27 Mart 2016 Pazar

Generalin kızı, Amiralin oğluna taciz skandalı...

Ülkede taciz, tecavüzler sadece çocuklarımız değil, beyinlerimize de yapılıyor diye sürekli söylüyorum.

Fazla sürmeyecek, tahminen 2017 Mart veya Haziran aylarında, "Generalin kızı, Amiralin oğluna taciz skandalı" veya "Bakanın oğluna" ya da "Milletvekilinin kızına taciz skandalı" gibi başlıkları okumaya başlayacağız.

Bu gün henüz böyle bir haber yok ancak asla böyle başlık atılmış bir haber okumayacağız anlamına gelmiyor.

Neden 2017 Mart ya da Haziran aylarını verdim?

Çünkü Mart ve Haziran ayları darbelerin izlerini taşıyan aylar olarak ülkemizde gündem bulmuştur.

Muhtıralar, darbeler genelde bu aylarda ayak izlerini bırakır, sonrasında bazı gelişmeler yaşanır.

Nitekim ülkedeki ekonomik çöküntü, her ne kadar bu günlerde hissedilmiyor olsa dahi 2017 yılının ilk aylarında çöküntü iliklerimize kadar hissedilecektir.

Rusya, Mısır, Suriye ve son günlerde yaşanan İran krizlerinin ekonomiye maliyeti korkunç boyutlara tırmanmaya başlamış durumdadır.

Bunun etkilerini Eylül, Ekim aylarında yavaşça algılamaya başlayacağız ve 2017 yılında ekonomik felaketi yaşamaya ve hissetmeye başlayacağımız artık kesinlemeye başlamış durumda.

Erdoğan'ın "400 vekil verin, bu iş tatlıya bağlansın" tehdidinin üzerinden yaklaşık 4 ay kadar süre geçmesine rağmen görülen durum, Kürtlerden istediği oyu alamadığı gerçeği olmuştur.

Süre uzadıkça AKP'ye giden Kürt seçmenin oylarının daha da düşeceği gerçeği, hükümeti değilse de, hükümet adına hareket eden Erdoğan'ı korkutmaktadır.

Daha bu günün bilançosuyla sadece turizm kaynaklı gelir düşüşü 25 milyar dolar civarında olduğu, uzmanların görüşlerine yansımış durumdadır.

Ülkedeki güvensizlik had safhaya çıkmıştır, yabancı yatırımcı yatırımlarından vazgeçme noktasına gelmiş durumdadır.

Daha 3 gün evvel eski maliye bakanı Mehmet Şimşek, Uludağ Ekonomi Zirvesi’nde "Sorun düşük tasarruf, vatandaşlar tasarruflarını artırmalıdır" diyor ancak bu ağır vergi yükü altında, sorumsuz harcamaların, "3 milyon mültecinin vergi ödemeden beslendiği ülkede vatandaş ne tasarrufu yapacak" demiyor.

Daha sonraki gün hızını alamıyor, bakıyor ki yanlış konuşmuş, kendini tekzip edercesine "47 saat yerine 38 saat çalışılması halinde işsizlik oranı düşer" diyor.

Bu adamlar ülke yönetiyor, görün işte.

2015 Ağustos ayında Bakan Nihat Zeybekci,  Aliağa Serbest Bölgesi Protokolü'nü imza töreninde Sarıyer'de 11 milyon dolarlık yalı almasını açıkladığında, "Türkiye'ye kriz gelmez, İzmir'i bir serbest bölgeler şehri yapmamız lazım" diyordu.

O tarihte bu söylemi deşelemek istemiş, diye sormuştum.

Demek boşuna sormamış, isabetli soru yöneltmişim.



Bu arada Merkez Bankası, politika faizini sabit tuttuğunu açıklarken, faiz koridorunun üst banında 0.25 puanlık indirime gittiğini, politika faizi olan bir haftalık repo faizini ise yüzde 7.5 düzeyinde sabitlediğini açıkladı, dolar derhal tepki vererek küçük bir yükseliş yaptı.

Bunların anlamı, Merkez Bankası gereğini yaptığı çünkü ekonomik verilere göre bu tepkiyi vermesi gerektiğini biliyor ancak siyaset, bundan habersiz gibi davranıyor.

Sadece Suudi sermayesiyle dürtülen ekonomi, iflasın tam göbeğindedir.

Bunlar işin ekonomik yanı, bir de sosyal patlama kısmı var.

Hemen her gün ya şehit haberi ya tecavüz, taciz haberiyle toplumsal infial ayyuka tırmanmaya başlamış durumdadır.

Başlıkta söylediğim gibi, ülkede tecavüzlerin, tacizlerin durdurulması, huzurun tesisi için illa ki bir paşanın çocuğu ya da bir siyasinin çocuğu mu tacize uğramalıdır?

Bunu da göreceksiniz, her ne kadar kendilerini toplumdan tecrit etmiş, özel güvenlikli bölgelerde, dokunulmazlık zırhlarıyla yaşıyor olsalar dahi bu haberleri duymanıza çok az kaldığını görebiliyorum.

Neden öyle söylüyorum?

24 Mart'ta (3 gün evvel), Darbeci Sisi'ye desteğini açıklayan Michael Rubin ilginç bir başlık atmıştı ve o başlığı sayfamda paylaşırken, "Eyvahlar olsun, ABD Erdoğan'ı gözden çıkarttı" şeklinde paylaşmıştım.
Could there be a coup in Turkey? (Türkiye'de bir darbe olabilir mi?)

Washington merkezli think tank (düşünce kuruluşu), American Enterprise Institute'ta (AEI) Michael Rubin imzasıyla yayımlanan makalesinde, Erdoğan'a darbe ihtimalini dillendirmiş.

Acep neden ki?

Bence, herkes eş başkanına sahip çıkıyor olabilir.

Nitekim daha evvel söylemiştim.


ABD'de eş başkanına sahip çıkıyor olmalı...

Sanırım vakit doldu ABBAS...


Aslında Erdoğan'ın işinin bittiğini 6.7.2015 tarihinde, başlığında analizimi sunmuştum.


Tüm bunların üzerine darbe söylemlerini eklerseniz, nasıl yapılacak, kim yapacak sorgulaması yapmak zorunda kalıyorsunuz.


Bunun da analizini, başlığında analiz etmiştim.


Yaşanan rezil gidişe, tecavüzlere, tacizlere "DUR" demek için illa, paşalardan birinin kızına mı tecavüz edilmeli, bu ordu kimin namusu için beslenmektedir, bir generalin kızına tecavüz edilmiş olsaydı, Davutoğlu çıkıp, "Biz Ensar Vakfı’nın insanlığa ve ülkemize hizmet ettiğine hep şahitlik ettik, ediyoruz" diyebilir miydi?

Diyeceksiniz ki, paşaların çocuklarının vakıflarda ne işi var?
Doğru, onları besleyelim diye biz vakıf olmuş durumdayız, onlar da halk vakfından semizleşir durumdalar.

Milletin çocuklarına tecavüz ediliyor, Cumhurbaşkanı "" diyor, aileden sorumlu güya kadın bakan vakfı savunuyor, yetmiyor başbakan vakfa şahitlik ediyor, bir tanesi de "onuruma yediremem bunca namussuzluğu, önlemini alamayan benim bu işte sorumluluğum var" deyip istifa etmiyor.



Ülkede yargı sistemi ise tüm bu tecavüzcüleri tutuksuz yargılamak üzere serbest bırakıyor ki, halk galeyana gelsin, iç savaş başlasın istiyorlar.



Sormak isterim, TSK'nin görevi dış tehditlere karşı ülkeyi savunmak değil midir?

Öyleyse yanıt ver ey TSK, Vahhabi, Nakşi iş brikçisi olmuş durumdaki parlamento dış mihrakların oyuncağı olmuş durumda değil midir?

Fethullah denen vatan haininin kaç askeri TSK'nin içine sızmıştır?

AKP hükümeti, çıkarttığı bir yasayla, TSK'den ilişiği kesilen kaç irtica yanlısını orduya geri kazandırmıştır, neden önlemi alınmamıştır?

Vergilerimizden maaş alırken sizlere, "Bu millete kulak asmayın, siz maaşınızı almaya bakın" diyen bir yasa mı vardır, bu cüreti neye göre göstermektesiniz?

15 yıldır ülkenin içinde debelendiği İslam bataklığına doğru çekildiğini göremiyor musunuz?

Askerleri Osmanlı marşıyla sokaklarda yürütmekle ülkeyi mi kurtardığınızı sanıyorsunuz?

Örneğin Foça 7. Jandarma Komando Eğitim Alay Komutanlığı'nda görev yapan Komutan Harun Selim Tosun askerleri, "" sözleri eşliğinde (Osmanlı Marşı) yürütmüştü. 


Valileriniz Mehter eşliğinde kutlama yapıyor.

Dünyada tek komşu devletin kalmadığını, ülkenin ekonomik batağa saplandığını göremiyor musunuz?

Ülkede bunları dile getirecek tek bir kişi ve kurum kalmadığını göremiyor musunuz?

Elbet elinize silah alıp darbe yapın demiyorum, zaten darbeleriniz yüzünden AKP başımıza bela olmadı mı?

Her gün internet sitenizden kaç şehit verdiğimizi yazmayı biliyorsunuz da, ülkesini düşünmek, savunmak zorunda olanlar, neden halka gerçekleri açıklamıyorsunuz.

Kimden korkuyorsunuz, kim sizi sindirdi.

Vatandaşın eti ne, budu ne, vergi yükü altında ezildiğimizi görmüyor musunuz?

Sizde hiç mi ekonomiden anlayan insan yok, nasıl kurmay yetiştiriyorsunuz?
Elbet siz de haklısınız.

Sizden evvelkiler nasıl sessiz kalıp arkadaşlarının Fethullahçı, İslamcı hainler tarafından haksız yere içeri atılmasına göz yumdularsa, aynı zihniyetin temsilcileri şimdi de milletin çocuklarına yapılan tecavüzlere seyirci kalmaktadır.

Unutmayın, bir gün sıra sizin çocuklarınıza da gelecektir.

Bu gün bana, yarın sana gelir sıra.

"Böyledir bu işler, Peygamber edasıyla size dünyaları vaat ederler. İmzayı attınız mı ertesi gün gelmişlerdir... Personeli gelmiştir, teçhizatı gelmiştir, üstleri gelmiştir. Ondan sonra sökebilirsen sök. Gitmezler. Sonra, ne bağımsız dış politika ne bağımsız iç politika...

TSK'nin komuta kademesinin göremediklerini gözünüze soksam dahi, göremeyecek kadar körelmişsiniz.

Lakin yine de deneyelim.

Ola ki bakar körlükten kurtulup, gerçekleri görebilirsiniz.

Halktan umut kesilmiş durumdadır, çünkü halk yoksulluk, vergi yükü, kaynak israfı, toprak ihanetiyle baş edemez konuma getirilmiş, sindirilmiştir.
Ben, elinizdeki silahlı gücü kullanarak iktidarı yok edin demiyorum, zira dediğim gibi ne geldiyse başımıza, bundan gelmiştir.

Benim demek istediğim şudur.

Emekli paşalarınız var, her ne kadar bazılarını tesislerinize sokmuyor olsanız dahi, iyi yetişmiş paşalara biraz ekonomi, siyasi alanda bilgi ve eğitim desteği verin ve halka gidip durumu anlatsınlar.

Askerin emeklisi olmaz, hepimiz gibi onların da vatana hizmeti son nefesine kadardır.

O nedenle emekli paşalar gerek TV'lerde, gerek toplum içinde yeniden Atatürk ilkelerine sarılmayı halka tekrar öğretsin anlatsınlar, şgal altındaki milli kavramdan uzaklaşmış, Arapçı, Vahhabi İslamın işgaline uğramış Eğitim bakanlığından, onların zorbalığı altında ezilen öğretmenlerden bunları beklemek ancak hayalcilik olur.

Tarikatlar kadar eğitim veremeyecek bir kurum musunuz?

Abuk sabuk insanlar TV'lere çıkıp saatlerce vaaz veriyor, halkın beynine tecavüz ediyorlar.

O şıhlar, şeyler, dervişler TSK veya paşalar hakkında ağza alınmayacak sözler sarf ederken, sizin emekli paşalarınız kıyak maaşlar alıp, yan gelip yatmak yerine halkı bilinçlendirme görevini yerine getirsinler.

Bunu siyasetten bekleyemeyecek kadar siyaset kirlenmiş, lekelenmiştir.

Millet küçük olsa dahi bir ışık beklemektedir, sahipsiz kaldığı hissine kapılan halk, istemese dahi körü körüne bataklığa doğru gitmektedir.

TSK'nin birinci derecede görevi, iç ve dış düşmana karşı silahlı mücadele kadar, silahsız eğitim görevini icra etmesidir.

Bu görev size birileri tarafından verilmedi, halk tarafından verilmiştir.

Nitekim siz de bu halkın bir parçasısınız, halkın kendi ve milli ordusunda yetştiniz.

Neden TSK'nin bu göreve talip olması gereğini, dilim döndüğünce anlatmaya çalışacağım.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, "Şehit sayısının artmasında bölgedeki paralelci polis ve askerin etkisi olduğunu, istihbarat paylaşımında sorun çıkarttıklarını" söyledi. 25 Mart 2016
Bu ne anlama gelmektedir?
Eğer Cumhurbaşkanı makamındaki şahıs, polis ve askerleri suçlayabilecek kadar kendinden geçmiş ifadelerde bulunmuyorsa, bir istihbarata dayalı bilgi paylaşıyorsa,  vatandaşın bu söylemlerden haklı olarak endişe duyması kadar doğal ne olabilir?

Nedir söylenen bu ifadeler? 

Kendiağzından çıkan söylemlerle, yargılanması geeken biri, Cumhurbaşkanlığı makamında bulunmaktadır.

TSK komuta kademesinde de bunlardan var mıdır, ihanet hangi boyutlardadır, araştırma, soruşturma yapıyor musunuz?

Yoksa Cumhurbaşkanı, başkomutan sıfatıyla başka amaçlar peşinde midir, ne demek istemiştir, TSK bölünmüş durumda mıdır ki, Erdoğan bu ifadeleri konuşabilmektedir.
Yoksa TSK başka güçlerin elindedir de, görev millete mi düşecek durumdadır?

Siz söyleyemeyeceksiniz biliyorum, öyleyse ben söyleyeyim.

Tayyip Erdoğan sözüne ne kadar güvenilir birisidir?
Gerçekten de halk bu soruyu kendisine sürekli sormaktadır, ancak denize düşenin yılana sarılacağı da bilinmektedir.

Yolsuzluk ve yoksulluk batağına saplanmış halk, neye inanacağını şaşırmış durumdadır.

Öyleyse çok kısa özet olarak bakalım, halk neden sarılacak bir yer aramaktadır?

17/25 Aralık operasyonu için yandaş medya, "Ayakkabı kutusu bir algı operasyonudur" diyordu.
Velev ki ses kayıtları da montaj olsun, velev ki her şey paralel denen yapının marifatiyle yapılmış olsun.

Bunları da paralel yapı mı yapmış, hükümeti kandırmıştı?

Malumunuz, TSK'nin elindeki teknolojik istihbarat cihazları elinden alınmıştı.

Tarih 1 Eylül 2010 ve Orduyu yıpratmaya çalışan havuz medyası, Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Aslan Güner'in İstihbarat Başkanı olduğu dönemde alınan cihazlar hakkında haber yapıyor.
"Asker, 5397 sayılı TİB yasasını ihlal etti" şeklinde haberler yayılmaya başlanıyordu.
Bu haberi kendisine sahip çıkılmadığı için Orgeneral Aslan Güner, "Cihazlar benim dönemimde alınmadı" diyerek Yaşar Büyükanıt, Ergin Saygun, sonradan başkan olan İlker Başbuğ, Hasan Iğsız ve Orgeneral İsmail Hakkı Pekin'i hedef tahtasına koymuştu.
Güner’e sahip çıkmayanlar bu kez yargılama sürecine doğru gidiyordu.
Nitekim, Bülent Arınç'a suikast bahanesiyle TSK'nin kalbi sayılan Kozmik Oda'ya girilmesine göz yumuldu.
Odaya girmesi için seçilenler, 11. Ağır Ceza Mahkemesi Hakimi Kadir Kayan ve özel yetkili savcı Şemsettin Özcan, Savcı Mustafa Bilgili olmuştu.
Ne olduysa o zaman oldu.
Çünkü ismi geçenler hakkında soruşturma başlatıldı hatta soruşturmadan evvel açığa alındılar.
Sadece Kadir Kayan görevden alınmamıştı.
Sonradan öğreniyorduk ki, Savcı Şemsettin Özcan emniyet imamı diye adlandırılan Osman Hilmi Özdil hakkında takipsizlik kararı verdiği için kendisi de paralel savcı olarak açığa alınmıştı.
Bunları neden söylüyorum?
Çünkü 2008 yılında henüz davalar kabul edilmediği günlerde Baykal'a karşı, o dönem bu savcılara ve diğerlerine destek açıklaması yapar gibi, " Savcı millet adına vardır, biz de millet adına hakkı aramanın gayreti içindeyiz. Bu anlamda savcılık ise evet savcıyım" diyen Erdoğan şimdi Başkomutan durumuna gelmiştir.

O gün Erdoğan güç kazandığını sanmış ve elinden gelen, gelmeyen her hareketi pervasızca yapar, hukukun içine eder konuma gelmişti.

Erdoğan bununla da kalmamış, 17-25 Aralık yolsuzluğunda bu kez hırsızlardan yana desteğini esirgememişti.

Elbet bunları benim uydurduğumu sanacaksınız.

Öyleyse hem habere hem konuşmasına bakalım ki, montaj mıymış görelim.

Tarih, 26 Aralık 2013
Konuşan Tayyip Erdoğan.

Konu: Zarrab hayırsever, Aslan, saf ve dürüst

Vahap MUNYAR
26 Aralık 2013

Erdoğan, Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan’ın dürüstlüğünden şüphesi olmadığını, olsa olsa saflığının kurbanı olabileceğini belirtirken, Reza Zarrab’ı ise ülkeye katkısı olan, hayır işlerine giren biri olarak değerlendirdi. Erdoğan, Zarrab'ın AB ofisine çantayla girip çantasız çıkması ile ilgili olarak da, "Teslim edilirken bir görüntü var mı? Sadece “Çantayla girdi, çantasız çıktı” gibi bir yaklaşım olabilir mi? Böyle bir hukuk var mı? Belki o çantayla kitap falan götürülmüştür" dedi. Hürriyet


Bu arada anımsatayım ki, Yasin El Kadı için de "kefilim" diyordu.

Devam ediyoruz, rezalet bitmek bilmiyor.


Umre air
03 Ocak 2014
İşadamı Reza Zarrab, Büyük Rüşvet Operasyonu’nda kendisiyle birlikte tutuklanan Kaan Çağlayan’ın ailesini özel uçağıyla umreye götürmüş. 22 Mart 2013’teki ziyarete, oğlu tutuklandığı için Ekonomi Bakanlığı’ndan istifa eden Zafer Çağlayan, eşi Songül Çağlayan, diğer oğlu Ahmet Çağan Çağlayan, gelini Kübra Ece, koruma Emrah Sarıyüce, İbrahim Arslan ile Ebru Gündeş ve Reza Zerrab katılmış.  Hürriyet



Tüm bunlar yaşandığı halde her nedendir bilinmez, AKP bunları her zamanki gibi yalanlama yoluna gidiyor, millete alenen yalan söylüyor, milleti salak yerin koymayı seçiyordu.

AK Parti’den ’Reza Zarrab’ açıklaması
24.03.2016
Ömer Çelik, "ABD’deki savcının tasarrufu olan bu konuda bir değerlendirme yapacak değilim. 
Fakat ibretle izlediğim şudur; ABD’deki bir tasarruf üzerine Türkiye’deki iç siyasetin nasıl dizayn edileceğine, Sayın Cumhurbaşkanımız ve bazı arkadaşlarımızla ilgili nasıl karşıtlık üretilebileceğine dair hastalıklı bir faaliyet var. 
Bu olaylarla Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı’nın ya da AK Parti’nin herhangi bir şekilde yan yana anılması dahi söz konusu olamaz" dedi.
Çelik, AK Parti kurucu üyelerinden Yaşar Yakış ile Adana Ceyhan Belediye Başkanı Alemdar Öztürk, Kahramanmaraş Elbistan Belediye Başkanı Durmuş Küçük ve Ankara Ayaş Belediye Başkanı Bülent Taşan’ın partiden ihraç edildiğini de ekledi.



Bunları neden anlattığımı başta söyledim.
Ülke öylesine zavallı duruma düşürüldü ki, ne vatandaş, ne kurumlar ne de yargı, TBMM kaldı ki, gerçekleri görebilsin.
Muhalefet desek, zaten Erdoğan'a ram olmak için yapmadığı soytarılık kalmamış durumda.
Onca şehit acısı yaşanırken, üzerine tecavüzler biber oldu, yakıyor milletin canını.

Her gün yeni bir tecavüz, her gün yeni bir kaç taciz haberi birden, mahkemeler aliyle serbest bırakılmalar, adalet duygusunun tükenmişliği vatandaşı isyan noktasına getirmiş durumda.
Ben 12 Eylül Cunta dönemini de yaşadım, 22 yaşındaydım, her şeyi net olarak anımsıyorum.
O vaki bile, böylesine içimin sızladığını açıkça anımsayamıyorum.

Zira düşman o dönemde sadece siyasetle parçalıyordu.

Şimdi siyasete ilave olarak etnik kökler ve din sosu da eklenmiş oldu.
Kız, oğlan ayrımı yapmaksızın, Camide tecavüzler, Kur'an kurslarında tecavüzler, yurtlarda tecavüzler, vakıflarda, ilkokullarda taciz, tecavüzler aldı başını gitti.


 

Uçkurunu eline alan, milletin karısına kızına saldırır konuma geldi. 

AZKP'nin arka çıktıkları öylesine utanmazlaştılar, öylesine cüretlendiler ki, propagandalarını alenen yapmaya, utanmaz, arlanmaz, ahlak yoksunu Diyanete verdirmeye başladılar.  

Yakındır, paşaların hüllesine de Yeni Osmanlıcı, AKP yandaşları gelecek konuma kadar memleketi sürüklediler.

Bu yetmezmiş gibi, ülke yönetenler de bu kurumlara sahip çıkmayı görev bilmeye başladılar.

Ölümü gösterip sıtmaya razı ettiler, tecavüzler rahatça yaşansın diye bu tür kurumlara, bakandan başlayarak, başbakan, cumhurbaşkanına kadar sahip çıkmaya başladılar.
Milet hangi derdine yanacağını şaşırdı kaldı.

Hırsızlıkların örtülmesine mi, tecavüzlerin kollanmasına mı, vergilerimizin hovardaca harcanmasına mı, doğayı, hayvancılığı, tarımı katledenlerin alaycı tavırlarla karşımızda sırıtmalarına mı, hangisine yansın bu millet?

Buyurunuz, Ensar tecavüzünü örtbas etme çabaları yetmiyor gibi, milletle alay edercesine konuşan bakanlar.

Tam 30 gün evvel, 27 Şubat 2016 tarihinde Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, "21. yüzyılın ensar olan devleti Türkiye, ensar olan milleti de Türk milletidir. Bu ensar milletin ve devletinin lideri de Recep Tayyip Erdoğan'dır" dedi. 



Bununla sınırlı kalsa iyi, ülkenin başbakanı da aynı zihniyetle, tecavüzlerin yaşandığı vakfa sahip çıkıyorlar.
Anımsarsanız TSK mensuplarına fuhuş suçlaması yaparlarken, asla kılları kıpırdamıyordu, ne çabuk unuttunuz?
Velev ki haklı olsalar diyelim.

Fuhuş yapanlar en azından rüştünü ispatlamış kişiler, ya sübyanlar, oğlanlar, bebek denecek yaştaki kız çocukları?
Şu konuşmaya bakınız, kız babası bir başbakan, "Biz Ensar Vakfı’nın insanlığa ve ülkemize hizmet ettiğine hep şahitlik ettik, ediyoruz" diyebiliyor ve bunlar parlamentoda hem dokunulmazlar hem de ülke yönetiyor, yasa yapıyorlar.



Elbet mecliste duyarlı, gerçekten vicdan ve merhamet sahibi insanlar da var ve avazı çıktığı kadar bağıran bir kaç kişiden biri.



Düşünsenize, kendilerinde sadece ve sadece Müslüman olduğu için siyaset yapma hakkının var olduğunu söyleyenler, sadece ve sadece Müslüman olduğu için oy alanlar, sıra Milletin namusuna, iffetine, ırzına geldiler mi, parmakları bile kalkmıyor.

Daha kötüsü, polis okullarda Ensar protestosu yapanları dövüp gaza boğarken, karşıt bir grup çıkmış, "Ya Allah bismillah, Allah'u ekber" nidalarıyla, sanki ensar tecavüzcülerine destek verir duruma düşüyorlar.
Videoya çok iyi bakınız, Ensar tecavüzünü protesto ediyorlar, bir grup Müslüman onlara karşı Ensar tecavüzünü, "Allahu ekber" nidaları eşliğinde ve polisin desteğinde savunuyorlar.

Yanlış anlaşılmasın, tecavüzü, Allah sesleriyle savunuyorlar.

Bunlardan birine sorsanız kesinlikle, "yanlış anlaşıldık" takiyyesi yapacakları ortadadır.

Aksi halde ya geri zekalıdırlar ya da tecavüz yandaşları diye sorgu yapmak durumunda kalırsınız.

Bunlara ne polis, ne yargı sormuyor, "siz tecavüzcülerden yana mısınız, zavallı çocuklardan mı" diyemiyor.

Bu nasıl bir rüyadır ki bir türlü uyanamıyoruz, sürekli ama hiç durmaksızın tecavüz haberleriyle sarsılıyoruz?

Bunların amacı nedir, sanki Rezza rezaletini, yolsuzluk ekonomisini, şehit haberlerini örter gibi kullanılmakta olduğunu kimse göremiyor mu?

Çok merak  ediyorum, yaşadığımız bunca felaket, tecavüz, yolsuzluk Tayyip Efendi'nin, "400 milletvekilini verin ve bu huzur içinde çözülsün" deme cüretinin neresine oturmaktadır.





Buyurun size ensar olanlar...
Ensar Vakfı, taciz cezalısı yazar Mustafa İslamoğlu'na konferans verdirdi.
İyi hal indirimi
 
Mahkeme kararında sanığın eyleminin “mağdur kişiye karşı ırza tasaddi (tam olarak ırza geçme değil, sürtünme) suçu” olduğu belirtilerek, 3 yıl ceza verildi. Karara göre mahkeme, İslamoğlu’na “Sanığın duruşmadaki olumlu davranışları, işlediği suçtan pişmanlık duyması ve adalete güven duygusu içinde olması halleri...” nedeniyle ceza indirimi de uygulamış. Sanığın cezası bu nedenle 3 yıldan, 2 buçuk yıla indirilmiş. Cumhuriyet


TBMM Genel Kurulu’nda görüşülen, Kişisel Verilerin Korunması Kanunu Tasarısı’nın 1-18’inci maddelerini kapsayan birinci bölümü kabul edildi.

Yasa tasarısında önceki gece yarısı, kritik bir değişiklik yapıldı. Hükümetin TBMM’ye gönderdiği tasarıda yer almayan, Meclis Adalet Komisyonu’nda da hiç gündeme gelmeyen bir konu ile metne dahil edilen madde, gece 23.10’da AK Parti oylarıyla benimsendi.

Ek maddede “Kişisel veriler, uluslararası sözleşme hükümleri saklı kalmak üzere, Türkiye’nin veya ilgili kişinin menfaatinin ciddi şekilde zarar göreceği durumlarda, ilgili kamu kurum veya kuruluşunun görüşü alınarak, kurulun izniyle yurt dışına aktarılabilir” ifadeleri yer aldı.

CHP İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak, AK Parti’nin TBMM’ye gece yarısı getirdiği önerge ile yapılan değişikliğin ABD’de tutuklanan iş adamı Reza Zarrab’a “koruma kalkanı” olduğunu savundu. Toprak, “Bu madde metne kimin için ve neden gece yarısı eklendi. Yeni maddeyi okur okumaz akla Zarrab geliyor. Bu değişikliği AKP izah etsin. Ne acı ki Türkiye Iraklaşıyor” ifadelerini kullandı.



Konuyla ilgili dokümanlar için bakınız...


 


Mahmut Tanal gönderisinden.





Reza Zarrab'ı sorguladıkça Kendisinin ne kadar bakan sever bir adam olduğunu keşfettim


İşin özeti, son sözüm şudur.

Ekonomik ve tecavüz batağına düşürülmüş ülkeye yakındır birileri el atacak veya el koyacaktır.

Her söylediğim yavaş yavaş gerçekleşiyor.

Muhtemel bir erken seçime bile gitseniz, bu sizin sonunuz olacaktır.

Ya çocuklarımıza ve beyinlerimize yapılan tecavüzleri durdurun, ya da birileri durdurulması için, bir yerlere talimat vermeye başladığını görün.

Unutmayın ki, devlet başa geçmezsei kuzgun leşe konacaktır.

Gelecek de bir gün gelecek, herkes yaptıklarının hesabını bu dünyada verecektir.

27.3.2016

A. Dursun



 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder