1 Mayıs 2018 Salı

TSK içindeki Tayyip özel örgütü...!

Başbakan'ın söyleyemediği

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan birkaç kez "yolsuzluğun damarına girdik" dedi ama... Hiçbir ayrıntı vermedi.. Bu konuda sorulan sorulara da "bekleyin" demekle yetindi?.. Neden?

Araştırdık.

Ve gördük ki Ankara'da, yolsuzlukları araştırma konusunda, TBMM'deki komisyonun dışında bir başka organizasyon daha var.

Doğrudan Başbakan'a bağlı bir organizasyon. İçişleri ve Adalet Bakanları'nın bilgileri dahilinde.

Bütün "iç güvenlik birimleri" de bu organizasyonun içinde.

Çalışmalar gizli. Çalışmaları yürütenler ise

En az beş yıldır yolsuzluk dosyaları üzerinde çalışan, operasyonel yeteneği yüksek, tribünlere oynamayan bir takım.

Bu işlerin yürütüldüğü karargaha gelince

O da gizli.

Bir bakanlık binası değil.

Ankara'nın göbeğinde, fakat "gözlerden uzak, kulaklara kapalı, dış etkilenmelerden arındırılmış, TBMM'ye yürüme mesafesinde" bir yer.

****

AK Parti ve CHP "yolsuzlukla mücadele" diyerek, seçmenden oy aldılar.

365'lik iktidar, halkın bu konudaki beklentisini biliyor.

Ayrıca, AB sürecinin de bir parçası olan bu konunun "üstüne üstüne gitmek" istiyor.

Böylece bir taşla birkaç kuş birden vurulabilecek. Topluma, yolsuzlukla mücadelede tavizsiz politika ve siyasi kararlılık mesajı verilirken...

AK Parti'nin en yakın rakibi konumunda görünen siyasi organizasyonun pozisyonu da, yasal süreçle değiştirilecek. (Cem Uzan ve Genç Parti olayı)

Tabii bu arada (önümüzdeki yasama yılında) Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu'nun raporu istikametinde bazı "Soruşturma Komisyonları" kurulacak.

Ve Meclis'in gündemine "Kimleri Yüce Divan'a gönderelim" oylaması gelecek.

Bütün bunlar, hükümetin "Temiz Türkiye, temiz siyaset" hedefinin gerektirdiği adımlar.

Ama bu hedefe yürünen zemin siyaset zemini... TBMM zemini.

Zeminin kayganlığı hedef sapmalarını doğurabilir.

Bu yönde bazı şüpheler doğdu bile.

Onun içindir ki...

"TBMM dışında... Başbakan'ın orkestra şefliğindeki bir organizasyonda... Yargıdan, güvenlikten ve ekonomik birimlerdeki uzmanlardan oluşan bir takımla" hızlı bir çalışma yürütülüyor.

Bu organizasyonun önünde "sır kavramı" diye bir engel de yok.

****

Geçtiğimiz haftalarda yargıda ve emniyette bazı atamalar oldu. Ama yolsuzlukların kalbine inme organizasyonunda görev alan personele dokunulmadı.

"Dokunulmama olayı" da Cemil Çiçek ve Abdülkadir Aksu tarafından sağlandı.

****

Organizasyon bir denizaltı gibi, sessiz ve derinden yol alıyor.

Operasyon liderleri takım disiplinine ve gizliliğe riayet ediyor.

Çalışmalar çok yönlü.

Örneğin "Önemli bir şahsiyet (siyasetçi değil), yurtdışından, üç yıl boyunca mal getirmiş."

Gümrük kayıtlarında görünen mal ile, Türkiye'ye giren mal birbirinden farklı.

Devletin kaybı yüzlerce trilyon.

 ****

Bu organizasyonun çalışmaları belli bir noktaya geldikten sonra, iki ayrı düğmeye aynı anda basılacak.

Bazı kişiler, doğrudan yargıya gönderilecek.

Bazı kişilerle ilgili olarak da Yüce Divan kapısının aralanması için TBMM'ye başvuru süreci işletilecek.

****

Siyasi kararlılık, etkileme gayretlerine kapalılık, devletin tüm tepe kurumlarının aynı takım içinde çalışması, bu organizasyonun başarı şansını artırıyor.

Ama risk faktörü de yok değil.

Organizasyon eğer

1. Kişisel ve kurumsal intikama, hesaplaşmaya yönelirse...

2. Organizasyonun siyaset ayağı, bu işten, yaklaşan yerel seçimler için rant elde etmeye kalkarsa...

3. Ve şu ana kadar perdenin arkasında kalmaya özen gösterenlerin içinde şov yapmaya, kahraman olmaya yeltenenler çıkarsa...

Bir çuval incir berbat ediliverir.


Sabah




“Paralel devlet Gülen’in değil, Erdoğan’ın”

30 Ocak 2014, 16:13

CHP Konya Milletvekili Atilla Kart, hükümetin kendisini yolsuzluk soruşturmalarını başlatarak devirmeye çalıştığını iddia ettiği “paralel devlet” in Gülen Cemaati’nin değil Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “illegal devleti” olduğunu iddia etti. Kart, bu devletin içinde cemaatin de yer aldığını savundu.

Kart bugün Meclis’te düzenlediği “Paralel devletten öte hükümet eliyle illegal yapılanma… İftiraya (!) ses çıkarmayan Adalet Bakanı” konulu basın toplantısında Erdoğan’ın illegal devletini ilk kez 2003 yılında Sabah Yazarı Yavuz Donat’ın yazdığını söyledi. Ergenekon ve türevi davalardaki sahte belgelerin Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne yürüme mesafesindeki “illegal karargâhta” üslenen devletten Donat’ın “Erdoğan’ın özel timi” diye söz ettiğini belirten Kart, bu timin mahkemelere yapılan başvuruların üstlerine not düşerek emir verdiğini savundu. Kart, buna ilişkin belgelerle dönemin Başbakanlık Müsteşarlarından birinin yargıya verdiği emre ilişkin belgeyi de gazetecilere dağıttı.
İşte Kart’ın basın toplantısında yaptığı konuşmada dile getirdiği çarpıcı iddialar:

Silivri yargılamalarında; soruşturma ve kovuşturma aşamalarında illegal bir şekilde delil üretildiğini, delillere müdahale edildiğini, 7-8 yıldan bu yana sürekli olarak ve belgeleriyle anlatıyoruz.

Silivri, Balyoz, Poyrazköy, KCK gibi kritik yargılamaların tümünde bu yönde müdahaleler ve kurgular yapıldığını hep dile getirdik. Kuddusi Okkırlar, Ali Tatarlar, Teğmen Çelebiler gibi binlerce yurttaşımız, bu sürecin maktulleri ve mağdurları arasında yerini almıştır. Anıları ve mücadeleleri önünde saygıyla eğiliyoruz.

Ülkemizde 2004-2005’li yıllardan bu yana, TBMM’ne yürüme mesafesinde, “İçişleri ve Adalet Bakanlıklarıyla, Başbakanlık” odaklı bir “illegal karargâh” faaliyet içindedir. Bu karargâhta yasal yetkilerini kötüye kullanan resmi görevlilerle birlikte, yabancı istihbarat birimleri fiilen çalışmaktadır. Operasyon yapma yetkileri ve uzmanlıkları olan bir profesyonel yapı oluşturulmuştur. Yasal anlamda ve şekli olarak 2007 yılı Haziran-Temmuz aylarında başlayan Silivri soruşturmalarının alt yapısı ve kurgusu, 2004-2005’li yıllardan bu yana sözünü ettiğimiz karargâhta başlamıştır.

Bu karargâhta, “münferit ya da istisnai olma” boyutlarını aşan, “sehven” ya da “takdir yetkisi ve takdir yanılması” boyutlarıyla izah edilemeyecek; ancak, devlet yetkisinin kurumsal ve hiyerarşik olarak kötüye kullanılması suretiyle açıklaması yapılabilecek olan yasa dışı yapılanma ve faaliyetler gerçekleştirilmiştir.

Yavuz Donat’ın 11 Temmuz 2003 tarihli Sabah Gazetesinde “Erdoğan’ın Özel Timi” başlığıyla yayımlanan haberi ve makalesi, aradan geçen 10 yılın ve 2013’lerde – 2014’lerde yaşanan sürecin özetini yansıtmaktadır. “Erdoğan’ın Özel Timi” kaçınılmaz olarak çoğu zaman, Başbakan ve Hükümetle birlikte görev yapmıştır. Özel Tim, başlangıç aşamasından itibaren ve daha sonraları yurt dışı dinamiklerle de hareket etmiştir.

Emniyet Birimleri, Yabancı Büyükelçiliklere soruşturmaların seyri hakkında periyodik olarak bilgi vermişlerdir. Başbakan’a, her hafta İstanbul’a gelişinde soruşturmaların tüm aşamaları anlatılmıştır. Başbakan’ın talimatları alınmıştır.

Hükümet eliyle yaratılan baskı ve sindirme ortamı ve yandaş basın yapılanması sonucunda, Yavuz Donat’ın yukarıda sözü edilen haberine sahip çıkamaz hale geldiğini ve “Türkiye Seyahatnamesi” konulu yazılara ağırlık verdiğini yeri gelmişken ifade ediyoruz(!)

Sözü edilen yapıyla bağlantılı olarak, Başbakan’la ilgili kişisel ve siyasi suçlamaları dile getiren kişi ve kurumların, yine bu yapı vasıtasıyla ve “intikam, husumet duygularıyla” hedef alındıklarını ve haklarında hüküm kurulduğunu görüyoruz. Engin Alanlar, Ergun Poyrazlar, Deniz Yıldırımlar, Mehmet Haberallar, Mustafa Balbaylar, Fatih Hilmioğulları gibi…

Bu sürecin en vahim ve adeta suçüstü denebilecek boyutlardaki çarpıcı örneklerinden birisi, Aydınlık Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Deniz Yıldırım olayında yaşanmıştır.

Ortaya çıkan bulgulara ve tarafımıza doğrudan ulaşan bilgilere göre; Deniz Yıldırım hakkında “… kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaları kaydetmek, özel hayata ilişkin görüntü ve sesleri ifşa etmek, Devletin güvenliğine ilişkin gizli belgeleri temin etme, kişisel verileri hukuka aykırı olarak ele geçirmek veya yaymak, silahlı terör örgütüne üye olmak, Devletin güvenliğine ilişkin belgeleri amacı dışında kullanma, hile ile alma, çalma…” iddialarıyla dava açılmıştır.

Deniz Yıldırım 9 Kasım 2009 tarihinde tutuklanmış olup, yargılama sonucunda; gizli belge bulundurmak, Başbakan Erdoğan’a ait ses kaydını yayımlamak ve terör örgütü üyesi olmaktan dolayı mahkûm edilmiştir.

Peki, olayın özü nedir? Deniz Yıldırım ne yapmıştır? Deniz’in suçu nedir?

Deniz; gazetecilik yapmıştır, habercilik yapmıştır. Kamuoyunu doğru bilgilendirmiştir. Başbakan ile bir iş adamı arasında para alışverişini gösteren konuşmayı yayımlamıştır. Başbakan ile o dönemin KKTC Başbakanı olan Mehmet Ali Talat arasında, Rauf Denktaş’ı hedef alan konuşmaları yayımlamıştır. Başbakan ile İBB Belediye Başkanı Kadir Topbaş arasında, Doğan Medya grubunu hedef alan tehdit ve baskı dolu konuşmaları haberleştirmiştir.

Sorumlu, duyarlı bir gazetecinin yapması gerekeni yapmıştır. Baştan sona habercilik yapmıştır. Devlet kaydı olarak kayıt altına alınmayan bir konuşmayı ve yine kamuoyunda aleniyet kazanan bir konuşmayı yayımlamıştır. Ancak, mahkeme, bu gerçeklere rağmen 3 ayrı suçlamayla Deniz hakkında hüküm kurmuştur.

Habercilik yapan, hem de Başbakan’ın nüfuzunu nasıl kötüye kullandığını belgeleriyle ortaya koyan Deniz; artık doğrudan Hükümet’in, Başbakan’ın ve yukarıda anlatımı yapılan illegal yapılanmanın hedefi haline gelmiştir. Çizik yemiş ve kara listeye alınmıştır. Deniz’in yargılama süreci bu yaklaşımlarla ve “intikam, husumet, had bildirme ve toplumu dönüştürme” amacıyla gerçekleştirilmiştir.

Bu süreci somutlaştırarak bir kez daha sizlerle ve kamuoyuyla paylaşmak istiyoruz;

Deniz Yıldırım ile ilgili olarak, Temmuz 2010 ve Eylül 2010 tarihlerinde vuku bulan tahliye talepleri hakkında, Savcılık Makamı tarafından “olumlu” yönde mütalaa verilmiştir.

Mahkeme ise bu talepleri “oy çokluğuyla” reddetmiştir. Ancak, enteresan ve kabul edilemez olan husus şudur; her 2 tahliye talebi sürecinde de, normal ve mutat prosedürün dışında evrak üzerinde, mahkeme savcısı ve mahkeme heyeti ile ilgisi olmayan, “3. kişiye” ait olduğu anlaşılan “itirazın reddi-tutukluluğun devamına” notu mevcuttur.

Her 2 notun yazı karakteristiği aynıdır. Her 2 not, Mahkeme organları dışında  “3. kişiyi” işaret etmektedir.

Bir başka ifadeyle; Silivri yargılamalarında, Savcı ve Yargıçlar dışında, kritik aşamalarda karar mercii gibi devreye giren “bir el” vardır. Bu el, “görünmez bir el” dir. Silivri soruşturmalarında, kritik karar mekanizmalarında illegal bir karargâh görev yapmakta ve belirleyici olmaktadır.

Öte yandan, Deniz Yıldırım’ın tutuklanmasından 40 dakika kadar evvel Başbakanlıktan Savcı Zekeriya Öz’e acele kaydıyla faks gönderildiği ve yazıda “devlet sırrı” ibaresinin bulunduğu yönünde ciddi ve somut iddialar vardır. 9 Kasım 2009 tarih-130/249 sayılı yazışmayla, Başbakanlık, Anayasanın 138. maddesini ayaklar altına almış; yargı yetkisini kullanan makamlara tavsiye ve telkinde bulunmuştur. Anayasanın 137. maddesinde düzenlendiği şekliyle kanunsuz emir ve talimat yoluna başvurmuştur.
Hukuk dışı müdahaleler, en üst düzeyde yani Başbakanlık düzeyinde; “nasıl olsa bizi denetleyecek bir merci yok” düşüncesiyle, pervasızlık, cüretkârlık ve keyfilik boyutlarına ulaşmıştır.

Adalet Bakanlığı muhtelif cevaplarında ve en son 19.03.2013 tarihli önerge cevabında; sözü edilen el yazılı notların, yargılama süreleri dışında birisine ait olduğu iddiasının gerçeği yansıtmadığını ifade etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı, ortaya çıkan somut bulgulara rağmen, illegal ilişkilerin üstünü örtmüş, karartma yapmıştır.

5 Temmuz 2010 tarihli mütalaa – 12 Temmuz 2010 tarihli karar süreçlerinde; Mahkeme Başkanı 33372 sicil nolu Resul Çakır, Üyeler ise 35190 sicil nolu Yakup Hakan Günay ile 39800 sicil nolu Ali Efendi Peksak olup; Savcı ise 30653 sicil no’suyla görev yapan kişidir.

23 Eylül 2010 tarihli mütalaa ve karar aşamalarında ise; Mahkeme Başkanı olarak 24462 sicil nolu Erkan Canak, 33372 sicil nolu Üye Resul Çakır, 35190 sicil nolu Yakup Hakan Günay görev yapmıştır. Savcı ise yine 30653 sicil nolu Savcıdır.

Görüldüğü gibi; her 2 süreçteki Mahkeme Başkanı farklıdır. Tahliye talebinin reddini içeren ve el yazısıyla yazılan “itirazın reddi-tutukluluğun devamına” ilişkin el yazılı notun ise “aynı elden çıktığı” bariz ve tartışmasızdır. El yazısıyla yazılan bu notun, Mahkeme Savcısı ve Mahkeme Heyeti Üyelerine ait olmadığı çıplak gözle bile anlaşılmaktadır. Bu notun 3. Kişiye ait olduğu görülmektedir. Temmuz ve Eylül aylarına ait olan bu not, başka hiçbir D.İş kararında yoktur. Esasen, bu gibi el yazısıyla yazılan notlarda, ilgili Savcı veya Üyenin kimliğini belirten herhangi bir işaret ya da parafın bulunması gerekirken böyle bir not da yoktur.

Ortaya çıkan açık ve tartışmasız gerçek şudur:

Bütün bunların anlamı ise, Silivri soruşturmalarında, kritik karar mekanizmalarının önemli bir bölümünde, öteden beri ifade edildiği üzere “illegal bir karargâh” görev yapmış ve belirleyici olmuştur. Bu karargâh, talimatlarını “el yazısıyla” müzekkerelere not edecek cüreti gösterebilmiştir. Yargılama aşamalarında bu karargâh üzerinden “kanunsuz emir ve talimatlar” devreye girmiştir.

Peki, tüm bu süreçler yaşanırken, Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanı ne yapmıştır?

Adalet Bakanı; bu karanlık ilişkilere ve illegal yapıya sahip çıkmış, 19.03.2013 tarihli cevabında kendisi hakkında iftirada bulunduğumuzu beyan etmiştir. Gerçeklerin üstünü örterek yalan beyanda bulunmuş ve karartma yapmaya devam etmiştir.
Bu cevaptan sonra da Adalet Bakanı’na iftiralarımızı (!) sürdürmeye devam ettik..

En son, 19 Kasım 2013 tarihli Plan Bütçe Komisyonu görüşmelerinde bu konuyu doğrudan Adalet Bakanı’nın yüzüne karşı bir kez daha dile getirdik. Diğer sorularımıza cevap veren Adalet Bakanı, Deniz ile ilgili iftiralarımıza (!) cevap vermedi, veremedi…

Sürecin özü ve esası şudur:

a) 17 Aralık’tan sonra “paralel devlet” diyerek, kendince siyasi iktidarı bu sürecin dışına çıkarmaya ve iktidara meşruiyet yaratmaya kalkanlar; aslında tüm bu sürecin asli maddi faili ve sorumlusu konumundadırlar. İllegal karargâhta HEP BİRLİKTE bu suçları işlemişlerdir.

b) Yukarıda ana başlıklarıyla anlatımı yapılan kronolojik süreç hep birlikte değerlendirildiğinde; “paralel devletten öte”, Hükümet eliyle yaratılan “illegal bir yapılanmanın” bulunduğu görülmektedir. Bu illegal yapının iç dinamikleri vardır, dış dinamikleri vardır. Bu dinamikler, 10 yıl boyunca DAYANIŞMA içinde olmuşlardır. Ancak, kaçınılmaz olarak belli bir aşamadan sonra “çıkar ve iktidar çatışması” başlamıştır.

Sorun şudur: Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti konumunda olan AKP İktidarları; “Devleti yönetmek değil, Devleti ele geçirmek” hedefi ve uygulaması içinde olmuşlardır. Başbakan, “Ne istediler de vermedik…” diyerek bu vahim tabloyu acz ve teslimiyet içinde itiraf etmiştir. Suç ilişkilerini itiraf etmiştir. Türkiye bugün, Hükümet eliyle yaratılan bu ağır tahribatı yaşamaktadır.

c) Bu koalisyonun ortakları ve failleri, bugün “mevzi kazanma” arayışı içindedirler. Kifayetsiz, dirayetsiz, öngörüsüz ve muhteris bir anlayışa sahip olan AKP’nin yönetim kadroları; Türkiye’de FETRET DÖNEMİNİ yaratmışlardır. Türkiye’yi yönetememişlerdir. Türkiye’yi yönetme ehliyetinden yoksun olduklarını göstermişlerdir.

d) Bu şartlara rağmen, Halkımız; Cumhuriyet’e ve demokrasinin kazanımlarına sahip çıkacak, toplumsal barışını koruyacaktır. Türkiye; bu Fetret dönemini aşacak birikime, potansiyele ve sağduyuya sahiptir.

Bu anlayış ve değerlendirmelerle; en son 14.05.2012 ve 27.08.2012 tarihli önergelerimizle dile getirdiğimiz soruları, bugün bir kez daha dile getiriyoruz:

1) 2 Temmuz 2010 ve 20 Eylül 2010 tarihli müzekkerelerde – tahliye talepli yazışmalarda el yazısıyla yazılan “itirazın reddi-tutukluluğun devamına” yazıları, mahkeme yargıçlarına ve savcıya ait olmadığına göre, bu yazılar kime aittir? Türkiye Cumhuriyeti mahkemelerinde tutuklama ve tahliye aşamalarında, savcı ve yargıçlar dışında görev yapan kişiler mi vardır?

Kimdir bu kişiler? Bu yazıların Mahkeme evrakında ne işi vardır? Mahkeme Heyeti, bu yazıların dosyaya girmesine neden izin vermiştir?

2) Anlatımı yapılan bu bulgular, Silivri Yargılamaları olarak adlandırılan soruşturma ve yargılamalarda, Savcılık ve Mahkeme Makamları dışında, İLLEGAL BİR KARRAGAHIN bulunduğu ve bu karargahın kritik aşamalarda doğrudan etkili olduğu anlamına gelmez mi?

Bu durum, paralel bir yapılanmanın ötesinde, Siyasi İktidarın organizesiyle İLLEGAL BİR YAPININ oluşturulduğu anlamına gelmez mi?

3) Sözü edilen karargahta görev yapan bu kişiler, 2004-2005 YIILARINDAN BU YANA İçişleri, Adalet, Başbakanlık bünyesinde illegal olarak ve “yabancı uzman” adıyla görev yapan kişiler midir?

Bu kişiler daha sonra Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı Yasası ile “yasal himaye” altına alınmış mıdır? Türkiye Cumhuriyeti’nde bu nitelikte görev yapan eleman ya da uzman sayısı nedir?

4) Yargının misyonunu yok eden, toplumsal barışı sabote eden, Devlet yönetiminde Fetret’e yol açan bu iddia ve bulguları, Hükümet olarak tahkik etme cesareti ve sorumluluğunu neden gösteremiyorsunuz?

Ortaya çıkan bulgulara göre, Hükümetin sorumluluğunun doğması kaçınılmaz olduğundan, bu sonucu engellemek amacıyla mı bu iddiaların tahkikinden kaçınıyorsunuz? gazetecileronline

 

İşte Erdoğan ve Gül’ün TSK içindeki gizli örgütü! 

28 Ocak 2013, 18:30
İşçi Partisi Genel Başkanvekili Hasan Basri Özbey, bugün İstanbul’da düzenlediği basın toplantısında Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül’ün Türk Silahlı Kuvvetleri içinde yürüttükleri gizli örgüt çalışmasını kanıtlarıyla açıklayarak, Meclis Araştırması açılmasını istedi. Özbey’in açıklaması şöyle;

Türk Ordusunu imha operasyonu devam etmektedir. Son olarak İzmir’de Türk Ordusunun yüzlerce namuslu subayı casuslukla suçlandı. Türk Ordusu’nu imha saldırısının Türk Subayının namusuna tasallut etme düzeyine düşülerek sürdürüldüğüne tanık olmaktayız. Saldırının hedefinde, Türk Subayı üzerinden Türk Milletinin namusu vardır.
Milletimize Türk Ordusuna karşı imha operasyonu yürüten örgütü kanıtlarıyla açıklıyoruz.
Kanıtlarımız ablasını öldürmekten, yeğenine fuhuş yaptırmaktan veya erkek yeğenine tecavüzden hükümlü gizli tanıklar değil. Üretilmiş yoğun diskler (CD) de değil.
Mahkeme kayıtlarıyla sabit kanıtları açıklıyoruz!
Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül’ün 2004 yılı Nisan ayında “Türkiye’nin büyük bölgelerinde askeri olarak istihbarat birimi kurma” çalışması yürüttüğü, İletişim Tespit Tutanaklarıyla resmen kayda geçmiştir.

DİNLEME MAHKEME KARARIYLA

Bu telefon dinlemeleri mahkeme kararıyla yapılmıştır.
İstanbul 1 No’lu DGM, 29.12.2003 tarihinde Müt. No: 2003/79 sayılı kararıyla İbrahim Bilgehan Taşdelen adlı kişinin 0533 410 88 00 numaralı GSM iletişim aracının dinlenmesine karar veriyor.
29.12.2003 – 27.05.2004 tarihleri arasında yapılan hukuki dinlemeler sonucunda Emniyet tarafından İletişim Tespit Tutanakları düzenleniyor. Bu tutanaklar, dönüyor dolaşıyor 1. Ergenekon Davası’nın 245. Klasörüne giriyor.

Dinlemeler hukuki.
Tutanaklar resmi, imzalı ve mühürlüdür.
Bu tutanaklara ilgilenen herkes kolaylıkla ulaşabilir.
TSK içinde gizli istihbarat örgütü kuruluşu için, tek değil, üç toplantı yapıldığı, telefon dinleme tutanaklarıyla kanıtlıdır.

BİRİNCİ TOPLANTI BOLU ABANT’TA

Tarih: 11 Nisan 2004, Pazar.
Yer: Abant Oteli
Katılanlar: Cüneyt Zapsu, Abdülaziz Zapsu, E. Korg. Altay Tokat, İbrahim Bilgehan Taşdelen (Başka katılan da olabilir, isimleri tutanaklara geçmiş olanlar bunlar).
11 Nisan 2004 Pazar günü öncesinde, İletişim Tespit Tutanaklarında, 7, 8, 9, 10 Nisan tarihlerinde yapılan 5 ayrı konuşmada E. Korg. Altay Tokat’ın 11 Nisan Pazar günü Bolu’da Cüneyt Zapsu ile buluşacağı belirtilmektedir. Bu toplantıda Cüneyt Zapsu’nun “Tayyip Erdoğan adına” E. Korg. Altay Tokat’a “ciddi bir teklifte” bulunacağı da söylenmektedir.
Bolu Abant’taki toplantının gerçekleştiğini, 14 Nisan 2004 günü gece yarısı, saat 00.21’de yapılan telefon görüşmesinden öğreniyoruz.
Bu görüşmede, toplantıya Cüneyt Zapsu ve kardeşinin (Abdülaziz Zapsu) katıldığı belirtiliyor. Cüneyt Zapsu, “Abi” diye andığı “Tayyip Erdoğan adına” önemli teklifi yapıyor. Teklifin içeriği telefon tutanaklarına geçmiş. Aynen aktarıyoruz:
“Dediler ki, paşam dediler bir ricamız daha var dediler, şu anda hükümet ile asker çok kötü abi. Çok kötü, çok kötü, aşırı. Dediler ki, böyle böyle sayın işte abimizin [ Recep Tayyip Erdoğan] bir ricası var, bir ekip kursun bize… görevlendirelim her bölgede, Türkiye’nin büyük bölgelerinde askeri olarak istihbarat birimi kursun. Tüm yetkilerle donatalım. Bir de dediler, sadece yani bu ülkenin gelişmesi için, bu ülkeye zarar veren birimlerle ilgili bir takım işte bilgiler falan toplayalım. Başına da sizi getirelim diye teklifte bulundular. (…) Dediler işte üç yüz beş yüz falan filan şu bu kontrolleri sizin elinizde, gizli ödenek sizin elinizde.”

İKİNCİ TOPLANTIDA TAYYİP ERDOĞAN VE ABDULLAH GÜL VAR

Tarih: 12 Nisan - 26 Nisan 2004 arasında.
Yer: Ankara.
Katılanlar: Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, E. Korg. Altay Tokat. Büyük olasılıkla Ömer Dinçer de bu toplantıya katılıyor.
Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül ile E. Korg. Altay Tokat’ın görüşmesini, 27 Nisan 2004 günü saat:16.55’te telefon görüşmesinden öğreniyoruz. Ek Klasör 245’teki İletişim Tutanağının 186. dizi sayfasından şunları öğreniyoruz:
- E. Korg. Altay Tokat, TSK içindeki istihbarat örgütü işini “Tayyip Beyle” ve “Abdullah Beyle” görüşüyor.
- E. Korg. Altay Tokat’ın hükümet ile asker arasında “köprü” olduğu belirtiliyor.
- Anlatıldığına göre, E. Korg. Altay Tokat’a Ankara’da “tapıyorlar.”

ÜÇÜNCÜ TOPLANTI E. KORG. ALTAY TOKAT’IN “OFİSİNDE”

Tarih: 27 Nisan 2004.
Yer: Altay Tokat’ın ofisi.
Katılanlar: Ömer Dinçer ve E. Korg. Altay Tokat.

Bu görüşmeyi de, İbrahim Taşdelen’in yine 27 Nisan 2004 günü saat 16.55’te yaptığı telefon görüşmesinin Emniyet tarafından düzenlenmiş İletişim Tespit Tutanağından öğreniyoruz.
İbrahim Taşdelen, bu görüşmenin Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül ve E. Korg. Altay Tokat’ın katıldığı toplantının devamı olarak yapıldığını belirtiyor ve görüşmenin içeriği hakkında şu bilgiyi veriyor:
“Yav bir gelsen, çok güzel şeyler var da yaşaman lazım. İnanılmaz şeyler var.”

HEDEF: “ASKERİ DİSKALİFİYE”

Tayyip Erdoğan’ın kurduğu gizli örgütün TSK içinden istihbarat toplamanın ötesinde, TSK içindeki “zarar veren birimlere” karşı operasyon amaçlı olduğu da açıkça belirtiliyor (14 Nisan 2004; saat: 00.21).
Bu operasyonun hedefini yine İletişim Tespit Tutanaklarından öğreniyoruz: “Diskalifiye”, yani tasfiye.
Bu hedef de Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın bir telefon görüşmesine kulak misafiri olan İbrahim Taşdelen tarafından aktarılıyor. Bakan, 1 Nisan 2004 günü yapılan MGK toplantısında, askerin tutumunu anlatıyor ve “Bu askeri bir türlü diskalifiye edemiyoruz” diye yakınıyor (1 Nisan 2004 günlü telefon görüşme tutanağı).
Yasadışı Özel Örgüt bu amaçla kuruluyor.

GİZLİ ÖRGÜTÜN İLK UYGULAMALARI

E. Korg. Altay Tokat, bu gizli örgüt işinde nereye kadar devam etti, ayrı bir konu. Ama ilk başta kolları sıvadığı 5 telefon ve 5 hat alınması için ekibine talimat vermesinden anlaşılıyor. Hatlar, Altay Tokat tarafından ayarlanıyor. “Kırılmayan” (dinlenmeyen) hatlar bunlar (14 Nisan 2004 günü, saat: 00.21’deki konuşma).
Ayrıca TSK içinde gizli örgüt kurma işinin ilk harçlığı olarak, Altay Tokat ve ekibine gazyağı işinde birçok olanak ve maddi çıkar sağlanıyor. Tutanaklar bu konuyla ilgili bilgiyle dolu.

2003’TEKİ GİZLİ ÖRGÜTLENMENİN TSK İÇİNDEKİ KOLU

Tayyip Erdoğan’ın yasadışı, gizli bir örgüt kurduğunu, Yavuz Donat’ın 11 Temmuz 2003 günlü haberinden öğrenmiştik. O zaman muhalif cephede olan Sabah gazetesi, bu haberi “Erdoğan’ın Özel Timi” başlığıyla vermişti. Yalanlanmadı. Yalanlanamazdı. Bu Özel Tim’in TSK içinde istihbarat ve “diskalifiye faaliyeti yürütme girişimi ise, 2004 yılı Nisanındadır. O sırada “hükümet ile askerin arası çok kötü” diye telefon kayıtlarında sık sık belirtiliyor.

ÖRTÜLÜ ÖDENEK GİZLİ ÖRGÜTE

Örtülü Ödenek’ten “300 – 500 falan” bu gizli, yasadışı faaliyete ayrılıyor.
Örtülü Ödenek’e ayrılan tahsisattaki patlama da, inkâr edilemez bir kanıt. Başbakan Yardımcısı Nâzım Ekren, bu olağanüstü artışın istihbarat ve dinleme aygıtlarıyla ilgili olduğunu TBMM kürsüsünden itiraf etmişti.


GİZLİ ÖRGÜTÜN FAALİYETİ

İzmir’de askerlerin casusluk davası, Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy, Kafes, Andıç vb tertipleri yapan bu gizli örgüttür.
Genelkurmay Başkanlığı’nı dinleyen de bu gizli örgüttür. Org. Işık Koşaner’in Genelkurmay’daki konuşmaları Gladyo medyasında günlerce yayımlandı.

Bütün bu çalışmaları CIA ile birlikte Ankara’da kurdukları karargâhta yürüttükleri, yine Aydınlık’ta kanıtlarıyla defalarca açıklanmıştır.


TÜMAMİRAL SEMİH ÇETİN’İN KİTABINDAN ÖĞRENEBİLİR

Genelkurmay, kendisini dinleyen örgütlenmenin başında, Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Ömer Dinçer, Cüneyt Zapsu, Abdülaziz Zapsu ve Altay Tokatların kuruluşuna katıldıkları örgütün bulunduğunu bilmiyor mu?
Nasıl bilmez!
Hâlâ öğrenemediyse, Tüma. Semih Çetin’in kitabını bir komisyon oluşturup incelemelidir.
Kitabın adı: Bir İhanetin Öyküsü.
Öyküye dâhil olmak istemeyenler, artık harekete geçmelidir.
Yüzlerce namuslu Türk subayı o gizli örgütün tertipleriyle casuslukla suçlanıyor. Türk Ordusu bu tertipleri göğüslemeden nasıl savaşacak, vatanı nasıl koruyacak? Her yurttaşın beynindeki çengel budur!
Genelkurmay Başkanı, TSK’nin varlığını, Cumhuriyeti ve vatanı korumakta kararlı ise, bu gizli örgütlenmeyi kısa zamanda açığa çıkarır. Artık millet, TSK’nin tasfiyesine karşı laf değil, uygulama istiyor.
Uygulamaya geçmeyenler, düşman tertiplerine teslim olduklarını ilan etmiş olurlar.
İzmir’de askerlerin casusluk davası, Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy, Andıç vb. adı altında düzenlenen tertipleri açığa çıkarmak için Tayyip Erdoğanların kurduğu bu gizli örgütlenmeyi saptamak, Türkiye’nin yaşam sorunudur.
Bu eylem, Cumhurbaşkanlığı koltuğunu işgal eden Abdullah Gül açısından “vatana ihanet” suçunu oluşturduğundan diğer failler gibi onun da soruşturulması gerekmektedir.

CHP VE MHP MUHALEFET Mİ YAPIYOR?

Halkımız, haklı olarak CHP ve MHP muhalefet yapmamasından yakınıyor.
Atışmak, laf yarıştırmak, muhalefet değildir.
Muhalefeti İşçi Partisi yapmaktadır.
Soruyoruz: Mecliste muhalefet yapacak milletvekili yok mu?

MECLİS ARAŞTIRMASI AÇILMALIDIR

TSK içinde gizli istihbarat örgütü oluşturdukları kanıtlarla sabit olan Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Ömer Dinçer, Cüneyt Zapsu, Abdülaziz Zapsu ve Altay Tokat hakkında Meclis Araştırması yapılmalıdır.
Turgut Özal’in Özel Bürosu ve Çiller Özel Örgütü’nün devamını mı arıyorsunuz, işte size kapı gibi kanıtlar!

TELEFON KONUŞMALARI – I
“Abi” Gizli Askeri İstihbarat Ekibi İstiyor

İbrahim Taşdelen ortağı Esat Kurucu’ya Bolu toplantısının içeriği hakkında ayrıntılı bilgi veriyor. Bu görüşme 14 Nisan 2004 gününün ilk saatlerinde, 00.21’de yapılıyor.
İbrahim Taşdelen- O gün Bolu’ya gittim, Cüneyt Zapsu yok muydu?
Esat Kurucu- He
Taşdelen- Cüneyt Zapsu, onun kardeşi orada idi. Babaya dediler ki böyle böyle, bu Müsteşarlığa biz çok istiyoruz senin gelmeni. Nereye geleceğini biliyorsun daha.
Kurucu- He biliyorum, he.
Taşdelen- He dedi, biz buraya çok istiyoruz dedi. İşte abi de istiyor. Ona abi diyor biliyor musun? Abi de çok istiyor dedi. Yalnız dedi, işte böyle böyle bir hadise var falan. Neyse bu tepedeki var ya en tepedeki Cumhur; o da hasta imiş zaten kansermiş dedi. Bu arkadaş dedi, rahatsızlık yaratıyor biliyorsunuz dedi. Baba dedi ki vallahi benim için önemli değil dedi. Ben dedi, bunun için çok sevdalı bir adam değilim dedi. Çok dedi isteyen bir adam da değilim dedi. Ama dedi, devletin dedi, böyle bir görevi bana nail görmesi şeref verir bana dedi. Olursa dedi baş göz üstüne ama dedi, ben dedi çizgimden ödün vermem yani benim çizgim belli falan yaptı baba. Ben de babaya dedim ki, onlar bir ara kalktı. Baba dedim Allah aşkına dedim. Yani kurban olurum sana dedim, yani bunlara dedim… falan gelmişti bir güvenlik falan ne ise. Sonra dediler ki, paşam dediler sizden bir ricamız daha var dediler şu anda Hükümet ile Asker çok kötü abi.

TELEFON KONUŞMALARI – II
Örtülü Ödenek Emrinde

Kurucu- Öyle, de mi?
Taşdelen- Çok kötü çok kötü, aşırı. Dediler ki böyle böyle. Sayın işte abimizin bir ricası var, bir ekip kursun bize… Görevlendirelim her bölgede. Türkiye’nin büyük bölgelerinde askeri olarak istihbarat birimi kursun.
Kurucu- Evet.
Taşdelen- Tüm yetkilerle donatalım bir de dediler. Sadece yani bu ülkenin gelişmesi için bu ülkeye zarar veren birimlerle ilgili bir takım işte bilgiler falan toplayalım, başına da sizi getirelim diye teklifte bulundular. Baba dedi vallahi ben kimsenin tetikçisi değilim, hiçbir partinin de dedi. Yalnız… değilim. O dediğiniz en tepedeki hadise olursa ülke için şeref duyarım. Öbür türlü düşünmem lazım dedi. (Not: Dosyadaki özgün tutanakta “en tepedeki” ifadesi daire içine alınıp ok çıkarılarak “MİT” yazılmış; “öbür türlü” ifadesi de “diğer kuruluş” olarak değerlendirilmiş.)
Ne ise dediler işte, üç yüz beş yüz falan filan, şu bu kontrolleri sizin elinizde, gizli ödenek sizin elinizde. Neyse, Paşa yolda geliyoruz ikimiz beraber. Paşa’nın arabasını kullanıyordum. Baba dedim, yani bu saatten sonra bizim menfaatimiz, senin dedim siyasi geleceğin söz konusu dedim. Bundan sonra bir dönem daha bu hükümet burada dedim.
Kurucu- He
Taşdelen- Biz dedim parti olarak bir daha başa gelemeyiz, öyle şansımız yok, bunu da dedim göz önüne al.

TELEFON KONUŞMALARI – III
Gizli Örgütün Hedefi:
Askeri Diskalifiye Etmek

Tüm bu gelişmelerden iki hafta önce, yani 1 Nisan 2004 günü, Milli Güvenlik Kurulu toplanmış, ağırlıklı olarak o dönem gündemde olan Kıbrıs sorunu konuşulmuştur.
İbrahim Taşdelen aynı gün bir araya geldiği Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın telefon görüşmesine “kulak misafiri” oluyor. Yıldırım’ın konuşmasında duyduklarını, Esat Kurucu’yla yaptığı görüşmede şöyle anlatıyor:
İbrahim Taşdelen- Yolda gidiyoruz, tabii ki şey aradı. Bu milli, söyle ismini. Bugün MGK vardı ya MGK…
Esat Kurucu- He
Taşdelen- Kulak misafiri oldum. Tabii askerlerle tartışmışlar bugün. Askerlerle bu Kıbrıs konusu için askerler demişler Bakan Bey konuşurken ben de kulak misafiri oldum. Bizim askerler demiş, “Böyle bir hata yaptığınız zaman sizin ipinizi çekeriz” demişler.
Kurucu- Evet.
Taşdelen- İşte Bakan Bey diyor ki artık hâlâ biz bu askeri diyor, bir türlü diyor diskalifiye edemiyoruz.

TELEFON KONUŞMALARI – IV
“Altay Tokat, Erdoğan ve Gül’le görüştü”

Bolu’daki toplantının üzerinden 16 gün sonra, İbrahim Taşdelen 27 Nisan 2004’teki bir telefon görüşmesinde, E. Korg. Altay Tokat’ın, Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül ve dönemin Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer’le görüşmeler yaptığını anlatıyor. “Tombul elli” diye tanımladığı, Antalya’da yaşadığı anlaşılan X adlı arkadaşıyla yaptığı görüşmede AKP çevresinin Altay Tokat’a “taptığını” şöyle anlatıyor:
X- Şey, baba ne yapıyor şimdi orada?
İbrahim Taşdelen- Abi ne yapsın baba. Var ya tapıyorlar resmen!
X- Allah Allah
Taşdelen- Hükümetle asker arasında köprü ya şimdi.
X- Allah’ını seversen?
Taşdelen- Kur’an çarpsın. Şimdi bu Tayyip Bey’le de bazı şeyleri var, bir görüşmeleri oldu Abdullah Bey ile.
X- Hı
Taşdelen- Hükümetle şey, Ömer Bey bugün geldi ofise babanın yanına.
X- Ömer Bey kim?
Taşdelen- Dinçer.
X- Ömer Dinçer, he.
Taşdelen- Yav bir gelsen. Çok güzel şeyler var da yaşaman lazım. İnanılmaz şeyler var. ulusal.com
 
Abdurrahim Zapsu, Bedirhan Aşireti lideri Bedirhan Paşa'nın torunlarından Arusî Şeyhi M. Aziz Çınar'ın kızı Hidayet Hanımla evleniyor.
Bu evlilikten üç çocuğu oluyor. Cüneyd Zapsu'nun babası Mustafa Pertev, Hale ve Jale... Dede Zapsu, Necip Fazıl Kısakürek'in öncülüğünde kurulan Büyük Doğu Cemiyeti'ninin de kurucu üyesi, İstanbul'da, Dicle Talebe Yurdu'nun yöneticiliğini de yapıyor. Yurt, üniversite öğrenimi için İstanbul'a gelen "Kürt gençleri"nin kaldığı ve 'eğitildiği' bir yer. KUVAYI MİLLİYECİLERE İDAM FETVASI VEREN CEMİYET: TEALİ-İ İSLAM CEMİYETİ.pdf

1 yorum:

  1. SADAT hilafet ilanı için gizli görüşmeler mi yaptı? https://www.youtube.com/watch?v=id_0RHwZ4Mw

    YanıtlaSil