Bu dava öyle bir davaydı ki, Fransa'da Üçüncü Cumhuriyet'in
siyasal ve toplumsal tarihine damgasını vurmuştu. Ve sanıktan hâkime uzun
yıllar boyunca haksızlıklarıyla aklımızda kalacak bu dava bir çok olayın
tartışılmasına ve başlamasına zemin hazırladı.
Eylül 29, 2009, 01:38:49 ÖÖ
Dokuma fabrikatörü varlıklı bir Yahudi'nin oğlu olan Alfred
Dreyfus, 1882'de Politeknik Okulu'na girdi. Daha sonraları subay olmaya karar
verdi ve 1889'da yüzbaşılığa kadar yükselme başarısına ulaştı. Savaş
Bakanlığı'nda çalışırken, Paris'teki Alman Askeri ataşesine Fransız ordusunun
sırlarını satmakla suçlanınca dananın kuyruğu da kopmuş oldu. Ortada ne somut
bir neden, ne de açık seçik kanıtların olmaması onun doğal olarak suçlamayı
reddetmesi demekti; ama Savaş Konseyi, bir el yazısı karşılaştırmasına ve kurallar
çiğnenerek zanlının avukatlarına gösterilmeden yargıçlara verilen bir gizli
dosyaya dayanıp, Dreyfus'e ömür boyu sürgün ve rütbesinin geri alınması
cezasına çarptırıldı. 22 Aralık 1894'te Fransız Guyanası açıklarındaki ünlü
ceza yerleşmesi Şeytan Adasında yaşam boyu hapse mahkûm edildi.
Oysa Dreyfus yalnızca bir kuşkunun kurbanıydı; Yahudi
olduğundan, kuşku çekmesi de o dönem için doğaldı. Gerçekten Eduard Drumont'un
1886'dan başlayarak Lo Franse Juive(Yahudi Fransa) adlı kitabıyla ve La Libre Parole
(Özgür Söz) adlı gazetesiyle yaptığı Yahudi düşmanlığı propagandası, soylular
ile Katolik ve kralcı büyük burjuvalar arasında yayılmıştı. Söz konusu
propaganda, eski dinsel temele dayandırılmamıştı; Drumont, Yahudi inanışına
karşı çıkmıyor, ama Yahudilerin kozmopolit ve açgözlü olduklarını ileri
sürüyor, yurtseverlik ve onur duygularından yoksun olduklarını savunuyordu.
Kısacası Dreyfus daha maç başlamadan 1-0 yenik durumdaydı.
Yetersiz kanıtlara dayanan yargılamada izlenen yöntem de çok
olağandışıydı. Dreyfus'ün suçlamayı reddetmesine ve ailesinin de yılmadan
kendisini desteklemesine karşın hem kamuoyu hem de koyu Yahudi düşmanı bir
kesimin başını çektiği basını, mahkeme kararını ve cezayı olumlu karşıladı.
Özellikle Eduard Drumont'un söz konusu olay hakkındaki çalışmaları Dreyfus'ü
Fransız Yahudilerinden beklenebilecek bir sadakatsizliğin simgesi olarak
göstermesine neden oldu.
Dreyfus'ün söz konusu propagandanın da etkisiyle hüküm giyip
Guyana'daki Şeytan Adasına sürülmesinden sonra da genelkurmaydan bilgi sızması
sürünce, Fransız Haber Alma Servisi bir başka subaydan kuşkulandı: Macar
kökenli, sefahat düşkünü, borca batmış komutan Binbaşı C.F(Walsin) Esterhazy.
Üstelik bilgi sızışını soruşturan Yarbay Georges Picquart, casusluk olayına
Esterhazy'in karıştığını ve Dreyfüs'ün suçlanmasına neden olan mektubun onun el
yazısıyla kaleme alındığını ortaya koyan kanıtlar buldu. Bu nedenle Picquart'ın
görevinden alınıp Tunus'a gönderilmesi üzerine, elde edilen bulguların üst
makamları çok tedirgin ettiği kanısı yaygınlaşmaya başladı. Dreyfus'ü
destekleyenlerin arasına gazeteci Joseph Reinach, Georges Clemanceau, senatör
Auguste Scheurer-Kestner ve Emile Durkheim gibi kişilerinde katılmasıyla
Dreyfus davası tam bir kurtlar sofrasına dönüşmüştü.
Bu arada Esterhazy'in bir takım kanıtlar uydurup söylentiler
yayması, Dreyfus'ün yazdığı öne sürülen mektubu bulan Binbaşı Hubert Joseph
Henri'nin yeni sahte belgeler düzenleyip birtakım belgeleri ise hasıraltı
etmesi, olayı inanılmaz ölçüde karmaşıklaştırdı. Dreyfüs'ün, Paris'in Yahudi
çevrelerinde etkili olan Dreyfus ailesi, davayı iyice kamuoyunun gözleri önüne
sermede zorlanmadı. Esterchazy'i Yüzbaşı Dreyfus'e yüklenen suçların gerçek
suçlusu olarak gösterdi. Ama 1898'in ilk günlerinde divan-ı harbe çıkarılan Esterchazy
çoktan aklanması düşünülmüştü bile. Üstelik sahte kanıtlar olduğunu öne süren
Picquart'da tutuklanmıştı. Bütün bunlar olunca kızılca kıyametin alametleri de
gerçekleşmiş oldu.
13 Ocak 1898'te ilerici görüşleriyle tanınan romancı Emile
Zola'nın, Clemenceau'nun gazetesi L'Aurore'un manşetinde "J'accuse"(
SUÇLUYORUM)" başlıklı bir açık mektup yayınlaması iyice ortalığı
karıştırdı. Aurore'nin o günkü baskısı 200 bin sattı. Zola, orduyu Dreyfus'le
ilgili karardaki yanlışlığı örtbas etmekle ve Savunma Bakanlığı'nın emriyle
Esterhazy'yi aklamakla suçluyordu.
Zola'nın mektubu yayımlandığında Dreyfus Davası, kamuoyunda
büyük bir ilgi uyandırmış ve Fransa'yı iki karşıt kampa bölmüş bulunuyordu.
Sorun, Dreyfus'ün suçluluğu ya da suçsuzluğu gibi kişisel boyutları çoktan
açmıştı. Davanın yeniden görülmesine karşı çıkan milliyetçi ve otoriter Dreyfus
karşıtları olayı, ülkenin düşmanlarının orduyu küçük düşürme çabası olarak
değerlendiriyor, konuya uluslararası sosyalizm ve Yahudilik karşısında bir
ulusal güvenlik sorunu, Fransa ile Almanya arasında bir çıkar çatışması gözüyle
bakıyorlardı. Dreyfus'ün aklanmasını isteyenler ise onun mahkûm edilmesini,
kişi özgürlüğü ilkesinin ulusal güvenliğe feda edilmesi, Cumhuriyetçi sivil
otoritenin çatışması olarak görüyorlardı. Parlamento’da büyük gürültü kopuyor,
Milliyetçilerin baskısıyla hükümet Emile Zola hakkında dava açıyor, taşrada
Yahudi düşmanı ayaklanmalar çıkıyordu. Buna karşılık Dreyfus Davası'nın yeniden
görülmesini isteyen dilekçe, Anatole France, MarcelProust ve pek çok başka
aydınla birlikte 3 bin kişi tarafından imzalandı. Şubatta sorgusu yapılmaya
başlayan Zola, yayın yoluyla iftiradan suçlu bulundu ve bir yıl hapis ve 3000
Frank para cezasına çarptırıldı ancak o hüküm giymemek için İngiltere'ye kaçtı.
Ama bir yıl içinde, Dreyfus yanlıları güç kazandı. Binbaşı
Henri'nin sahtekârlık yaptığını itiraf ettikten sonra Ağustos 1898 sonunda
intihar etti. Esterhazy panik içinde Belçika'ya, oradan Londra'ya kaçtı. Artık
Dreyfus ailesinin davanın yeniden görülmesi isteği geri çevrilemezdi.
Rene Waldeck-Rousseau başkanlığındaki yeni hükümet Haziran
1899'da göreve başladı ve olayı sonuca bağlamaya karar verdi. Yeniden
yargılanmak için Şeytan Adasından getirilen Dreyfus, Rennes'de divan-ı harp
önünde çıkarıldı. Fakat bütün gelişmelerden haberiz okmuşlarcasına mahkeme,
Dreyfus'ü tekrar suçlu buldu. Ama araya giren Cumhurbaşkanı Loubet sorunu
çözmek için Dreyfus'ü affetti. Dreyfus af kararını kabul etmekle birlikte,
suçsuzluğunu kanıtlamak için sonuna dek çaba gösterme hakkını da saklı tuttu.
1904'te Dreyfus'e yeniden yargılanma hakkı tanındı ve Temmuz
1906'da sivil bir temyiz mahkemesi onu aklayarak hakkındaki bütün eski mahkûmiyet
kararlarını bozdu. Parlamento Dreyfus'un eski görevine dönmesine karar verdi.
Dreyfus de 22 Temmuz'da resmen orduya döndü ve Legion d’honneur nişanıyla
ödüllendirildi. Orduda kısa bir süre daha görev yapan Dreyfus, binbaşılığa
yükseldikten sonra kendi isteğiyle yedeğe ayrıldı. 1. Dünya Savaşı'nda tekrar
göreve çağrıldı ve yarbay rütbesiyle bir cephane birliğini komuta etti.
Savaştan sonra ne yaptığı ise bilinememektedir. Dreyfus'un bu olayları kendi
ağzından anlatmak için yazdığı "Five Years of My Life" ise halen
Fransa'da ilgi duyulan kaynak kitapların arasındadır.
Fransa tarihine L'Affaire(Olay) adıyla geçen Dreyfus Davası,
Fransa'yı iki kampa ayırmış, aşırı sağcılarla ve solcularla kamuoyuna duruşma
çerçevesini aşan kampanyalara yürütme olanağı vermiş bir davadır. Sağcı
milliyetçiler bu fırsattan yararlanarak rejimi sarsmaya ve yıkmaya çalışmışlar,
Kilise düşmanı solcular da Kilise’ ye saldırmışlardır. Bu dava çerçevesinde
gelişen çalkantıların keskinleştirdiği siyasal ve devlet işlerinin ayrılması
gibi sarsıcı önlemlerin alınmasına, Fransa'yı sağdaki militaristler arasında
1914'e hatta daha sonrasına değin etkisi altında tutacak bir bölünmenin
doğmasına yol açtı.
Reha BAŞOĞUL
Kaynaklar:

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder