Mayınlı arazilerin temizlenme bahanesi, arazilerin tarımda kullanılması olarak gösterilmiş olup, gerçekte o bölgelerden PKK, IŞİD girişlerinin ve dahi sığınmacı akınının rahat yapılabilmesi için gerçekleştirilmiştir.
Bunu aşağıda TBMM'deki konuşmalardan, ihanetin diğer adı olan Eyaletler ile nasıl sağlandığını anlayacağınız arşivler sunacağım.
Hristiyanlaştırılan Müslüman'a, ümmet aşısı yapıldığından bu güne, Kürdistan'a alıştırıldı ve tek şartları var, illa da Ümmet-i Kürdistan olsun istiyorlar.
Erdoğan, "Türkiye'nin, Taliban'ın inancıyla alakalı ters bir yanı yok" demişti.
Kraliçeden Zengin TAYYİP.Bazı yazılarımda verdiğim pdf dosyaları, buradan detaylı olarak indirebilirsiniz. Mezhepler Tarihi.rar.
PKK ile savaşmaları da, ümmetçi ve milliyetçi PKK savaşı gibi yansıyor.
Türklerin de % 99,9'unun ümmetleştiği göz önüne alınırsa, hep beraber "hamd olsun Ümmet-i Kürdistan" diyebilirsiniz.
İZLEYİNİZ...
Bu yazıyı ekteki pdf dosyalarında bulacaksınız.
Tayyip Erdoğan, İsrail ve Rusya'dan özür dilediğini kabul etti.
Yüzlerce kez söyledim.
"Erdoğan ya konuştuğunu bilmiyor ya da akli melekeleri gerçekten yerinde değil."
Belki de Levent Gültekin'in, "Erdoğan'ın başarısının tek bir anahtarı var, utanma duygusunun olmaması" sözleri doğruydu.
Muhtemel Erdoğan operasyonunun nasıl yapılacak olduğunu az çok tahmin etmiştik.
Şimdilerde o operasyon sonuçlarını vermeye başlamıştır.
Dakika 3:00'da şöyle söylüyor.
"Türkiye'nin, Rusya ve İsrail ile ilişkilerini düzeltme yolunda attığı adımların, dışarıdan olduğu kadar ülke içinden, hatta kendi çevremizden birilerini de rahatsız ettiğini görüyorum"
Türkçe cümle yapısına uygun olarak soralım.
Rusya ve İsrail ilişkilerini düzeltme yolunda adım atan kim?
Türkiye diyor.
Peki Türkiye kim?
Hem başbakan, hem Cumhurbaşkanı, hem parlamentonun, hem TSK'nin baş komutanı, hem yargının başı vs...tüm vasıfları üzerinde bulunduran, yetinmeyip başkanlık isteyen kim?
Demek ki Türkiye kimmiş?
Bir zamanlar Demirel'in dediği gibi, "Devlet benim" mantığı aynı.
Yani Türkiye dediği Erdoğan'ın tam da kendisi.
Öyleyse ilişkileri düzeltme hamlesini yapan kimmiş, elbet ki Erdoğan.
Dakika 12:32'de şöyle diyor.
"Tayyip Erdoğan 40 yıl önce nasıl
düşünüyorsa, nasıl hissediyorsa, nasıl mücadele ediyorsa, bugün de aynı şekilde
davranıyor, bunun böyle bilinmesini isterim."
Yahu, Erdoğan ilişkileri bozarken kimse
konuşmasın, özür dileyip düzeltme yolunda adım attığında kimse konuşmasın, yahu
gerçekten kendini "yeni Allah"
mı sanıyor nedir?
Erdoğan eleştirilemez diye bir ayet mi var,
kendisine vahi mi geliyor nedir?
Zaten bir kaç dakika içinde, kendini
yalanlayan yüzlerce beyanatı varken, buna kim inanır?
Soralım, Suriyeli mülteciler sadece Erdoğan'ın kendi memleketi Rize'de neden yok?
Gelelim M. Ali Şahin'e.
"Bu teröristler güya Kürt vatandaşlarımızın hakkını, hukukunu korumak için mücadele ediyorlar. Kürt vatandaşlarımız Müslüman'dır, inançlı insanlardır. Bunların Kürt vatandaşlarımızla uzaktan yakından hiçbir ilgileri yok. Onlar, Türkiye'nin belirli bir bölgesini bölmek isteyen yabancı güçlerin maşalarıdır, piyonlarıdır. O nedenle onlarda din, iman, Ramazan ve mukaddesat diye bir şey yok."
Şu kafaya bakar mısınız, tıpkı IŞİD kafası gibi.
Müslüman değilse ne olacak?
Her Kürt, Türk vs... Müslüman olmaya mecbur mu, bu mu demokrasi anlayışınız?
"Biz Türkiye'yi daha da demokratikleştirebilmek için daha önce var olan, güvenlik güçlerimize verilmiş olan birtakım yetkileri geri almıştık. Demokratikleşme paketleriyle. Şimdi terörle böylesine kapsamlı bir mücadele yaparken bu yetkileri tekrar geri verilmesi zarureti doğdu. Daha önce AK Parti iktidarı olarak almış olduğumuz birtakım yetkileri, şimdi yeniden geri verdik."
Sormak lazım, bir taraftan diyorsunuz ki, "TSK'nin vesayetini kaldırdık" şimdi diyorsunuz ki, "TSK'nin vesayetini geri getireceğiz."
Şu AKP içinde, bir kişi yok mudur ki, ağzından çıkanı kulağı duysun?
EMASYA protokolünü kaldırılıp yerine FETASYA protokolü koyduğunuzda, sıradan vatandaş olarak ne kadar söylediysem yazık ki işinize gelmiyordu.
Ne oldu ki, şimdilerde EMASYA protokolünü yeniden getiriyorsunuz?
Madem yapacaktınız, Hollandalılar "PKK hendek kazarken belgesel" çekerlerken aklınız neredeydi?
Yoksa terörist kadar onurlu, şerefli olmayı yeni mi öğrendiniz?
Yoksa siz, o vakitler Oslo Hançeri'ni milletin böğrüne saplamakla mı meşgul dünüz?
Bir önceki işten atılan başbakan HDP'yi eleştirirken, ''Ermeni çeteler gibi Rusya’yla işbirliği yapıyorlar. Gidip Moskova'da temsilcilik açıyorlar'' dediğinde, OSLO'da PKK ile görüşürken İngilizlerinki acıtmıyordu da, Rusların ki mi acıtıyor diye boşuna mı soruyordum?
Erdoğan'ın şimdi hem İsrail ile hem de Rusya'dan özür dilemesi nasıl açıklanabilir ki?
Ama o bizim padişahımız, sıçtığı b*k üzerine sıçılmaz değil mi?
AKP rezaleti, bir değil iki değil, bitmek bilmiyor ki.
04.07.2016 tarihinde Binali Efendi, Bakanlar Kurulu toplantısı sürerken, işçi, işveren ve esnaf için teşvik paketini açıklamış.
Tam bir skandal açıklama.
Lafa bakınız, "Yükte hafif pahada ağır işlerle uğraşanların tedarikçileri arasındaki sözleşmelere de damga vergisi istisnası getiriyoruz" diyor.
Ne demek yükte hafif pahada ağır, tam bir sokak jargonu.
Dilinin varmadığı şey, Pırlanta tüccarı yandaşlar ve çocuklarını korumaya çalışılıyor olmasıdır.
"Yurtdışındaki varlığını Türkiye'ye getirene soru olmayacak kara para olmayacak terör kaynaklı para olmayacak. Paralarını Türkiye'ye getirsinler."
Zaten Nereden buldun yasasını siz kaldırmamış mıydınız, şimdi ne anlatıyorsunuz ki?
11 bin tonluk yardım gemisi Gazze'ye insani yardımları Mersin'den götürdü ve oradan, Aşdod Limanı'ndan, Gazze'de bulunan, çok zor şartlarda yaşayan 1,5 milyonu aşkın Filistinli kardeşlerimize ciddi bir insani destek olarak Türkiye verdiği sözü yerine getirmiş oluyor.
Zaten İsrail'de bunu söylüyor, ambargo kaldırılmayacak Aşdod Limanı'ndan izin vereceğiz demişti.
Milleti salak yerine koymak bu kadar mı ucuz?
Daha önemlisi, Suriyelilere vatandaşlık verme planları hız kazandı.
Bunu daha evvel gerekçelerini ayrıntılarıyla işlemiştik.
Yakında ilan edilecek olan Kürdistan nüfusunun, o bölgeye şimdiden yerleştirilmesi planı tam gaz ilerledi ve son aşama olarak vatandaşlık veriyorlar.
Pek, kim bu Suriyeliler, gerçekten Suriyeli mi yoksa Suriyeli diye bize yutturuluyor mu?
Erdoğan'ın dediği gibi, gerçekten kardeşlerimiz mi?
Velev ki kardeşlerimiz kabul edelim.
Öyleyse Türkmenler düşmanımız mıdır?
Öyleyse Erdoğan'ın kardeşlerimiz dediği Suriyeliler, mülteci kampında neden Türk bayrağını indirmiş, kendi bayraklarını asmışlardı?
10 yıl sonra Suriyeliler "özerklik" isterse ne olacak diye sorgulamıştık, orada Türkmenlere yapılan saldırı, Türk polisiyle çatışmaları ve bayrağımızı indirmelerinin görüntülerini bulacaksınız.
Anımsarsanız AKP'nin göz yumduğu durumlar, ülkemizde tıpkı ABD askerlerinin Irak'lı çocuklara gay olup olmadıklarını sorması gibi oldu.
Ülkemizde de aynı kafalar sürekli işgal provalarında baş göstermektedirler.
Öyle ki, namaz kılmayana idam istendiği ülke konumuna düşürüldük, yetmedi, Namaz kılmayan memur olmasın söylemleri artmaya başladı yetmedi, Profesör titri taşıyan deyyus namaz kılmayan hayvandır demeye başladı yetmedi, 28 Şubat mağduru yaratanların sayesinde türbandan atılanlar kamuya KPSS’siz girmeye başladı yetmedi, 450 AKP'li yakını Sınavsız Üniversiteye Kayıt yaptırdı yetmedi, devlet memuriyetine SINAVSIZ İSTİSNAİ KADROLARDAN atamalar yapıldı yetmedi, Türkiyeli Davutoğlu Suriyelilere sınav yapmadıklarını itiraf etti yetmedi, Türk bayrağını indirip, polisle çatışan Türk düşmanı mültecilere 100 TL az geldiği için 85'er Avro ödenmeye başladı yetmedi, bunca harcamanın karşılanması için vergi yükü ağırlaştırıldı, asgari ücretliler, emekliler bile vergi yükü altında ezilirken, Diyanet denen okur düşkünü, haysiyet timsali kurum, İslam'da faiz haram dediği halde Allah taciri olarak, "faiz alırım" demeye başladı yetmedi, ilk türbanlı cenin yarattıklarından sonra İlk türbanlı Hakim yaratıldı fakat hiç kimse, "Hz. Muhammed Namaz Kılmayı Kimden Öğrendi" diye sormayı akıl edemedi.
Bunca uyuyan, kendinden habersiz insanların gözlerinin içine baka baka, Müslümanların ele geçirdiği TRT'den Bölünmüş Türkiye haritası yayınlanmaya başladı ama yine kimse uyanamadı.
Onca çocuğa tecavüzlerin yaşandığı, ülkede bitmek tükenmek bilmeyen tecavüz furyasından nasiplenen Ensar vakfına, Erdoğan'ın "Vakit Ensar Olma Vakti" diyerek sahip çıkmasına bile kimse aldırmadı.
Sonra da deyyus-u ekberler sübyan istemeye, sübyan istismarları çığ gibi artmaya başladı.
Çocuklar bile sübyan diyarı olan ülkemizde, babamdır tecavüz etmek hakkıdır söylemleriyle karşı karşıya kaldılar.
Buna itiraz edenlere dava açtılar ve aileler çocuklarına sahip çıksaydı diyerek, yapanları aklamaya başladılar.
Yandaş dayanışmasından hızını alamayan bakan Zeybekçi bile, sanki fuhuş serbest bölgesi açıklaması yapar gibi serbest bölge açıklaması yaparken, "her türlü ticaret yapılacak" diye açıklama yapabildi.
Bunlar da yetmedi, Hüllene sahip çık kampanyası başlatıp, insanlar adeta karılarını peşkeş çekmeye teşvik edildi ve utanmadan bunun yasallaşmasını arzuladıklarını anlattılar.
Tüm bunları göremeyen mü'minlerden dolayı Diyanet bile, kızınıza şehvet duyabilirsiniz demeye başladı ve neredeyse Başbakanlık cima düzenlemesi yapacağının işaretlerini verir gibi, utanmadan, sıkılmadan cuma genelgesi yayınladı, sanırsınız Diyanet değil kerhane işletmecisi ve destekçisi bir devlet haline gelindi.
Müslümanlara o kadar uyarı yaptım, sübyancılık gerçekleriyle yüzleşmelisiniz dedim ama kimsenin işine gelmedi.
Velilere uyarı yaptım, aman ha, camilere çocuklarınızı yollarken dikkatli olun dedim dinleyen olmadı, onca tecavüzden sonra AKP ve Ensar eliyle çocuklarımıza kelle kesmeyi dizilerle, filmlerle öğretmeye başladıklarında, artık iş işten geçmiş durumdaydı.
Tüm bu sapkınlıkların kökenlerine kimse inmedi, kimse bunca vurdumduymazlığın kaynağını araştırmadı.
Çünkü araştırsalardı, eş cinselliğin, sübyancılığın Laik sorun mu, İslami sorun mu olduğunu öğrenmekten korktular, korkutuldular.
Korkutma hiç durmadı, en son örneğini AB üyeliğinde yaşadık.
AB'den gelen mesajlara kulağını tıkamış gibi gösterilen AKP, aslında bakan Ala'nın "egemenlik hakkımızı devredecek yasa çıkartacağız" sözüyle, nerelere kadar gelindiğini göstermekteydi.
İngiliz halkı bizden daha mı akıllı yoksa onların yöneticileri mi bizimkilerde akıllı veya dürüst?
Bütün yaşadıklarımızın tek bir açıklaması var, o da "Her 8 kişiden 7'sinin öldürülecek" olması ve bu görevde BOP eş başkanlarının devrede olmasıdır.
Bu planların temelleri, Osmanlı'nın parçalanmasıyla başlıyor ancak son 77 yıldır AKP'nin gelmesi için yapılan hazırlıkta tüm T.C hükümetlerinin katkısı oldu.
Ve tümü de İslam'ı kullandı ve tümü de Türkçe ve Türk düşmanlığını, Arapça ve İslam ile gizledi.
Çünkü İslam'ın temel felsefesinde ve Peygamberlerinin düşüncesinde açık ve net olarak Türk düşmanlığı yatmaktadır.
Atatürk, Türk ve Cumhuriyet düşmanlığı içinde olanlar ATATÜRK, "PEYGAMBER MUHAMMED TÜRK'TÜR" DEDİ iddialarında olsalar dahi, bir çok yerde Atatürk'ün İslam düşmanı, Yahudi kökenli olduğunu söyleyenler de, Atatürk'ün Suudilere ültimatom verdiğini söyleyenler de aynı kesim olmuştur.
Bunda bir sonuç elde edemediklerini anladıklarındaysa, Kur'an referans gösterilerek, "Maide suresi 54.ayet Türkleri müjdelemiş" iddialarıyla ortaya çıkmışlardır.
Oysa bunun da tam bir cehalet söylemi olduğu ortadadır.
Sözün özü olarak, Kürdistan ve ümmetçilik söylemleriyle, "Türk milliyetçiliğini ayaklarımızın altına aldık" diyenlerde, Kürdistan'ı Türk halkına kurdurulmaktadır.
Zaten Türklerden gizlenen, Müslümanların Türk katliamlarını tüm dünya bilmektedir, o nedenle lafı evirip, çevirmeye ihtiyaç da yoktur.
Vakit uyanma vaktidir, eğer ki Başkanlık sistemi gelecek olursa, Eyalet sistemi (EYALET YA DA BÖLGESEL KALKINMA AJANSLARI) artık kaçınılmaz olarak devreye girmek zorunda kalacaktır.
Bunu zaten TBMM kürsüsünden de millete karşı alenen söyleyebilmektedirler.
Adamlar açık ve net olarak, "Kurtarılmış bölge Kürdistan'a, TC giremiyor" diye uzunca süredir dillendirmektedirler.
İNGİLİZ İSTİHBATARININ NURCULUĞU KURMASI.
İngiltere vahhabiliğin KURUCUSUDUR.
Kraliçeden Zengin TAYYİP. Nereden buldun bu Nakit parayı?
Kraliçe Elizabeth mi yoksa Erdoğan mı zengin?
Diktatörleşme hevesinin sonu yoktur.
AKP, Vahhabi ortaklığı, Türklere SOY KIRIM yapıyor.
Yeni bir medeniyet ve şehirleşme projeleri.
Yeni İpek Yolu Projesi Çin’in Marshall Planı Mı?
CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel bile durumu, “Bu konuyu, içeride ve dışarı da bir siyasi rant kapısı, siyasi koz
olarak gördü. Terminolojisinde bile onlara hitap ederken, Türkiye’de ‘ensarlar’
ve ‘muhacirler’ diyor. Ensar ve muhacir üzerinden bir yaklaşım doğru değil.
İnsan hakları üzerinden hak temelli bir yaklaşım doğrudur. Korunmaya muhtaç
olanlar, onu koruyanlar İslam tarihiden referans yaparak bu yaklaşımlarda
bulunulması doğru değildir. AKP ve Cumhurbaşkanının mülteci meselesine
yaklaşımı din eksenli, mezhep eksenli, ayrıştırıcı ve çatıştırıcı. Suriye’deki
çatışmaları körükleyenler Türkiye’nin içine de bundan sonraki süreçte benzer
bir çatışmayı da dayatıyorlar” şeklinde özetlemiş.
Ya Bakanlar Kurulu kararıyla vatandaşlığa alma uygulanacak veya yasal değişiklikle işlemler kolaylaştırılacak. 2 milyon 746 bin Suriyeliye, entegrasyon sağlandıktan sonra vatandaşlık hakkı tanınacak.
8 ana kriteri yerine getiren ve vatandaşlık için başvuracak Suriyelilerde ise “toplumsal ve kamu düzenine uyum, sosyal uyum, yeteri seviyede Türkçe biliyor olması, adli sicil kaydının temiz olması, suç kaydının bulunmaması, Türkiye vatandaşı olacağında nasıl bir katkı sağlayacağı” kriterlerine bakılacak. Bu kriterleri yerine getiren ve vatandaşlık için başvuran Suriyeliler için İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü, “Vatandaşlığa kabul edilip edilmeyeceğini, vatandaşlığa uygunluğunu” inceleyerek rapor verecek. İstihbarat incelemesinden de geçirildikten sonra uygun rapor verilen Suriyeliler Türkiye vatandaşlığına kabul edilecek.
Suriyeliler vatandaşlığa geçtiklerinde çalışma hayatlarındaki birçok sınırlama sona erecek.
* Çalışmak isteyen Suriyelilerin 6 aylık bekleme süresi sona erecek.
* İstedikleri sektöre geçecekler.
* ‘İşyerindeki sayıları yüzde 10’u geçemez’ sınırlaması da kalkacak.
* Gelir testinde belli bir sınırın altında geliri olduğu belgelenen Suriyelilerin sağlık sigortası primleri devlet tarafından ödenecek. Bunun dışında kalanlar ise primlerini yatıracak. Ayrıca hastaneye ve eczaneye gittiklerinde de katılım payı verecekler.
* Mülk edinme hakları olacak.
* Seçme ve seçilme hakları olacak.
* Milletvekili, belediye başkanı, belediye meclis üyesi, muhtar seçilebilecekler, yaşadıkları yerlerdeki yönetimlerin belirlenmesinde etkin olacaklar.
* Askerlik hizmeti yükümlülüğüne tabi olacaklar.
* Türk vatandaşlarıyla aynı sınırlamalar kapsamında okula gitme hakları olacak.
* Üniversite içinse sınava girme zorunluluğu gelecek. Hürriyet
Davutoğlu Ermenilere; "Bir
gün gelecek sizin de Türkiye'de eviniz olacak"
Nerede gerçekleştirmiş?
İstanbul'da....!
Bir önceki masalında, "Türkiye’den Rojava İçin 2. Cezayir Antlaşması Girişimi" başlığı atmış, Erdoğan hükümetinin sizi bitireceğini ifade etmiştin.
Bre aklı kıt adam, Erdoğan sizi bitirecek olsa, siz 7.Olağan Toplantınızı İstanbul’da gerçekleştirebilir miydiniz, a şapşallar?
AKP ve PKK kardeşliğinin şifrelerini ortalığa saçmış, konunun da içine s*çmışsın, daha da konuşuyorsun ki, zavallı halk da sizi Kürtlerin hakkını savunacak sanıp duruyor.
O bölgede petrol bitene kadar siz de bundan pay alıyorsunuz, efendileriniz de.
Olan gariban halka oluyor, ne de olsa sizin küpler ağzına kadar dolmuştur, salla gitsin Kürt halkını.
Aşağıda bazı ayrıntılar var, bakmanızı
önereceğim.
05.7.2016
A. Dursun
PYK, ALDIĞI YENİ KARARLARI KAMUOYUNA
DUYURUR!
Mehmet Mamas
20, 2016
2016 Newroz’u Kürdistan halkına, inşa sürecinde Bağımsız Birleşik Demokratik
Kürdistan şiarını ilke edinen tüm yoldaşlara, dünya mazlum milletlerine umut ve
zafer dileğimizle kutlu olsun diyerek yeni yılımıza başlıyoruz.
PYK (Platforma Yekîtîya Kurdistan) 7.Olağan Toplantısını İstanbul’da
gerçekleştirdi.
Bu toplantıda;
3 Asil, 2 Yedek üye olmak üzere yeni Yürütme Kurulu oybirliğiyle
seçilmişlerdir.
Denetleme Kuruluna 2 arkadaşımız oybirliğiyle seçilerek, 6 ayda bir rapor
hazırlayarak bunu Platformun yayın organında yayınlaması karar altına
alınmıştır.
PYK’nin yayın faaliyetini sürdüren alayekiti.com sitesi siber saldırı sonucu 6
defa tüm altyapısıyla tahrip edilmiş olması gerçeği karşısında,yeni tedbirlerin
alınması,alayekiti’nin daha aktif,güncel haber vb alanda güçlendirilmesi kararı
alınmıştır. Ekipman ve donanımı arttırılarak desteklenmesi amacıyla yeni Yayın
Kurulu’na gerekli imkanlar sunulacaktır. Bu vesileyle alayekîtî, yakında
sizlere yeni şekli ve yapısıyla hitap edecektir.
Toplantı kararları temelinde toplanan Yürütme Kurul’u kendisine tanınan
inisiyatif çerçevesinde şu kararları almıştır;
Toplantı sonuçları değerlendirilerek ilk etapta İstanbul’da faaliyeti öngörülen
Kültür Araştırma ve Gençlik Derneği kurma girişimlerine 20.03.2016 tarihinden
itibaren başlamıştır.
Amed (Diyarbakır),Wan (Van), Meletî(Malatya), Semsur(Adıyaman),
Sêwreg(Siverek), Dersîm(Tunceli), Bîngol(Bingöl), Mêrdîn(Mardin), Adana, İzmir
başta olmak üzere tüm Kürdistan illerinde şubelerin kurulması kararı
alınmıştır.
Türk devleti parlamentosunu esas almayan, bağımsız birleşik özgür Kürdistan
amacını ilke edinen bir siyasi partinin kurulması çalışmalarını dernekleşme
çalışmalarıyla paralel olarak önüne koymuştur.
Parti kurma çalışmaları için ülkemizin siyasal mücadelesi içerisinde düşünülen
birlik, ittifak vb. organizasyonların yaratılması için sürmekte olan çalışmalar
devam edecektir.
20.03.2016
PYK Yürütme Kurulu
Diyanet, Siyaset, Rant üçgeninde Deizm neden tehlike olarak görülüyor?
FUKUYAMA’DAN HUNTİNGTON’A BİR BUNALIMI ÖRTME ÇABASI ...
Prof. Dr. Ahmet DAVUTOGLU
Siyasî karar mekanizmaları ile siyaset teorisyenleri arasında ilginç bir hukukîleştirme ve meşrûlaştırma ilişkisi olagelmiştir. Özellikle siyasî değişimin ve yeni düzen arayışlarının yoğunlaştığı dönemlerde bu ilişki tarzı daha da bir yaygınlık kazanmaktadır.
Soğuk savaş sonrası dönemde yeni dünya düzeni sloganı çerçevesinde yaygınlaşan yeni teoriler hakim siyası güçlere kamuoyu oluşturma ve meşruiyet kazanma doğrultusunda önemli hizmetler sunmuşlardır. En çarpıcı misalini Fukuyama’nın Tarihin Sonu tezinde gördüğümüz bu ilişki türünün son örneği Huntington’ın Medeniyetlerin çatışması (The Clash of Civilizations) tezidir.
Muhteva açısından birbiriyle çelişen bu iki tez zamanlama ve ABD dış politikasının teorik zeminini oluşturmak bakımından ciddî benzerlikler arz etmektedir. Fukuyama tezinin ilk versiyonunu Romanya devriminin ve Berlin duvarının yıkılmasının oluşturduğu romantik ve iyimser bir ortamda yazmış ve serbest piyasa mekanizmasına dayalı batı liberal demokrasisinin mutlak zaferini ilan etmişti. Bu teoriye göre insanoğlunun tarih boyu süren arayışı batı liberal demokrasisinin getirdiği değerlerle nihaî mükemmeliyete ulaşmıştı. Ona göre artık bütün alternatif değer sistemleri ve medeniyet yapıları tarihin bu son evresinde batı medeniyetinin üstün değerlerine boyun eğmek zorunda idi. Bu yaklaşım yeni dünya düzeni fikrinin entelektüel zeminini oluşturdu. ABD dış politika yapılanması bu romantizm ve entelektüel zemin içerisinde sadece kendi kamuoyunu değil bütün bir dünya kamuoyunu Körfez savaşına yönlendirme ve yeni dünya düzenine şartlandırma imkanı buldu.
Bu atmosferin Bosna krizine kadar devam ettiği söylenebilir.
Özellikle Körfez savaşını müteakip günlerde muhtemel kriz bölgelerinden bahsetmek yersiz bir kötümserliğin işareti sayılıyordu. Bağdat’ın bombalanmasının hemen akabinde 20-23 Mart 1991 tarihleri arasında Kanada’da toplanan International Studies Assocation tarafından tertiplenen Uluslararası İlişkilerde Yeni Boyutlar başlıklı kongreye sunduğum Medeniyet, Dönüşümü ve Siyasî Sonuçları adlı tebliğimde "Tarihin Sonu" tezinin batı medeniyetinin geçirmekte olduğu kriz sürecini örtmeye çalışan entelektüel bir çaba olarak niteleyip tenkit ettiğim zaman bu iyimser yorumculardan bu doğrultuda’ ilginç tepkiler almıştım. Yaklaşık 600 siyaset bilimcinin 230 ayrı oturumda ele aldığı uluslararası ilişkilerin yeni boyutları birkaçı müstesna genellikle son derece iyimser bir tabloyu gözler önüne seriyordu.
"Yeni Dünya Düzeni"nin baş düşmanı hizaya getirilmiş ve tarihin sonunu perçinleyen barış dönemi başlamıştı. Benim böyle bir ortamda batı medeniyetinin gerek felsefî, gerekse sistemik dengesizliklerden kaynaklanan krizinden ve bu krizin uluslararası sistemi etkileyen boyutundan bahsetmiş olmam rahatsızlık doğurmuştu.
Bosna’da yaşanan insanlık dramı tarihin değil bu hülyalı dönemin sonu oldu. Bosna’da Batılı ülkelerin gözetim ve denetiminde gerçekleştirilen soykırım hem batı medeniyetinin yaşadığı değer krizini hem de uluslararası sistemin çarpıklıklarını bütün açıklığıyla ortaya koydu. Böyle bir gelişme Fukuyama’nın oluşturduğu çerçeveyi geçersiz kılıyordu. Bu dengesizlik ve çarpıklıkların örtbas edilmesi için yeni teorik çerçeveler ve bu teorik çerçevelerin öngördüğü yeni suçlular ve düşmanlar gerekiyordu. Uzun süredir siyasi literatüre ciddi bir katkıda bulunamamış olan Huntington bu misyonu üstlendi ve Foreign Affairs dergisinin 1993 Yaz sayısında "Medeniyetler çatışması" başlıklı yazısını kaleme aldı.
Huntington’a göre dünya politikası yeni bir evreye giriyordu ve bu evrede ideolojik ve ekonomik çatışma yerini kültürel ağırlıklı medeniyetler çatışmasına bırakıyordu. Ona göre gelecekteki politik çatışma alanları medeniyet çatlaklarının olduğu bölgeler olacaktır. Bu yargı yazıda altı temel sebebe isnat ettiriliyor:
1. Medeniyetler arası farklılıklar sadece gerçek değil aynı zamanda temel farklılıklardır,
2. Dünyanın küçülmesine koşut olarak medeniyetler arası ilişkiler yoğunlaşmakta ve farklı medeniyetlere üye topluluklar arasındaki kültürel farklılıklar farklı şuurlanma biçimleri oluşturmaktadır,
3. Ekonomik modernleşme ve sosyal değişim ile sarsılan yerel kimliklerin yerini fundamentalist dini şuurlanma doldurmaktadır,
4. Batı toplumları dışındaki toplumlarda kitlelerin batı hayat tarzını benimseme eğilimi hızlanmakla birlikte bu toplumların seçkinleri arasında otantik ve yerel kültürlere dönüş eğilimi artmaktadır,
5. Kültürel farklılıklar ekonomik ve siyası farklılıklara göre daha zor uzlaşılabilen çatışma alanları doğurmaktadır. 6. Din ve kültür temellerini de barındıran ekonomik bölgecilik güçlenmektedir.
Görüldüğü gibi Huntington, Fukuyama’ya göre çok farklı ve zıt bir teorik varsayımdan hareket etmektedir. Fukuyama’nın aksine Huntington tarihin sonunu işaret eden evrensel bir değerler sisteminden ve uluslararası bir düzenden bahsetmiyor. Aksine ortaya çıkan bir düzensizliğin tahlilini yapmaya çalışıyor ve bu düzensizliğe yol açan çatışma alanlarının ortak zeminini yakalamaya çalışıyor. İlki Batı medeniyet değerlerinin evrenselleşme sürecinin kaçınılmazlığını vurgularken diğeri bırakın böyle bir sürecin varlığını ileri sürmeyi yerel medeniyetleri harekete geçiren alternatif süreçlerin belirleyiciliğini ortaya koymaya çalışıyor. Fukuyama’nın iddialı sözlerinin yerini Huntington’un daha gerçekçi, daha hesaplı ve çok daha politik üslubu almış görünüyor.
Fukuyama, tezini teorik cazibeye kavuşturmak için felsefeye başvuruyordu. Huntington aynı cazibe merkezini medeniyet tarihi yoluyla elde etmeye çalışıyor. Fukuyama’nın Hegel felsefesini kendi tezine payanda yapmak için kullanırken ortaya koyduğu seçici tavır Huntington için de geçerli. Huntington tarih içindeki medeniyet çatışmalarını incelerken seçici bir yaklaşımla medeniyetlerin çatışma alanlarını vurgularken medeniyetler arası kaynaşma, müsamaha ve sentez alanlarını yok farzediyor.
Huntington’ın bu yaklaşımının metodik bir hata sonucu değil önceden belirlenmiş teorik bir tercih sonucu olduğunu ortaya koyan ciddi ipuçları var. Bu teorik tercih makalenin misyonu ile yakından ilgili. Huntington bu tahlil ile batı medeniyetinin felsefi-entelektüel birikimini, sosyal kültür ve uluslararası sistem üzerindeki belirleyici vasfını göz ardı ediyor. Dolayısıyla da bunalımın vebalini ve ortaya çıkan çatışma alanlarının yükünü, tekelci batı medeniyeti tarafından hayat alanları gittikçe sınırlandırılmış yerel medeniyetlere ve otantik kültürlere yüklüyor. Böylece gelecekteki bunalımın suçluları şimdiden ilan edilmiş oluyor. Bu noktada Huntington bu tezi ile Fukuyama’nın yarım bıraktığı resmi tamamlıyor. Oluşturduğu evrensel değerler ve demokratik sistemle insanoğlunun nihaî hedefini gerçekleştiren batı medeniyeti (Fukuyama) ve detaydaki bunalımların çıkmasına sebep olan yerel kültür ve medeniyet çatışmaları (Huntington). Fukuyama’nın tezi ile batı medeniyetinin felsefi ve sistemik unsurları yüceltilirken, Huntington’ın tezi ile başta İslam ve onu takiben Konfüçyanizm olmak üzere diğer bütün kültür ve medeniyetler, çıkan siyasi huzursuzluk ve bunalımların kaynağı ve sorumlusu olarak takdim ediliyor.
Huntington bu resmi tamamlarken batı medeniyetinin iç dengesizliklerini ve bunalımlarını şuurlu bir şekilde saklamaya çalışıyor. Eğer uluslararası sistemde gerçek anlamda bir değer ve sistem bunalımı varsa bunun baş sorumlusunun bu değerlerin ve sistemin kaynağı olan Batı medeniyeti olması lazım gelirken Huntington dikkatleri diğer kültürler üzerine yoğunlaştırıyor. Bu yargısını güçlendirmek için de Fukuyama’nın Hegel felsefesini kullanmasına benzer bir şekilde Toynbee’yi eksik ve seçici bir şekilde kullanıyor ve Toynbee’nin tarihte ortaya çıkmış 21 medeniyetten altısının yaşamakta olduğu görüşünü tezine dayanak olarak alıyor. Halbuki Toynbee aynı eserinin müteakib satırlarında yaşamakta olan bu altı medeniyetin de Batı medeniyetinin baskısı altında can çekişmekte olduğunu söylemektedir. Eğer Toynbee bu tesbitinde doğru ise can çekişen medeniyetlerin evrensel bunalımlara kaynak olacak çatışmalara sebep olması imkansızdır.
Öte yandan Huntington’ın iddiasının aksine bu medeniyetler Batı medeniyetinin hakimiyet alanları altına girmeden önce çok daha müsamahalı bir ilişki içinde bulunuyorlardı. Mesela, yaklaşık beş asır aynı hayat sahasını paylaşan İslam medeniyeti ve Ortodoks alemi 19. yüzyıldaki batı değerlerinin yayılması öncesinde çok daha huzurlu ve barış içinde birlikte varlıklarını sürdürmüşlerdi. Aynı şekilde Hindistan, İngiliz sömürgeciliğine kadar İslam ve Hindu medeniyetlerinin çok daha uyumlu ve müsamahakar bir medeniyet ilişkisine şahit olmuştu. Endülüs, İspanyol barbarların yıkımına kadar müslüman, hıristiyan ve yahudi kültürlerin dinamik bir tarzda alış-verişte bulundukları bir medeniyetler bileşkesini asırlar boyu sürdürmüştü. Antik Ari kültüründe tohumları atılan etnik bağnazlık ve dini fundamentalizm bugüne kadar hep batı medeniyetinin değişik versiyonlarının eseri olagelmiştir. Huntington’ın bugün komşuları ile kanlı ilişkiler içinde olduğunu iddia ettiği İslam medeniyeti ise tarihi hakimiyet alanlarında sürekli olarak medeniyetlerarası müsamaha ve dinamik bir alış-verişin sürdürülmesini sağlayan bir değerler bütünü ve siyasi yapılanmalar ortaya koymuştur. Bu değerler bütünü siyasi sisteme dini/kültürel çoğulculuk şeklinde aksetmişti. Son misalini Osmanlı millet sisteminde gördüğümüz yerel kültürlere yaşama ve kendini yeniden üretebilme hakkı tanıyan dini/kültürel çoğulculuk Hindistan’dan İspanya’ya kadar İslam medeniyetinin bütün versiyonlarının ortak özelliğidir.
Üslup ve muhtevadaki bu farklılık, misyondaki ayrılığı ortadan kaldırmıyor. Aksine, Fukuyama ve Huntington batı medeniyetinin hegemonyasını sürdürmek için devreye soktuğu iki ayrı yüzünü temsil ediyorlar. Bunun içindir ki, şu anda birlikte John Hopkins üniversitesinin çıkarmakta olduğu Journal of Democracy adlı derginin editörlüğünü üstleniyor olmaları hiç de şaşırtıcı değildir.
Bütün teorik önyargılarına ve yüzeyselliğine rağmen Huntington’un yaklaşımı kimi doğru unsurları içeriyor. Özellikle medeniyet farklılıklarının çıkış noktası olarak ele alınmış olması siyasî tahlilde gerçek unsurlara dönme zorunluluğunun bir yansıması olarak görülebilir. Dolayısıyla Fukuyama’ya göre daha reel bir teorik zeminin varlığından bahsedilebilir. Bu açıdan Huntington’un tezi kimi doğru unsurları da barındıran teorik bir zeminin siyası pragmatizmin gerektirdiği sonuçlara varabilmek için ne ölçüde yozlaştırılabileceğinin çok kötü bir misali. Medeniyet merkezi kavramı etrafında renklendirilen ve seçici de olsa, kimi doğru bilgi ve yorumların da serpiştirildiği bir teori nihayetinde muhayyel bir İslam-Konfüçyanizm ilişkisini ve bu ilişkinin batı medeniyeti için ortaya çıkardığı tehdit unsurlarını delillendirmek için kullanılıyor.
Bu delillendirme esnasında da siyasî gerçekler yine önyargılı bir tarafgirlikle kullanılıyor. ABD’nin askeri teknoloji ve silah ticareti konusundaki tekelci hegemonyasını gözardı eden Huntington Çin’in bazı İslam ülkelerine ciddi miktarda silah satmakta olduğunu iddia ediyor.
Halbuki genelde dünya silah ticaretinin özelde İslam ülkelerine ve güneye yönelik ticaretin aslan payı ABD’nin elindedir ve bu pay gittikçe süratli bir şekilde genişlemektedir. ABD’nin Güney’e (Üçüncü Dünya ülkeleri) yönelik silah ihracatı 1992 yılında 59 milyar dolara ulaşmış bulunmaktadır. Körfez Savaşı sonrasında sadece Suudi Arabistan’ın aldığı silah tutarı 21 milyar doları geçmiş bulunmaktadır. Buna mukabil 1980 sonrasında ekonomik reformlara önem veren Çin, askeri harcamalarda önemli kısıntılara gitme tenıayülü içine girmiş bulunmaktadır. ABD’nin son olarak İran’a ticarî sefer yapan Çin gemileri üzerinde yaptığı denetleme, gerek bu gemilerin kimyasal silah malzemesi taşıdığı iddiasında bulunan Amerikan istihbaratının, gerekse gittikçe yaygınlaşan Huntington benzeri teorilerin temelsizliğini ortaya koymuştur.
Öte yandan Çin; son dönemde İslam dünyası ile ilgili bütün temel meselelerde olumsuz bir tavır sergilemiştir. Çin gerek 1991 yılında BM’deki Siyonizm ile ilgili oylamada gerekse son Bosna krizinde İslam dünyasının genel taleplerinin karşısında bir tavır sergilemiştir. Uluslararası forumlarda bu tavrı gösteren Çin, ülke içinde de Müslümanlara yönelik baskılara özellikle 1990 sonrasında büyük bir hız, kazandırmıştır.
Objektif verilere dayanmayan İslam-Çin ittifakı ve tehdidi tezinin temelde iki hedefe matuf olduğu söylenebilir. Huntington bu yeni tehdit tanımlaması ile bir taraftan Amerikan silah üretim ve ticaretinin hızlanmasını hukukileştirmekte, diğer yandan İslam dünyası ve Çin ile problemleri olan Hindistan benzeri bölgesel güçlerin konsolide olmasını ve batı ile işbirliğine yönelmesini sağlamaya çalışmaktadır.
Huntington’un Türkiye ile ilgili tespitlerinin ise özellikle Türk aydınları tarafından büyük bir dikkatle değerlendirilmesi gerekmektedir. Yaşadığı kimlik ve medeniyet krizi açısından Türkiye’yi, Meksika ve Rusya ile karşılaştıran Huntington Türk elitinin ve toplumunun batı doğrultusunda bir medeniyet değişimini istediğini fakat batı medeniyetinin hakim unsurları tarafından reddedildiğini ifade etmektedir. Türk toplumunun fikrî ve siyasî önderlerinin en büyük zaafı kimlik, medeniyet tanımlaması konusunda kendine güveni olmayan ve kararsız bir tavır sergilemeleridir. Bir elitin en önemli misyonu mensubu bulunduğu topluma geleceğe yönelik bir stratejik ideal tanımlaması yapabilmesidir. Türk toplumunda son iki asırdır yaşayan elit-kitle ilişkisi son derece çarpık bir düzlem üzerinde gelişmiş ve parçalanmış bir toplum yapısı ortaya çıkarmıştır.
Bu parçalanmış ve belirsiz toplum idealinin en önemli sebebi güçlü bir
medeniyet birikimine sahip bir toplumu başka bir medeniyete kuyruk yapmak
isteyen elitin yaşadığı psikolojik dengesizlik halidir. Bu dengesizlik eğitim
ve medya kanalları yoluyla toplumun geneline yansıtılmış ve bugün kendini
herhangi bir düzeyde tutarlı bir şekilde tanımaktan aciz bir bunalım toplumu
ortaya çıkmıştır. Türkiye kapsamlı bir kimlik yenilenmesi ve medeniyet ihyası
sürecine girme cesaret ve becerisini gösteremezse gelecekteki teorisyenler bu
toplumu ya tarihin sonunun kurbanları ya da medeniyetler çatışmasının suçluları
arasında zikredecektir.
İzlenim, Ekim 1993, Sayı: 10.
Doğru Açı Teoman Duralı Charlie Hepdo
Saldırısından Medeniyet Analizi
1/Durali Teoman; Çağdaş
İngiliz – Yahudi Medeniyeti, İz Yayıncılık, İstanbul 1996
2/Davudoğlu Ahmet Prof. Dr.; Fetih ve
Medeniyet (sunum metni), İstanbul: Şehir ve Medeniyet, (Hazırlayan Şevket
Kamil Akar), Klasik Yayınları, 2004, ss 15-28
3/Erken Erhan; Kültür Ekonomisi ve
İstanbul, www.dunyabulteni.net
haber portalı, 2 Temmuz 2010
dunyabulteni.net/yazar/erhan-erken
4/ Meriç Cemil; Umrandan Uygarlığa,
İletişim Yayınları, İstanbul, 2013
5/ Davudoğlu Ahmet Prof. Dr; Fukayama'dan
Huntington'a Bir Bunalım Örtme Çabası ve Siyasi Teorinin Pragmatik Kullanımı,
İzlenim Dergisi Ekim 1993,, sayı 10
kimokur.com
6/ Yılmaz Murat (Derleyen); Medeniyetler
Çatışması, Vadi Yayınları, Ankara, 2000 ( dördüncü baskı)
Modernite, Kimlik, Siyaset: Ahmet Davutoğlu’nun Medeniyet
Söylemi.pdf
Abdülhamit'in ruhunu
beklerken: Restorasyon, medeniyet ve Davutoğlu
Ahmet Davutoğlu son aylarda konuşmalarında
özellikle iki kavramın altını çiziyor: Medeniyet ve restorasyon. Davutoğlu AKP
Genel Başkanlığına seçildiği kongrede hedefinin “medeniyet restorasyonu”
olduğunu vurgulayarak, bunu “yeni bir Türkiye rüyası” olarak tanımlamış ve
"bu rüyayı görmeyenler utansın” diye eklemişti. Başbakanlığının ilk üç
ayında atılan adımlar ve başlatılan tartışmalar, nasıl bir “yeni Türkiye’nin”
inşa edildiğinin ipuçlarını verdi: Kadının “ulvi” annelik görevi üzerinden
tanımlanarak kadın erkek eşitliğinin sorgulanması, din derslerinin “zaruret”
olarak görülmesi, zorunlu Osmanlıca dersi, bilimsel düşüncenin eleştirilerek
“bilginin İslamileştirilmesi” doğrultusunda vahyin öne çıkarılması, yeni
güvenlik yasasıyla her türlü muhalefetin polis şiddetiyle bastırılmasının
amaçlanması… Bu listenin önümüzdeki aylarda uzayıp gideceği, Davutoğlu’nun
rüyasının toplumun geniş kesimleri için kâbusa dönüşeceği belli olmaya
başlarken, medeniyet kavramına dair de zihinlerde sorular belirmeye başladı. Bu
yazı elinden geldiğince bu sorulara cevap vermeye, Davutoğlu’nun neyi restore
etmeyi amaçladığını nasıl bir medeniyet tasavvur ettiğini ortaya koymaya
çalışacaktır.
Davutoğlu’nun düşünce dünyasını tahlil etmek
için elimizde son derece zengin bir yazı arşivi var. Davutoğlu 1986 yılından
itibaren, daha 27 yaşında genç bir doktora öğrencisiyken Nakşibendiliğin kolu
olan İskenderpaşa Cemaatinin İlim ve Sanat dergisinde yazmaya başladı. 1990’ların
ilk yarısında İslamcı camiada rüzgârlar estiren İzlenim dergisini çıkaran
ekibin içinde yer aldı. İzlenim’de 1996 yılına kadar düzenli olarak yazan
Davutoğlu’nun, aynı dönemde MÜSİAD’ın Çerçeve dergisinde de makaleleri
yayınlandı. 1995 Aralık ayından 2000 yılına kadar Yenişafak gazetesinde ve
1990’ların ortasında da Gülen Cemaatinin haftalık dergisi Aksiyon’da köşe
yazarlığı yaptı. Davutoğlu’nun İslamcı kesimin gazete ve dergilerinde
yayınlanan 300’den fazla yazısı, 1990’lı yıllarda onun kendi camiasına
düşüncelerini duyurma çabası içinde olduğunu gösterir. Gramsci’nin tabiriyle
Davutoğlu’nu, geleneksel elitlerin karşısında yer alan ve amacı iktidarı ele
geçirmek olan İslamcı camianın organik aydını olarak tanımlamak mümkündür.
Davutoğlu’nun MÜSİAD’ın Çerçeve dergisinde yer alması ve “Türkiye’yi [Batı
yanlısı] tek boyutlu dış politikaya mahkum ederek diğer bölgelere açılmasını
engellemek suretiyle kendi kurdukları Batı firmalarının acenteliğine dayalı
kısır ilişkilerin tek yönlü olarak sürmesini isteyen” kesimleri eleştirmesi
çarpıcıdır.[1] 1990’lı yıllarda Davutoğlu, hakemli bilimsel dergilerde
makaleleri yayınlanan bir akademisyenden çok, ait olduğu İslami kesimin siyasi
ve ekonomik çıkarlarını savunan bir “dava” adamı izlenimi verir.
Davutoğlu’nun yazılarında Tanzimat’la
başlayan modernleşme çabalarına karşı ciddi başkaldırı vardır. Ulus devletin
sınırlarına, elitlerine ve değerlerine karşı yöneltilen itirazlar, zaman zaman
rövanşist niteliğe bürünür. “Siyasi elitin yarım asırdan fazla süregelen Avrupalılık
yönündeki kimlik zorlaması iflas etmiştir” diyen Davutoğlu, bu kesimi
“medeniyet tarihinin şahsiyet krizi geçiren Don Kişotları” olarak tanımlar.[2]
Modernleşme amacıyla yapılan reformları ve bu süreçte karşılaşılan sorunları
Türkiye’yi “başka bir medeniyete kuyruk yapmak isteyen elitin yaşadığı
psikolojik dengesizlik hali” olarak nitelendirerek, Milli Görüş geleneğinden
aşina olduğumuz teşhisi yineler:
“Ülkenin geleceğini
köhnemiş Avrupa değerlerini topluma körü körüne transfer etmekte gören Türk
siyasi eliti kafasını 1830’larda gömdüğü kumdan çıkarmak ve tek yöne şartlanmış
heykel görünümünden sıyrılmak zorundadır. Televizyonda pornografik filmlerin
oynatılmasını topluma ilerleme ve hürriyet ölçütü olarak empoze eden kafalar
gözlerini biraz da geçtiğimiz hafta toplum ahlakını tehdit ettiği ideolojisi
ile Madonna’nın ülkeye girişine izin vermeyen Budist ve laik Singapura ve
halkın tepkisi üzerine emeksiz kazanmayı teşvik ettiği iddiasıyla milli
piyangoyu yasaklayan laik Endonezya’ya çevirmek zorunda kalacaklardır… Aynı
Madonna’nın Türkiye’ye gelmek istemesi halinde muhtemelen Topkapı Sarayı
hareminde ağırlanacağını düşünmek ve topluma emeksiz kazancın her şekliyle
yerleştiğini görmek insana kendi coğrafyasında medeniyetsiz ve kültürsüz kalmış
bir toplumun hüznünü yaşatıyor.”[3]
Yukarıdaki alıntı 1990’larda Refah Partisi
içinde yer alan Hasan Mezarcı veya Şevki Yılmaz gibi radikal siyasetçilerin
kendi kamuoylarına yönelik çıkışları olsa belki gülünüp geçilebilir. Ancak bu
cümleler, “bilimsel” duruşunun altını ısrarla çizen bir akademisyene, bugün
Başbakan olan Davutoğlu’na ait olması nedeniyle üzerinde durmayı ve sorgulamayı
hak etmektedir. Davutoğlu siyasi elitlerin tahlilini yaparken bir anda konu
nasıl pornografiye gelmektedir? Türkiye’de konserler veren Madonna’nın Topkapı
Sarayının hareminde ağırlanacağına dair yapılan yorum hangi veriye
dayandırılmaktadır? Davutoğlu bu tip radikal çıkarsamaları yaparken, Türkiye’yi
yöneten elitlerin topluma hâkim olduğunu iddia ettiği İslami değerlerden ne
kadar “kopuk” olduğunu vurgulamayı hedefler. Yazılarında sürekli olarak
Batı’yı, çağdaş değerleri ve bunları savunanları suçlarken, hem eleştirilerinde
hem de çözüm önerilerinde son derece sorunlu bir dil kullanmaktan çekinmez. Ona
göre Batı bütün değerlerini kaybetmiş, “mekanizmaların” esaretinde olan bir
medeniyet, o medeniyetten Tanzimat’tan bu yana ilham alanlarsa “bu toplumun
tarihine, coğrafyasına ve kimliğine ihanet etmektedirler.”[4]
Bu noktada “mekanizma” kelimesi üzerinde
durmak gerekir. Davutoğlu geçtiğimiz aylarda kadın-erkek arasında “mekanik”
eşitliğe karşı çıkarak, kadın-erkek eşitliğinde öncü konumda yer alan
İskandinav ülkelerinde intihar oranlarının en üst düzeylerde olduğuna dikkat
çekti. İskandinav ülkelerinde intihar oranlarının en üst düzeylerde olduğuna
dair yargı Dünya Sağlık Örgütü verilerine bakıldığında gerçeği yansıtmamakla ve
klişelere dayanmakla birlikte, “mekanik” ve “mekanizmalara” yapılan vurgu Davutoğlu’nun
düşüncelerini anlamakta kilit önemdedir. Belli ki dikkat çekilmek istenen nokta
Batı medeniyetinin tüm gelişmişliğine rağmen insanlarına huzur ve mutluluk
sağlayamadığıdır. Davutoğlu yazılarında İslam ve Batı dünya görüşünü
karşılaştırır ve bu iki medeniyetin evren, birey ve siyasi mekanizmalara nasıl
farklı açıdan baktıklarını analiz eder. Batı medeniyeti erdemini ve tüm
değerlerini kaybetmiş bir haldedir. “Batı medeniyetinin temelini dokuduğu iddia
edilen hümanizmin bir aldatmacadan başka bir şey olmadığı” ortaya çıkmıştır.[5]
Hukukun üstünlüğü, temsili demokrasi, parlamento, yargı kurumları ve tabii ki
seküler düşünceyle birlikte Batı’nın bilim, ekonomi, teknolojide
gerçekleştirdiği tüm atılımların refah ve mutluluk getirmediğini iddia eden Davutoğlu,
Batı medeniyetini bir kalemde siler atar. Tüm bu gelişmeleri “mekanizmaların
diktatörlüğü” olarak betimler ve Batı’da dini ve manevi değerlerin ortadan
kalktığını iddia eder. Çevre hareketleri, feminizm, post-modernizm gibi
eleştirel düşünce ve eylemleri de modernite paradigması içinde tanımlayarak
değer bunalımına ve çöküşe alternatif çözümler üretemediklerini
vurgular.[6]
Batının mekanizmaları sadece Batı toplumları
için değil, bu mekanizmaları model olarak alan Türkiye’nin de içinde bulunduğu
İslam Dünyası için de adeta tüm kötülüklerin anasıdır. Davutoğlu meclis, yargı
organları gibi meşru kurumlarla, kumarhaneler, mafya örgütlenmeleri gibi gayri
meşru mekanizmalar arasında temelde bir fark olmadığını, her ikisinin de dini
ve manevi değerler tarafından denetlenmeyen “tiranlık” oluşturduğunu belirtir:
“Mesela insanlardaki
adalet, hak ve erdem duygusunu yok eden kumarhaneleri çağdaş hayatın tabii
unsurları olarak gördükten sonra bu kumarhaneler silsilesinin oluşturduğu
mekanizmalardan kaynaklanan mali gücün akış ve kullanım yönünü denetim altına
almaya çalışmak başlı başına çelişkili bir tutumdur. Yine alkolü çağdaş hayat
biçiminin temel simgelerinden birisi olduğunu mutlak bir varsayım olarak
değerlendirdikten sonra alkol bağımlığının doğal bir uzantısı olan uyuşturucu
kullanımının da, uyuşturucu mafyasının oluşturduğu gayri meşru mekanizmaların
da önüne geçmek mümkün olamaz.”[7]
Kumarhaneleri ve alkolü çağdaş hayat
biçiminin temel simgeleri olarak kim görmektedir? Buradan alkol bağımlılığına
ve onun doğal bir uzantısı olduğu iddia edilen uyuşturucu kullanımı ve
uyuşturucu mafyasına nasıl geçilmiştir? Davutoğlu bu gibi sorulara bırakın
cevap vermeyi üzerinde bile durmaya değer görmeden bir anda Batı medeniyetini
ve çağdaşlığı kumar düşkünlüğüne, alkol ve uyuşturucu kullanımına indirgemekten
imtina etmez. Aynı indirgemeci tutum çağdaş din, çağdaş eğitim gibi kurumların
sorgulanmasında da görülür. Davutoğlu bir anda modernleşmeyi “dogmatik
pozitivizm” ile eşitler ve “insanın metafizik arayışını ve derinliğini
çağdaşlık gibi anlam alanı bile tanımlanamayan bir” kavramın
cevaplayamayacağının altını çizer: “Verdiğiniz eğitim ne olursa olsun, çocuğun
zihnindeki ‘yaratılış’ ve ‘ölüm’ gibi metafizik sualler varlıklarını
sürdürecektir. Bu tür metafizik sualleri din-dışı alanda cevaplamaya çalışmak
ya öğrenciyi ateist bir dogmatizme bağlı kılacak, ya da etkisi ileri yaşlarda
ortaya çıkacak psikolojik bunalımlara yol açacaktır.”[8] Kısaca Davutoğlu için
çözüm basittir. Seküler ve pozitivist eğitimin yerine dini dogmaların
öğretilmesini bırakın sorunlu görmek bir yana, “ateist” bir kuşağın doğuşunu
önleyecek yegâne yol olarak görür. Davutoğlu’nun 1990’larda kaleme aldığı
yazılarla, Başbakan olarak zorunlu din derslerini meşrulaştırmak amacıyla yaptığı
“bir ateistin dahi belli bir vasatta din kültürü sahibi olması zarurettir”
açıklaması arasındaki benzerlik, yıllar içinde düşüncelerinde değişim
olmadığını göstermesi bakımından çarpıcıdır. Zaten ona göre “modernist bakış
açısı” ve “sekülarizm,” ölüm olgusunu bireyin ve hayatın sonu olarak tasvir
ederek “her türlü felsefi ve ahlaki sapmanın meşrulaşabileceği bir yanılsamalar
dünyası” yaratmaktadır. Sekülarizm sonunda ölüm olan tünelin ucuna mum ışığıyla
bakmaktır. Dolayısıyla “küçük bir mumun geçici ve aldatıcı” ışığının sönmesi
kaçınılmazdır.[9]
Batının değer bunalımı ve mekanizmaların
diktatörlüğü sonucunda ortaya çıkan ve tüm dünyaya yayıldığı iddia edilen
sorunların çözümü nedir? Davutoğlu bu soruya doğrudan cevap verir: “İslam
dünyasının bu bunalımı aşmasının olmazsa olmaz şartı, Müslüman bireyin
zihniyetinin Kur’an-ı Kerim’in varoluş felsefesi ve tarih şuuru ile yeniden
oluşturulmasıdır… İslam izzettir ve gerçek izzet İslam’dadır.”[10] 15 Mart
2013’te Diyarbakır’da yaptığı “Büyük Restorasyon” başlıklı “medeniyetimizin”
dirilişini müjdelediği konuşmasında, dini bu toplumu bir arada tutan yegâne
değer ve kurum olarak öne çıkarır. Zaten “dinden bağımsız bir medeniyet ortaya
koymak mümkün değildir.”[11] Dolayısıyla yapılması gereken son 200 yılda gerçekleşen
modernleşme çabalarını, reform ve değişimleri tersine çevirmektir. Ona göre
“Türkiye kapsamlı bir kimlik yenilenmesi ve medeniyet ihyası sürecine”
girmelidir.[12] Bugün Türkiye toplumu, İslam Dünyasını 5 asır boyunca
liderliğini yapmış Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasçısı olarak İslam
medeniyetini birleştirip ayağa kaldırma görevi ve fırsatından kaçamaz. Tarih ve
coğrafya bu misyonu Türkiye’ye adeta dikte ettirmektedir.
Davutoğlu’nun geçtiğimiz aylarda 100. baskıyı
yapan ve başyapıtı olarak tanımlanan kitabı Stratejik Derinlik, Türkiye’nin
İslam Dünyasının liderliğine yükseleceği vizyonu ortaya koyma iddiasını taşır.
Öncelikle Stratejik Derinlik’in tamamının yeni baştan yazılmadığını,
Davutoğlu’nun 1986 sonrasında yazdığı 20’den fazla gazete ve dergi makalesini
aynen veya ufak değişikliklerle kitaba koyduğunu belirtmek gerekir. Örnek
vermek gerekirse, Davutoğlu’nun 1986’da yazdığı ve İskenderpaşa Cemaati’nin
yayın organı İlim ve Sanat dergisinde yer alan “Dünya Kuvvet Dengesi ve
Ortadoğu” başlıklı makalesinin 9-13 sayfaları Stratejik Derinlik’in 102-108
sayfaları arasında aynen yer alır. 1986’da yazdığı bir makalede yer alan
görüşlerini, aradan 15 yıl geçmesine, Sovyetler Birliği ve Yugoslavya’nın
dağılması, Soğuk Savaşın sona ermesi, Avrupa Birliği’nin bütünleşmesi ve
sınırların kalkması gibi ciddi değişimlere rağmen 2001 yılında Stratejik
Derinlik’te aynen yayınlaması Davutoğlu’nun düşüncelerinde ne kadar sabit
olduğunu göstermesi bakımından kayda değer bir ayrıntıdır.
Stratejik Derinlik 1990’larda Türkiye’nin
yaşadığı ekonomik ve siyasal krizleri, İngiliz iç savaşına ve Almanya’nın Alman
birliğinin öncesindeki sancılı dönemine benzetir. Nasıl İngiltere ve Almanya
kriz dönemlerinden emperyal vizyonla küresel güç olarak çıkmışsa, Davutoğlu’da
Türkiye’yi İslam Dünyasının liderliğine ve yeniden tarih sahnesine yükseltecek
stratejiyi siyasetçilere sunduğu iddiasındadır. Davutoğlu Stratejik Derinlik’te
adeta kendisini “askeri/diplomatik birlikleri bir maestro edası ile ahenge
sokacak bir stratejisyen” olarak tanımlar.[13] Son 10 yılda Davutoğlu’na yakın
akademisyen ve gazeteciler tarafından dış politikayı meşrulaştırmak için
kullanılan “yumuşak güç” “liberal ve barışçıl dış politika” gibi kavramlara,
yayılmacı söylemin hâkim olduğu Stratejik Derinlik’te rastlanmaz. Stratejik
Derinlik, İngiliz imparatorluğunun ayakta kalması için stratejiler üreten
Mackinder, Amerikan yayılmacılığını meşrulaştıran Mahan ve Spykman, 1920 ve
1930’larda Almanya’nın karasal yayılmacılığının teorisyeni Hasuhofer’i referans
alır. Bu stratejisyenlere “benzer tarzda teori-pratik ilişkisi kuran bir
yaklaşım Türkiye’de ortaya çıkamamıştır” diyerek kendisi bu boşluğu doldurmaya
talip olur. Öyle ki Fukuyama ve Huntington’ın “Amerikan siyaset yapıcılarına
sundukları meşruiyet sağlayıcı teorik destek ve gerek Kissinger gerek
Brzezinski gibi teori-pratik uyumu konusunda özel tecrübe sahibi
stratejisyenlerin çizdiği” projeksiyonların önemine dikkat çekerek, kendisinin
de benzer saiklerle hareket ettiğini okuyucuya duyurur.[14]
Bu stratejisyenler sadece örnek alınmakla
kalınmaz, kullandıkları kavramlar da bizzat Davutoğlu’nun yazılarında önemli
yer tutar. Balkanlar, Kafkasya ve özellikle de Ortadoğu Stratejik Derinlik’te
“hinterland” olarak tanımlanır. Kısaca bu bölgeler Türkiye’nin “etki alanı -
arka bahçe”si olarak konumlandırılır. Türkiye İslam Dünyası içinde tarihin
nesnesi değil tarihin öznesi; tarihi okuyan değil yazan bir ülke olarak
istisnalaştırılır. Bu istisnai durum, Türkiye’nin coğrafyasıyla daha da
pekişir. Almanya’nın Orta Avrupa’daki coğrafi durumunu tanımlamak için
üretilmiş “Mittellage” (merkez konum) kavramından esinlenerek, Davutoğlu
Türkiye’yi “merkez ülke” olarak nitelendirir. Türkiye’yi merkeze yerleştiren
Davutoğlu, komşularını da çevre, arka bahçe olarak tanımlanmayarak merkezin
çevreye tahakkümünü meşrulaştırır. Türkiye İslam dünyasının merkezinde ve
lideri olarak, “çevrede” yer alan diğer toplumlar “Osmanlı bakiyesi” olarak
küçük düşürücü şekilde tahayyül edilir. Türkiye Ortadoğu’nun “tabii
kaynaklarının paylaşım süreci içinde orada beş yüz yıl süren hâkimiyetinin
getirdiği avantajları yeterince kullanamamıştır” denilerek, Cumhuriyet dönemi
dış politikası sınırlarının dışına yönelik yayılmacı emeller taşımadığı için
eleştirir.[15] Davutoğlu’na göre Türkiye “Ortadoğu’nun ekonomik kaynakları
üzerinde şu veya bu şekilde söz hakkına sahip” olmalıdır.[16]
Davutoğlu’nun kullandığı en sorunlu kavram
Türkçeye “hayat alanı” olarak çevrilen Almanca “Lebensraum” kelimesidir.
Almanya’nın Birinci Dünya Savaşı sonrasında Versay Antlaşmasıyla çizilen
sınırlarının, Almanya’ya yeterli “hayat alanı” tanımadığını iddia eden başta
Haushofer olmak üzere diğer jeopolitik uzmanlara göre, Almanya’nın hayatta
kalabilmesi için mutlaka topraklarını genişletmesi zorunluluktu. Darwin’in
“doğada en güçlü canlılar hayatta kalır zayıflar yok olur” prensibini
uluslararası ilişkilere uygulayan bu anlayış, güçlü devletlerin zayıf olanları
ortadan kaldırarak genişlemesini meşru görür. Davutoğlu’da benzer şekilde
Misak-ı Milli sınırlarının Soğuk Savaş sonrası dönemin gerçekliğini
yansıtmadığını belirterek, Türkiye’nin “bugün uluslararası ve bölgesel
konjonktürü göz önünde bulunduran yeni bir hayat alanı ya da Misak-ı Milli
tanımlaması yapması kaçınılmazdır” der.[17] Davutoğlu Türkiye’nin yeni hayat
alanı tanımlamasının hukuki sınırlar sabit kalmakla birlikte ekonomik ve İslami
zemin üzerinde gerçekleşmesi gerektiğini söylese de, zaman zaman “kimlik tanımı
kuvvetli temellere dayandırılsa belki de sınırlar, müdafaayı bırakın, daha iyi
noktalara gidebilir” diyerek yayılmacı bir çizgiye de kayar.[18]
Tanzimat sonrasında modernleşme çabalarını
yürüten elitleri Batıyı model almakla kıyasıya eleştiren Davutoğlu, 1945
öncesinde Batının emperyal yayılmasını meşrulaştırmak amacı güden
stratejisyenleri ve onların ürettikleri kavramları referans almakta çelişki ve
sorun görmez. Davutoğlu’nun İslamcılığı, Batı’nın yayılmacı stratejilerini
referans alarak Batı’ya kafa tutmaya çalışan düşünce ve uygulamalardan oluşur.
Bu bağlamda Davutoğlu’nun zihniyeti; ulus devlet sınırlarını ve kimliğini yapay
olarak nitelendirerek ret etmesi, tarihin ve coğrafyanın Türkiye toplumuna
bahşettiği “ulvi” misyona inancıyla, Türkiye’nin liderliğinde İslam dünyasının
birleşeceğine ve küresel güç olacağına dair idealiyle pan-İslamist karaktere
bürünür.
Davutoğlu’nun yazılarında ortaya çıkan bir
diğer sorunlu alan, kendisi gibi düşünmeyen, kendisiyle aynı siyasi ve dini
değerleri paylaşmayan kesim ve toplumlara karşı takındığı ayrımcı söylemdir.
Davutoğlu’nun dünya görüşü Batı ve İslam dünyası arasındaki zıtlık ve asla
uzlaşmaz karşıtlıklar üzerinden belirlenir. Osmanlı ile Avrupa arasında tarihe
dayalı karşıtlık olduğunu iddia ederek, “bu bizim değiştiremeyeceğimiz bir
cephe ilişkisidir. İyi veya kötü, sürekli cephe ilişkisi içinde olalım ya da
olmayalım, bu tarihi bir vakıadır” sonucuna varır. İslam dünyası içinde Osmanlı
mirasçısı olarak gördüğü Türkiye toplumunun, Avrupa tarafından “1683’te Viyana
kapısına dayanmış ve onları Avrupa’nın Batı köşesine sıkıştırmış bir millet”
olarak algılandığını belirtir.[19]
Davutoğlu’nun Batıyı eleştirirken kullandığı
kelimeler ciddi ölçüde sorunludur. Davutoğlu savaşların tarafı olan Müslüman
toplulukları Allah yolunda doğruluğu ve erdemi savunan “mücahitler” olarak
tanımlarken, karşı tarafta yer alanlar için Bosna savaşı bağlamında “Hıristiyan
terörizmi,” “Sırp terörizmi,” Çeçenistan’da yaşanan iç savaş kapsamında “barbar
Rus steplerinden gelen saldırılar” ve Endülüs’ün Müslümanlardan alınmasına
atfen “Katolik İspanyol barbarları” gibi tabirleri kullanmaktan çekinmez.[20]
Benzer derecede sorunlu bir dil Yahudiler ve İsrail konusunda da görülür:
“Irkçı seçkin millet esasına dayanan kültür birikimi Yahudi toplumunu
sığındıkları toplumlara karşı riyakar ve oportünist, hakim oldukları toplumlara
karşı da, baskıcı ve köleci yapmıştır.”[21]
Bu ayrımcı ve ötekileştirici tutum sadece
dışarıya karşı değil, Türkiye’de kendisiyle aynı idealleri paylaşmayan
kesimlere karşı da takınılır. Davutoğlu Türkiye sağında ve İslamcılığında
kökleşmiş Köy Enstitüleri ve Sol karşıtlığını aynen benimser. Ona göre Köy
Enstitüleriyle ulaşılmak istenen “ felsefi hedef, Anadolu köylüsünü pozitivist
dogmalar doğrultusunda bir zihniyet dönüşümüne uğratmaktı.”[22] Davutoğlu’na
göre “devşirme mantığı” ile kurulan ve “ateist bir nesil yetiştirme
iddiasındaki Köy Enstitüleri” toplumdan gelen direnişe dayanamayarak kapanmış
ve yerlerini İmam Hatip Liseleri almıştır.[23] Benzer şekilde 1970’lerde devlet
tarafından “dışlanan sol hareketler dış kaynaklı konjunktürel gelişmelerin
ürünü olmak dolayısıyla temelde bu toprakların kültürüne uyum problemi içinde”
olmakla nitelendirilirken, 1990’lardan itibaren yükselen ve “dışlanmak istenen
İslami kültür unsurları bu toplumun genine sinmiş” olarak görülür.[24] Özetle
Davutoğlu Soğuk Savaş sürecinde devlete ve sağ kesime yerleşmiş, ateizme karşı
İmam Hatip okullarının yaygınlaştırılmasını çözüm olarak gören anlayışı, sol
hareketleri kökeni dışarda ve komünist yayılmacılığının Türkiye’deki kolları
olarak algılayan zihniyeti aynen benimser.
Kutuplaştırıcı söylem toplumun oruç tutanlar
ve yılbaşını kutlayanlar olarak ikiye ayrılmasında zirveye ulaşır. Ramazan’da
oruç tutanlar “varoluşlarını anlamlandırmaya, her yönüyle ayık ve uyanık
olmaya” çalışanlar olarak betimlenirken, “yılbaşı eğlenceleri ise aksine
varoluşla ilgili bütün sorunları unutmaya ve alkolün uçukluğu kadar hafif bir
sorumsuzluğun tadını çıkarmaya çağırıyor” şeklinde eleştirilir. Esasen gelecek
ve yeni Türkiye’de “alkolün uçuk bulutlarında kendilerini kaybedenlerin değil,
kıyamın, rükunun ve secdenin dirliğinde kendini insanlık alemi ile
bütünleştirenlerin elinde kurulacaktır.”[25]
Türkiye’nin bugün Başbakanı olan
Davutoğlu’nun kaleme aldığı bu yazılarda toplumun kendisi gibi olmayan
kesimlerine, diğer din ve medeniyetlere karşı kullanılan ayrımcı ve
ötekileştirici dil ve ifadeler, Türkiye’yi önümüzdeki dönemde nasıl bir
restorasyonun beklediğine ve toplumun ne yönde dönüştürülmek istendiğine dair
bize fikir vermektedir. Kendisine yakın akademisyenler Davutoğlu’nun Hint ve
Yunan felsefesinden, Tao ve Batı klasiklerine kadar uzanan tarihsel derinliğe
sahip olduğunu iddia etse de, kutuplaştırıcı ve ayrımcı anlayışın damgasını
vurduğu düşünce ve yazılarında böyle bir sentezden eser görünmez.
Davutoğlu’nun, Ali Şeriati, Mavdudi, Seyid Kutub gibi Siyasi İslam’ın önde
gelen isimlerinin devletin İslamileştirilmesi önerilerini reddettiğini, çözüm
olarak çok daha radikal bir çizgide yer aldığını ekleyelim. Ona göre kurtuluş
tek tek ulus devletler seviyesinde değil; ümmet, dar’ül İslam, ve hilafet gibi
kurumların canlandırılması; şura, ulul’emr, bey’at, uhuvvet, ve maslahat gibi
İslami kavramların günlük yaşayışımızı yönlendirmesiyle
sağlanabilir.[26]
Sonuç Yerine
Ahmet Davutoğlu dünyayı dinlerin belirlediği
medeniyetlere ayırarak, uluslararası ilişkileri ve ülkelerin iç siyasetlerini
medeniyetler arasındaki rekabet ve çatışmalara göre anlamlandırır. Bu bağlamda
Davutoğlu’nun düşünceleriyle ABD’de yeni muhafazakârlar (Neo-con’lar) arasında
önemli benzerlikler vardır. Yeni muhafazakârlar 1960’larda aile, evlilik, din,
askerlik gibi geleneksel değer ve kurumların sorgulanmasına karşı ortaya
çıkmıştır. “Şer ekseni” ve “şeytani güçlere” karşı ABD toplumuna ve dünyaya
nizam vermek için dinsel misyonla hareket ettiklerini iddia ederek, Reagan ve
özellikle de 2000’lerde Bush döneminde etkili olan yeni muhafazakâr oluşumda
din-siyaset ilişkisi iki yönlü işler: Bir yandan dini değerler siyaseti ve dış
politikayı belirlerken, diğer yandan siyaset ve dış politika hedeflerinin
toplumun geniş kesimleri nezdinde meşrulaştırılması için dini değerler araçsal
olarak kullanılır. Reagan döneminde Sovyetler Birliği’nin “şeytan
imparatorluğu” ilan edilmesi ve Bush döneminde Irak lideri Saddam Hüseyin’in
şeytanlaştırılması, ABD’nin ciddi ekonomik ve sosyal sorunları dururken
kürtajın yasaklanması ve eğitimde evrim teorisinin yerini dinsel öğretinin
almasının tartışılması son dönemde Türkiye’nin içinden geçtiği süreçle ciddi
paralellikler taşır.
Davutoğlu yeni-muhafazakâr düşünceyi
etkileyen Huntington’u, Türkiye’nin stratejik açıdan örnek alması gerektiğini
vurgular:
“Huntington bir makalesinde Amerikan
yetkililerine şöyle bir stratejik teklifte bulunuyor: ‘Bundan sonra Batı iki
şeyi esas almalıdır. Kendi arasındaki çelişkileri ortadan kaldırmalı. Mesela
ABD-Avrupa ayrımını kaldırmalı. Ve diğer medeniyetler arasındaki çelişkileri
tahrik ederek onların bir araya gelmelerine engel olmalı.’ Şimdi Türkiye’nin
buna benzer bir arayış içinde olması lazım. Bir taraftan kendi medeniyet
havzası içindeki ihtilafları giderirken diğer taraftan hâkim güçler arasındaki
iç çelişkileri yakından takip ederek aktif bir şekilde kullanmalıdır.”[27]
Davutoğlu medeniyetler arası çatışma tezine
özünde karşı çıkmadan, İslam dünyasının liderliğini yapacak Türkiye’nin
Huntington’un ABD’ye önerdiği stratejiyi kendi çıkarları için kullanmasına
taraftardır. Tam da bu noktada Davutoğlu’na yönelik şu sorular anlam kazanır:
Fas’tan Endonezya’ya farklı etnik gruplar ve mezheplerden oluşan İslam dünyası
nasıl birleşecektir? İslam dünyası olarak tabir edilen coğrafyada yer alan
onlarca devlet Türkiye’nin liderliğini neden kabul etsin? Türkiye’nin İslam
dünyasını birleştirecek ekonomik, siyasi ve askeri kapasitesi var mıdır? Ancak
Davutoğlu bu sorular üzerinde durup düşünmeyi anlamsız bularak, kendi dünya
görüşünün yanlışlanamazlığına inanır.
12 yıl önce “adalet” ve “kalkınma” şiarıyla
yola çıkan AKP hükümetinin başındaki isim Davutoğlu’nu, tüm değerleriyle çöken
iktidar sistemini ayakta tutmak gibi zorlu bir görev bekliyor. Bireysel
özgürlüklerin kısıtlandığı, hukukun siyasallaştığı, basın özgürlüğünün ortadan
kalktığı AKP yönetimindeki Türkiye’de bugün adaletten bahsetmek mümkün
değildir. Diğer yandan şehirlerin, yeşil alanların, nehirlerin inşaat ve enerji
şirketleri tarafından yağmalandığı, 19. yüzyıl Avrupa’sının vahşi kapitalizmine
benzer şartların geçerli olduğu madenlerinde yüzlerce işçinin can verdiği
ekonomik sistemde, kalkınma kölelik ve talan düzeniyle eşanlamlı hale
gelmiştir. Bu sorunlara Davutoğlu’nun bulduğu çözümlerse, dini araçsallaştırıp
inşaatlarda ve madenlerde ölen işçileri şehit ilan etmek, zarar gören 1
TOMA’nın yerine 10 TOMA almak ve her türlü toplumsal muhalefeti polis
şiddetiyle bastırmanın gerekli yasal alt yapısını çıkarmaktan ibarettir. Daha
başbakan olmadan kendisi için hazırlanan şarkı, 33 yıllık istibdat rejiminin
başındaki “Abdülhamit Han’ın beklenen ruhu” nameleriyle, Davutoğlu’nun nasıl
bir düzeni restore etmek istediğini bize duyurmaktadır.
[1] Ahmet Davutoğlu, “Dış Politikada Yeni
Ufuklar,” Yenişafak, 16 Ekim 1996.
[2] Ahmet Davutoğlu, “Türkiye’nin Kimlik ve
Stratejik Yöneliş Meselesi,” İzlenim, Sayı 3 (Mart 1993), 22-3.
[3] Ahmet Davutoğlu, “Fukuyama’dan
Huntington’a,” İzlenim, Sayı 10 (Ekim 1993), 16, Ahmet Davutoğlu,
“Asiaamerica,” İzlenim, Sayı 13 (Ocak 1994), 16.
[4] Ahmet Davutoğlu, “CNN, İsrail ve
Türkiye,” Yenişafak, 2 Haziran 1996.
[5] Ahmet Davutoğlu, “AB İçindeki Çıkar
ilişkileri ve Deli Dana Hastalığı,” Yenişafak, 6 Nisan 1996.
[6] Ahmet Davutoğlu, Civilizational
Transformation and the Muslim World (Kuala Lumpur: Mahir, 1994), 20-29.
[7] Ahmet Davutoğlu, “Temel Değerler ve
Mekanizmalar,” Yenişafak, 25 Aralık 1996.
[8] Ahmet Davutoğlu, “Çağdaşlık Bilmecesi ve
Eğitim,” Yenişafak, 10 Eylül 1997.
[9] Ahmet Davutoğlu, “Ölüm ve Sekülarizm,”
Yenişafak, 6 Temmuz 1997.
[10] Ahmet Davutoğlu, “Zihniyet Dönüşümü ve
İzzet,” Yenişafak, 23 Nisan 1997.
[11] “Türkiye’nin Yeri İslam Havzasıdır,”
İzlenim Sayı 14 (Ekim 1994), 10.
[12] Davutoğlu, “Fukuyama’dan Huntington’a,”
16.
[13] Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik
(İstanbul: Küre Yayınları, 2001), 32.
[14] A.g.e., 51-2.
[15] A.g.e., 56-7.
[16] Ahmet Davutoğlu, “Türkiye, İsrail ve
Ortadoğu,” Yenişafak, 2 Mart 1996.
[17] Ahmet Davutoğlu, “Yeni Dünya Düzeninde
Misak-ı Milli,” Aksiyon, 30 Mart 1996.
[18] “Türkiye’nin Yeri İslam Havzasıdır,”
İzlenim Sayı 14 (Ekim 1994), s. 8.
[19] “Türkiye’yi Avrupa Birliğine Kesinlikle
Almayacaklar,” İzlenim Sayı 29 (Ocak 1996), s. 27.
[20] Ahmet Davutoğlu, “NATO Müdahalesinin
Arka Planı ve Bosna’nın Geleceği,” Aksiyon, 9 Eylül 1995; Ahmet Davutoğlu,
“Kuzey Kafkasya Kapanında Rus Stratejisi,” Aksiyon, 14 Ocak 1995; Ahmet
Davutoğlu, “Sabit ve Ufuk Coğrafyaları Açısından Türkiye,” Aksiyon, 17 Ağustos
1996.
[21] Ahmet Davutoğlu, “Meşruiyyet Kazanan
Karakollar,” İzlenim Sayı 12 (Aralık 1993), s. 24.
[22] Ahmet Davutoğlu, “İki Eğitim Projesi ve
İki Gerçeklik,” Yenişafak, 16 Temmuz 1997.
[23] Ahmet Davutoğlu, “Eğitimde Devşirme
Zihniyeti,” Yenişafak, 7 Mayıs 1997.
[24] Ahmet Davutoğlu, “Semboller ve Basiret,”
Yenişafak, 8 Haziran 1997.
[25] Ahmet Davutoğlu, “Yılbaşında İçen Sabah
Oruç Tutabilir mi?” Yenişafak, 31 Aralık 1997.
[26] Ahmet Davutoğlu, Alternative Paradigms
(Lanham: University Press of America, 1994), s. 202; Davutoğlu, Civilizational
Transformation, s. 113; Ahmet Davutoğlu, “Kavram Kargaşası ve Siyasi Pratik,”
İzlenim Sayı 6 (Haziran 1993), s. 49.
[27] “Türkiye’nin Yeri İslam Havzasıdır,” s.
11.
birikimdergisi
Ve Huntington öldü…Öngördüğünü göremeden
öldü…
“Tarihin Sonu” diyerek Fukuyama ile yanılan batı, Harvard’ın esaslı jönü
Huntington ile yapmıştı son servisini insanlığa.Batı Medeniyetinin, dünya
hakimiyetinin bekası için siyasi karar mekanizmalarının insaf ve izandan uzak
hukuksuzluğuna meşruiyet iksiri sunan siyasi teorisyenlerinden son dönem en çok
tartışılanıydı Samuel Huntington. (Burada batı, Cemil Meriç’in ifadesiyle
sınırları çok da keskin olmayan, coğrafi bölgeden çok kültür tarih ve medeniyet
paydaşlığı olarak anlaşılmalı)
1980'lerde soğuk savaş galibiyetinin sarhoşluğuyla, “Ve tarih bitti, mutlak
galip batı…Artık sadece her alanda ulaşılan evrensel değerlerin tüm dünyaya
ihracıdır yaşanacak olan. Ne bir sorun ne bir çatışma ne bir itiraz…Başka
hiçbir şeye konu olmayacak yeryüzü. Savaşlardan, mücadelelerden, hegomonik
çıkar ve kavgalardan ibaretse eğer, iş bu anlamda tarih, yok artık bitti…” dedi
biraz da fantastik bir edayla Fukuyama. Ama yanılmıştı…
Foreign Affairs dergisinde 1993 Yazında Medeniyetler Çatışması yazısını kaleme
alan Huntington “Tarihin Sonu”nu yalanladı (Tamamladı! İki tez de “batı
imparatorluğunun” mutlak hükümranlığı eş amacına matuf) Tarih yeni başlıyordu,
19.yüzyılın nasyonal ulus devletçi, 20.Yüzyılın ideolojik eksenli ekonomik
çatışmalarının yerini 21.Yüzyılda dünya haritasında kültürel medeniyet
çatışmaları alacaktır. Bu çatışma, başlıca yedi medeniyetin sınırlarında
parıldayabilecek küçük kıvılcımların bütün dünyayı saracak bir alev topuna
dönüşmesine neden olacak ve artık medeniyetler savaşacaktır. (Huntington’un
tezinin ayrıntıları, tutarsızlıkları daha önemlisi niyeti ile ilgili detaylar
bu yazının konusu değil, şimdilik..)
O dönemde tanıdım, öğrenciydim henüz . Huntington’un Medeniyetler Çatışması
tezi üstüne tüm dünyada yapılan değerlendirmeler içinde en makul ve
isabetlisiydi okuduğum mülakatı.(İzlenim, Ekim 1993 Sayı 10) Dünya siyasi
literatürüne kazandırdığı kavramları, perspektif zenginliği vardı. Türkiye’nin
konjonktürel konumu ve komşularıyla ilgili kronik sorunlarına dair açılımlarını
dillendiriyordu çalışmalarında. İnisiyatif kullanabilen, liderlik rolünün
farkında olan ve bölgenin siyasi geleceğinin vazgeçilmez aktörü olarak
tanımladığı bir ülkeden bahsediyordu, Prof. Dr. Ahmet DAVUTOĞLU… Yazının
tamamı...
Kürdistan artık resmen ilan edildi. Türkiye bölündü, hamd olsun
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, isminde "Kürdistan" olan ilk siyasi partiye onay verdi.
Başsavcılık,
Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi'nin isminde ve tüzüğünde Anayasa'daki
hükümlere aykırılık görmedi. Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi (T-KDP) kuruluş
dilekçesini verdiğinde gözler İçişleri Bakanlığı ve Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığı'na çevrilmişti. T-KDP, ilk vizeyi İçişleri Bakanlığı'ndan almıştı.
Ancak partinin siyasi yaşamını devam ettirebilmesi için Yargıtay
Başsavcılığı'nın tavrının ne olacağı önem kazanıyordu.
Yargıtay Başsavcılığı, T-KDP'nin ismi ve tüzüğünü inceledikten sonra Anayasa ve
Siyasi Partiler Yasası'na aykırılık bulunmadığını kabul etti ve partinin
kuruluşuna onay verdi. Kurucu Genel Başkanlığını Mehmet Emin Kardaş'ın yaptığı
T-KDP, bağımsız Kürdistan'ı hedeflemekle birlikte Mesud Barzani liderliğindeki
Irak Kürdistan Demokrat Partisi ile bir ilişkisi bulunmadığını da savunuyor.
Ancak partinin önder olarak gördüğü siyasi isimlerin başında Mesud Barzani'nin
babası ve Irak Kürdistan Demokrat Partisi'nin kurucusu Mustafa Barzani geliyor.
Dersim isyanından sonra idam edilen ve bu isyanın liderlerinden olan Seyid Rıza
da önder kabul edilen isimler arasında. Amblem olarak Ağrı Dağı'nın ardından
doğan Güneş'i seçen T-KDP, günlük faaliyetlerinde ismini Kürtçe yazarken,
afişlerinde sarı, kırmızı ve yeşil renkleri kullanıyor.
Amblem olarak Ağrı Dağı'nı kullanan Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi'nin önder
olarak gördüğü isimlerden biri de IKDP 'nin kurucusu Mustafa Barzani. OdaTV.com
Erdoğan Kürdistan'ı çoktan kurdu
Kıbrıs Yüksek İdare Mahkemesi, Hala Sultan İlahiyat Koleji'ni kapattı.
Ağrı Dağı'na Ermeni bayrağı diktiler
Gürcistan’dan Türkiye’ye giren Ermeni asıllı 11 dağcının, izinleri olmadığı halde Ağrı Dağı’na tırmandığı iddia edildi.
9.8.2010
Ermeni asıllı Amerikalı ve Kanadalı dağcıların geçen ay izinleri olmadığı halde
Ağrı Dağı’na tırmanarak zirveye Ermenistan ve Dağlık Karabağ bayrakları diktiği
ortaya çıktı.
Ermeni haber sitesi “Asbarez”, 9 Amerikalı, 2 Kanadalı dağcının 13 Temmuz’da
Gürcistan’dan Türkiye’ye girdiğini belirterek hikâyenin gerisini şöyle aktardı:
“Türk sınırında bir görevli onlara neden Türkiye’ye girmek istediklerini sordu.
Türkçe bilen bir dağcı Ağrı Dağı’na tırmanacaklarını söyledi. Görevli, gruptaki
beyaz saçlı birine baktı ve ‘Bu adam mı dağa tırmanacak?’ dedi. Vatche
Soghomonian isimli o adam, Türk sınırındaki görevlilerin kendilerine çok samimi
davrandığını söyledi.”
Ermeni haber sitesi “Asbarez”in anlatımına göre Ararat 11 adlı ekip tırmanışa
15 Temmuz’da başladı. İkinci gece ağır kar yağışı ve dolu fırtınasıyla
karşılaştılar. Rehberleri tırmanışa devam etmeyi reddetti ancak ekiptekiler
tırmanıştan vazgeçmedi.
Asbarez, anlatımına şöyle devam etti: “Ekip üyelerinden Seth Setrakian
irtifa hastalığına yakalanınca ekipteki doktor, güvenli bir bölgeye inip
kendilerini orada beklemesini söyledi. Ama Setrakian, bir Ermeni için ölünecek
en iyi yerin Ağrı Dağı olduğunu söyledi.”
İzin faksla iptal edildi
Tırmanışa başladıkları üçüncü günde zirveye ulaşan ekiptekiler Ermenistan ve
Dağlık Karabağ’ın bayraklarını dikip bir de hatıra fotoğrafı çektirdi. İnternet
sitesinde yazılanlara göre ekip daha sonra dans edip şarkı da söyledi.
Yine sitede yazdığına göre ekibin tırmanış için gerekli izni vardı ancak oraya
gittiklerinde, Turizm Bakanlığı’nın bir faks göndererek izinleri iptal ettiğini
öğrendiler.
Yazıda bu durum şöyle anlatıldı: “Ancak bölgede Kürt nüfusu çoğunlukta ve
Kürtler Türk hükümetini ya da izinleri çok ciddiye almıyor. Ekibin bir üyesi,
Kürtlerin daha ziyade iş yapmakla ilgilendiğini söyledi. Böylece ekip dağa
çıkabildi.”
Kürdistan israil planı
AKP medyası, IŞİD'in arkasında ‘ÇUVALCI’ David Patreus ve İsrail olduğunu iddia
ediyor. İsrail yaptığı açıklamalarla, IŞİD sayesinde BOP'un hedefi Kürdistan'ın
kurulmasından memnun olduğunu bildiriyor.
yurtgazetesi
Irak’ın IŞİD güçleri tarafından fiilen üçe bölünmesi Barzani’yi Bağımsız
Kürdistan’ın kurulması konusunda güçlendirdi. Takvim Gazetesi’nden Ergun Diler,
IŞİD’i Çuvalcı Paşa Patreus’un yönettiğini ve arkasında İsrail olduğunu öne
sürdü. İsrail’den gelen açıklamalar da Kürdistan’dan memnuniyet duyulduğu
yönünde.
BOP’UN HEDEFİ KÜRDİSTAN’DI
Büyük Ortadoğu Projesi 20 yıl önce ABD’li Neo-Con’lar ve İsrail tarafından
ortaya atılmıştı. Asıl hedef Arap dünyasına ve İran-Şii eksenine karşı araya
İsrail’e bağlı bir Kürdistan kurdurmaktı. İsrail, IŞİD operasyonu ile bu hedefe
ulaşıyor.
ERDOĞAN’A PETROL PAYI
Bu operasyon sırasında İsrail, yine Takvim’in iddiasına göre Balyoz operasyonu
ile Türk donanmasını tasfiye etti. Daha sonra Erdoğan-Barzani yakınlaşması ile
Kürt petrolünün İsrail’e gitmesi sağlandı. Türkiye, Kürdistan’a destek verdi.
SON AŞAMA: TÜRKİYE’Yİ BÖLME
İsrail’in asıl hedefi kendi kontrolü altındaki bir Kürdistan ile Türkiye’yi
bölerek, hem petrole hem de suya kavuşmak. Böylece GAP’ı da kontrol etmek
istiyor. Erdoğan, Köşk oyları için çözüm süreci adı altında bu bölünmenin
taşlarını döşüyor.
İsrail sevinçli: Kürdistan kuruluyor
ABD Dışişleri Bakanı Kerry ile görüşen İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor
Lieberman, Irak’ta devam eden krizin bağımsız bir Kürt devleti sonucu
doğurabileceğini söyledi. İsrail’in bu devleti tanıyan ilk ülkelerden birisi
olacağı söyleniyor.
Kürtler İsrail ilişkisini gizledi
İsrail’in, uzun süredir Irak Kürdistanı ile sahip olduğu ilişkileri, Kürt
bölgesinin talebi üzerine gizli tuttuğu iddia ediliyor. Kürdistan bölgesinde
Mossad istasyon şefliği yapan Eliezer Tsafrir, Reuters’e yaptığı bir açıklamada,
Kürdistan ile açık ilişkilere sahip olmak, bölgede elçilik açmak istediklerini
ancak Kürtlerin buna sıcak bakmadıklarını söylemişti.
‘Kürdistan petrol satabilir’
Irak Petrol Bakanlığı’nın şikayetiyle açılan davada, Federal Mahkeme kararını
verdi ve oybirliğiyle Irak Kürt bölgesel Yönetimi (IKBY) hükümetini haklı
buldu. IKBY Doğal Kaynaklar Bakanlığı’nın resmi sitesinde yayımlanan
açıklamada, "Karar, mahkeme heyetinin oybirliğiyle alındı. Irak Petrol
Bakanlığının şikayeti reddedildi. Mahkeme, Kürdistan bölgesi aleyhine açılan
davada, Irak Hükümetini haksız buldu. Bu karar bağlayıcıdır" denildi.
IKYB, bölgeden çıkardığı petrolü Türkiye’ye sevk ederek satmaya çalışıyordu.
Bağdat yönetiminin ve ABD’nin karşı çıkması sebebiyle bölgeden gelen petrole
alıcı bulunmasında önemli güçlükler çekiliyordu.
Türkiye nasıl kandırılıyor? Kürdistan ile büyürsünüz!
Erdoğan Hükümeti’nin Barzani’yi petrol nedeniyle desteklemesi ve Türkiye’deki
Kürtlere özerklik vaadi altında İsrail’in büyük oyun planı yatıyor. İsrail, Türkiye’nin
Barzani’yi destekleyerek Kürdistan’ı kurdurmasını, sonra Türkiye’den parça
kopararak Kürdistan’ı büyütmeyi hedefliyor. Neo-Con’lar ise Erdoğan’ı
“Kürdistan size dahil olacak, Musul’u alıp Misak-ı Milli sınırına
kavuşacaksınız gibi” yalanlarla kandırıyorlar. Türkiye büyüme hayalleri içinde,
AKP eliyle tezgahlanan çözüm sürecinde küçülmeye ve parçalanmaya sürükleniyor.
Yurt Gazetesi
Kuzey Irak'ta bağımsız bir Kürt devleti ihtimalinin devlet erkini eskiden
olduğu gibi rahatsız etmediğini söyleyen AKP'li Hüseyin Çelik, "Onların
adı Kürdistan ve bu kabul edilmeli" dedi.
29.6.2014
Çelik "Eğer Irak bölünürse ki bu kaçınılmaz görünüyor; onlar bizim
kardeşimizdir" diye konuştu. AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik,
Financial Times Gazetesi'ne son gelişmeler ışığında Kuzey Irak'ta filizlenmeye
başlayan bir Kürt devleti oluşumu hakkında açıklamada bulundu.
Kuzey Irak'ta bağımsız bir Kürt devleti kurulması ihtimalinin devlet erkini
eskiden olduğu gibi rahatsız etmediğini ve bazı şeylerin değiştiğini söyleyen
Çelik, "Eskiden bağımsız bir Kürt devleti mevzuu Türkiye için savaş
nedeni sayılıyordu. Hatta Kürdistan kelimesi bile insanları sinirli ve
agresif yapmaya yeterliydi. Ama onların adı Kürdistan ve bunun kabul edilmesi
gerekli" dedi. Çelik ayrıca "Eğer Irak bölünürse ki bu kaçınılmaz
görünüyor; onlar bizim kardeşimizdir" dedi.
'TANIMA SİNYALİ VERDİ'
Gazete, Irak Bölgesel Kürt Yönetimi (IBKY) petrol şirketlerinin hisselerine
Türkiye'nin yatırım yaptığını belirterek pek çok alanda işbirlikleri
bulunduğunu yazdı.
Financial Times, Çelik'in sözlerini aktardığı haberinde "Türkiye bağımsız
Kürdistan'ı tanıma sinyali verdi" yorumuna da yer verdi. Gazete ayrıca
Kuzey Irak'ta kurulacak böyle bir devletin IŞİD gibi radikal terör örgütleri
ile Türkiye arasında tampon görevi göreceği için Türkiye'nin işine yaracağını
kaydetti. Gazete aynı şekilde oluşumun Kürt sorunu meselesinin daha hızlı
çözüme kavuşturulmasında bir itici güç olacağını ve PKK'nın bölgede ekmeğine
yağ süren faktörleri azaltacağı yorumunu da yaptı. Odatv.com
Tarihi Atatürk Ortaokulu kapanıyor
Ulus'taki tarihi Atatürk Ortaokulu, Yıldırım Beyazıt Üniversitesine Ek Hizmet
Binası yapılacağı gerekçesiyle kapatılıyor.
Ankara Ulus'taki tarihi Atatürk Ortaokulu, Yıldırım Beyazıt Üniversitesine Ek
Hizmet Binası yapılacağı gerekçesiyle kapatılmak isteniyor.
Okulda öğrenim gören öğrencilerin akıbeti hakkında hiçbir bilgi vermeyen İl
Milli Eğitim Müdürlüğü’nün öğrenci velilerinin itiraz dilekçelerini de dikkate
almadığı bildirildi. Atatürk’ün bizzat kurduğu okullardan biri olan Atatürk
Ortaokulu'nun kapatılacağı duyuruldu. Ulus’un merkezinde bulunan ve tarihi eser
niteliğindeki okul binası Yıldırım Beyazıt Üniversitesi için ek hizmet binasına
dönüştürülecek. Okulun gelecek dönem kapanacağını duyuran okul müdürlüğü, 390
öğrencinin hangi okula nakledileceği hakkında da hiçbir bilgi vermedi.
Kapatılmanın durdurulması için Ankara İl Milli Eğitim Müdürlüğü'ne başvuran
öğrenci velileri ise olumlu sonuç alamadı. Okulun kapanmasına karşı çıkan
veliler seslerini duyurmak için 2 Temmuz Çarşamba saat 13.00’de Ankara İl Milli
Eğitim Müdürlüğü önünde oturma eylemi gerçekleştirecek.
YAPABİLECEĞİMİZ HİÇBİR ŞEY YOK
Bu durumdan mağdur olan öğrenci velileri BirGün’e yaptıkları açıklamada,
itirazlarının Ankara Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından dikkate alınmadığını
savundu. Veliler, İl Milli Eğitim Müdürü'yle de görüştüklerini fakat
yetkililerden “Bu konuda yapabileceğiniz hiçbir şey yok“ yanıtı aldıklarını
belirtti.
AYGÜN'DEN DESTEK
Atatürk Ortaokulu’nun öğrencileri ve velileri TBMM’de CHP Tunceli Milletvekili
Hüseyin Aygün ile bir basın toplantısı düzenledi. Aygün, Milli Eğitim
Bakanlığı'nın okulu kapatma kararını eleştirerek, tarihi okul binasının bir
rant kapısı olarak görüldüğünü, öğrencilerin mağdur edildiklerini belirtti.
Öğrencilerin ve velilerin gösterdikleri çabaya rağmen olumlu sonuç
alamadıklarına kaydeden Aygün, ilgili makamların bu konuya tepkisiz kaldığını
vurguladı. Çağdaş Hukukçular Derneği Temsilcisi ve ailelerin avukatı Aytaç
Ünsal ise dernek olarak öğrencilerin eğitim haklarını korumak için yasal
girişimlerde bulunacaklarını açıkladı. Birgün
7918 şehidin faili meçhul kalacak
AKP’nin getirdiği paketle ellerinde binlerce şehidin kanı olan teröristlere
’af’ çıkmasına tepki yağıyor.
Son 30 yılda 13 bin 745 şehit verdik
AKP hükümetinin TBMM’ye sunduğu yeni çözümsüzlük paketi, “Verdiğimiz şehitlerin
kanının hesabını kim soracak?” sorusunu da beraberinde getirdi. TBMM İnsan
Haklarını İnceleme Terör Alt Komisyonu’nun 2013 yılında hazırlamış olduğu
rapora göre Türkiye, PKK terörüne son 30 yılda 7 bin 918 şehit (Asker-polis), 5
bin 557 sivil kayıp verdi. Bu rakamlara, PKK terör örgütünün yüzlerle, hatta
binlerle ifade edilen ve kayıtlara geçmeyen infazların, terör kaynaklı faili
meçhullerden henüz istatistiklere geçmeyenlerin dahil olmadığına dikkat
çekildi. Özellikle PKK terörünün son 30 yıllık geçmişini istatistiki olarak ilk
defa değerlendirerek, Türkiye’nin yaşadığı kayıpları ortaya koymanın, alt komisyonun
oluşturulmasındaki amaçlardan birisi olduğu ifade edilen taslak raporda, ilgili
kurum ve kuruluşlarla yapılan yazışma sonucunda, komisyon çalışmalarına ışık
tutacak verinin yer aldığı çalışmaya rastlanılmadığı belirtildi.
Amaç bebek katilinin tahliyesini sağlamak
Emekli Tuğgeneral Nejat Eslen, suçlu-suçsuz ayıklama işlemini terör örgütünün
yapacağını söyledi. Devletin elinde bilgi bulunmadığını ifade eden Eslen, “PKK
kendisi seçecek. PKK’dan başka kimse bilmiyor bunu. Devlet ve güvenlik güçleri
bilmez” dedi. Sözde çözüm sürecinin sonucunu PKK’nın belirleyeceğini kaydeden
Eslen, asıl amacın Bebek Katili Abdullah Öcalan’ın tahliyesini sağlamak
olduğunu söyledi. Erdoğan’ın Kürt oylarını almak için bu yola girdiğini anlatan
Eslen şunları söyledi: “PKK’ya AKP yönetiminden başka hiçbir kimse bu kadar
taviz vermez. PKK süreci ve kazanımlarını yasalaştırmak itiyor. Bundan sonra
hükümet Öcalan ve PKK’yla doğrudan muhatap olacak. Öte yandan bu işe bulaşanlar
kendilerini yargılanmamak için korumaya ihtiyaç duyuyorlar. Sürecin anayasal
bir suç olduğunu biliyorlar. Hükümete geniş yetkiler veriliyor. Hükümet yasaya
gerek kalmadan doğrudan müzakerelere girecek ve PKK’nın istediği talepleri
karşılamak için Kanun Hükmünde kararnameler çıkaracak. Cumhurbaşkanlığı seçiminde
Erdoğan’ın Kürt oylarına ihtiyacı olduğu için seçimden önce bu hamleyi yapıyor.
Bu süreç başarılı olamaz.”
Şehit kanı yerde kalmaz
Eski Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, söz konusu tasarının yasalaşması durumunda
hükümete geniş yetkiler verdiğini ve muhalefetin iptalini için Anayasa
Mahkemesi’ne başvurması gerektiğini söyledi. Türk, “Ölçüyü çok iyi belirlemek
gerekiyor. Bu güne kadar dökülen şehit kanlarının yerde kalmaması gerekiyor”
diye konuştu. Türkiye Emekli Subaylar Derneği Başkanı emekli Hava Korgeneral
Erdoğan Karakuş, tasarının yasalaşması durumunda teröristlerin beyanlarının
esas alınacağını ifade etti. Suçlara ilişkin bir kriter bulunmadığını kaydeden
Karakuş, “Dağdan inen ’ben adam öldürmedim’derse inanmak mecburiyetindesiniz.
Yasa sadece beyana göre uygulanacak” dedi.
Hesap sorulur
CHP Genel Başkan Yardımcısı Aytun Çıray, sözde çözüm paketinin altında
cumhurbaşkanı seçimi yattığını söyledi. Tasarının Öcalan-Erdoğan cephesini
kurmaya yönelik bir çalışma olduğunu belirten Çıray, “İlk defa Türkiye’yi
yöneten bir devlet adamı teröristle seçim pazarlığına oturdu. Sorunlu
maddelerden biri de PKK ile ilişkilere örtülü af getiren hem de her türlü
kanunsuz görüşmeyi affeden maddedir. Devirler değişir, hesaplar verilir. Türk
tarihinde vatana ihanet eden bir katille cumhurbaşkanlığı için pazarlık etmek
yoktur. Sözde çözüm süreci aslında cumhurbaşkanlığı pazarlık sürecidir.
Anaların ağlamasını kimse istemez. Bunu ancak vicdansızlar isteyebilir. Bu
ülkede kan akmasını da isteyemez, ama kan akmasın diye Kurtuluş Savaşı’ndan
vazgeçemezdik. Analar ağlamasın diyorsunuz; çocukları dağa kaçırılmış analar
ağlıyor” diye konuştu. Yeniçağ
Erdoğan, Mübarek bir davanın hizmetkarlarıyız
"Bir olalım, beraber olalım"
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, cumhurbaşkanlığı seçimleri ile ilgili olarak şu
ifadeleri kullandı:
"Bu senenin bir farklılığı var. Kardeşlerim, cumhurbaşkanlığı seçimlerine
gidiyoruz. Bu cumhurbaşkanlığı seçiminin de ülkemiz için, milletimiz için
hayırlı olmasını diliyorum. Ve bir olalım, beraber olalım. İnşallah aydınlık
yarınların Türkiye'sini, 2023'ün Türkiye'sini de farklı bir
şekilde inşa edelim."
Sultanahmet Meydanı'ndaki vatandaşlar, Başbakan Erdoğan'a sevgi gösterisinde
bulundu, fotoğraflarını çekti.
Muhabir: Etem Geylan/Sefa Mutlu/Emrah
Güney
MAVİ MARMARA'da ABD gizli Operasyonu.
Türkiye Kürdistan'ın bağımsızlığına her zamankinden daha
fazla hazır.
Bağımsız Kürdistan'ı birlikte kuralım' teklifi
Yeni Bir Sömürgecilik, Arazi Kiralama.
TSK Mayın temizliyor, Teröristler oradan giriyor.
TSK Akçakale’deki mayınlı bölgeyi temizliyor.
NUSAYBİNDEKİ TEMİZLİĞİ TAUBER FİRMASI OLARAK BİZ YAPTIK
TBMM-Mayın temizleme işinin tarıma açmayla ne alakası var?
Sınırda mayın temizliği sürüyor.
PKK'nın yolunu TSK temizliyor. AKP, kandaşlarının yoluna
çiçek döşeyecek, yakında...
Bu Türk mayın tarlasına girmeye hazır.
Nusaybin sınırdaki mayın temizliği sona erdi.
Nusaybin sınırında mayın temizliği tamamlandı.
SURİYE SINIRINDA Kİ MAYINLAR/Doç. Dr. Oya Akgönenç.
MAYINLI ARAZİ VE YAYILMACILARIN EN BÜYÜK PLANI
Suriye sınırındaki mayınlı bölgenin vaat edilmiş topraklar
ve büyük Ortadoğu.
Türkiye Güney Sınırı Mayınlı Alanların Toprak ve Tarım Potansiyeli.pdf
TBMM-Mayınlı araziler konuşmaları.pdf
TBMM-Mayın temizleme 14 Mayıs 2009.pdf
TBMM-Başkanlığa sunulan Mayınlı arazi.pdf
DİKA-Ayrıca açmayı planladığı ancak mayınlı bölgede olması sebebiyle.pdf
Kalkınma ajansı-Mayınlı arazilerin temizlenerek ekonomiye kazandırılması (GAP İlleri).pdf
Tora'da
Aden bahçesi, Kürdistan; Van gölünün güneyi
İsrail bayrağında iki çizgi FIRAT ve DİCLE. YAHUDİ KÜRTLER!
“KÜRDİSTAN'IN SINIRLARI” VE BOP'DA NİHAİ SONUÇ TÜRK-İSRAİL SAVAŞIDIR.
Sözde Türkler neden Filistin bayrağı sallıyor?
ERMENİLER AĞRI DAĞINA ERMENİLER BAYRAK DİKTİ
SEVR VE LOZAN ANTLAŞMALARINDA ERMENİLER
Misyonerler, Cizvitler, Frensisler, Protestanlar.
DOĞU TÜRKİYE'nin Kürtçülük ve dincilik üzerinde plasebo
etkisi.
SİYONİZMLE İTTİFAK
ÜÇ KUDÜS: KUDÜS’E SİYONİST, EVANJELİK VE REEL-POLİTİK
YAKLAŞIMLAR
(Dost-)Düşmanlar: Hıristiyan Siyonizminde Antisemitizm ve
Anti-İslamizm
SİYONİZMİN YAHUDİ RADİKALİZMİ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ
İsraillilerin Tarihi: Musa’nın (A.S.) Lanetleri Gerçekleşti
mi?
Suriye sınırındaki mayınlı bölgenin vaat edilmiş topraklar
ve büyük Ortadoğu.
Siyonizm ve Evanjelizm Kardeşliğinin ABD Dış Politikasına Etkileri.
ÇOK GİZLİ TUTULAN FETHULLAH GÜLEN-SİYONİZM İLİŞKİSİ
Asala sahaya inmek için fırsat kolluyor.
Çılgın İhanet, MONTRÖ (Montreux), Glasnost, Perestroyka.
Ilımlı İslamcılar, Allah sizi bir gün çarpacak.
Bütün yaratma işi altı gün sürmüş ve yedinci gün Tanrı
dinlenmişti.
Medz Yeğen mi? Vilayet-i Sitte mi?
Feodalizmin Devlete İsyanı: Dersim Olayları... (1) (Prof Dr Ramazan Demir) ARŞİV BELGELERİ IŞIĞINDA DİYARBAKIR VİLAYETİNDE 1895 ERMENİ OLAYLARI
Türkiye'nin 23 Nisan kapanmasından Biden memnun olacak mı?
ERMENİ MESELESİ, ARŞİV ARYANLARA
Bizanslılar da Ermenileri TEHCİRE göndermişlerdir.
1915'te ERMENİ ÇETELERİNCE TAMAMEN YOK EDİLEN VAN ŞEHRİ RESİMLERİ
1,5 milyon Osmanlı Ermeni'sine oldu?
ULUSLARARASI TERÖRİZM VE ERMENİ TERÖRÜ. Doç. Dr. Orhan Çekiç
ERMENİ SORUNU,YER DEĞİŞTİRME KANUNU(TEHCİR)VE UYGULAMASI
Askere Din Kitabı-Diyanet yayınları
Davutoğlu, Çanakkale anmalarına fazla bir anlam yüklemeyin...!
TÜRKİYE - ERMENİSTAN BARIŞ ANDLAŞMASI.
Gürbüz Çapan'ın Ermenistan İtirafı: Türkeş Başlattı ABD
İstedi.
Kürt isyanları ve Dersim gerçeği.
SADECE TEHCİR DEĞİL,BÜTÜN SÜREÇ ARAŞTIRILMALI/Baskın Oran.
Feodalizmin
Devlete İsyanı: Dersim Olayları... (1) (Prof Dr Ramazan Demir)
Kürtçülerin ve Fethullahçıların yalanlarını belgelerle çürütüyoruz!
Dersim'de ne oldu Atatürk ne yaptı?
MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİ'NDE KÜRDİSTAN TEÂLİ CEMİYETİ (1918-1927)
ARŞİV BELGELERİ IŞIĞINDA DİYARBAKIR VİLAYETİNDE 1895 ERMENİ OLAYLARI
SOVYET ARŞİV BELGELERİ IŞIĞINDA TÜRK-ERMENİ İLİŞKİLERİ (1915-1923)
ABD'DE ERMENİ DİASPORASININ ÇALIŞMALARI Ermeni Diasporası'nın Ermenistan iç politikası üzerine
etkileri.
Fethullah Gülen'in CIA bağlantısı resmi raporda!
Türkiye yutamayacağı lokmayı ısırmış olabilir.
OSMANLI KLASİK DÖNEMİNDE VAN GÖLÜ HAVZASINDA YAŞANAN AYAKLANMA VE EŞKIYALIK HAREKETLERİ.pdf
PYD Eş Başkan Salih Müslim: 'İmralı görüşmeleri sonrası muhalefetle iletişim arttı. Bir Müslüman'ın itirafları. 19 Mayıs bayram değil, soykırımdır!
19 Mayıs: Sözde Pontus Soykırımı
Exxon Mobil, Kuzey Irak’ta petrol sondajına başladı.
ÇOK GİZLİ:1961 TARİHLİ NATO BELGESİ
NATİONAL GEOGRAPHİC KİME HİZMET EDİYOR?
İzmir Marşı söyleyen öğrencilere tokat atıldı.
Atatürkçülük Öldü: Nakşîler, Nurcular İlericidir.
Prof. Justin McCarty: "Atatürk olmasaydı... "
Orta Asya Uygarlıklarının Kökeni.
Robert Ballard, Nuh Tufanı bilimsel olarak kanıtlandı.
Arkeoloji tarihinin en büyük buluşu, Nuh'un Gemisine ait olduğu iddiası...
ABD Temsilciler Meclisi'nden Davutoğlu'na ödül vetosu! "Hukuksuz, sorumsuz ve iki yüzlü politika!"
Çanakkale'de Muhammed, Filistin'de Musa mı kazandı?
Hülya Avşar, Tayyip beye neden korkak KEDİ dedi?
AR DAMARI ÇATLAMIŞ İNSAN NASIL ANLAŞILIR?
Türkiye, 10 yıl içinde yüz binlerce şehit
vermek durumunda kalabilir.
Küreselleşme,
İslam, Milli kimlik
İçindekiler:
- Başkenti tanımak Türkiye'yi tanımaktır.pdf
- Dinler Tarihine Giriş-Mircea Eliade.pdf
- Kutlu Doğum Sempozyumu - 2000.pdf
- Küreselleşme, İslam Dünyası ve Türkiye.pdf
- TEVRAT'IN TAHRİFİ MESELESİNE MÜSLÜMAN VE YAHUDİ CEPHESİNDEN BİR BAKIŞ.pdf
- Türk Millî Kimliğinin Kuruluşunda Osmanlı’nın Reddi-On Beşinci Yıl Kitabı.pdf
Küreselleşme, İslam, Milli kimlik-İNDİR
Türk Dilinin Yaşı Meselesi-Osman Nedim Tuna.pdf
Osmanlı’da Alfabe Tartışmaları.
MEB, "Hz. Muhammed'in Hayatı" dersi ile öğrencileri evliliğe hazırlıyor.
Ya Allah Bismillah dedi, kilise açtı !
Bu din rant, şehvet, ticaret, sömürü, işgal kapısı mı? LGBT camisi ne?
Gay İmam, LGBT Dostu Cami Açmayı Planlıyor!
Öcalan'a ev için,
İmralı'da inşaat başlattılar.
Karayılan gerçekleri
görmüş ya da en doğru şekliyle, biliyor olabilir mi?
Lider toplantılarında,
"Recep Tayyip Putin, n'aber" deseler, yüzü kızarmaz mı?
Davutoğlu, Çanakkale
anmalarına fazla bir anlam yüklemeyin...!
Davutoğlu, Türkiye'yi
terör destekçisi ilan etti, üstelik tüm dünyaya karşı.
Erdoğan, vatana ihanet
ettiğini ağzından kaçırdı.
Erdoğan NATO'yu,
Davutoğlu AB'yi işgale çağırıyor, % 50 amin diyor.
ERMENİ MESELESİ, ARŞİV
ARYANLARA
Ermeni Soykırım Anıtı
Ziyaretçileri
Çok yakında, üst düzey
bir suikast olabilir.
Yeni Anayasa'da ihanet
kokuları nelerdir? Hafızalara...
Psikiyatristlerin resimli
testleri hakkında.
Yeni Allah için, Atatürk
Orman Çiftliğine Putperest Kâ’be’si...
Yiğit Bulut'un 2008 tarihli köşe yazısı. AKP kapatılmalı.
Çerkez Ethem hain değil,
Türk devleti özür dilesin. Rusya Çerkezlerden özür dilesin.
İzmir Barosu Adına Ermeni
Halkından Özür Diliyoruz
HSYK 2. Daire Başkanı'nın
Erdoğan'dan özür dilemesi Anayasal bir suçtur.
Erdoğan sırayla özür dileme serisine başladı. Putin'den de özür diledi.
Kurtuluş savaşını onlara
karşı yapmıştık, şimdi onlar yönetiyor.
Ülkeni ve çocuklarını
korumak istiyorsan Arapçadan uzak tut.
AKP ile IŞİD temasını İHH
sağlıyor...
Türk Bayrağı Küfürdür,
Türk askeri Kâfirdir.
Türk Bayrağı'nı ayağı
altında çiğneyenler kimler?
Tayyip Erdoğan, İç Savaş
Planını devreye mi sokuyor?
10 yıl sonra Suriyeliler "özerklik" isterse?
İslam tam bir sapkınlığa girdi, Mersin Müftülüğü’nün kız çocuklarına gelinlik ve türban giydirdi.
Sayaçlı seccade, rekât sayar modası ne anlama geliyor?
Geç evliliğe teşvik yasaklanmalı.
Milli Eğitim Müdürü öğrencilere türban dağıttı!
Türban dağıtarak, başı açık kız öğrencilere baskı.
Ortaokul'da kız öğrencilerine türban dağıttı.
Aytunç Altındal,KARDEŞLİK MASALLARIYLA KISKACA ALINIYORUZ
Kınalarınızı hazır mı? ABD, Kürt Devleti’nin altyapısını hazırlıyor.
Allahu Ekber nidalarıyla Şehit Cenazelerine gitmenin ne
anlamı var?
Paralel Kürdistan Kumpası, Türkiye Eyaletlere bölünecek.
YAŞASIN KÜRDİSTAN, YAŞASIN ŞERİAT
Başbuğ, Sen Uyursan Millet ölür.
Ukrayna'da Kürdistan bayrakları
Kerkük’te Kürt Bayrağı İnmedi.
Kürdistan Bayrağı Tartışması Yargıya Taşındı.
Ukrayna Meselesinde Kürt Tavrı.
TARİH - Ukrayna’da ilk devleti Kürtler mi kurdu?
Savaş Ukrayna’daki Kürtleri de yerinden etti.
Türk Bayrağı Küfürdür, Türk askeri Kâfirdir.
İşte Osmanlı; Elinde tespih, evinde oğlan, dudağında dua..!
Neden
Osmanlı torunu olamayız? Fatih Sultan Mehmet’in “biseksüel” yanı!!!
Osmanlı torunu da konuşmuş, "Bizim canımıza yetti parlamenter sistem artık" demiş.
Türk yerine Türkiyeli, Türkçe yerine de Türkiyelice, Rusya'da başladı.
Erdoğan, "Ben Gürcü’yüm, eşim Arap", işte belgesi.
Oğlanlara oynamak...! Afganistan'da seks kölesi oğlanlar.
Siyasal İslamcılar Sıbyan değil, artık açıkça Sübyan mektepleri diyebiliyorlar.
AKP döneminde sübyan istismarı neden arttı?
Çocuklarına bayram hediye eden ilk ülkeden, tecavüzcülerine sübyan armağan eden ülkeye
Diyanet sübyan teşvikçiliğinden sonra, çocuklara darbeyi öğretmeye soyundu.
İSTİLA: Travesti, Sübyan, Oğlancılık, Tecavüz, Mülteci, İşsizlik, fakirlik... Türkiye nereye koşuyor?
Müslümanlar tecavüzü hazmetti, Neo-Osmanlıcılık hayranları buyurunuz, dedelerinizin mezar taşını okuyunuz...!
Utanma Osmanlı çocuğu utanma, sadece bildiğimizi bil. Cizre ile birlikte Aydın da işgal altında!
Türkleri aşağılamak, Osmanlı ile başlıyor.
Osmanlı Tarihi Uydurma mı? Vatikan Gizli arşivi ne diyor?
Meral Akşener'e ve onun üzerinden Atatürk'e Namussuz diyen Osmanlı çocuğu kim?
Müslümanlar Kürdistan'ı istiyor, mutlaka Ümmet-i Kürdistan olmalı.
İçimizdeki IŞİD üyesi, "Müslüman Teröristtir, Müslüman’ın ilk vazifesi Terörist olmaktır"
ABDULLAH GÜL'ÜN ARŞİVİNDEN. İSLAM MEDENİYETİ MAĞLUP OLMUŞ
Stand-Up gibi Müslüman olma hikayeleri... Kur'an AY'a nasıl gitti?
İnkılâp tarihi dersi kaldırılsın, sırada İslam ve Muhammed var.
Muhammed'in hayatını okumadan evvel topraklarımız vardı.
HZ. MUHAMMED TÜRKLER İÇİN NE DEMİŞ?İslamofaşist Darbe Silivri'de çocuklarını yiyor. Şeriat-PKK iş birliği
YOBAZ diyor ki; "Hakimiyeti Allah'a vereceğiz millete değil".
Eski bir
ülkücü, bir Kürt olarak diyorum ki: Durmak yok gaza devam.
Kürtler ABD
ile ayrı anlaşma istiyor.
Sınırlarını İngiltere’nin çizeceği Kürdistan devleti için Şeyh Mahmut Elberzenci ile diyalog.
KÜRDİSTAN
HARİTASINI ÇİZEN KİŞİ DE TOPLANTIDAYDI
Kürdistan Kaçıncı Eyaletimiz olacak? EYALET YA DA BÖLGESEL KALKINMA AJANSLARI
DOĞU
TÜRKİYE'nin Kürtçülük ve dincilik üzerinde plasebo etkisi.
HAZRETİ BUSH'UN OVAL OFİSTEKİ TOKADI
Oval emir;
Türklere Oral'dan bal, eline mal verin.
Pezevenkler TBMM'ye neden gider?
ŞEVKİ YILMAZ."pezevenklerin oluşturduğu Türk parlamentosu"
TBMM'den Türk sözünü çıkartın.
Davos'un boynuzları, Cumhalifesi.
Yer: Malatya
genelevi. Yıl:1955-1960'lar da bir zaman. Ve o şişman tercümanın adı Turgut
Özal idi.
Necip Fazıl
Kısakürek Gerçeği.
Arınç,
Kılıçdaroğlu, PKK, Türk Demokrasi Vakfı, Alman Vakıfları, Bergama Dosyası-Necip
Hablemitoğlu.
Büyük Ortadoğu Projesinin Temeli : Ilımlı İslam.
BÜYÜK
ORTADOĞU PROJESİ VE TÜRKİYE.pdf
Büyük
Ortadoğu Projesi uygulamaya mı konuldu?
BOP
kapsamında "askerlik" ve "yan gelip yatmak".
Diyanet'in teröre çözüm önerisi: Medreseler açılsın.
Kürt sorununa çözüm bulundu. İkinci eş almak ama..
NURCULARIN
VE AKP'NİN BOP İÇİNDEKİ MİSYONU.pdf
Şark
Projesi, BOP ve İslamcıların misyonu.
Dünya barışı
ve Asya demokrasilerinin anahtarı olarak Şam-ı Şerif Konferansı…
Diyalogcu nurcunun "İncilli meali"nden BOP'un "Furkan'ül Hakk"ına.
Diyanet
İşleri Reisi olan Eyüb Sabri, "Kur'an Türk alfabesiyle yazılıp
okunamaz." 1958
Diyanet işleri e. başkan yrd. Nursaçan (Çeven), Haram para ile hacca gidilir.
İmam
hatiplinin Kürtçe İncil'i
NURCULUK
HAREKETİ İÇERİSİNDEKİ VAKIF BİREYLERİN VAKIFLIKTAN AYRILMASINDAKİ TOPLUMSAL
ETKENLER.pdf
Şimdi de Saidi Nursi devleti mi kuruluyor?
ABD VE İSRAİL HESABINA ÇALIŞAN CEMAAT HANGİSİ?
ATATÜRK'ÜN AĞZINDAN UYDURULANLAR
Her gün,
“Gizlenen bir Atatürk” le karşılaşıyoruz..
MEHDİCİLİK
TİYATROSUNUN SAİD NURSİ SAHNESİ.
Rıza Nur’un Atatürk'e iftira ve Hakaretleri 4 kitap birden. (Kadir Mısıroğlu marifetiyle)
Sözde
Tarihçi Kadir Mısıroğlu Kimdir?
Said Nursi
ve Fethullah ruh ikizleri.
Dinlerarası Diyalog İhaneti-Prof. Dr. Yümni Sezen
Dinler Arası
Diyalog da Yerli Söylem İnşası.
Tımarhane ve Said Nursi gerçekleri...
Said Nursi Risaleleri yazmasaydı kıyamet kopacaktı... Akıl hastaları örnekleri...
Beyaz
Türkler için Risale-i Nur Tanzim Edildi.
Said Nursi
Gerçeği Belgeseli, Gerçeklerle yüzleşmekten korkmayanlar için.
Türkiye'ye
hazırlanan tuzağın özeti-Öcalan, CIA, Said-i Nursi, cinsel sapkınlık.
Fethullah'a
soru. Başörtüsü şart değilse bizi niye kandırdınız.
ANKARA
BİLDİRGESİ Mİ, TÜRKİYE’NİN İŞGALİ, TÜRKLERİN İŞGALLERE ORTAK EDİLME BELGESİ Mİ?
AJAN
ŞEBEKESİ: FETHULLAH CEMAATİ
FETULLAH
AJANLARI DİĞER PARTİLERE SIZMAKTALAR!
Gül,
PKK’nın fikir babasını ödüllendirdi!
27 MAYIS 1960'TAN,12 EYLÜL 1980'E GERÇEK BAKIŞ.pdf.
SİYONİZM, EVANJELİZM SAPKINLIĞI VE SİYONİZMLE İTTİFAKI-ABD'nin yeni güçlü adamı Evanjelist Türk
ARMEGEDON, APOPHIS, TUNGUSKA OLAYI
Türkiye’de Evanjelistler ve Billy Graham Evanjelist Kurumu.
1997 Ramazan bayramında Zaman gazetesinde "Her ehl-i hamiyeti ağlatan zulüm"...
Anaokullarında
türban şenliği.pdf
PTT İngiliz ajanları ve hainler adına “hatıra pulu” bastırıyor.
SAİD NURSİ'YE GÖRE... Nazım Hikmet...
Yaşar Nuri, Hz. Muhammed hem cami yaptırmış hem yıktırmış ilk ve tek peygamberdir.
90
yıllık enkazın altından bekçiler çıkartılıp, Kürdistan için devreye sokuluyor.
"Bağımsız Kürdistan" provası!..
“BAĞIMSIZ
KÜRT DEVLETİ” PROPAGANDASI
Üzeyir Garih ölmese Erdoğan milletvekili olamazdı.
PKK’nın
ASAYİŞ TİMİ; ALOOOO POLİS ÇEKİL ORADAN YOKSA MÜDAHALA EDERİZ.
Türkiye
toprakları El-Kaide'nin eline geçti.
Başbakanlık
Psikolojik Savaş Merkezi'nin kurucusu Vamık Volkan.
Vamık
Volkan 1; Taş atan çocuklar.
Tayyip;
Kürdistan hayırlı olsun dedi.
Erdoğan 'andımız'ın neden kaldırıldığını açıkladı.
Erdoğan, "Ekümenik beni, ecdadımı rahatsız etmez." (!!!)
Erdoğan,
Kıbrıs'tan toprak verebiliriz.
Kılıçdaroğlu:
PKK'ya siyaset yolu açılmalı.
Erdoğan,
"PKK'lıların dağdan indiğini göreceksiniz, acele etmeyin..."
ATATÜRK KÜRDİSTAN KURULABİLECEĞİ SÖZÜ VERDİ Mİ!
AÇIKLAMANIN
SUÇ OLDUĞUNU BİLİYORUM-PKK ve Bölünme için Gizli Oturum yapıldı.
AKP
hükümeti Kürdistan'ı MİT eliyle kuruyor.
Hollanda yapımı, "PKK hendek kazarken, onlara ses çıkartmayanlar" belgeseli.
AMERİKALILAR KİMLERLE İSTİHBARAT PAYLAŞIYOR? Şemdin Sakık
ABD'Lİ SUBAYDAN İTİRAF; KÜRDİSTAN'I KURMAK İÇİN BURADAYIZ. Perinçek, Kişiye özel yasa çıkmaz, genel af olursa Öcalan için de olur.
KARANLIK ÇAĞ; Erdoğan, insan eğitimle formatlanamaz...!
Fuat Avni deşifre etmeye devam ediyor. Erdoğan Türkçe ile bilim yapılamaz.
Erdoğan'a tokat gibi yanıt. Türk sömürgesi değiliz, olamayız...
Ömer Faruk Eminağaoğlu sormuş, ben de bazı ilavelerle yanıtlayım.
Erbakan resmen CHP'de; Y-CHP idi Yamalı CHP oldu...
İlköğretim Parasızdır İfadesi kaldırıldı Hamd Olsun.
PKK kendi polis teşkilatını kurdu, hamd olsun.
Vatan Tayyip oldu, Vatan hainliği modaya uydu.
Sülün Osman, Köprüden geçmeyenden para almayı o bile düşünemedi.
"Öcalan
tarikatlar için de demokrasi talep etti".
DEP eski milletvekili HATİP DİCLE'nin Savunması-Kürt tarihinin diyalektik özelliği.
Can alın-Can verin, Ölün, şehit olun, PKK’ya can verin
Merkel'in Tayyip'e talimatları
Kanal 24'ün Hz. Muhammed soyundan ortağı
İslamcı geçinen Kanal 24'ün yorumu, Polis terörize ediyor...!
TV 24 kanalı, Trump'ı aşağılayım derken, Erdoğan, Bahçeli
ve Gül'ü unutunca.
KÜLTÜR, TÖRE, DİN; Kur’an Tercümeleri
Sarkozi'nin hakaretleri, AKP kodamanlarının cilveleri
Zenginlerin arkasındaki zenginlik: Burla Biraderler
AKP'den uzaklaşanlar Allah'a yakınlaşırlar!
AKP'li vekilin istifa açıklaması
Yavuz Sultan Selim ve Kürtlerin tarihçesi
Fidan, Hayalindeki MİT'i 31 yaşında yazdı.
Suriye’deki PYD/YPG Yapılanmasının Türkiye’nin Sınır Güvenliğine Etkileri.pdf









Hiç yorum yok:
Yorum Gönder