İSPANYA’DAN
YUNANİSTAN’A DİPLOMASİ TRAFİĞİ İÇİNDE GÖZDEN KAÇANLAR
Doç. Dr. Oya Akgönenç
o
yaakgonenc2000?yahoo.com
Avrupa Konseyi
e.parlamenter üyesi.
İspanya'da, “Medeniyetler İttifakı” toplantısı
yapıldı. Bu Birleşmiş Milletlerin ortaya attığı bir kavram ve faaliyet.
Medeniyetler Çatışmasına karşı bir anti tez oluşturma çabası. Türk ve İspanyol başbakanları,
bu olayın eş başkanları. Herhangi bir olumlu etkisinin olup, olmayacağını zaman
gösterecek. Yalnız, hemen görülen husus, Türkiye’nin tedricen ve sistemli
olarak daha çok “Akdeniz havzası devletleri grubuna” doğru kaydırılma çabaları.
Bunun da sonuçlarını dikkatle izlemek gerek.
Sayın başbakan, Erdoğan’ın,
İspanya’da yaptığı basın toplantısında “başörtüsü” konusunu “büyük
bir gürültü ile” Türkiye’nin gündemine düştü. O gün, bugündür
Türkiye’de çok şey yazılıp, çizildi. Adeta saflar belirlendi, endişeler
ifade edildi, hatta
hakaretler edildi, 4000 yıllık Sümer yazıtlarından bile medet
umuldu, taslak hazırlandı ve AKP ile MHP arasında mutabakata varıldı. CHP,
muhalefette kaldı. Bunca faaliyetten sonra acaba 40 yıllık problem
çözülebilecek mi? Önümüzdeki haftalarda orasını göreceğiz.
Yalnız olayların gelişmesinde
dikkat çeken hususlar var ki bazı soruları da birlikte getiriyor. Mesela:
Türkiye iç politikasının son derece önemli bir ögesi olan bu “başörtüsü
problemini” çözmek için acaba İspanyadan mesaj vermeye gerek
varmaydı? Acaba bu durum, sonucu zaten belli olan bir oyun mudur? Yoksa maksat
siyasi bir yatırım mıdır? Yaklaşmakta olan bir mahalli seçim var. Belki
de maksat, Türkiye’de “gündem
yaratmaktır”. O zaman da bunun nedenine bakmak gerekir.
Kanun taslağı hazırlanırken,
hukukçuların, mağdurların ve onların haklarını koruyan derneklerin uyarı ve
taleplerine pek kulak asılmadı. Fazla uzağa gitmeyin, bu olaylarla ta başından
beri hem hal olan, Ayrımcılığa Karşı Kadın Hakları Derneği (AKDER ) Başkanı Dr.
Rafiye Kızılhan ve Avukat Fatma Benli (AKDER başkan yardımcısı) hanımefendinin
29 Ocak 2008 tarihli yazı ve beyanlarını okursanız, bu işin yıllardır içinde
olan ve problemi yaşayanların ne derece endişeli olduğunu rahatça
görebilirsiniz. Onların ve temsil ettikleri gurupların sözleri ve yazıları ile
ifade etmek gerekirse, şöyle diyorlar.
Mesela Fatma Benli Hanım yazısında,
”...gerçekten AKP ve MHP’yi çok tebrik ediyorum,
başörtüsüne tümden karşı çıkan CHP bile bundan daha fazla zarar verecek olan
bir teklif yapamazdı. Nasılsa bu teklifin sonunda geleceğimiz nokta, bir
iki rektörün inisiyatifi ile bazı üniversiteler istisna olmak üzere
başörtülü kadınların hiçbir şekilde haklarını kullanamaması olacak, sonuçta on senedir hiçbir hukuki zemini olmayan, tamamen
fiili uygulamaya dayanan keyfi bir yasakla mücadele ediyorduk, artık anayasal
hale geldi. Yapacak hiç bir şeyimiz kalmayacak...” demektedir.
Bu ani “Başörtüsü çözüm
atağının” aslında daha da vahim bir yönü mevcuttur: Ülkede bu
kadar gürültü koparken “acaba arada gözden
kaçanlar nelerdir?” diye sorulursa, iki önemli şey öne
çıkmaktadır:
1-Türk Ekonomisinin
hızla çok tehlikeli bir viraja yaklaşmakta ve Dünyada gelişmekte olan Ekonomik
krize karşı da, koruyucu hazırlıkları yapmamış bulunmaktadır. Düşünülen
veya ifade edilen tek şey, “daha satılacak çok şeyin olduğu ve bunların da
krizi atlatmakta önlem teşkil ettiği “ yolunda ki beyanlardır. Her şey,
satılıp, bitince ne yapılacaktır, bilinmez.
2-Türban tartışmalarının
yarattığı “smoke screen”
yani “adeta sis perdesi” arkasında, yeni Vakıflar yasasının
meclise gönderildiği dikkatlerden kaçmaktadır. Bu yasa talebi direk olarak AB
ilerleme raporlarında belirtilmiş olan bir husustur. Kısa sürede, Türkiye
hükümetini ve toplumunu zora sokabilecek olayları yaratmaya meyyal bir yasa
tasarısıdır. Büyük ölçüde, dış baskılar sonucunda, hükümet bunu tekrar yasayı
ele alıp, meclise yollamıştır.
Bu yasa daha önce de meclisten
geçmiş ama cumhurbaşkanlığında veto edilmiştir. Sn. Sezer, yasanın Türkiye Ana Yasasının 5, 11, 14, 16, 25 ve özellikle de 26. maddelerine aykırı
olması dolayısı ile ret etmiş ve düzeltilmesini istemiştir. Şimdi,
aynı kanun hiçbir değişiklik yapılmadan aynen meclise sevk edilmektedir.
Bu hazırlanan kanunda ki özellikler şunlardır:
Özellikle bu Hristiyan, Yahudi ve
diğer mezheplere ait vakıfların ve onlara ait şubelerin arzu ettikleri takdirde
şirket kurabileceklerini ve bu şirketlerle de Türkiye içinde yapılacak tüm
özelleştirmelerde yer alabileceklerini belirten, onlara bu hakkı tanıyan birçok
madde içermektedir. Belli bir süreç içinde Türkiye’de ki mülklerin el
değiştirmesine yol açacak bir durumdur.
Bu Vakıflar yurt içinde ve dışında
şube açabilecekler ve Yurt dışından da temsilcilik getirebileceklerdir.
Üstlerinde ki hükümet kontrolü da
tamamen kaldırılmaktadır. Eskiden bu gurupların siyasi faaliyetleri
yasaklanmıştı ama bu kanunla durum değişmekte ve onlara bu imkân da
tanınmaktadır.
Eskiden talep ettikleri toprakları
ancak ellerinde ki belgeler, vasiyet, bağış, hükümet belgesi vs... ile
ispatlamak zorunda olan kilise ve havralar, bu kanunla bu mecburiyetten de
kurtularak, yetkililerinin sözlü talebi ile topraklarını hem de bedelsiz olarak
alabileceklerdir.
Hz.
İsa, Hz. Musa ve Hz. Meryem adına yapılan yapıtlara hak talep edebileceklerdir.
İstanbul, İzmir, Mersin ve Antakya’da daha şimdiden 35 önemli yer
tespit edilmiştir.
(Ayasofya
Camii-müzesinin de bu listede olduğunu söylenmektedir)
Şu anda ülkemizde kilise ve
havralar dışında tam 77 Rum Vakfı, 19 Musevi vakfı, 52 Ermeni vakfı ve 10
Süryani vakfı mevcuttur ve faaliyet göstermektedir. Azınlıkların
açmış oldukları ilk ve ortaokulları da hesaba katmak gerekmektedir.
Bu talepler ve azınlıklara destek ve
vakıfların korunması, 2004 AB’nin Türkiye İlerleme Raporunda yer alan
hususları ihtiva etmektedir.
Bunlar her yıl ki raporda
da tekrarlanmaktadır.
Yunanistan başbakanı Sn. Karamanlis’in
ziyaretinden en çok akılda kalan, iki tarafın iş adamlarının birlikte yapmakta
oldukları yatırımlar olmuştur. Yunanistan’ın Türkiye’de 5,5 milyar dolarlık
yatırımı olduğu, Türk bankalarına rağbet ettikleri öne çıkmış bulunmaktadır. Mesela Finans Bank Yunanlılar hem de Yunan Milli Kilisesi
tarafından alınmış bulunmaktadır. Türkler
ve Yunanlılar, Orta Doğuda birlikte yatırım projelerine girmeye
hazırlanıyorlarmış. Bu arada Ekümenlik, Patrikhanenin durumu ve Ruhban
okulunu da konuşuldu. Ama Batı Trakya Türklerinin durumu ve Müftünün haklarını
konuşmaya pek sıra gelmedi.
Sn. Karamanlis, “Kıbrıs
Cumhuriyeti” ve “Türk cemaatinden” bu ifadelerle
bahsettiler. Türk tarafından herhangi bir düzeltme yapılmadı. Herhalde
diplomatik nezaket icabı olsa gerek.
Bütün bu diplomatik trafik arasında
gözden kaçan ve unutulan hususlar oldu.
Umarım, bir gün unutulanlar,
hatırlanırsa, zaman çok geç olmuş olmasın.
Oya Akgönenç
AKDENİZ EYLEM PLANI (MAP) BİLGİ NOTU
AKDENİZ'İN DENİZ ORTAMI VE KIYI BÖLGESİNİN KORUNMASI AMACIYLA BİRLEŞMİŞ MİLLETLER ÇEVRE PROGRAMI (UNEP)/AKDENİZ EYLEM PLANI (MAP) BİLGİ NOTU
1992 yılında Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP)’in kurulmasının ardından toplanan Yönetim Konseyi, Akdeniz’in korunmasını öncelikli hedefler arasına dahil etmiş ve bu amaçla 1974 yılında söz konusu örgüt tarafından “Bölgesel Denizler Programı Faaliyet Merkezi” kurularak Akdeniz Eylem Planı (MAP) tasarısı hazırlanmıştır.
MAP tasarısı, Akdeniz’e kıyısı olan 16 ülke tarafından 28 Ocak - 4 Şubat 1975 tarihleri arasında Barselona’da yapılan hükümetlerarası toplantıda kabul edilmiştir. MAP bugün 21 Akdeniz Ülkesi ve Avrupa Birliği tarafından yürütülmektedir.
Akdenizin karşı karşıya bulunduğu çevresel baskı ve tehditlerin tespiti ve giderilmesi yollarını, disiplinler ve sektörlerarası boyutta ve bütüncül bir şekilde ele almak ve bölgesel düzeyde bir işbirliği başlatmak amacıyla kabul edilen MAP, bugüne kadar en başarılı alt program olma özelliğini korumuştur.
Ancak, 1992 yılında düzenlenen Rio Zirvesinden sonra Akdeniz Eylem Planı ve bunun hukuki çerçevesini oluşturan belgelerde de değişiklik yapılarak MAP sadece deniz kirliliğini önleme boyutunu içeren bir belge olmaktan çıkarılmış ve Akdeniz Bölgesinde “sürdürülebilir kalkınmayı” hedefleyen bir araç haline gelmiştir. Akdeniz Eylem Planı çalışmaları ülkemizde, Çevre ve Orman Bakanlığı‘nın koordinasyonunda sürdürülmektedir.
Akdeniz’in Kirlenmeye Karşı Korunması (Barselona) Sözleşmesi’nin amacı; Akdeniz Bölgesinde deniz çevresinin korunmasını ve daha iyi duruma getirilmesini sağlamak üzere kirlilikten korunma, kirliliği hafifletme ve kirlilikle mücadele için bütün tedbirleri almaktır.
MAP’ın tüzel boyutu, 1976 yılında kabul edilen Barselona Sözleşmesi ile bu sözleşmenin eki olan:
1- Akdeniz’de Gemi ve Uçaklardan Yapılan Boşaltmalardan ya da Denizde Yakmadan Kaynaklanan Kirlenmenin Önlenmesi ve Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Protokol
2- Fevkalade Hallerde Akdeniz’in Petrol ve Diğer Zararlı Maddelerle Kirlenmesinde Yapılacak Mücadele ve İşbirliğine Ait Protokol
3- Akdeniz’in Kara Kökenli Kirleticilerden Kaynaklanan Kirlenmeye Karşı Korunması Protokolü
4- Akdeniz’de Özel Koruma Alanlarına İlişkin Protokol
5- Akdeniz’de Kıta Sahanlığı ve Deniz Dibinin Keşfi ve İşletilmesinden Kaynaklanan Kirliliğin Önlenmesi Protokolü
6- Akdeniz’de Tehlikeli Atıkların Sınırötesi Taşınımından Kaynaklanan Kirliliğin Önlenmesi Protokolü’nden oluşmaktadır. did-cevreorman.gov.tr
MAP tasarısı, Akdeniz’e kıyısı olan 16 ülke tarafından 28 Ocak - 4 Şubat 1975 tarihleri arasında Barselona’da yapılan hükümetlerarası toplantıda kabul edilmiştir. MAP bugün 21 Akdeniz Ülkesi ve Avrupa Birliği tarafından yürütülmektedir.
Akdenizin karşı karşıya bulunduğu çevresel baskı ve tehditlerin tespiti ve giderilmesi yollarını, disiplinler ve sektörlerarası boyutta ve bütüncül bir şekilde ele almak ve bölgesel düzeyde bir işbirliği başlatmak amacıyla kabul edilen MAP, bugüne kadar en başarılı alt program olma özelliğini korumuştur.
Ancak, 1992 yılında düzenlenen Rio Zirvesinden sonra Akdeniz Eylem Planı ve bunun hukuki çerçevesini oluşturan belgelerde de değişiklik yapılarak MAP sadece deniz kirliliğini önleme boyutunu içeren bir belge olmaktan çıkarılmış ve Akdeniz Bölgesinde “sürdürülebilir kalkınmayı” hedefleyen bir araç haline gelmiştir. Akdeniz Eylem Planı çalışmaları ülkemizde, Çevre ve Orman Bakanlığı‘nın koordinasyonunda sürdürülmektedir.
Akdeniz’in Kirlenmeye Karşı Korunması (Barselona) Sözleşmesi’nin amacı; Akdeniz Bölgesinde deniz çevresinin korunmasını ve daha iyi duruma getirilmesini sağlamak üzere kirlilikten korunma, kirliliği hafifletme ve kirlilikle mücadele için bütün tedbirleri almaktır.
MAP’ın tüzel boyutu, 1976 yılında kabul edilen Barselona Sözleşmesi ile bu sözleşmenin eki olan:
1- Akdeniz’de Gemi ve Uçaklardan Yapılan Boşaltmalardan ya da Denizde Yakmadan Kaynaklanan Kirlenmenin Önlenmesi ve Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Protokol
2- Fevkalade Hallerde Akdeniz’in Petrol ve Diğer Zararlı Maddelerle Kirlenmesinde Yapılacak Mücadele ve İşbirliğine Ait Protokol
3- Akdeniz’in Kara Kökenli Kirleticilerden Kaynaklanan Kirlenmeye Karşı Korunması Protokolü
4- Akdeniz’de Özel Koruma Alanlarına İlişkin Protokol
5- Akdeniz’de Kıta Sahanlığı ve Deniz Dibinin Keşfi ve İşletilmesinden Kaynaklanan Kirliliğin Önlenmesi Protokolü
6- Akdeniz’de Tehlikeli Atıkların Sınırötesi Taşınımından Kaynaklanan Kirliliğin Önlenmesi Protokolü’nden oluşmaktadır. did-cevreorman.gov.tr
İlgilisine bazı kaynaklar sunumu...
Akdeniz Forumu.
Katar ile Şangay ve Akdeniz Havzası Ülkeleri Arasında İki Yeni Deniz Yolu Hattı
TÜBA&EMAN İş Birliği ile “Akdeniz Havzası Müştereklerinin Keşfi” Sempozyumu
Kişisel arşivimden...


Hiç yorum yok:
Yorum Gönder