağlamından koparılarak reformlara karşı İslami
irticanın göstergeleri olarak sunulmasına sıklıkla rastlanır.83 Bunlar arasında
1925 Şapka Kanunu’na yönelik Rize ve Erzurum gibi bazı Anadolu kentlerindeki
tepkiler, 1925 Şeyh Sait isyanı, 1930 Menemen Olayı, 1932-1933 ezanın
Türkçeleştirilmesine karşı Bursa’daki olaylar vardır. Brockett, bu tür
olayların bir paradigmanın tezahürleri gibi sunulmasına karşılık kendi
bağlamlarında değerlendirilmesi gerektiğini işaret eder. İrtica paradigmasının
iddialarına karşın geniş toplum kesimlerinden Kemalist reformlara karşı açıktan
kolektif protesto çoğunlukla benimsenmemiştir. İSLAMİ GENÇLERİN KENDİLİK ARAYIŞI VE İMKÂNLARI ÜZERİNE BİR
İNCELEME
Atatürk Dönemi Tarihi-Gavin D. Brockett
Mustafa Kemal Paşa, bunları yaparken kamuoyu oluşturmada ve
halkı aydınlatmada, eskinin izlerini silmede basına büyük görevler düştüğünü
biliyordu. Bu bağlamda yeni yönetim basın’ın kendi içinde bir kurumlaşmaya ve
güce ulaşmasını sağlamada büyük ölçüde yardımcı olmuştur. Nitekim Mart 1920
tarihinde Matbuat ve İstihbarat Genel Müdürlüğünü, Nisan 1920 tarihinde ise
Anadolu Ajansının kurulması sağlanmıştır. CUMHURİYET DÖNEMİNDE BAKANLAR KURULU KARARI İLE YASAKLANAN YAYINLAR 1923-1945
Diyanet İşleri Reisi olan Eyüb Sabri, "Kur'an Türk
alfabesiyle yazılıp okunamaz." 1958
Yıl 1920, İslam yüceltme derneğinin bildirisi ve İskilipli
Atıf
İskilipli Atıf Hoca neden haindir?
CUMHURİYETİN İLK YILLARINDAKİ GELİŞMELERİ BASININ
YORUMLAYIŞI (1923-1926)
Atatürk döneminde basın ve basın özgürlüğü.
ATATÜRK DÖNEMİNDE DEMOKRASİ-Prof. Dr. Sina AKŞİN
ATATÜRK’ÜN 24 NİSAN 1920 TARİHLİ MECLİS KONUŞMALARI
10 yıl savaş 1912-1922 ve sonrası-Fahrettin Altay
RİZE SİYASİ TARİHİ (1923-1950)
ERKEN CUMHURİYET DÖNEMİNDE SEKÜLERLİĞİN İNŞASINA TAŞRADAN
BAKMAK
ERKEN CUMHURİYET DÖNEMİ’NDE TOPLUMSAL MUHALEFET; BURSA OLAYI
Kanada’da Türkoloji Çalışmalarının Geçmişi.
Osmanlı Çalışma Hayatında İşçi Örgütlenmesi ve İşçi
Hareketlerinin Gelişimi (1870-1922)







Hiç yorum yok:
Yorum Gönder