Bugün Cuma, hani şu Müslümanlara Kutsal Cuma diye yutturulan sıradan günlerden biri olan Cuma günü.
Belediye otobüsüne binen biri şoförün kulağına eğildi ve "82 yaşındayım, emekli maaşımla geçinemiyorum. Otobüs şoförlüğünde boş kadro var mı, geçinemiyorum iş arıyorum" dediğinde inanın nefesim kesilir gibi oldu.
İçime öylesine oturdu ki, bu gece sahura kalkacak Müslümanlara 20 yıllık emekli olarak sormak lazım, gerçekten AKP'ye verdiğiniz oylardan ötürü başınızı yastığa koyarken huzurlu musunuz?
Neyse, Diyanet'in hutbesine de birkaç satır ayıracağım ama sayfa sonunda.
Öncelikle şu iç-dış siyaset pazarından biraz anımsama yapalım.
Bahçeli'nin öldüğü dedikoduları ortalıkta dönüp durukken yeni PKK açılımının mimarı olarak nasıl tarihe geçeceği belirsizliğini korurken aynı günlerde kurulduğu açıklanan yeni Suriye ordusuna Dürziler katılmıyor ama PKK uzantılarının katıldığı ortaya çıktığı haberinin dış basındaki yansımasını önceki yazımda belirtmiştim.
Demek ki Bahçeli bir yerlerden aldığı bilgi ya da mesajın gereği olarak PKK açılımına yön vermiş diye düşünürsek pek yanlış düşündüğümüz söylenemez, burada önemli olan Bahçeli'nin bu girişimi başlatmasından daha çok bu girişimin kimin işine yarayacağı sorusunun yanıtıdır.
Belki de PKK açılımı ABD ve paydaşlarının talepleri ve Rusya ile gizli anlaşmaların gereği olarak çoktan bitirilmişti ama Türk hükümetine ilave ömür kazandırmak, Eyaletleşmeye geçebilmesi için hızlı destek vermek için Bahçeli'ye görev verilmiş olabileceği de akıllardan çıkmamalı.
Düşünsenize, bir taraftan HTŞ'ye terörist diyenler arasında olan Türkiye'ye karşı Terörist HTŞ sadece Türkiye'ye uygulanan gümrük vergilerini artırıyorken bizim gözümüzü kapatmak, gözlerimize mil çekmek için uğraşanlar sadece muhalefet partileri değil KaçAK Saray'ın karanlık dehlizlerinden uzanan Fettoş'a bağlılıktan şaşmamış itler sürüsünün ellerinden geleni sergilediğini artık hepimiz görmekteyiz, dilerim ülkeyi yönetenler hepsinden önce de Erdoğan farkına varır.
Hangi yöne döneceğimizi şaşırmış durumdayız, halkımız dizilerle dizim dizim ipe dizilir gibi hizaya sokulurken 1400 yıl önce kaç kadın alınıyormuş, kızlar toprağa neden canlı canlı gömülüyormuş gibi hurafelerle avutulup-uyutulurken biz Siyonizm ile, Emperyalizm ile, ekonomik kriz ile nasıl başa çıkabiliriz ki?
Çok değil 2025 yılının başlarına doğru göz atalım istiyorum.
Donald Trump 26 Ocak 2025'ye Air Force One uçağında, "Mısır'ın bu insanları almasını istiyorum. Ürdün'ün almasını istiyorum. Yaklaşık bir buçuk milyon insanı konuşuyoruz ve tüm o bölgeyi temizleyebiliriz" ifadelerine bakınca Sisi'nin neden mülteci kabul etmeyeceği daha anlamlı hale geliyor.Filistinli müzakere heyetlerine danışmanlık yapan Kanadalı Avukat Diana Buttu, Mısır Devlet Başkanı Abdulfettah El Sisi'nin İsrail’in taleplerine sıcak bakmadığını çünkü Emperyalistlerin Filistin'in sadece toprağını istediklerini, topraklar üzerinde Filistinli istemediklerini söylüyor.
Mısır ve Ürdün Gazze'den mülteci kabul etmeyeceklerini açıklamış olmasına rağmen yandaş medyamız Netanyahu ile Trump daha başkanlık yemini etmemişken görüşmesini tarihi bir manipülasyon örneği ile "Filistinliler’ in tarihi dönüşü sürüyor" ifadesi ile icra ediyor, iç cepheyi nasıl çökerteceklerinin hesabını iyi yaptıklarını gazetelerinden ilan ediyorlardı.
Oysa aynı gazeteler sayfalarında Trump'ın daması Jared Kushner'in "İsrail'in Negev Çölü'nün bir bölümünü buldozerle yıkıp Filistinlileri oraya taşıması gerektiğini" söylemesini bile yarım yamalak haber yaptıklarını unutmayı tercih ediyor görüntüsü veriyorlardı.
Bizdeyse durum ve kader sürekli ağlarını örmekle meşgul gibi görünüyor, örneğin 2 Şubat 2025 tarihine geldiğimizde Bakan Hakan Fidan, Doha’da Hamas Şura Meclisi Başkanı Muhammed Derviş İsmail ve Hamas Siyasi Büro üyeleri ile görüştü. Görüşmede ateşkesle ilgili konular ve Gazze’deki insani durum ele alındı diyor, başka ne yaptılar tık haber yok.
Sonra bir bakıyorsunuz aynı tarihte Hakan Fidan, Katar'a gerçekleştirdiği ziyaret sırasında Yunanistan Dışişleri Bakanı Yorgo Gerapetritis'le bir araya geldi. Görüşmede ikili ilişkiler, bölgesel ve uluslararası gelişmeler ele alındı notu paylaşılıyor ama Katar'da Yunan Bakan ile gerçek anlamıyla neden görüşüldüğünün haberi verilmiyor.
Öte yandan terör örgütü PKK/YPG, Şara'nın cumhurbaşkanı ilan edildiği toplantıya karşı çıkıyor görüntüsü verdiği yaklaşık bir ay sonunda yapılan PKK/YPG açıklamalarıyla çeliştiği Öcalan'ın açıklamalarından hemen sonra ortaya çıkıyor.
Yerli, milli yandaş basın YPG elebaşı Salih Müslim'in "Siyasi bir grup olarak faaliyet göstermemize izin verilirse silah bırakacağız" dediğini yazarken ABD destekli SDG'li terörist başı Mazlum Abdi, bebek katili Öcalan'ın silahsızlanma ve dağıtılma çağrısını reddettiği ortaya çıkıyor.
Kürdistan ya da Kürdistan görünümlü Büyük İsrail projesinin daha çooooook su kaldıracak bir hamur olduğunun görülmesi, Türkiye'ye kurulan tuzakların içeriklerinin ortaya çıkartılması için gereklidir ve Özellikle Ürdün ve Mısır'ın neden mülteci kabul etmediğini tekrar analiz edilmesinin zorunlu olduğu da görünmektedir.
Mısır Dışişleri Bakanı Bedr Abdulati'nin 3 Şubat 2025 tarihli ifadelerinde geçen "hiçbir vatandaşın toprağını terk etmeyeceği şekilde Gazze Şeridi'nin yeniden imarı konusundaki tutumumuz net, Mısır, Katar ve ABD'nin Gazze'de ateşkesi sağlamasının ardından Kızıldeniz bölgesinde gerilimi tırmandırmanın bir gerekçesi yok" sözleri gerilimin nerelere kadar, ne amaçla yayılacağının ya da yayılmasının muhtemel olacağının belki de görülmesi gereken sinyallerini veriyordu.
Çok değil şunun şurasında geçtiğimiz ay 4 Şubat 2025 tarihinde Ahmed el-Şara ile Erdoğan'ın Ankara'da ortak savunma paktını görüşmeleri beklendiği söylenirken Reuters kaynaklarına göre, aralarında bir Suriye güvenlik yetkilisi, Şam'da görevli iki yabancı güvenlik yetkilisi ve üst düzey bir bölgesel istihbarat görevlisinin de bulunduğu anlaşma yapılacağı, Türkiye'nin Suriye'de yeni hava üsleri kurmasına, Suriye hava sahasını askeri amaçlarla kullanmasına ve yeni Suriye ordusunun güçlerinin eğitiminde öncü rol üstlenmesine olanak tanıyabilir deniyordu.
İsmi verilmeyen bölge istihbarat yetkilisi bir şahısın önerilen anlaşma, merkezi çöl bölgesinde (Badiyah) Türk askeri üslerinin kurulmasını ve Palmira ve T4 hava üssünde önemli tesislerin kurulmasını içerdiğini ve bu girişimin YPG'ye karşı bir mesaj olduğunu söylüyordu.
Yani Türkiye'nin hesaplarında YPG mesajı almış gibi görünmesine rağmen ne hikmetse SDG'nin terörist başı Mazlum Efendi mesajı okuyamamış göründüğü ortada.
İyi de gerçekten Mazlum okuyamadı mı, okunması mı istenmedi?
Bütün bu dengeler içinde İran ne yapacak ortam nasıl hamlelere gebe, Tahran'ı Irak ve Suriye üzerinden Lübnan'a bağlayan stratejik "Şii Hilali" Erdoğan mı aşındırıyor, eğer aşındırıyorsa Hilafet makamını Trump’ tan alabilecek mi, Suudi Prens Hilafet makamına daha mı yakın, Putin kaybetmiş gibi görülmesine rağmen Tartus ve Lazkiye'de yeniden yapılanmayı başarabilecek mi, Türkiye bu kadar hengame içinde yeniden karılan kartların olduğu masada yer bulabilecek mi, Türk halkı yoksulluğa daha kaç yıllar boyu mahkum bırakılacak, huzur bulmak için Emperyalizm’e daha ne kadar pazarlanacağız millet yeniden "DUR" diyebilecek mi?
Bu arada Erbaş Ramazan bağlamlı Cuma hutbesinde "Lüks ve israfın sergilendiği, ihtiyaç sahiplerinin unutulduğu iftar sofraları kurmayalım" demiş.
İnanın abartmıyorum okuduğumda yaklaşık 3 dakika kadar güldüm.
Ne yani ağlayalım mı?
Ben Erbaş ve onun gibi toplumun gözüne batışanlara Eric Hoffer'ın Kesin İnançlılar kitabından bir bölümle yanıt vereyim.
İkinci Haçlı Seferinin güçlü hatiplerinden St. Bernard, asker toplamak için çağrısını şöyle yapmıştı:
Tanrının en büyük lütfudur ve ne paha biçilmez bir kurtuluş fırsatıdır ki Tanrı, katilleri, ırz düşmanlarını, dolandırıcıları, yalancı şahitleri ve her türlü suç işleyenleri, masum kişiler gibi, kendi hizmetine çağırmaktadır. İdeolojik “sapık”lara karşı insafsız olmakla beraber, devrimci Rusya dahi, adi suçlulara aynı şefkati göstermiştir. Kutsal bir amacı kucaklayan suçlu kişinin, yaşamını can ve mal güvenliği endişesine düşmüş bir kişiden daha kolaylıkla tehlikeye atacağı ve kutsal amacın savunmasında daha aşırılığa gideceği kuvvetle muhtemeldir.
Suç bir dereceye kadar, kitle hareketlerinin yerine geçer.
Kitle hareketlerinin (ister ulusal ister dini ya da devrimci olsun) yüceleştiği durumlarda adi suçların azaldığı görülmüştür.
İndirip okumak isteyenler adresten görebilir.
335 gün aç mısın diye sormayan soytarı 30 gün boyunca her gün soruyor, oruçlu musun diye.
11 ay açlıkla pençeleşirken seni görmeyen gözlere ne oluyorsa oluyor, bir ay boyunca yediğin her lokmada gözü kalır gibi oruç tutmuyor musun diye bakıyor.
Oysa oruçlu olup olmadığını yanı kabul edilip edilmediğini bile bilmiyorken niyetli misin diyeceğine oruçlu musun diyor.
Bunu nereden anlıyoruz?
Oruç Kur’an’da 13 bölümde, İncil’de 22 bölümde, Zebur’da 3, Tevrat’ta 32 bölümde geçiyor.
2/187’de orucun cinsellikle ve Fecr ile ilişkisini kurarken aynı zamanda tabe aleyküm (tövbelerinizi kabul etti) diyerek, kabul makamının kendisi olduğunu belirtiyor.
Birçok yerde benzer tespitler yapmış olmasına rağmen oruç bağlamındaki niyetin kabul edilip edilmeyeceğine yönelik ilk emir ve tespit budur.
İkinci veüçüncü en önemli vurgular da 4/92’de geçen mü’minin başka mü’mini haksız yere öldürmesine atfen ve 58/4'te geçen haksız yere karısını boşayanlara atfen geçen şehreyni mutetabiayni (iki ay art arda) oruç tutması emri ve kabulünün ancak Allah tarafından mümkün olduğunu bilmelerine rağmen sana niyetli misin demek yerine sanki niyeti kabul edilmiş oruçlu olduğuna karar verilmiş gibi bilir kişi edasıyla sana soru sormuyorlar mı, hasta oluyorum bu deyyus-u ekberlere.
Dallama sanki niyetin kabul makamı kendisidir de soruyor, bari niyetli misin diye sor deyyus-u ekber, sana ne sen Allah adına sorma yetkisini kimden aldın şerefsiz diyen de yok, aval aval bakıyoruz.
Kul hakkı yemekten korkmayanların cuma namazını kaçırmaktan korktuğu, milletin malını yerken korkmayanların orucunu yemekten korktuğu ülkelerde yazık ki düze çıkma kavramını bilen bulamazsınız.
Bu gidişle bu konuda dünya rekorunu kimseye bırakmayacağımız ortada değil mi?
Ahlakın bittiği, Allah'ın bile acze düşürüldüğü yerlerde Allah eylesin kul neylesin?
Kara gün kararıp kalmazmış, dilerim Diyanet'in kapatıldığı, Cuma gününün sadece Hristiyanlar açısından kutsal olduğunun bilindiği, insanların kandırılamadığı bir Türkiye’yi dedelerimiz göremedi, babalarımız göremedi, biz göremedik, çocuklarımız göremedi, bari torunlarımız görsün.
Çok mu şey istiyorum?
28.2.2025
A. Dursun

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder