28 Ocak 2016 Perşembe

Koç'un tabutundaki Sancağın sırrı var mıydı?

Koç'un tabutundaki Sancağın sırrı var mıydı?

Hemen her yazımda, eşitlik masalları ile avutulduğumuzu söylemiştim.

Eşitlik sadece denkler arasında söz konusu olabilir demiştim.

Nitekim denklik anlamında kesinlik yoktur.

Tahminidir.

Ne zaman derin analizlerle karşılaştırma yapılır, o zaman eşit olup olmadığından söz edilir.


O nedenle eşit olduğu kesinleşmeyen durumlarda denklik söz konusudur.

Örneğin Koç, Sabancı, Eczacıbaşı gibi ailelerin eşit olup olmadığını gerçekte bilemeyiz.

Sadece topluma sunulan bilgilere göre yaklaşık bir biriyle boy ölçüşebilecek güçte olduklarını anlayabildiğimiz için onlar bir birleriyle denktir ifadesini kullanabiliriz.

Kısaca, yaratılışın gereği olarak da eşitlik söz konusu değildir.

Hak kullanımı açısından eşitlik söz konusudur ki bu da açık bir aldatmaca, hiledir.

Örneğin, Demirel, Yılmaz, Erbakan, Türkeş, Çiller gibi kişilerin servetlerini nereden yaptığı, geçmişlerinde ticari faaliyetleri olmayanların birden ve sebepsiz zenginleşmelerinin üzerine kimse gidemediği gibi, hukuk da üzerine gidememiştir.

77 yıldır ülkeyi yönetenlerin durumu budur.

Eşitlik ilkesi gereği hak kullanımında olduğu gibi, soruşturulma, yargılanmada da eşitlik ilkesi olmasına rağmen örneğin,  17-25 Aralık yolsuzlukları karşı bir operasyonla örtülmüş, daha kötüsü halka karşı yapılan operasyonlarda hukukun üstünlüğünü savunur görünenler, sıra kendilerine gelince hukukun üstünlüğünün sadece kendilerine veya imtiyazlı bir zümre için var olabileceğini ilan etmişlerdir.

İmtiyazlı, muktedir durumda olanları soruşturanlar alenen meslekten men edilerek, yurt dışına kaçmaya zorlanarak, bunun suç olduğunu öğrenmişlerdir.

Şimdiyse imtiyazlı sınıf, imtiyazlarını genişleterek daha farklı güç elde etmenin peşindeler.

Var olan anayasal sistemi, silahlı ve silahsız olarak yıkmayı hedeflediklerini açıkça ilan ederlerken, silahlı kısmının TSK olduğunu bize yine imtiyazlı sınıfı koruyan mahkemeler öğretmiştir.

Zira Org. Başbuğ'u, "Silahlı çete kurmakla suçlayan" mahkemelerimiz olmuştur.

Bunun anlamı ise, Anayasayı değiştirmek isteyenlerin karşısında duranların halk değil, "Silahlı Kuvvetler" olduğu, açıkça dünyaya ilan edilmesidir.
Nihayetinde dönemin yargısı, darbeye yardım ve yataklık etme, işgale peşkeş çekme görevini tamamladıktan sonra, her devrimin ilk önce kendi çocuklarını yemesi gibi, yapılan İslamofaşist devrim de önce kendi çocuklarını yiyerek, bu sürecin başladığını ilan etmiştir.

Peki bu süreçte kimler vardır, kimler iş birlikçi olmuşlardır?

Bunları diğer yazılarımda yaklaşık 10 yıldır yazmaktayım.

10 yıldır içte ve dışta kimlerin İslamofaşist darbe destekçileri olduğunu uzun uzun anlattım.

Hangi akademisyenlerin, hangi devletlerin, hangi siyasi parti ve siyasetçilerin.

Bu gün kahraman ilan ettiğimiz bir çok siyasetçi, aslında o dönemin iş birlikçisi olmuştur.

Ancak İsmet Paşa'nın dediği defalarca doğrulanır gibi, "Dünyanın en unutkan varlığı kamuoyudur" sözü açıkça tescillenmiştir.

Arkasından methiyeler döşediklerimizin açık kimliklerini yazık ki halk bilmemektedir ve halkın bilinmesi de istenmemektedir.

Aynı günde cenazesi kaldırılan iki isim aslında kaderin bir cilvesi olarak bir çok gerçeğin su yüzüne çıkmasına, halkın körelen gözlerinin açılmasına neden olacaktı.

Fakat başarılı zihin operasyonuyla bu engellenmiş, üzeri örtülmüş oldu.

Örneğin Sabancı ailesinin finansmanını yaptığı Üniversitelerindeki akademisyenlere bir bakın.

Soros gibi turuncu devrimlerin finansörü, babası geliyor, üniversitede halkın, öğrencilerin, siyasilerin ve dahi devletin gözü önünde, medyanın "mega speculator" olarak tanıttığı George Soros, 20 Haziran 1999'da, Sabancıların konuğu olarak, İstanbul'da 2 gün geçiriyor.



İshak Alaton, TÜSİAD'ı bölmek için orada kalıyorum. 
G. Sabancı'nın eşliğinde, zamanın TÜSİAD başkanı E. Yücaoğlu ve eski başkan H. Komili ile yat gezisine çıkan Soros ile yakın görüşenlerden İ. Alaton, eşinin KEDV1 adlı örgütüne parasal destek aradığı dönemde geldiği gibi yeterli görmemiş olsa gerek, 4 Mart 2002'de yeniden aynı yere yani Sabancıların Üniversitesine geliyor ve bir konuşma yapıyor.

Devlete karşı, millete karşı alenen  yaptığı konuşmada, "Türkiye’nin stratejik konumu nedeniyle en iyi ihracat ürünü ordusudur" diyor, kimse ses çıkartamıyordu.

Başka ifadeyle, Mehmetçiğin kanını pazarlamayı teklif ediyor, şehitler üzerinden siyaset yapmanın yolunu işaret ediyordu.

1999 yılında iktidarda AKP yoktu, diyelim ki AKP'nin buna vereceği karşılık da olamazdı.

16 Temmuz 2002'de koalisyon hükümeti 3 Kasım'da erken seçim kararı alırken, aynı gün Paul Wolfowitz olası Irak Operasyonu'nda Türkiye'nin desteğini sağlamak için temaslarda bulunarak, Ecevit, Kıvrıkoğlu ve Şükrü Sina Gürel ile görüşmüştü, sonradan anlaşılmıştı ki Erdoğan seçimlerden bir gün sonra yani, 4 Kasım 2002'de Savunma Bakan Vekili Paul Wolfowitz'e bağlılık mesajı yollarken, aynı zamanda dönemin Genelkurmay'ını nasıl düzelteceğinin de mesajlarını veriyordu.

Bu bilgileri, 24 Ocak 2004 tarihinde saat 11.30’da Doğu Perinçek'in Ankara İP Genel Merkezi’nde düzenlediği basın toplantısında mektubu okumasıyla anlamıştık.

Perinçek'in okuduğu mektup aynen şöyleydi.

Dr. Paul Wolfowitz

Savunma Bakan Vekili/Pentagon

Washington DC, 20301/Ford

4 Kasım 2002

Değerli Dr. Wolfowitz,

Ülkelerimiz arasındaki tarihsel ortaklık ve dostluğun gelecekte de sürmesi ümidimi paylaşmak için, bu mesajımı ortak dostlar aracılığıyla doğrudan size ulaştırmak isterim.

Seçim sonuçlarının bizim genelkurmay saflarında biraz rahatsızlık yaratmış olabileceğinden, resmî konumunuz gereği, hiç kuşkusuz haberdarsınızdır. Bilmenizi isterim ki, onların Türkiye'nin müreffeh, seküler (Laik/çağdaş) ve birinci dünya topluluğunun güvenilir bir üyesi olması ümitlerini partim ve ben de paylaşıyoruz. Ve geçmişte hiç olmadığı kadar birleşmiş olan ülkemizin çıkarları için en iyisi olacak şekilde birlikte çalışabileceğimiz kanaatindeyim.

Bu amaçla, Org. Özkök ile mümkün olduğu kadar kısa sürede mahrem, özel bir toplantı yapabilmeyi ümit ediyorum. Özel cep numaram şudur: 0533 7…

Bu yardım ve ülkeme geçmişte gösterdiğiniz dostluk için çok teşekkürler.

Sizinle kişisel olarak görüşmeyi sabırsızlıkla bekliyorum.

Samimiyetle ...,

Recep Tayyip Erdoğan

Genel Başkan


Artık 2002'de iktidarda AKP hakimiyeti başlamıştı.

3 Kasım 2002 seçimlerinde halkın kullandığı oyların % 46,33'ü meclise yansımamışken, % 34,3 ile 363 milletvekilliği ve % vekillerin  66'sı ile tek parti olmak üzere iktidar olan partinin genel başkanı kimdi?

Madem bu günlerde millete kafa tutanlara hesap sormaktaydınız, o dönemdeki hükümetlere bunların hesabını neden sormadınız?

Soramazsınız.

Çünkü  Wolfowitz nezdinde ABD'ye verdiğiniz taahhütleri yerine getirmektesiniz.

Nitekim efendilerinizin emirleri doğrultusunda, kiralık savcı ve hakimlerle TSK'ni bitirip, Müslüman TSK yarattınız.

Buna destekse aslında parti olarak sizin de değil, her fırsatta ülkenin, ülke yönetiminin sahipleri olduğunu, her daim gözlerimizin önüne seren imtiyazlı zenginler sınıfınındır.

Bu bağlamda anlaşılmaktadır ki, Yeni Osmanlıcılık akımlarının öncüsü de sizler değil, imtiyazlı zenginler sınıfıdır.

Bu sınıf kendini değişik isimler altında göstermektedir.

Tabutuna, Osmanlı Sancağı olduğu iddia edilen bir örtüye sarılarak defnedilen Mustafa Koç ile durum ayyuka çıkmıştır.

Eski yazılarımda bunlardan bazılarına değinmiş, örnekler vermiştim.

İlave kısa açıklama olarak buraya ekleyeyim.

.../...

Göktürklere ait birçok sikkede Ay'ın bu hali sembol olarak görülmektedir.

Milattan sonra 1064 yılında çok önemli bir olay oldu. Selçuk Türklerinin ikinci sultanı Alparslan, Ermenileri tam anlamıyla bir felakete sürükleyerek başkentleri olan Ani'yi almıştı. Bu şehirde camiye çevirdiği bir katedralin tepesindeki Haçı indirten Alparslan, bunun yerine bir hilal koydurtmuştur.

Türklerin ve dolayısıyla İslam'ın zaferi sayılan bu savaşın sonunda, katedralin tepesine dikilen eski Türk sembolü olan hilal böylece İslam'ın sembolü haline geldi. O güne kadar geçen sürede Müslümanların böyle bir sembolü yoktu. Ne Muhammet Peygamber'in sancağı olan Ukab'ta, ne ilk halifeler devrinde ne de Emeviler zamanında bu sembolü kullanmamışlar ve beklide bunun putperest etkilerinden bilerek sakınmışlardı.
Sancak-ı Şerif (Ukab), Aişe'ye ait siyah yünlü bir kumaştan yapılmıştır. (Hilal Putunun altında)

Atatürk zamanında mimaride kullanılan/kullanıldığı iddia edilen kartal figürleri için de ne yazık ki faşizmi çağrıştırıyor yakıştırması yapmaktadırlar.

Örnek olarak TCDD’nin amblemi tek başlı kartalı andırdığı için bazıları faşizan sembol olarak çağrışım yaptığını iddia ederler.


Hatta ilginçtir ki, 03 Kasım 1890’da hizmete açılan sirkeci garının mimarı A. Jasmund şöyle demekteydi.

İstanbul, batının bitip Doğu’nun başladığı yerdir.Yani Doğu ile Batı’nın birleştiği noktadır.
Bu nedenle bina oryantalist bir üslupla hayata geçirilmeli, bölgesel ve ulusal biçim kalıplarına yer verilmeli demekle aslında doğu/batı anlamında olan çift yön vurgusunu da yapmakta olduğu gözlerden kaçmamaktadır.

Türkler açısından ise Müslümanlığı kabulünden önceki bazı inançlarına kadar uzanır.

Hititliler den Bizans’a kadar kullanılan bu kartal sembolünün Türkler için anlamı ne olabilir?
Hz. Muhammed’in dahi etkilendiği bu kartal figürü onun kara sancağına dahi adını vermiştir.

Ukab olarak bildiğimiz sancak. Anlamı kartal demektir.

Bu açıklamalara Arapça sözlük El Mucid ve Osmanlıca sözlük Kamus-ı Türkî’de ve diğer Osmanlıca sözlüklerde açıklaması böyle yapılmaktadır.

İlginçtir ki yine İslamcı yazarlar tarafından çift başlı kartala vurgu yapılması da çok ilginç ve bir o kadar dikkat çekicidir.

İslamcı yazarların bazılarına göre çift başlı kartal vurgulamasını yaptıkları ana bağlantı yine kesin olduğu belli olmayan birçok uyduruk hadislerde örnek bulan, Muhammed’e Atıf edilen bir ya da birkaç hadisle kaynaklıdır.

Şöyle ki; Rivayetlere dayalı olduğu için genelde rivayet kaynakları için şu isimler sıkça görülmektedir. Bu isimler hakkında ayrı bir yazı ile anlatım gerekir.



Osmanlı Sancağı dediğinizde durum o kadar karışık ki, neyin Osmanlı sancağı olduğunu ancak işin uzmanı bilirkişiler ve yetkililerce doğrulanmaya ihtiyacı olduğu açıktır.

Öncelikle Osmanlı Sancağı denince ne anladığımızı gözden geçirelim.

Selçuklulardan bile eski olan sancak faslında o kadar derine girersek çıkacağımız şüphelidir, o nedenle konu kırmızı hatta vişne çürüğü renkli sancak olunca doğrudan Kanuni dönemiyle giriş yapabiliriz.

Kanuni Sultan Süleyman döneminde Barbaros’un 1543 Fransa Seferi sırasında Osmanlı kadırgaları grandi direklerine yine düz kırmızı sancak, diğer direklerine ise beyaz, yeşil, sarı, kırmızı ve mavi renkte sancaklardan biri veya birkaçı çekilmiştir. Bazen de Türk kadırgalarında kırmızı zemin üzerinde sarı işlemeli sancakların kullanıldığı görülmektedir.

Yeşil ve kırmızı renklerin hâkim olduğu bayrak ve sancaklarda, Osmanoğullarının hanedan rengi "AL" idi. Al renk, doğrudan doğruya Osmanoğullarını işaret ederdi. Sultanlar yani padişah kızları bile beyaz renkte değil al renkte gelinlik giyerlerdi.

İkinci meşrutiyetin ilanına kadar orduda üzerinde ayetler yazılı ve hükümdarların ortası tuğralı armalarını taşıyan sırma saçaklı çeşitli alay sancakları kullanıldı ve ondan sonrada bu âdet devam etti. 

Bu sancakların rengi umumiyetle kırmızı idi.
Sultan Abdülaziz Han zamanından başlayarak, padişahlara mahsus kırmızı renkli bayrakların ortasındaki tuğraların beyaz renkte sekiz şualı bir güneş içinde alınması âdet oldu. Sonradan bu bayrağın rengi vişne çürüğü olarak değiştirildi ve saltanat sancağı kabul edilen bu bayrak, saltanatın kaldırılmasına kadar devam etti. 

Sultan İkinci Abdülhamit Han zamanında Cuma namazı münasebetiyle yapılan selâmlık resminde hilâfete mahsus bir bayrak kullanılırdı. Bu, kırmızı atlas zemin üzerine etrafı beyaz kılaptan (yaldız) ile işlenmiş dört köşe bir çerçeve içinde; bir tarafında Fetih suresi, diğer tarafta ise güneş resmi bulunan sırma saçaklı ve ucu hilalli bir sancaktı. 

1922’de Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti tarafından saltanatın kaldırılarak, hilâfet makamı ihdas edilmesi üzerine halifeye mahsus olarak, yeşil zemin ortasında sekiz şualı beyaz bir güneş içindeki kırmızı zeminde beyaz ay yıldızı ihtiva eden bir sancak kabul edildi ve saltanata mahsus bayrak kaldırıldı

Daha geniş detayları ekteki pfd sunumlarında bulabilirsiniz.


Şimdi gelelim Koçların kullandığı sancağa.

Osmanlı Sancağı denen örtünün üzerinde ne yazdığından daha çok neyle yazıldığı dikkat çekmektedir.

Üstte belirtildiği gibi vişne çürüğü örtüye altın yaldızlı (klaptan) olarak işlenmesi dikkat çekmektedir.


Osmanlı'da sıbyan mektepleri olarak bilinen çocuk eğitim kurumlarında (bir nevi ilkokul) Mushaf'a çıkmak denilen Kur'an okuma ve din eğitimi verilirdi.

Sıbyan mekteplerine çocukların, 4. yaşının 4. ayının, 4. günü başlatılması gelenek halini almış olsa dahi asıl 7 yaşlarında başlanırmış.

Mahalle-Sıbyan Mektepleri.pdf

Bu mekteplere başlayanların aile servetlerine göre de merasimleri yapılırmış, yine servetli aileler çocuklarına vişne çürüğü veya mor kadife üzerine kılaptan işlemeli cüz kesesi yaptırıp, sağdan sola çaprazlamasına omzun astırarak okula yollarlarmış.

Servet sahibi aileler diyorum, buradaki servet sahibi ve mor veya vişne çürüğü renk önemlidir.
Mor demişken aklıma geldi, bir de Bülent Arınç'ın renginin mor olduğunu sandığım dediği Mor Gariel var ki evlere şenlik o konuya hiç girmeyeyim.




Nitekim bu rengi Kadir Topbaş'ın İstanbul'da otobüslere de uyguladığı ancak bunu % 34.54'lük halk oyuyla mor veya erguvan rengi yaptıklarını söylediklerini biliyoruz.




KfW'den kredi desteği alan belediyeler.



Oysa mor renk çok ilginç özellikler sergiliyor, anlamlar içeriyordu.

O dönemde, bu konudan bir yazımda bahsederken şöyle demiştim.

Piskoposlar, bu rengi çok beğenmişlerdi.
Ortaçağ'ın başlarında başpiskoposlar, kendi sınıflarına uygun olarak mor rengi seçmişlerdi, bu seçim hâlâ önemini sürdürüyor. Bunda belki de, Roma imparatorlarının, Suriye'nin antik kenti Tyrus'ta (Sur) üretilen mor ile (Tir moru) boyanmış togalar giymelerinin de etkisi vardı. Katolik kilisesinde bir din adamı, hiyerarşide ne kadar yükselirse, cüppesindeki mor tonlar ve beneklerin sayısı da artıyordu. Piskoposlar leylak rengi giyinirken, erguvan giysili kardinaller, ayrıca mor ametist taşı olan bir yüzük takıyorlardı.

Yas rengi eflatun, Katolik inancına göre, büyük perhiz sırasında ve Noel'de, tövbe ve pişmanlığı simgeliyor. Doğru yola dönüş ve pişmanlığın rengi, daha sonra kadın hareketinin de simgesi haline geldi. Kadın hareketinin üyeleri, eylemlerine kilisenin de desteğini alabilmek için ayin günlerinde eflatun bir boyun bağı ya da papazların boyun atkılarından takıyorlardı. Kilisenin dışındaysa, bu kadın hareketinin üniforması eflatun askılı pantolondu.

Tekrar gelelim Osmanlıya.

Başbakanlık Osmanlı Arşivi'ndeki belgede, Rumelihisarı Şehitlik Dergahı'na ilişkin, "Bektaşî Tekkesinde şevketli efendimiz hazretlerine mahsus odaya müceddeden yaptırılıp ferş olunan malzemeler şunlardır: Lehkârî çit yastık, yün memlû minder, inci ve pul işlemeli şal kaplı altı çift zümrüd habbeli siyah tilki nafesi kürk, siyah tilki nafesi kürkü, pullu kılaptan kale bedeni, kılaptan kale bedeni, kılaptan bükme, tomar çini..." ifadeleri yer alıyormuş.

Dikkat ederseniz orada da kılaptan bahsi mevcuttur.

Osmanlı 17 ve 19. yüzyılda Batılılaşmaya önem verince, önceleri resmi kıyafet olan kürk önemini kaybetmiş, kürklü kıyafetler e rağbet azalınca kürkçülük darbe yemiştir.

Kürk, II. Mahmut’un 1828’deki Kıyafet İnkılabı’na kadar sıkça kullanılmış, Osmanlı Devleti’nin azametini, kudretini ve temsil eden bir üstünlük olarak kullanılmıştır.

Nitekim, II. Mustafa’nın hükümdarlık döneminden başlayarak sırasıyla 3. Mustafa, 1. Abdülhamit, 2. Mahmut ve son olarak 2. Abdülhamit dönemlerinde yayınlanan emirname ve nizamnameler gereğince Hristiyan halkın giyimleriyle, hizmetçi ve esnafın giyimlerine yapılan kısıtlamada, kadınların “galata işi” diye adlandırılan sırma ve kılaptan işlemelerin kullanımları yasaklanmıştır.

Dikkat ederseniz yasaklanan kılaptan, Mustafa Koç'un üzerine konan örtüde güncelliğini korumaktadır.

Bunun bir kaç anlamı vardır, burada anlamlandırmaya gitmek yerine bu bilgiler ışığında kılaptanla yazılan ifadelerin birleştirilmesi lazımdır.

Durum o zaman netlik kazanacaktır.

Aynı gün Kamer Genç'in ölümüyle farklı bir şeyi daha görmüştük.

Kamer Genç, beni Türk bayrağına sarın diyordu.

Üstelik Tuncelili olması ve Kürt kökenli olmasına rağmen.

Kamer Genç'in TBMM'de "Tunceli'nin adının Dersim olarak değiştirilmesi" yönünde kanun teklifine imza attığını ve o teklifin paylaşıldığı TBMM adresinden kaldırıldığını da biliyoruz.

Nihayetinde kendisi bu teklife imza attığından pişman olduğunu da beyan etmiştir.

Sonuç olarak Koç'un tabutuna konulan örtü Osmanlı Sancağının bir ifadesi olmuş ve Osmanlı'yı yıkan sancaktan eyalete geçiş sistemi, T. C' ni de aynı akıbetin beklediğinin bir işareti olarak gördüğümü söylemeliyim.

Nitekim Koç ve Sabancı ailelerinin faaliyet alanlarında derinlemesine baktığınızda sanki bir sancak veya adeta uç beyliği görünümü ortaya çıktığı aşikardır.

Öncelikle Sancak, oradan da eyalete geçilmesi için Cumhuriyet idaresinin bitirilmesi zorunluluktur.
Her fırsatta beyinlerimize nakşedilen, "milyonlarca insan ekmek verenler" tabiriyle beyinlerimizde yer ettirilen bazı zengin ve imtiyazlı sınıf, kendi eyaletlerini kurabilmek için AKP'yi desteklemiş, ortaya çıkabilecek olumsuz bir hareketten etkilenmemek içinse akli melekelerini kullanamayanları siyaset arenasına sürmüşlerdir.

Bu gün TBMM'de bulunan vekillerin akıl sağlığının yerine olup olmadığı, ülke yönetecek yetenek ve bilgiye sahip olup olmadığı araştırılırsa, çıkacak sonuç korkunç ve ürkütücü olacaktır.

O nedenle imtiyazlı sınıf Türkiye'de siyasete fiilen girmemekte ancak seçtikleri kimseler tarafından ülkeyi perde arkasından yönetmektedirler.

Rahmi Koç, bir konuşmasında "80 milyon nüfus ayak bağı oluyor" diyordu, peki kime ayak bağı olmaktadır hiç düşündünüz mü?

Yoksa halk kendi kendine mi ayak bağı olmaktadır?

Bunu anlamanız için daha evvel "" başlıklı yazıma bakmanızı öneririm.




Tayyip Erdoğan'a en ufak bir eleştiride, savcılar re'sen devreye girmekte ve gerçeklerin ortaya çıkmasını bertaraf etmekteyken, yıllardır kafamızı kurcalayan, "hiç bir ticari faaliyeti olmadığı halde, nasıl zenginler sınıfına girdiğini anlamaya çalıştığımız" Tayyip Erdoğan ve hanedanı hakkında, Rahmi Koç'un "1 milyar dolar var diyen Rahmi Koç'tur" dediğini Yalçın Küçük'ün sözlerinden ve Koç ile Taha Akyol'un konuşmalarından anlıyorduk.



Yalçın Küçük'ün ise, "Rahmi Koç'a gücün yetiyorsa" ifadelerinden, Erdoğan'ın kimlere güç yetirdiği belli oluyordu.


Nitekim Erdoğan, "o sözü söyleyen Ergenekon'dan içerde yatıyor" demesi de hem hukuku egemenliği altına aldığını, hem de Koç'a gücü yetseydi onun da içerde olacağının anlaşıldığı bir kokuşmasıydı.

Böylece ülkedeki güçlerin kim olduğu, asıl ülke yönetenlerin kim olduğu da açık edilmiş oluyordu.

O nedenle Mustafa Koç'un cenazesindeki o örtünün anlamı büyük ve açık bir ilandır.

Kimse kendisini bu halktan üstün görememelidir, zira görenlerin halleri tarih sayfalarında yazmaktadır.

Açıp okumak herkesin haddini, hududunu bilmesi için yeterlidir.

Hiç ama hiç kimse bu halka açıkça meydan okuyamaz.

Adı, konumu, gücü ne olursa olsun, en büyük güç halkın kendisidir.

Bunun ispatı için hiç kimse halkı sınamaya girmemelidir.

Benden söylemesi, çünkü tarih böyle söylüyor, ben değil. 


Koç'un tabutundaki Sancağın sırrı var mıydı yok muydu sanırım çözmeniz için kısa bir özet yapabilmişimdir.

28.01.2016

A. Dursun



Lâ ilâhe İllallâhu el-Melikü'l-hakku'l-mubîn Muhammedun resûlullâh sadiku'l-va'di'l-emîn. 

"Hak ve gerçek olan kainatın sahibi Allah'tan başka ilah yoktur, güvenilir ve sözünde sadık Muhammed, onun elçisidir." 
 


  

Kamer Genç, İnsanda onur ve şeref olduğunun göstergesi TBMM tutanağı.

Kamer Genç Neo-con mu ?

Erdoğan'ın Servetini Kim Yönetiyor?

Arşivleyin... Dersim nedir, ne değildir? Kenan Evren'in eşi Dersim'in kayıp kızlarından mı?


1. Abdülmecid, devlet töreniyle anılacak.

Erdoğan: Kıbrıs'tan asker çekebiliriz




Soros'tan yasal esrara rekor bağış...! Soros diyor ki; Tayyip Diyor ki...!

Federal Türkiye'nin yöneticileri  

Güney Kore'de ki ağaç katliamından da Müslümanlar çıkarsa...

Can Dündar Guardian'a yazdı: Devletin değil Erdoğan'ın sırrı-29 Aralık 2015

Davutoğlu'na 1 milyar dolarlık farkın sırrı soruldu.

1 milyar $'ın sırrı 6 Ağustos 2001

1 yorum:

  1. Yalçın Küçük’ten Koç hakkında tartışma yaratacak sözler.
    https://www.youtube.com/watch?v=CmIrt-0mjH8

    AYDIN DOĞAN VEHBİ KOÇ
    https://archive.is/PFkil

    Prof. Dr. Yalçın Küçük Mustafa Koç’un ölümünü ve gündemi değerlendirdi. http://archive.is/QJ1WV

    Mustafa Koç'un adı bile bilinmeyen annesi albümde bile yok! http://archive.is/Y5j2t

    Aydın Doğan Kelkit’te kimlerden olur? http://archive.is/psAoa

    Aydın Demirören, Doğanoğulları Medya, Petrol, Bankacılık, Ne Ararsan Beyliğinin ağasıdır. http://archive.is/cWEfQ

    Aydın Doğan, Vehbi Koç’un öz oğlu mudur? http://archive.is/MrYtU

    Aydın Doğan, merhum işadamı Vehbi Koç'un oğlu olduğunu iddiası
    http://archive.is/GKCHY

    Aydın Doğan'ı kızdıran iddia.
    https://archive.is/LmcrW

    YanıtlaSil