28 Mart 2016 Pazartesi

Camilerde sübyanlara tecavüz yetmedi, atom bombası fetvası çıktı, çocuklarınızı dindarlardan koruyun.





Nasıl bir ülke olduk, neden bu hallere düştük gel de anlat, gel de çık işin içinden çıkabilirsen.



Sanki emekli müftü  değil de, IŞİD komutanı mübarek.


Emekli müftü Mustafa Polat adında biri, Cuma namazında meydana çıkmış, "her alanda eğitimli ve güçlü olma" vurgusu yapıyor.




Yanlış söylemiyor, elbet ki her alanda güçlü olmalıyız bunda sorun yok, zaten aksini söylemek bile akıllara zarar demektir.



İyi de, gücün eğitimden geçtiğini fark eden biri hemen arkasından güç denen şeyin toplu katliamdan geçtiği anlamına gelen, "atom bombası yapmalı" sözlerini nereye sığdıracağız?



"Eğitimi, üretimle taçlandırmalıyız" demiyor, milyonlarca insanı bir anda yok edebilen, yüzlerce yıl ölüm kusan bir teknolojiye sahip olmamız gerektiğini söylüyor.


Peki, insan formuna bürünmüş bu canlı türleri neden tüm dünyada en güçlü olmanın peşindedir?



Güç nedir?


Üstelik Kur'an kaynaklı konuşan bu canlı formu, Kur'an'ın alenen yasakladığı şeylere sahip olunmasını nasıl teşvik edebilir?


Bunlar nerede, hangi mağarada beslenip büyüyen yaratıklardır ki, nasıl bir kılıkla insan suretinde gezinebilir?


Farkındaysanız, toplu katliamla can almaktan bahsediyor.


Oysa okuduğu Kur'an, bu canlı formlarının iman ettiğini sandığınız kitap, 63/MUNÂFİKÛN-11"de, izâ câe eceluhâ(zamanı dolan canı), len yûahhırallâhu(asla ertelemez) diyor.


Lakin bu yaratık kendisini Allah yerine koymaya kalkarak, yaratılanı toplu katliama teşvik ediyor.



Mü'minler de hutbelerde bu yaratıkları sessizce dinliyor.



Diyanetin sesi bile çıkmıyor.



Bir zamanlar Okul Müdürü Mustafa Aydın, demişti.


Belki de o müdürün söylediği çok doğruydu, biz yanlış anlamış olabiliriz..


Çünkü genleri bozuk olanlar yok edilseydi, bu tür yaşam formları çıkıp milletin beyinlerine toplu katliam fetvaları veremezdi.


15 yıldır AKP, Vahhabi iş birliği ülkenin anasını bellemiş durumdadır.


Buna rağmen vatandaşımız bunlara oy vermektedir, neden acaba?


Bu halk salak mıdır, kör müdür, ihanete destek mi vermektedir?



Hayır, asla böyle bir şey yoktur, olan şey halkın inançlarını bozmuş olmalarıdır.


Arınç'ın, "İlk Müslüman Cumhurbaşkanı" söyleminden bu güne her şey gittikçe Müslümanlaştırıldı.



Halk, inançlarına yakın olduğunu düşündüklerine yani, % 99,9'u Müslüman dedikleri (aslında 1,9'dur) toplum, sadece ve sadece Müslüman olduklarını sandıklarından ötürü bunlara oy verdi.


Daha evvel yazdığım gibi, 1972-74 yılları arasında Diyanet eliyle yeni din yaratıldı.


Nur 31'de geçen بِخُمُرِهِنَّ /örtülerini kelimesine parantez açarak (baş) ilavesi yaptılar.


Oysa İngilizceye çevirilerinde bile neck/boyun olarak çevirenler, iş Türkçeye uyarlamaya gelince baş olarak verdiler.


Utanmaz, arlanmaz, ahlak yoksunu son dönem tevilcilerin tamamı, bu değişime uyarak bastırdıkları Türkçe Kur'an'da, parantezi tamamen kaldırmaya başladılar.



O günden sonra işi AKP'nin devralmasına kadar ilerleyen süreç başlatılmış, Türk milletinin kadınlarına, kızlarına 110'a 110 cm ebatlarındaki Yahudi zifaf çarşafını başlarına, İslam'ın emri diyerek örttürdüler.


Bunu modayı en iyi bilenlerden Barbaros Şansal'ın açıklamasıyla herkes öğrenmiş ancak Müslümanların kadınları, kızları bir türlü öğrenememişti.


Fahreddin er-Râzî sadece başörtüsü üzerine koca bir ansiklopedi büyüklüğünde yazmış ve bunun başörtüsü olmadığını anlatmış olmasına rağmen, yeni ılımlı ve uyumlu İslam yaratıcıları, bu ihanette yazık ki başarılı olmuşlardır. 

Türk halkının beyinlerine, hafızalarına yapılan alçakça saldırı, açık tecavüz, işlevini tamamlamış sıra oğlanlarına, kızlarına gelmişti.



Nihayetinde Diyanet denen, küffar DİN/AYET halini alan kurum, çocuklara tecavüzü, babaların öz kızlarına şehvet duyabileceğini toplumda yer ettirme görevini üstlenerek, yeni İslam'ın yeni fetvalarıyla toplumu ısıtmaya başlamıştı.



Malumunuz İslamcıların en büyük takıyyesi, "yanlış anlaşıldım, öyle demek istememiştim" söylemine sığınmaktır.



Önce ısıt, alıştır, sonra dayat.



Taktik bu ve başarılı bir taktik.



Nitekim başarısı öyle büyük oldu ki, toplumda herkes oğlan ve kız çocuklarının camilerde uğradığı tecavüzlere taraf olmaya başlamış, daha ötesi "Bir kere olması karalamak için gerekçe olamaz" diyen başörtülü kadın bakanımız bile olmuştu.
Bundan daha acısı, başbakanın bile tecavüzden sorumlu olması gereken Ensar Vakfı için, "Ensar Vakfı’nın hizmetlerine şahitlik ediyoruz" diyebilmişti.


Hepsinden acı olanıysa, Cumhurun başkanının çıkıp, "Vakit Ensar Olma Vakti" deme cüretini sergiliyor olmasıydı.

Oysa Erdoğan, "Modern, dindar bir gençlikten söz ediyorum" dediği gençliğin dahi, içler acısı halini umursamadığı ortaya çıkıyordu.


Bazılarının bunlar için, "gizli ajanda" olarak adlandırdığı kavramı sıkça tartışmıştık.



Ben ona, "beyinlerinin arkasındaki karanlık bölge" diyorum.


Gizlemekle ortadan kaldırmayı başaramadıkları, lanetli düşünceler.


"İnsanlar en sık, eksik olduğu noktaları konuşur" der, psikiyatri bilimi.


Eskilerin de buna uygun bir deyimi vardır.



"Dervişin fikri neyse, zikri de o dur" der.


Hatip eğitimi alanlar bile, eğer beyinlerinin arkasında karanlık bölgelere itilmiş düşünceler taşıyorlarsa, topluma karşı yaptıkları konuşmalarda, heyecan, öfke gibi duygulara kapılıp, o duyguların etkisinde kaldıkları anlarda, karanlık bölge devreye girer.


Nitekim medyada bunu, "gaf yaptı" şeklinde haberleştirirler.



Aslında gaf falan değildir yapılan, yaşanan.


Alenen öfke, hüzün, sevinç gibi duyguların yoğunlaştığı anlarda ortaya çıkan, karanlık bölgeye teslim olunması durumudur.


Nitekim Erdoğan bu duruma sıklıkla düştüğü için, bir açıklama yapma gereği duymuştu.



14 Şubat 2008'de, il başkanlarına yaptığı konuşmada "Kafaları bulandırmaktan başka bir dertleri yok. Öfkeli olduğumu söylüyorlar öfke de bir hitabet sanatıdır. Çünkü ben zulmü alkışlayamam zalimi de asla sevemem. Kusura bakmasınlar. Yumuşak başlıysak uysal koyun değiliz, bunu da bilmeleri lazım" diyordu.

Oysa aynı Erdoğan, her zaman olduğu gibi söylediklerini yalanlayacaktı.


23 Ocak 2013 tarihinde, eski söylemini unutmuş ya da yalanlamayı seçmiş olacak ki, bir anda ırkçılığın, öfkenin, asabiyetin şeytanda olacağını, aslında şeytanın tam kendisi olduğunu söyleyiverecekti.

"Haçlı Seferleri tarihi, sadece savaşlar, çatışmalar tarihi değil, aynı zamanda bir kültürel etkileşim, yakınlaşma, birbirini doğrudan tanıma tarihidir" diyen bir adam nasıl bir cumhurun, ne tür bir cumhurun başı olabilir, düşünmesi bile acı vermektedir.

Elbet dünya lideri diye topluma zorla sunulmaya çalışılan şahıslar, beyinlerinin karanlık bölgelerine teslim olduklarında ortaya nelerin çıktığını halk göremez duruma getirilmişti.


Defalarca söylediğim gibi, halkın köreltilmesinde, başbakanlığa bağlı, psikolojik savaş merkezinin etkisi çok büyüktü.



Fakat mızrak öylesine çuvalı delmişti ki, her söylenen adeta birileri tarafından yalanlanır duruma düşmüştü.



Davutoğlu, Bakan Sema Ramazanoğlu (Bostancı) bile, beyinlerinin karanlıklarına teslim oldular.




Bakan Sema Ramazanoğlu, başındaki örtünün bile gizlemekte yetersiz kaldığı karanlık bölgeyi öylesine dışa vurdu ki, Van’da yaptığı konuşmada, "İhmal, istismar ve tacize uğrayan çocukların cezalandırılması konusu da gündeme alacağımız konulardan bir tanesi" diyebildi.



Bu gerçekten gaf mı, gaflet mi?

Velev ki, gaf olsun, öyleyse bunlar da mı gaf?
 

Bana sorarsanız açık bir gaflet, delâlet ve ihanet dolu sözler.


Çünkü, tacize uğrayan çocuklardan bazılarının, baskı sonunda ifadelerini geri çektiğini medyadan öğreniyoruz.



Savcılık ve mahkemeler, bu konunun konuşulmasını, düşüncelerin bile seslendirilmesini engellemek için karar alabildiler.


Oysa bu tür savcı ve yargıçların daha bir kaç gün evvel mahkemede, paralel savcı, paralel yargıç diye tutuklandığını biliyoruz.



O dönemde o mahkeme ve savcılar da aynı şekilde yasaklama kararı aldırmışlardı, ne oldu?



Şimdi suçlu sandalyesinde yargılanıyorlar.



Devran tersine dönmeye başladığında elbet bunlar da yargılanacağı açıktır.

Kimse korkuya, şüpheye, bıkkınlığa, yılgınlığa kapılmasın.


Kesin kaynağı bilinmemesine rağmen, tüm dünya dillerinde kullanılan, "gecenin en karanlık olduğu zaman, şafak sökmeden önceki andır" sözü, unutmayın ki doğru bir sözdür. The darkest hour is just before the dawn.





Bu kara günleri de elbet atlatacağız, bu millet neler gördü neler, unutmayın, gün doğmadan neler doğar, kara gün kararıp kalmaz.



Güneş ufuktan doğmak üzeredir, bu lanetli günlerden hepimiz ibret alıp, aynı hataya tekrar düşmemek için çocuklarınızı Kur'an kurslarından, camilerden, özellikle de Arapçadan uzak tutun.


Ta ki kurtuluşa erene kadar.


28.3.2016


A. Dursun
 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder