3 Nisan 2018 Salı

İSPANYA’DAN YUNANİSTAN’A DİPLOMASİ TRAFİĞİ. Doç. Dr. Oya Akgönenç

2008 yılı arşivimden, yeni ilaveler eşliğinde güncellemedir. 


İSPANYA’DAN  YUNANİSTAN’A DİPLOMASİ TRAFİĞİ İÇİNDE GÖZDEN KAÇANLAR

Doç. Dr. Oya Akgönenç   o
yaakgonenc2000?yahoo.com
Avrupa Konseyi e.parlamenter üyesi.

İspanya'da, “Medeniyetler İttifakı” toplantısı yapıldı. Bu Birleşmiş Milletlerin ortaya attığı bir kavram ve faaliyet.  Medeniyetler Çatışmasına karşı bir anti tez oluşturma çabası. Türk ve İspanyol başbakanları, bu olayın eş başkanları. Herhangi bir olumlu etkisinin olup, olmayacağını zaman gösterecek. Yalnız, hemen görülen husus, Türkiye’nin tedricen ve sistemli olarak daha çok “Akdeniz havzası devletleri grubuna” doğru kaydırılma çabaları. Bunun da sonuçlarını dikkatle izlemek gerek. 



Sayın başbakan, Erdoğan’ın, İspanya’da yaptığı basın toplantısında “başörtüsü” konusunu “büyük bir gürültü ile” Türkiye’nin gündemine düştü. O gün, bugündür Türkiye’de çok şey yazılıp, çizildi. Adeta  saflar belirlendi, endişeler ifade edildi, hatta hakaretler edildi, 4000 yıllık Sümer yazıtlarından bile medet umuldu, taslak hazırlandı ve AKP ile MHP arasında mutabakata varıldı. CHP, muhalefette kaldı. Bunca faaliyetten sonra acaba 40 yıllık problem çözülebilecek mi? Önümüzdeki haftalarda orasını göreceğiz.

Yalnız olayların gelişmesinde dikkat  çeken hususlar var ki bazı soruları da birlikte getiriyor. Mesela: Türkiye iç politikasının son derece önemli bir ögesi olan bu “başörtüsü problemini” çözmek için acaba İspanyadan mesaj  vermeye gerek varmaydı? Acaba bu durum, sonucu zaten belli olan bir oyun mudur? Yoksa maksat siyasi bir yatırım mıdır? Yaklaşmakta olan bir  mahalli seçim var. Belki de maksat, Türkiye’degündem yaratmaktır”. O zaman da bunun nedenine bakmak gerekir.

Kanun taslağı hazırlanırken, hukukçuların, mağdurların ve onların haklarını koruyan derneklerin uyarı ve taleplerine pek kulak asılmadı. Fazla uzağa gitmeyin, bu olaylarla ta başından beri hem hal olan, Ayrımcılığa Karşı Kadın Hakları Derneği (AKDER ) Başkanı Dr. Rafiye Kızılhan ve Avukat Fatma Benli (AKDER başkan yardımcısı) hanımefendinin 29 Ocak 2008 tarihli yazı ve beyanlarını okursanız, bu işin yıllardır içinde olan ve problemi yaşayanların ne derece endişeli olduğunu rahatça görebilirsiniz. Onların ve temsil ettikleri gurupların sözleri ve yazıları ile ifade  etmek gerekirse, şöyle diyorlar.

Mesela Fatma Benli Hanım yazısında, ”...gerçekten AKP ve MHP’yi çok tebrik ediyorum, başörtüsüne tümden karşı çıkan CHP bile bundan daha fazla zarar verecek olan bir teklif yapamazdı. Nasılsa bu teklifin sonunda  geleceğimiz nokta, bir iki  rektörün inisiyatifi ile bazı üniversiteler istisna olmak üzere  başörtülü kadınların hiçbir şekilde haklarını kullanamaması olacak, sonuçta on senedir hiçbir hukuki zemini olmayan, tamamen fiili uygulamaya dayanan keyfi bir yasakla mücadele ediyorduk, artık anayasal hale geldi. Yapacak  hiç bir şeyimiz kalmayacak...” demektedir.

Bu ani “Başörtüsü çözüm atağının” aslında daha da vahim bir yönü mevcuttur:  Ülkede bu kadar gürültü koparken “acaba arada gözden kaçanlar nelerdir?” diye sorulursa, iki önemli şey öne çıkmaktadır:

1-Türk Ekonomisinin  hızla çok tehlikeli bir viraja yaklaşmakta ve Dünyada gelişmekte olan Ekonomik krize karşı da, koruyucu  hazırlıkları yapmamış bulunmaktadır. Düşünülen veya ifade edilen tek şey, “daha satılacak çok şeyin olduğu ve bunların da krizi atlatmakta önlem teşkil ettiği “ yolunda ki beyanlardır. Her şey, satılıp, bitince ne yapılacaktır, bilinmez.

2-Türban tartışmalarının yarattığısmoke screen” yani “adeta sis perdesi” arkasında, yeni Vakıflar yasasının meclise gönderildiği dikkatlerden kaçmaktadır. Bu yasa talebi direk olarak AB ilerleme raporlarında belirtilmiş olan bir husustur. Kısa  sürede, Türkiye hükümetini ve toplumunu zora sokabilecek olayları yaratmaya meyyal bir yasa tasarısıdır. Büyük ölçüde, dış baskılar sonucunda, hükümet bunu tekrar yasayı ele alıp, meclise yollamıştır.

Bu yasa daha önce de meclisten geçmiş ama cumhurbaşkanlığında veto edilmiştir. Sn. Sezer, yasanın Türkiye Ana Yasasının  5, 11, 14, 16, 25 ve özellikle de 26. maddelerine aykırı olması dolayısı ile ret etmiş ve düzeltilmesini istemiştir. Şimdi, aynı kanun hiçbir değişiklik yapılmadan aynen meclise sevk edilmektedir.  Bu hazırlanan kanunda ki özellikler şunlardır:

Özellikle bu Hristiyan, Yahudi ve diğer mezheplere ait vakıfların ve onlara ait şubelerin arzu ettikleri takdirde şirket kurabileceklerini ve bu şirketlerle de Türkiye içinde yapılacak tüm özelleştirmelerde yer alabileceklerini belirten, onlara bu hakkı tanıyan birçok madde içermektedir. Belli bir süreç içinde Türkiye’de ki mülklerin el değiştirmesine yol açacak bir durumdur.

Bu Vakıflar yurt içinde ve dışında şube açabilecekler ve Yurt dışından da temsilcilik getirebileceklerdir.

Üstlerinde ki hükümet kontrolü da tamamen kaldırılmaktadır. Eskiden bu gurupların siyasi faaliyetleri yasaklanmıştı ama bu kanunla durum değişmekte ve onlara bu imkân da tanınmaktadır.

Eskiden talep ettikleri toprakları ancak ellerinde ki belgeler, vasiyet, bağış, hükümet belgesi vs... ile ispatlamak zorunda olan kilise ve havralar, bu kanunla bu mecburiyetten de kurtularak, yetkililerinin sözlü talebi ile topraklarını hem de bedelsiz olarak alabileceklerdir.

Hz. İsa, Hz. Musa ve Hz. Meryem adına yapılan yapıtlara hak talep edebileceklerdir. İstanbul, İzmir, Mersin ve Antakya’da daha şimdiden 35 önemli yer tespit edilmiştir.
(Ayasofya Camii-müzesinin de bu listede olduğunu söylenmektedir)
Şu anda ülkemizde kilise ve havralar dışında tam 77 Rum Vakfı, 19 Musevi vakfı, 52 Ermeni vakfı ve 10 Süryani vakfı mevcuttur ve faaliyet göstermektedir.  Azınlıkların  açmış oldukları ilk ve ortaokulları da hesaba katmak gerekmektedir.

Bu talepler ve azınlıklara destek ve vakıfların korunması, 2004 AB’nin Türkiye İlerleme Raporunda yer alan  hususları ihtiva etmektedir.

Bunlar her yıl ki raporda da  tekrarlanmaktadır.

Yunanistan başbakanı Sn. Karamanlis’in ziyaretinden en çok akılda kalan, iki tarafın iş adamlarının birlikte yapmakta oldukları yatırımlar olmuştur. Yunanistan’ın Türkiye’de 5,5 milyar dolarlık yatırımı olduğu, Türk bankalarına rağbet ettikleri öne çıkmış bulunmaktadır. Mesela Finans Bank Yunanlılar hem de Yunan Milli Kilisesi tarafından alınmış bulunmaktadır. Türkler ve Yunanlılar, Orta Doğuda birlikte yatırım projelerine girmeye hazırlanıyorlarmış. Bu arada Ekümenlik, Patrikhanenin durumu ve Ruhban okulunu da konuşuldu. Ama Batı Trakya Türklerinin durumu ve Müftünün haklarını konuşmaya pek sıra gelmedi.

Sn. Karamanlis, “Kıbrıs Cumhuriyeti” ve “Türk cemaatinden” bu ifadelerle bahsettiler. Türk tarafından herhangi bir düzeltme yapılmadı. Herhalde diplomatik nezaket icabı olsa gerek.

Bütün bu diplomatik trafik arasında gözden kaçan ve unutulan hususlar oldu.

Umarım, bir gün unutulanlar, hatırlanırsa, zaman çok geç olmuş olmasın.

Oya Akgönenç




AKDENİZ EYLEM PLANI (MAP) BİLGİ NOTU

AKDENİZ'İN DENİZ ORTAMI VE KIYI BÖLGESİNİN KORUNMASI AMACIYLA BİRLEŞMİŞ MİLLETLER ÇEVRE PROGRAMI (UNEP)/AKDENİZ EYLEM PLANI (MAP) BİLGİ NOTU

1992 yılında Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP)’in kurulmasının ardından toplanan Yönetim Konseyi, Akdeniz’in korunmasını öncelikli hedefler arasına dahil etmiş ve bu amaçla 1974 yılında söz konusu örgüt tarafından “Bölgesel Denizler Programı Faaliyet Merkezi” kurularak Akdeniz Eylem Planı (MAP) tasarısı hazırlanmıştır.

MAP tasarısı, Akdeniz’e kıyısı olan 16 ülke tarafından 28 Ocak - 4 Şubat 1975 tarihleri arasında Barselona’da yapılan hükümetlerarası toplantıda kabul edilmiştir. MAP bugün 21 Akdeniz Ülkesi ve Avrupa Birliği tarafından yürütülmektedir.

Akdenizin karşı karşıya bulunduğu çevresel baskı ve tehditlerin tespiti ve giderilmesi yollarını, disiplinler ve sektörlerarası boyutta ve bütüncül bir şekilde ele almak ve bölgesel düzeyde bir işbirliği başlatmak amacıyla kabul edilen MAP, bugüne kadar en başarılı alt program olma özelliğini korumuştur.

Ancak, 1992 yılında düzenlenen Rio Zirvesinden sonra Akdeniz Eylem Planı ve bunun hukuki çerçevesini oluşturan belgelerde de değişiklik yapılarak MAP sadece deniz kirliliğini önleme boyutunu içeren bir belge olmaktan çıkarılmış ve Akdeniz Bölgesinde “sürdürülebilir kalkınmayı” hedefleyen bir araç haline gelmiştir. Akdeniz Eylem Planı çalışmaları ülkemizde, Çevre ve Orman Bakanlığı‘nın koordinasyonunda sürdürülmektedir.

Akdeniz’in Kirlenmeye Karşı Korunması (Barselona) Sözleşmesi’nin amacı; Akdeniz Bölgesinde deniz çevresinin korunmasını ve daha iyi duruma getirilmesini sağlamak üzere kirlilikten korunma, kirliliği hafifletme ve kirlilikle mücadele için bütün tedbirleri almaktır.

MAP’ın tüzel boyutu, 1976 yılında kabul edilen Barselona Sözleşmesi ile bu sözleşmenin eki olan:

1- Akdeniz’de Gemi ve Uçaklardan Yapılan Boşaltmalardan ya da Denizde Yakmadan Kaynaklanan Kirlenmenin Önlenmesi ve Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Protokol

2- Fevkalade Hallerde Akdeniz’in Petrol ve Diğer Zararlı Maddelerle Kirlenmesinde Yapılacak Mücadele ve İşbirliğine Ait Protokol

3- Akdeniz’in Kara Kökenli Kirleticilerden Kaynaklanan Kirlenmeye Karşı Korunması Protokolü

4- Akdeniz’de Özel Koruma Alanlarına İlişkin Protokol

5- Akdeniz’de Kıta Sahanlığı ve Deniz Dibinin Keşfi ve İşletilmesinden Kaynaklanan Kirliliğin Önlenmesi Protokolü

6- Akdeniz’de Tehlikeli Atıkların Sınırötesi Taşınımından Kaynaklanan Kirliliğin Önlenmesi Protokolü’nden oluşmaktadır. did-cevreorman.gov.tr



İlgilisine bazı kaynaklar sunumu...



Akdeniz Forumu.

Katar ile Şangay ve Akdeniz Havzası Ülkeleri Arasında İki Yeni Deniz Yolu Hattı

TÜBA&EMAN İş Birliği ile “Akdeniz Havzası Müştereklerinin Keşfi” Sempozyumu

Kişisel arşivimden...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder