Bir vatandaşın, “Diyanet 6 bakanlığın bütçesini geride
bıraktı” haberi üzerine sosyal medya hesabından Dünyanın En Hızlı
Bilgisayarından 10 Kat pahalı olduğunu iddia etmiş neyse ki kısmen doğru olsa da
kısmen yanlış olmuş.
Kısmen yanlış olmuş olmasına da alkolden, kumardan, kerhaneden alınan vergilerin, vergi havuzunda eritilip Diyanet'in harcamalarına katılıyor olmasını mü'minlerde nasıl bir mide var ki hazmedebiliyorlar anlamış değilim.
Hani deseniz ki Türkiye Dârü'l-harb durumundadır diye takıye (üç kâğıt) yapıyoruz, işimize öyle geliyor deseniz yine ayetlere göre kâfir (örten) olacağınız için nasıl bir mideye sahip olduğunuz kendi sorumluluğunuzda.
Durum yazık ki her konuda böyle, daha dün hepimizin Efendisi Hz. Tayyip Efendi'miz buyuruyor sosyal medyasından.
Diyor ki,
Ben de Efendi'miz Hz. Erdoğan'ın paylaşımına şunları yazıp ilettim.
Ezberinizde hata var Hz. Erdoğan Efendi'miz.
Kutsal Cuma (Hayırlı Cuma, Büyük Cuma veya Paskalya Cuma’sı)
dünya genelindeki Hristiyanların İsa Mesih'in çarmıha gerilişini ve
(Golgotha-kafatası)'da ölüşünü andıkları dini gündür. Triduum'un (Üç Gün)
parçası olan Kutsal Hafta'da Paskalya Pazarı'ndan önceki cumaya denk gelen
Kutsal Cuma, Musevilerin Hamursuz Bayramı ile çakışabilir. Hayırlı Cuma aslen
Paskalya Haftası'ndaki cumadır. Hristiyanların Cuma’sı Mübarek olsun.
"Yazık ki bu bilgisizlik sadece Erdoğan Efendi'miz yara almıyor, Efendi'mizin bilgisizliğinden yararlanan KaçAK Saray'ın karanlık dehlizlerinde besiye çekilmiş şerefiz Fettoş'un oğlanları da ortaklaşa Büyük İsrail Projesi'nin gerçekleşmesi için tüm güçleriyle çabalıyor ve hepimiz yaralanıyoruz" desem inandırıcı olabilir miyim dersiniz?
Ne dersem diyeyim, faydası yok biliyorum.
O nedenle bu bilgisizliklerin ya da eski bakan Taner Yıldız'ın "AKP'ye oy veren cahiller" dediği kesim zarar görmüyor, tüm ülke zarar görüyor.
O nedenle her tür pislik, her tür rezalet bu ülkede yaşanır durumda.
Tek başına Hz. Erdoğan Efendi'miz bunları görecek kapasitede olmadığı için ve çeteler bunu bildiği için başımıza gelmeyen taciz, tecavüz kalmadı.
Şu dakikalar itibarı ile Erdoğan Alman Şansölyesi Olaf Scholz ile basın toplantısı düzenliyorken aklıma geri kabul anlaşmaları geliyor.
Yazık ki Erdoğan bu anlaşmanın ne anlama geldiğini de bilmiyor.
Erdoğan'ın AB'den istediği 3 milyar Avro için "Davutoğlu'nu
yolladım, paraları almadan gelme dedim" mealinde açıklamasını
anımsarsanız, bugün Şansölye ile yaptığı görüşmeden kaç milyar dolar için Türkiye'nin kaç takla atacağını da sanırım
anlamış olacağız.
Ekonomi çökmüş Diyanet Fettoşçuların babalarının çiftliğine dönmüşken ülke günaha dönse ne olur dönmese ne olur, insanımız günahkâr olsa ne olur olmasa ne olur?
Neyse, konu konuyu açmadan arşivimin tozlu raflarında kalmış bir yazıyı paylaşıp teselli bulabilirsek bulalım istedim.
19.10.2024
A. Dursun
Kutsallıktan Günaha Dönüşen Cinsellik-Tapınaktan Arka Sokaklara İnen Fahişelik.
Bu makalem Bilim ve Ütopya Dergisinin 247. sayısında yayımlanmış olup intihallerde yasal haklar geçerlidir.
“Her
şey cinselliktir. İnsan onu güçlü ve kutsal olarak koruyabildiği ve o
dünyayı doldurabildiği sürece, cinsellik ne kadar da güzel olabilir.
Sizi ışığıyla dolduran, yıkayan güneş gibidir.”
Cinselliğin Kutsallığı
Eski
toplumlarda ayıp sayılmayan ve özgürce gerçekleştirilen cinsellik,
sonrasında günah kavramıyla bağdaştırılarak tarihin derinliklerine kök
salmıştır. Cinselliğin neden günah olarak görüldüğünü ve insanlarda
neden suçluluk duygusu uyandırdığını düşünmek gerekmektedir. Özellikle
kadınların omuzlarına bir “günah” olarak yüklenen bu tarihsel suç, nasıl
ve kimler tarafından işlenmişti?
Yüzyıllar
boyunca kız erkek bütün çocuklara evreni ve içindeki her şeyi ERİL bir
tanrının yarattığını; bu tanrının da erkeği kendi tanrısal imgesiyle
donatarak oluşturduğunu ve sonra da erkeğe uysal uysal hizmet etsin diye
kadını yarattığını öğreten bir toplumdan daha başka ne beklenebilirdi?
Arkeoloji
bilimi olmasaydı belki cinsellik konusu gerçek manada bilinmeyecek ve
bir günah olarak kadınlara yüklenen bu tarihsel suç toprak altında
gizlenmeye devam edecekti.
Bu araştırmada binlerce yıl öncesinde kutsal kabul edilerek tapınılan
kadının tapınaklarının erkek egemen düzen tarafından ele geçirildikten
sonra emeklerinin ve bedenlerinin sömürülerek aşağılanmalarındaki
tarihsel süreç ve bu sürece çağdaş dinlerin ve iktidarların katkısı ele
alınacaktır.
Arkeolojik
belgeler çok ilkel yaşam şartlarına sahip insan topluluklarının
birbirleriyle yakın ilişkiler içinde olsun ya da olmasın, tüm eski
dünyada ortak bir din kavramının kadın bedeni üzerinden yaratılmış
olduğunu göstermektedir. Özellikle Akdeniz kültürleri merkezli Eski
Dünyada ilkel toplumlardan itibaren çoktanrılı pagan inanışlarına kadar
(M.Ö. 40.000’lerden M.Ö. 1. binin ortaları) kadın, cinsel çekiciliği ile
doğuran ve kendi neslini yaratan olmanın yanında besleyen, büyüten ve
verimliliği sağlayan yönüyle, tek ve en büyük yaratıcı güç olarak
tanrıçalaştırılmıştır. Zaten Paleolitik Çağ’dan itibaren uzunca bir
dönem baskın sayıda kadın heykelciklerinin yapılmasının asıl nedeni, bu
toplulukların kadından yüksek beklentileri olduğu düşüncesinin birer
simgesel işaretleriydi. Avcı
ve toplayıcı toplulukların yaşamlarında “bereket” hemen hemen her
şeyin ifadesidir: soyda bereket, avda bereket, topladıkları besinlerde
bereket. Dolayısıyla göğüs, kalça ve cinsel organları abartılı
yapılan “Paleolitik Venüs Heykelcikleri” daha sonraki dönemdeki Ana
Tanrıça kavramının başlangıcı olarak kabul edilirler. Tarım üretimine
geçilen Neolitik
Çağ’da yine çok sayıda tasvir edilen çıplak kadın heykelcikleri de
kadının din içindeki üstünlüğünü ve özellikle de tanrıçanın önceliğinin
açık bir göstergesidir.
Anaerkil
toplumun siyasal, ekonomik, toplumsal ve dini temeli de tarımsal yıla
dayanır. Tarımın önemi, tüm yaşayan nesnelerin doğumdan olgunluğa,
oradan ölüme ve oradan da tekrar doğuşa giden gelişimlerini vurgulayarak
dairesel bir yaşam görüşünü beslemiştir. Anaerkil toplumlarda Ana
Tanrıça veya Doğa Ana'ya hayat veren en üstün tanrıdır. O, tüm insan
hayatının ve bütün yiyeceklerin kaynağıdır. Kalıcı olabilmek için,
toplumlar çocuk yapmak ve yiyecek üretmek zorundadır. Ana Tanrıça'nın
nimetlerine ne denli bağımlı olduklarını bilirler ve bu nimetlere
kavuşabilmek için düzenli olarak ona ibadet ederler.
Bir
din tarihçisi olan Mircea Eliade, mitolojilerin ciddi dinsel
deneyimlerden ortaya çıktıklarını ve dinin özünü oluşturduklarını
savunur. Ona göre mitolojilere yapı ve kullanım kazandıran kutsal
deneyimlerdir. Bu düşüncenin ilk mitolojik örneklerini Mezopotamya’da
Sumer toplumunda görmekteyiz. Sumerliler için de, yaşamın devamını
sağlayan en önemli değer, kutsal güçler tarafından denetlendiğine
inanılan “bereket”ti. Tanrıça İnanna, bereketin ve üremenin
koruyucusuydu ve bu hayati görevin sorumluluğunu dişil bir güç olarak
omzunda taşıyordu. Hatta dünyadaki yaşam, verimlilik ve insanlığın,
özellikle Sumer halkının iyi durumda olması tanrıların çiftleşmelerine
bağlıydı. Sumer dinsel inanışına göre büyük bir
cinsel çekiciliği olan Tanrıça İnanna ile kralın yaptığı kutsal evlenme
töreni sonucu toprak bereketleniyor, döl yatağı verimlileşiyor, bu da
ülkenin zenginleşmesine ve halkın daha iyi yaşamasına neden oluyordu.
Erkeklerin dölleme, yani doğumdaki rollerinin anlaşılmasının ve
değerlendirilmesinin bir sonucu olarak kraliçe bir koca alıyor ve bir
yıl için onu kutsal kral ilan ediyordu. Başlangıçta bu kişi, onun ya
kardeşi ya da oğludur, daha sonra oğlunu temsil eden bir genç olmuştur.
Pek çok genç, kutsal kral olabilmenin onurunu elde edebilmek için
birbirleriyle yarışmıştır. Bu törenin ilk örneği
ise M.Ö. 3. binlerdeki Sumer şehri olan Uruk’da çoban kral Dumuzi idi.
Şiir tarzındaki mitolojide tanrıça Dumuzi’yi güvey olarak seçiliyor ve
bu çiftin birleşmesiyle her tarafta bitkiler fışkırıyordu. Tanrıça çoban
eşinden süt istiyor ve sarayı “yaşam evi”ni sonsuza dek koruyacağına
söz veriyordu. Tanrıça yıkanıp, kudretli giysisini giyiyor, dualar ve
şarkılar eşliğinde kutsal yere getirilen Dumuzi tanrıçanın yanına mutlu
oturuyor, onun varlığının uyandırdığı şehvet ve istekle, cinsellik
utancın ve günahın ötesinde dinsel bir anlam kazanıyordu. Bugün
argo kabul edildiği ya da pornografik bulunduğu için bizim dahi yazmaya
çekindiğimiz kadın ve erkek cinsel organlarının gerçek adlarını Sumer
şairi kutsal bir eylem olarak gördüğünden yazmaktan çekinmiyordu: “Sevimli
eliyle kalçalarımı okşuyor. Elini kadınlık organına koyuyor. Kara
teknesini kremle doldurarak onu seviyor…birlikte olmaktan zevk duyduk, o
benimle neşelendi, benimle tatlı sevgilim, kalbime yaslanarak dil
oyunlarıyla elli defa yaptı.”
Bu
nedenledir ki Ana Tanrıça inancı ve bereketin simgesi olan kutsal
birleşme (hieros gamos) hemen hemen tüm tarım toplumlarında bir gelenek
olarak aynen devam etti. Kutsal bir yerde, bereketin güvenliği için
yapılan bir birleşme, hem erkek hem de kadın için saygınlık sağlayan bir
davranıştı. Özellikle tapınaklarda bedenlerini İnanna’ya adayan bu
rahibelerin tanrıçanın cisimleşmiş hali olduğuna inanılırdı. Bu kadınlar
toplum içerisinde büyük saygı görürlerdi. Hatta aileler kızlarını kendi
elleriyle tapınaklara getirirlerdi. Genç bir kız için bakireliğini
İnanna’ya adamak ve tapınakta bir yabancıyla beraber olmak çok önemli
bir erdem sayılırdı. Kutsal fahişenin müşterisi de sadece haz peşinde
koşan bir erkek değildi. Onun isteği yaşamın en mahrem zevkini tadarken,
aynı zamanda bedenini bereket tanrıçasına adamış fahişeyle beraber
tanrısal bir zaman geçirmekti. Sumer düşüncesine göre insanın içindeki
cinsel arzu, doğurganlığın sürekliliğini sağlayan en önemli güçtü.
Aslında kutsal fahişelik, toprak ana kültüne yakarışın bir uzantısıydı.
Sumer tapınaklarında arzu ve cinsel tepki, ilahiden gelen bir armağan ya
da bir kutsama gibi kabul edilen bir yeniden üretme gücü olarak
yaşanırdı. Sumer inancına göre yılın bereketli geçmesi, İnanna’nın mutlu
edilmesine bağlıydı. Aslında Ana
Tanrıçanın kendisi de kutsal bir fahişeydi. Kocası Çoban Tanrısı Dumuzi
de onun için “o fahişedir, benim eşim fahişedir” diye seslenir. Bu
dönemlerde yapılan İnanna/İştar heykelcikleri ve kabartmalarında ilk
göze çarpan, tanrıçaların hayli erotik pozlarla betimlenmeleriydi. Örneğin iki eliyle iki göğsünü kavramış tanrıça duruşu çok sık rastlanan bir figürdü.
Kutsal Kadınlar/Tapınak Fahişeleri
Tapınaklarda
Tanrıça İnanna adına sevişen kadınlar “saf ve lekesiz” anlamına gelen
“nu-gig” adıyla anılıyorlardı. Bu kadınların Akad dilindeki adları
Qadishtu, ise “günahlarından arınmış kadınlar” ya da “kutsal kadınlar”
diye çevrilmiştir. Sumer
yazısında Lilith, bir genç kız, “İnanna’nın eli” olarak betimlenir. Bu
eski tablette Lilith’in sokaklardan erkekleri toplayıp tapınağa getirmek
üzere İnanna tarafından gönderildiği yazılıdır. Tevrat’da ise qadeşah;
kutsal kadın veya adanmış kadın yani kült fahişeliğini ifade etmektedir.
Ancak,
son iki yüzyılın en bilimsel incelemelerinde bile bu cinsel gelenekler
hemen hemen hep “yosmalık” olarak tanımlanmış, kutsal kadınlarsa
durmadan “tapınak yosmaları” ya da “kuttören yosmaları” adıyla
anılmıştır. Qadishtu’nun karşılığı olarak verilen “yosma” sözcüğü eski
geleneklerin gerçek anlamını bütünüyle çarpıtmakta ve kutsallıktan
uzaklaştırarak okuyucunun dinsel inanışları ve dönemin toplumsal
yapısını yanlış yorumlamasına yol açmaktadır. Oysaki tapınaklarda
Tanrıça adına yapılan bu seks işinde her iki cinsiyetten profesyonel
görevliler varken, bilim insanlarınca yalnızca rahibelere “kuttören
kadınları/yosmaları” ya da “tapınak fahişesi” ismi yakıştırıldı. Bununla
da kalmayıp, antik dönem tapınaklarını anlatırken, cinsel açıdan etkin
olan Tanrıça’dan “uygunsuz” , “dayanılmaz ölçüde saldırgan”, “utanç
verici biçimde ahlaksız” diye söz edilirken; kadınlarla su perilerinin
ırzına geçen, onları baştan çıkaran erkek tanrıları da “oyuncu” ya da
hayranlık uyandıracak ölçüde “erkeksi” olarak yazdılar.
Cinselliğin
özgürce yaşandığı tapınaklarda görevli olan bu kadın ve erkek fahişeler
çeşitli kategorilere ya da meslek birliklerine ayrılmışlardır. Bunlar
arasındaki farklar ve uzmanlık alanlarını anlayacak kadar belgemiz
bulunmamaktadır. Üç sınıf fahişe vardı: Kizrete, Senhate ve Haimate...
Erkeklerden kimilerinin hem eşcinsel hem de dönme olduğu, kimilerinin de
kadın adları taşıdıkları, hatta ve hatta lohusaymış gibi davrandıkları
sanılmaktadır. İlk dönemlerinde Sumer tapınaklarında yalnızca tapınak
fahişeleri başlarını örtmek zorundaydılar. Ancak M.Ö. 1600 yılında Asur
Kralının çıkardığı kanunla bütün evli ve dul kadınların başlarını
örtmeleri şart koşulurken, kızlar ve sokak fahişelerinin ise
yasaklanmıştır. Böylece evli ve dul kadınlar mabet fahişeleri gibi yasal
seks yaptıkları için kutsallaştırılmıştır.
Sumerlerin
Inanna’sı Babil’de aşk ve cinsellik tanrıçası İştar (Akadca) olarak
karşılığını bulmaktadır. Babil’deki önemli bir tapınakta görevli
kadınlara “İştar’ın kadınları” anlamına gelen işhartu adı verilmiştir.
İştar ise Fekineliler arasında Aştoret/Astarte olarak bilinir. İştar
sözcüğü Aştar diye söylenmekteydi: Fenike dilindeki Aştoret, Yunan
dilindeki Astarte deyimleri buradan gelmektedir. Tanrıça Astarte’ye
tapınma, bütün Akdeniz bölgesine yayılmıştır. Kartaca’da, Sicilya’daki
Eryx’de ve Kıbrıs’daki birkaç yerleşim merkezinde kurulan tapınaklarda
kutsal cinsel gelenekler devam etmiştir. Sozomenos, bugün Lübnan olarak
bilinen bölgede, Aphaca ve Baalbec’deki Ashtoreth tapınağında bu cinsel
geleneklerin olduğunu yazmıştır. Farnell, Akdeniz bölgesindeki
ilişkilerin çoğuna değinmiştir. Profesör James ve başka bilim adamı
Ashtoreth tapımının, Kudüs’deki Yahve tapımıyla yan yana yer aldığını
yazmıştır. James ayrıca Kudüs’de ve Shiloh’daki İbrani tapınağında
uygulamaya devam eden cinsel gelenekleri de anlatır.
İnanna’nın
bereket kültü bir gelenek halinde Sumer’den Babil’e, Asur’a, Kenan’a ve
oradan da İsrail’e geçer. Anadolu’da ise Kibele, Yunanistan’da
Afrodit/Demeter, Roma’da da Venüs adını alır. İştar, Aştarte adlarıyla
İsa’nın doğumuna kadar sürer. Hatta Kuran’da âl-İmrân suresinden
anlaşılacağı üzere İsa’nın annesi de Meryem’i doğmadan önce tapınağa
adamıştır. Eski Mısırlı kadınların cinsel geleneklere göre yaşadığını
düşündüren bildiğimiz hiçbir kayıt yoktur. Fakat Rahip Hezekiel’in, 23.
Bölümde bir gurup İbrani kadınını uçarılık ve iffetsizlikle suçlayarak
bu “günahkâr” cinsel alışkanlıkları Mısırlılardan öğrendiklerinden
bahsetmesinden ve öfkeyle onlara “Mısır Ülkesi’nden taşınıp getirilen
uçarılığınızla yosmalığınızı sona erdireceğim” diye gözdağı vermesinden
dolayı Mısır toplumunda da bu geleneğin var olduğu anlaşılmaktadır.
Ayrıca
Kutsal Kitap, bu kadınların istedikleri gibi gelip gitmekte özgür
olduğunu söyler. Topluluktaki sıradan kadınlar kadar varlıklı ve soylu
ailelerin kadınları da Tanrıça’nın cinsel geleneklerine katılırdı.
İsa’nın doğumundan kısa bir süre önce Anadolu’da doğan Strabon, cinsel
geleneklerin o zamanki Anadolu’nun birçok bölgesinde görülen Tanrıça
tapımında izlendiğini yazar. Bu cinsel gelenekler ya Kibele ya da
Anaitis adına yürütülürdü. Strabon bu törelerin Comana ve Lidya’daki
tapımların ayrılmaz bir parçası olduğunu yazmış; Lidya, Tralles’de
bulunan yazıtlar da bunu doğrulamıştır.
Filolojik
ve arkeolojik veriler, M.Ö. 7. yüzyıldan itibaren Yunan toplumunda
“Hetere” (Eski Yunanca heteria) olarak adlandırılan kadınların varlığına
tanık olunmaktadır. Hetere’nin sözcük anlamı “arkadaş/refika, fahişe;
zevk, mutluluk veren kız”dır. Aşk Tanrıçası Aphrodite’nin tapınaklarında
hizmet veren Hetere’ler olduğu bilinmektedir. Bunların arasında en
tanınmışı Korinth’deki tapınaktır. Bu tapınaktaki kadınlar köle
sınıfındandı ve aşk hizmetinden kazandıkları para tapınağın hazinesine
gidiyordu. Sonradan Lucian kendi dönemindeki yani M.S. 150 yıllarındaki
geleneklerden söz ederken; bu dönemin kadınlarının, yalnız Adonis için
düzenlenen şölen gününde yabancıları sevgili olarak seçtiğini anlatır.
Mısırlı İsis tapımı Roma’ya getirildiği zaman bile, kutsal kadınlar İsis
tapınağında eski cinsel geleneklere göre yaşadıkları bilinir.
Antik
Roma’da fahişelerin müşterilerini ağırladıkları localara “lupanar” yani
“dişi kurt ini” demekteydiler. “Lupus”, Latincede kurt, “Lupa” ise hem
dişi kurt hem de fahişe anlamına gelmektedir. Bu kelime aynı zamanda
Remus ve Romulus’u büyüten Acca Larentia örneğinde olduğu gibi emziren
kadın, yani Sanskritçede anne mânâsına gelen “akka” kelimesiyle de
bağlantılı olarak “annelik, emziren dişilik” anlamındadır. Ayrıca
Aurelius Victor’a göre Acca Larentia da bir fahişedir. Dolayısıyla
Roma’da da fahişelik dinsel bir içerik taşımaktaydı. Hıristiyanlık
başladığı zaman Korentliler’in Venüs ve Afrodit mabetlerinde 1000’den
fazla fahişenin Sumer bereket kültünün devamı olarak hizmet verdikleri
bilinmektedir.
Tapınakların Babasız Çocukları: kahramanlar, hükümdarlar, peygamberler
Bakire doğum
mitleri, insan anne ile insan olmayan tanrısal bir varlığın
birleşmesinden doğan çocukları anlatır. Bir efsaneye göre; Roma’nın
kurucusu Romulus da Vesta Tapınağı’nın rahibesi olan Rhea Silvia’nın,
Şavaş Tanrısı Mars’tan hamile kalmasıyla dünyaya gelmişti. Budha’nın
doğumu da olağandışıdır: Annesi rüyasında, gökten nurlar saçarak inen
beyaz bir filden bakire olarak hamile kalmıştır. Cengiz Han’ın
atalarından Alan-ho Kadın’ın da sarışın bir adamın çadırın tünüğünden
sızan ışıkla gelip karnını okşayıp, ışığın vücuduna girmesi sonucunda
hamile kalmıştır. Sarışın adamın işi bitince yine ışık huzmesi olarak
sarı bir köpek gibi sürünerek çıkıp gitmiştir. Alan-ho Kadın’a göre
çocuklarının tanrı oldukları aşikârdır. Ortaçağın Hıristiyan dinsel
resimlerinde bu fallik ışık gökten Meryem’e doğru uzanır şekilde
gösterilmiştir. Bu ışık huzmesinin içinde Kutsal ruh bir güvercin
biçiminde Bakire’yi döllemek üzere aşağıya inmektedir. “Normal”
insanlar bir hayvan türü olarak vardır, oysa kâmil olanlar,
peygamberler, hükümdarlar, kahramanlar, şamanlar, ermişler insan-tanrı
melezi sayılırlardı. Bu çocuklar da kutsal bir birleşmenin sonucunda doğmuşlardı.
Arkeolog
ve filolog Mascetti’ye göre, bakire Meryem ve onun babasız çocuk
dünyaya getirme hikâyesi İlkçağ mitolojisinin mirasıydı ve Cebrail adı
“ilahi koca” anlamına da gelmekteydi. Sumer dininde,özellikle büyük tanrıların mabetlerinde rahibeler tapınaklara Tanrının gelini olarak çeyizleriyle girerler ve “genel
kadınlık” görevini yerine getirirlerdi. Tapınakta çeşitli erkeklerle
sevişen bu kutsal kadınlar babası belli olmayan çocuklar doğururlardı.Zaten Samiler, tapınak kadınlarının doğurduğu çocukları, anneleri evli olmadığı için “bakireden doğma” olarak adlandırmaktaydı.
Strabon
yolculukları sırasında, bu gelenekler sonucu doğan çocukların yasal ve
saygın sayıldığına; analarının adıyla toplumsal konumu aldıklarına tanık
olmuştur. Ayrıca bu adla sanın bütün resmi yazılarda övünçle
kullanıldığını eklemiş ve kendi döneminde Anadolu’da “evlenmemiş analara
neredeyse tapıldığını” yazmıştır. Batı Anadolu’daki Tralles’de ele
geçen M.Ö.200 ait yazıt buna en iyi örnek teşkil etmektedir. Aurelia
Aemilias adlı kadın bu yazıtta; anası ve kendisinden önceki bütün kadın
ataları gibi kendisinin de tapınaklarda cinsel geleneklere katılarak
hizmet ettiğini övünçle anlatmaktadır.
İnsan
cinselliğinin böylesine gizlisiz saklısız kabul edilişine kucak açan
ilk dinleri “üreme –tapıncı” adıyla anmak yerine, asıl bugünkü din
anlayışı yeni bir insan yaratma sürecini utanç ya da günahla
birleştirdi. Doğal olarak artık bu kadınlardan doğan çocuklarda bir
günahın ürünüydü ve ölmeliydi.
İngiltere'nin
Hambleden bölgesinde 1912'de Roma döneminden kalma antik bir geneleve
ait kazılarda; bir parça giysi veya bohçaya sarılmış yığın halinde 97
bebeğin bulunduğu bir toplu mezar keşfedildi. Bunlar doğumdan hemen
sonra olasılıkla gece vakti gizlice gömülen, bir günahın ürünü olarak
dünyaya geldikleri için istenmeyen babasız bebeklerdi. Roma döneminden
günümüze kadar yüzlerce yıl geçmesine rağmen genelev kadınlarının ve
onlardan doğan çocukların kaderi değişmemişti: hamileler zorla cinsel
ilişkiye zorlanıyor ve bebekler doğar doğmaz öldürülüyordu.
Tapınaktan Sokağa-Kutsallıktan Fuhşa
Tarımı
icat eden, sebzeyi yetiştiren, hayvanları besleyen, peyniri, yoğurdu,
sirkeyi, aspirini bulan, çanağı, çömleği yapan, ipi eğiren, ıslak kile
ilk anlamlı imleri basan ve büyü dilini bulup geliştiren, ilk
yorumbilimi başlatan, gördüğü, duyduğu şeylerden anlam üreten ve
yorumlayan, masal, ağıt, ninni ile başlayarak şiiri ve müziği bulan yani
insan soyunu uygarlaştıran aslında kadındı. İnsan
soyunun devamı kadının varlığıyla mümkündü. Üremenin asıl odağı olması
nedeniyle, aşkı icat eden, yüzyüze sevişmeyi, öpüşmeyi tanrıça dini
altında erkeklere öğreten ve onlara cinsel eğitim veren de oydu.
Hatta erkeğini seçen ve yöneticileri belirleyen de yine kadındı: İnanna
hükümdarlık asasını çobana verdiğinde o İnanna’nın eşi olur ve kenti
yönetmeye başlardı. Sonuç olarak her şeyi bilmesi ve insan soyunu
üretmesi nedeniyle kadın kutsaldı.
İşte
erkek egemenliğinin kendi ideolojisini yerleştirebilmesinin önünde
kadının bu kutsallığı büyük bir engeldi ve yok edilmeliydi. Bu işe
cinsel organından başlanması elzemdi. Öncelikle onun düşünsel alandaki
tahtından indirilmesi gerekiyordu. Çalışma
alanlarının ilki tapınaklar oldu. Rahipler ve rahibeler, toprağın
verimliliğini harekete geçirmek üzere birleşmek durumundaydılar.
Tanrılara kurban verme âdeti nakdi ödentilere dönüşürken, kutsal
fahişelik de dinsel kurumlara gelir getiren bir yapıya ulaştı. Kutsal bir varlığın kutsal bir organı, kutsal bir mekânda, gerçekte aşağılık dünyevi çıkarlar uğruna pazarlanmaya başlandı.
Gelişen bu olgu içerisinde yüceliğin ölümü kaçınılmazdı. Nitekim kısa
bir süre sonra mabetler fuhuş yuvalarına dönerken; kadın kutsiyeti dibe
vurdu, tapınakların sözde “kutsal fahişeleri”, “sokak kadınları”na
dönüştü.
Bunun ilk örneğine, Gılgamış Destanında tanık olmaktayız. Sumerce olduğu düşünülen Gılgamış
adının ne anlama geldiği konusunda çok güvenilir bilgilere sahip
değiliz. Ancak Sumer kenti olan Uruk ülkesinin M.Ö. 2600 yılları
civarında yaşamış hükümdarlardan biri olduğunu biliyoruz. Gılgamış
Destanı’nın yazarı birinci binyılda yapılan çivi yazısı edebiyatı
derlemesinde muhtemelen Uruk’da yaşamış şeytan çıkarıcı bir papaz olan
Sin-Leqi-unnini (Ey Sin-dualarımı-kabul-et) olarak kayıtlara geçmiştir.
Yani bu destanın yazarı da kahramanı da bir erkektir.
Destanda;
azgın Gılgamış’ın Uruk’taki tüm evlilik çağındaki kızlarla ilk gece
hakkını-ki bu hak Ortaçağda da derebeylerinde devam etmiştir- kullandığı
ve tüm güçlü genç erkekleri kent duvarları ve tapınak için çalışmaya
zorladığı için Uruk sakinleri tarafından tanrıların anası Aruru’ya
şikayet ederler ve Gılgamış’ın karşısına rakip çıkarmasını isterler.
Aruru’da,
balçıktan yabani insan olan Enkidu’yu yaratır. Gılgamış’ın avcılarından
biri, Enkidu’yu görür ve Gılgamış’a haber verir. Gılgamış avcıya yanına
bir tapınak fahişesi alıp, Enkidu’yu yabanıl hayvanlarla su içmek için
gelebileceği sulama yerine götürmesini, böylece fahişenin çekiciliğini
tuzaklarını ona karşı kullanabilmesine olanak hazırlamasını ister.
Destandan
anlaşılacağı üzere özgür aşk artık tapınaklardan sokaklara inmiş ve
kutsal kadın devlet eliyle baştan çıkarıcı bir şekle bürünmüştür. Buradaki
kadın tanrıça adına tapınaklarda seks yapan kadın değil erkeğin
iktidarını gerçekleştirmek için kullanılan şehvet düşkünü bir “Orospu”
(Akadçası Shamhat) olarak gösterilir.
Böylece
vahşi hayvanlar arasında yaşayan Enkidu, gerçek aşkı kendisini tavlamak
için gönderilen işin uzmanı ve şehvet düşkünü gerçek bir fahişe
sayesinde keşfeder: “Kadın, örtüyü
üzerinden atar/Ve [Enkidu] ondan faydalanabilsin diye, dişilik organı
çıkar ortaya./Utanmadan ağzından öper onu kadın (“soluk soluğa bırakır”)
/Elbisesini atar bir tarafa./ Ve alır kadını hemen altına/ Enkidu, tatlı sözler söylerken ona,/O, bir kadının neler yapabileceğini gösterir bu vahşi adama”
Enkidu,
altı gün altı gece süren sevişmelerden sonra, bu baş döndürücü kadının
cazibesine tamamıyla kapılır ve her yere onun peşinden gitmeye hazırdır.
Bu kadın sayesinde, kültürlü ve uygar bir “erkek” olmayı öğrenir. Onu
vahşi doğasından koparıp kültürün içine sokan “özgür” aşktır.
Aslında,
Gılgamış mitinin dinsel evreninde, hayvanlığından ayrıştırılmış “doğru”
bir cinsellik, uygarlaşmanın temel ilkesi gibi görülmektedir. Buna
aracılık eden kadınlar da birer uygarlaştırıcı olarak ortaya
çıkmaktadır. İnsan, insani niteliklerini, aklını ancak denetimsiz,
irrasyonel bir libidodan kurtularak kazanabilirdi. Cinsel
ilişki bir erginleme yolu gibi görünmektedir. “Bilmek” ve “cinsel
ilişki” kelimelerinin bazı dillerdeki anlamsal akrabalığı bu yöndeki
düşünceleri destekler gibidir. “Bilmek” anlamına gelen İbranice ve
Grekçe sözcükler aynı zamanda “cinsel ilişkide bulunmak” anlamına da
gelmektedir. Kitabı Mukaddes’teki “İbrahim karısını bildi ve o gebe
kaldı” denir. Metnin İngilizce
çevirisinde kullanılan sözcük (conceive) hem “idrak etmek”, “kavramak”
hem de “gebe kalmak” anlamına gelir. Türkçede de bu etimolojik ilişkinin
izi sürülebilir: “bel” kelimesinin hem toprağı kazmak için kullanılan
aracın adı olduğu gibi aynı zamanda “bel suyu” da demektir ve “bellemek”
de hem bir şeyi öğrenmek anlamına hem de cinsel ilişki anlamına gelir.
Gılgamış
Destanı’nda ortaya çıkan bu kadınların ilk örneklerine bakılırsa,
onların meslekleri gereği gözden uzak ve aşağılanmış bir halde, çok zor
bir hayat sürdükleri de görülür:
“Asla
mutlu bir yuva kuramayacaksın!/ Asla hareme sokulmayacaksın!/ Bira
köpüğü senin güzel göğsünde kirlenecek,/Ve sarhoş adamlar senin süslü
giysilerini bulaştıracak!/ Yalnızlık içinde tek başına kalacaksın,/ Sur
dipleri senin mekanın olacak!/Ve sarhoşlarla, berduşlarla yüzgöz
olacaksın!”.
Öte
yandan Gılgamış Destanında hayat kadınına önce iç karartıcı ve zor bir
yazgı verilmiş, ardından sanki bu telafi edilmek istenircesine, kadının
erkek üzerindeki korkunç etkisi yüceltilmişti:
“En
soylu kişiler sana deli olacak!/ Ve daha bir fersah öteden, herkes
[sabırsızlıktan] tırnaklarını yiyecek!/ İki fersah öteden, herkes
[sinirden] başlarını sallayacaklar!...Altına ve değerli taşlara
boğacaklar seni…/ Kulaklarına küpeler takacaklar…/Ve senin için herkes,
yedi çocuk annesi olsa da,/ kendi karısını terk etmeye hazır olacak!” (VII/IV:2 vd).
Eski muhteşem maceralarını, atıldığı sonsuz tehlikelerin ve zaferlerinin özetlendiği bölümde Gılgamış’ın en azından adının ölümsüz olmasını istemektedir: “Eğer günün birinde ölürsem, en azından bir adım olacak/…Sonsuz bir ün”.
Söz
konusu Destan Gılgamış adını tarihte bir kahraman olarak
ölümsüzleştirirken bu kahramanlığa ulaşmasında devlet eliyle araç olarak
kullandığı uygarlaştırıcı kadını ise şehvet düşkünü baştan çıkarıcı
“orospu” olarak belleklere yerleştirmiştir.
Geç
Neolitik Dönemde tapınaklarda doğan ve sokağa taşan fuhşun ve fuhuş
aracılığıyla düşürülen kadının öyküsü işte böyle başlamıştır. Üstelik bu
öykü bir iki merkezde değil, eski dünyada Antik Yunan’dan
Mezopotamya’ya; Mezopotamya’dan Gucerat’a; oradan da Hindistan’a kadar
bir hayli geniş bir coğrafyada yaşanmaktadır.
Fahişelerin
tapınaklardan ayrılıp şehirlerin içine inmeleri ve bu mesleğin
kutsaldan arınıp lanetle dönüşmesi ise, uygarlığın ilerleyen
dönemlerinde, erkek egemen düzenin iyice olgunlaşmasının sonucunda
gerçekleşecekti.
Devlet Eliyle Fuhuş -Resmi Genelevler
MÖ
6. yüzyılda Antik Yunan’da fahişeliğin artması sonucu kadın bedeninden
kazanç sağlamak amacıyla Solon tarafından düzenlenen bir yasa ile ilk
genelevler açılarak devlet güdümlü sektöre dönüştürüldü. Artık Atina’da
her keseye uygun, kiralık kadın bedeni bulmak mümkündü. Yoksul kesim
için girişin ucuz olduğu genelev mahalleleri vardı. Zenginlerin tensel
zevkleri içinse, danslar eşliğinde ziyafet sofralarının kurulduğu lüks
genelevler hizmetteydi. Site’nin fahişe gereksinimi, savaş ganimetleri
olan kadınlar ve köle pazarlarından satın alınan esirler sayesinde
sağlanıyordu. Fahişelerin çocukları gayri meşru kabul ediliyor ve onlar
da anneleri gibi vatandaş olamıyordu. Hatta kadınların saçlarını sarıya boyatması ve diğer kadınlardan ayıran özellikte elbise giymeleri de yasayla belirleniyordu.
Genelevde fahişe köleler (deikteriades)
dışında çeşitli müzik âletleri çalan ve dans eden eğitimli, istemediği
takdirde erkeği reddetme hakkına sahip nitelikli fahişeler (auletrides) de vardı. Ayrıca toplum
içindeki şölenlerde ve sempozyumlarda erkeklere arkadaşlık etmeleri
için dans ve müziğin dışında güzel konuşma, edebiyat, hatta felsefe
eğitimi verilen hetere’ler de bulunmaktaydı. Bunlar Yunanlı erkekler
tarafından aranılan bir tür üst tabaka fahişelerini oluşturan bu
kadınların erkeklerle her türlü ilişkileri ücrete tabiydi. Hetere’lerin
güzelliği ve eğitim düzeyleri, ücret saptamada başlıca kriterdi. Ancak
Büyük İskender’in yıktığı Thebai şehrinin surlarını onarmak isteyen
fahişe Phryne’nin bu önerisi “Şehir Meclisi” tarafından kabul
edilmemişti. Çünkü ne kadar zengin olursa olsun o bir yurttaş değil, bir
Hetere’ydi..!
Sonuçta
kadınlar için bir tür batakhane olan genelevler, erkekler için cinsel
ilişkideki baskın rollerinin abartıldığı zevk merkezleri oldu. Sonu
gelmez şehvet burada tatmin buluyor; evde ise yasal eşleri aracılığıyla
varisler ediniyorlardı. Antikçağda evli
kadınların kocalarından haz almaları beklenmediği gibi uygun da
görülmezdi. Ancak uzun süre cinsel ilişkiye girmeyen kadın tehlike
yaratabilirdi. Çünkü kadın bedenine ve duygularına hâkim olamazdı. Bu
nedenle de Solon çıkardığı yasada kocanın yasal eşi ile ayda en az üç kez cinsel ilişkiye girmelerini zorunlu kılmıştı. Bu konudaki en güzel özeti antik Yunanlıların şu özdeyişi yapmaktadır:
“Haz
için hafifmeşrep kadınlara, günlük bakımımız için metreslere, yasal bir
soyumuz ve yuvamızın sadık bekçisi olması için de kadınlara sahip
olmak gerekir”.
Kadın-erkek cinselliğini sınırlayan geleneksel fallik yasalar, egemen eril cinselliğin kendi cinsindeki oğlan bedenlerine yönelmesine
yol açmıştı. Ancak bu cinsel yönelim de sadece yetkinliği olan
yurttaşlar için geçerliydi. Aksi şekilde davrananlar ölüme kadar giden
cezalarla cezalandırılabiliyordu. Solon bir kölenin jimnastik yapmasını
ve kendisine bir oğlan sevgili edinmesini yasaklamıştı. Çünkü ona göre,
oğlan sevgili edinme davranışı onurlu ve erdemli kabul edilen edimler
arasındaydı. Bu düşünce beklide kendisinin de oğlan sevgilisi olmasından
kaynaklıydı.
Romalı
bir erkeğin de yasal karısından zevk alması alay konusuydu. Augustus
döneminde Roma’da kırk altı tane genelev olduğu bilinmektedir.
Fahişelerin bulundukları oda kapılarında bu kadınların isimleriyle
birlikte meziyetlerine göre değişen fiyat listeleri mevcuttu. Tiberius
Dönemindeki sikkelerin ön yüzlerinde I’den XVI’ya kadar bir numara, arka
yüzlerinde ise çeşitli erotik sahneler yer almaktaydı. Bunlar
muhtemelen genelevlere giriş jetonlarıydı.
Fahişelerin fişlenmeleri de bu döneminde olmuştur. Roma İmparatoru Augustus döneminde kadınlar kendilerini
Lex Iulia’nın cezalarından koruyabilmek için fahişe sayılmayı bile göze
almıştı. M.Ö. 19’da Vistilia adlı bir kadın cezadan kurtulabilmek için
kendisini fahişe listesine yazdırmıştır. Ancak Senato devreye girmiş ve
kadını sürgün cezasına mahkûm etmiştir. Cinselliğe yönelik ikiyüzlü eril
siyaset hukuken desteklenmiştir. Bir yandan fahişelerle ilişki ve zina
aşağılanmış, bir yandan da savunulmuştur. Erkek köle veya fahişelerle
ilişki ise suç sayılmazken, zina işlemiş kadınların cezalandırılmaktan
kurtulabilmek için kendilerini fahişe olarak kaydetmeleri
yasaklanmıştır. Caligula fahişelere vergi yükü getirmiştir. Severus
Alexander ise fahişelerle ilgili üzüntü duyduğu halde, fahişeliği
ortadan kaldırmamıştır.
Antik
Yunan olduğu gibi Roma’da da cinsellik kutsal güçler tarafından
yasaklanmamıştı. Yani bedenin sağladığı zevk, günah olarak kabul
edilmedi. Günah olgusunun beyinlerde oluşmadığı bu dönemde cinsel eylem,
sadece bazı toplumsal düzenlemeler yoluyla denetleniyordu. Atina’da
olduğu gibi Roma’da da para karşılığında kadın bedeninin zevklerinden
tatmak isteyen bir yurttaş bu iş için organize edilmiş bir ev bulmakta
hiç zorlanmazdı. Fahişenin fiyatı güzelliğine ve hizmet gördüğü
genelevin hitap ettiği sosyal sınıfa göre belirleniyordu. En pahalı
kızlar bakire olanlardı. Genelevlere bakire bir
kız geldiğinde, defneyapraklarıyla süslenen kapıya kızın özelliklerinin
yazılı olduğu bir tablet asılırdı. Dövüşler, spor karşılaşmaları ve
şenlikler gibi halkın toplandığı yerler de serbest çalışan fahişelerin
(prstibulae) gözde mekânlarıydı. İmparator Claudius’un karısı
Messalina’nın bile fahişelik yaptığı yönünde dedikodular vardı.
Söylentiye göre şehvetinin esiri olan Messalina, geceleri genelevlerde
gönüllü olarak çalışıyordu. Gün ışıdığında bile Messalina’nın tatmin
olmadığı, kulaktan kulağa yayılırdı. Muhtemelen bu kadınları şehvet
düşkünü gösteren ataerkil mitin bir uydurmasıydı.
Roma’da da çeşitli fahişe grupları bulunmaktaydı. Kapı eşiklerinde bekleyip önlerinden geçenleri tavlamaya çalışanlar (doride), kurtlar gibi uluyup zevk çığlıkları atarak müşteri toplayanlar (lupae), Venüs veya Priapos’a adanmak üzere fallik çörekler yapıp satarak müşteri arayanlar (aleicariae) dışında mezarlıklarda ağıtçılık yapanlardan, sokaklarda müşteri kovalayanlara ve eğlence yerlerinde garson olanlara kadar faklı isimlerle adlandırılan fahişeler mevcuttu.
Genelev İşleten Kiliseler
Tek
tanrılı dinlerin ilki olan İbrani inancı, katı bir ataerkil anlayışı
üzerine kurulmuştu. Cinsellik ilk defa “günahkâr” bir edim olarak kabul
ediliyordu. Tevrat’taki yaratılış hikayesine göre tanrı, Adem’i uyutup
onun kaburga kemiğinden kadını yaratmıştı. Bu betimleme, bin yıllar
boyunca erkeğin kadın üzerindeki üstünlüğünün kutsal kanıtı olarak
görülecekti. Kadının ikincil konumu, artık tanrısal bir kaynak
tarafından da tescil edilmişti. Kadının lanetlenmesine neden olan bir
diğer kutsal hikaye de, yasak meyvenin yenmesi ve bunun sonucunda da
Adem ve Havva’nın cennetten kovulması olayıydı. Tevrat’a göre, bu
yasaklanmış eylemi yapmak için erkeğin kafasına giren kadındı. Erkeği
baştan çıkaran, kışkırtıcı bir yaratık olarak düşünülen kadın, aynı
zamanda ilk günahın işlenmesine de neden olmuştu. Tevrat’daki bu öykü
ile, Havva’nın cezalandırılmasının meşrulaştırılmasının yanı sıra hem
kadının “yapısal aşağılığını” sistemleştirmiş, hem de kadını ebediyen
şeytanın suç ortağı ilan etmişti.
İncil’de , “Bir kadına şehvetle bakan her adam, o anda yüreğinde onunla zina etmiş olur, “Eğer
sağ gözün seni suç işlemeye sürüklerse, onu çıkar ve at. Senin için
bedenin parçalarından birinin yok olması tüm bedeninin cehenneme
atılmasından daha iyidir’’ (Matta, 5-28/29) ifadeleri bir yandan kilisenin resmi söylemlerinde yer bularak cinsellik lanetlemiş, öte
yandan kiliseler işlettikleri genelevler sayesinde seks ticaretinden
payını almıştır. XII ve XIII: yüzyıllarda İngiltere ruhban sınıfın
elinde 100 bine yakın fahişe vardı. 1095 yılında Papa II.Urban’ın,
çağrısıyla Kudüs’e yapılacak Haçlı seferlerinde orduları fahişe
konvoyları takip ediyordu. Bir yıllık sefer için aşağı yukarı 13 bin
fahişeye ihtiyaç duyuluyordu. Birkaç yıl süren seferlerde askerler,
fahişeler sayesinde cinsel ihtiyaçlarını karşılayabiliyorlardı. Ancak
böyle bir şansı olmayan evli kadınları bekleyen seçenek, “bekaret
kemerleri”ydi. Sefere çıkıp aylarca evinden ayrı kalacak belki de
savaşta ölüp bir daha hiç dönmeyecek olan koca, karısının namusunu ancak
bu yolla koruyabileceğine inanıyordu. Sadece dışkılama delikleri
bulunan bu demir donlar sayesinde feodal dünya, kadın cinsel organını
kilit altına almıştı!
Halifeler Şehri İstanbul’da Fuhuş
İslamiyet’in
kabul gördüğü Osmanlı’da da durum çok farklı değildir. Fuhşun en çok
hissedildiği dönem 16. yüzyıldır. Bir yandan gayr-i meşru işle uğraşan
kadınlardan vergi alınırken öte yandan da fuhuşla ilgili fermanlar
çıkarılmıştır. 22 Haziran 1602 tarihli bir belgede, bir handa yakalanan
üç fahişeden ikisinin kızgın demirle cinsel organın dağlanması,
diğerinin ise bir çuvala konulup İstanbul Boğazı’na atılmak suretiyle
öldürüldüğü tespit edilmişse de fuhuş yaygın bir şekilde devam
etmekteydi. 1639’da İstanbul’da yapılan büyük esnaf alayını tasvir eden
Evliya Çelebi, Kadın taciri (Esnaf-ı Zengâhbegân’dan) 212, cinsi sapığın
da (Esnaf-ı Hayzandilberan) 500 kişi olduğunu ancak bunlar gibi pek çok
insanında var olduğunu anlatır. Tarih-i Gılmâni yazarı Mehmed Halife
ise sokaklarda alenen anal seks yapan Yeniçerilerden bahseder.
III.
Selim meyhanelerin kapatılması, fahişelerin asılması dışında kadınların
şehvet uyandıracak tarzda kıyafetler giymelerine yönelik oldukça sert
yasaklar getirmiştir. Fuhşun daha fazla yaygınlaşmasından korkulmuş ve
önlemek amacıyla yine kadınları hedef alan yeni tedbirler uygulamaya
konulmuştur. Padişahın onayı ve şeyhülislamın bilgisi dahilinde meşhur
fahişelerden beş tanesi, bir gece çuvalla İstanbul Boğazı’na atılıp
boğulduktan sonra ve sabah erkenden herkesin görmesi için üçü İstanbul
kent merkezi, biri Kasımpaşa ve biri de Üsküdar’da asılarak “ibret-i
alem” için teşhir edilmiştir. Ayrıca 1791’in Temmuz ayında elli beş
fahişe tutuklanmış ve sürgüne yollanmıştı.
Oysa,
Kırım Savaşı sonrasında İstanbul’a çok sayıda savaş esirinin
yerleştirildikleri yerlerde Devlet eliyle umumhaneler açılmıştır. 19.
yüzyılın ikinci yarısından itibaren umumhanelerin de fahişelerin de
sayısı artmıştır. Sadrazamı
Ali Paşa’nın 1859’daki emirnamesine kadar fuhşu önleyici herhangi bir
hüküm konmamış, hatta bu gibi kadınlar, Osmanlı tebaasından olan bir
şahısla evlendirilerek veya evlenmiş gibi gösterilerek umumhanelerde
rahat bir şekilde çalışabilmelerinin önü açılmıştır.
1920
yılında Sıhhiye Heyeti Müdürlüğü kayıtlarına göre İstanbul’da fuhuş
yapılan 175 umumhane ve 2171 kayıtlı kadın olduğu bilinmektedir. Gizli
fuhuş yapanların da dâhil edilmesiyle bu sayının iki katına kadar
çıktığı söylenmektedir. Ayrıca devlet bu kadınlardan kanuni hakkı olan
aylık vergisini de almayı ihmal etmemiştir.
Osmanlı
toplumunda da zina eden veya bu işi meslek edinen “fahişe” vb. sıfatlar
yakıştırılıp toplumdan dışlanırken, mahalle veya evlerinden
çıkarılırken, erkeklere ne böyle bir sıfat yakıştırılmış ne de onlara bu
tür muameleler reva görülmüştür. Nitekim zina davalarında tarih boyunca
hep kadın daha fazla suçlanmış ve ilk ceza verilen kadın olmuştur.
Çünkü kadın erkeğin şehvetini uyaran, onu baştan çıkaran günah
keçisidir.
Tapınaklar ve Genelevler
Sumer
kent devletleri döneminde toplumsal artı, tapınaklara bağlı depolarda
korunurdu ve kutsal yakarma, bereketin sigortası olarak algılanırdı.
Tapınaklarda yapılan fuhuş, bir gelir kapısı olmanın ötesinde, dinsel
bir olguydu. Elbette ki, kutsal fahişelerin hizmetlerinden kazanılan
gelirler, tapınak için oldukça önemliydi. Ancak tapınak fahişeliğinin
ekonomik boyutu, onun kutsalla olan ilişkisinin önüne geçecek kadar
baskın değildi.
Eskiçağ
tapınakları günümüz kilise, sinagog ve camileri gibi insana hüzün veren
mekânlardan ziyade dansın, müziğin ve cinselliğin yer aldığı tapınma
yerleriydi. Bugünkü kiliselerde çarmıha gerilmiş acı çeken İsa ya da
kucağında çocuğu ile boynu bükük Meryem’in freskleri yerine cinsel
birleşmenin tasvir edildiği erotik sahneler, içki sunumları, dans ve
eğlenceler konu edilmişti.
Antik
dönemin genelevleri içinde kuşkusuz en ünlüsü Roma’daki Pompei idi.
Pompei antik kentinde bile en azından yirmi beş genelev bulunmaktaydı.
Bununla birlikte McGinn, Pompei antik kentinde genelev olduğunu tahmin
ettiği yapıların bir listesini vermiş ve yüz elliden fazla isim
sıralamıştır. Duvarları farklı cinsel birleşme pozisyonlarını konu alan
erotik fresklerle süslü olan Vetti genelevi, Pompei’ye gelen kalburüstü
insanların uğrak yeriydi. Ancak Romalı seçkinlerin tensel ihtiyaçlarını
karşılayan sonsuz hazzın yer aldığı Pompei’deki bu yaşam M.Ö. 79 yılında
Vezüv yanardağının öfkesiyle son bulmuştu. Pompei’nin de Tevrat’ta
bahsi geçen günahkârlar şehri Sodom ve Gomora gibi Tanrı tarafından
yerle bir edildiği inancı tüm Hıristiyan dünyasına benimsetilmişti. Oysa
eşcinsel ilişki yaşandığı için yerle bir edilen Sadom ve Gomora’dan
kaçarak kurtulan Lut’un soyu kızlarıyla yaptığı ensest ilişkinin
ürünüydü.
19.
yüzyılın başlarında Pompei’de yapılan kazılardan çıkartılan erotik
resim ve kabarmalardan oluşan sanat eserleri Napoli Ulusal Arkeoloji
Müzesinde kilitli odanın önüne ek duvarlar örülerek muhafaza edilmişti.
Yalnızca ayrıcalıklı konukların görme şansını elde ettiği bu erotik
eserler, insanların ahlakını bozacağı düşüncesiyle 200 yıl boyunca
sıradan ziyaretçilerden gizlenmişti. Pagan kültürünün bu cinsel hoşgörü
düzeyine Hıristiyan Avrupa’sı, ancak 2000 sene sonra ulaşabilmişti.
Zeugma
antik kentinde yapılan kazılarda bazı mekanların zevk ve eğlence
amacıyla kullanıldığını göstermektedir. Dura-Europo’ta bir yapının duvar
sıvası üzerinde ortaya çıkarılan boyama ile yapılmış uzun bir yazıtta;
Zeugma ile Dura-Europos arasında gidip gelen gece eğlencelerinde sahne
alan profesyonel sanatçıların ve hetaera’ların listesi bulunmaktadır.
Efes antik kentindeki genelevin günümüz genelevlerinden çok daha sağlıklı şartlara sahip olduğu söylenir. Öyle
ki, geneleve giren erkeklerden salona geçmeden önce antrede ellerini ve
ayaklarını yıkamaları istenirdi. Venüs (Aphrodite)’e adanmış genelev
temizlik için gereken her türlü imkâna sahipti ve mermerden yapılmış
salonda bir Venüs heykeli bulunmaktaydı.
Öte
yandan; antik dönemde erotik resimlerle süslü genelevlerin dar, loş ve
karanlık odalarında yaşanan kısa süreli ilişkilerde önemli olan bir anda
kabaran erkek cinselliğini teskin etmeye yönelik bedensel hazzın
sağlanmasıydı.
Osmanlıda
ise sürtük olarak adlandırılan bu kadınlar mangalla ısınan soğuk ve pis
yerlerde yatıyor, erkeklerin ellenmelerini engelleyecek tel örgülerin
ardındaki kafeslerinde bedenlerini satışa sunuyorlardı.
Ana Tanrıça’dan Baba Tanrıya-Kutsaldan Karanlığın Yitik Günahkâr Kadınına
Sonuç olarak Ana Tanrıçanın yaratıcı özellikleri
ve doğurganlığı tarihsel süreç içerisinde erkek tanrılara aktarılır:
Mısır tanrısı Atum, Nil Nehri'ni penisiyle yaratmış ve Mısırlılara ve
onların kültürüne hayat vermişse, Enki de penisiyle dölleyerek
Mezopotamya insanına nehirler yardımıyla hayat vermiştir. Enki bu
kanalları penisini kullanarak kazmış ve insanlığın hizmetine sunmuştur
sonra da insanlara seks yoluyla üremeyi öğreten ilk insan bebeğin
babası olmuştur. "Benim penisime şükredin” diyen de Enki’dir. Yunan
baş tanrısı Zeus da bundan geri kalmaz. Zeus, Athena’yı kafasından,
Dionysos’u bacağından doğurur. Rüyasında orgazm olur ve gökyüzünden
toprağa düşen spermleri ile Agdistis meydana gelir.
Sırada Ana Tanrıça’nın yüceliğinin yok edilmesi ve aşağılanması vardır. Sumer
baş tanrısı Enlil’in Tanrıça Ninlil’e tecavüzü ile “Ana Tanrıça”nın alt
edilmesi söz konusudur. Bahçıvan Sukaletuda’nın Tanrıça Inanna’ya
tecavüzü ise tanrısallıktan insani boyuta inen bir başkaldırışın
göstergesidir. Yunan
tanrısı Zeus’un boğa, yılan, kuğu gibi kılıktan kılığa girip kız
peşinde koşması yetmiyormuş gibi tanrıçalara tecavüzleri dinsel açıdan
utanç duyulacak derecededir. Tanrılara göre bütün tanrıçalar, gerçekten
değişebilecek bir gecelik, fahişe görünümündeydi. Yaratıcı kadın Yunan mitolojisinde saf değiştirir. Onu yaratan artık bir erkektir. İnsanlığın
başına köklü dertler açan bir “ilk kadın” tasviri olan Pandora ile
kadın yaratıcı gücünden koparılmakla kalmaz aynı zamanda cinselliği ile
aşağılanır. Devletin
ortaya çıkması iktidarın erkeklerin eline geçmesiyle Sumer’de olduğu
gibi kadın tanrıçalar daha önceleri ilk sıradayken, onların yerini erkek
tanrılar alır, daha sonra tanrıçalar gök’ten kovulur ve göğün tek
sahibi baba tanrı olur.
Baba
Tanrının dini Tevrat’da da kadının rolü aynıdır. O, erkeği baştan
çıkaran, kışkırtıcı bir varlıktır. Hatta tıpkı Pandora’da ki gibi
yasaklanmış bir eylemi yapan ve ilk günahın işlenmesine de yine bir
kadın neden olmuştur. Şeytan’a kanan Havva yüzünden Adem de cennetten
kovulmuştur. Böylece “Hayatın anası” (ki Chawa/Havva) olan ve insanları
doğuran kadın ilk günahı işleyen kişi olarak lanetlenir. Bu günah sadece
din kitaplarında kalmaz, kiliselerin, sinagogların duvarlarına,
tavanlarına işlenen fresklerle insan bilincine kolay kolay unutulmayacak
şekilde kazınır.
Hıristiyan
kadınların önünde en güçlü rol, İnanna’ya hiç benzemeyen “Bakire
Meryem” figürüydü. O, bakire bir anneydi! Kadınların ruhsal hedefi
Meryem gibi saf ve dokunulmamış olmaktı. Anneliğin cinsel arzular
tarafından gölgelenmemesi gerekiyordu. Cinsel ilişki sadece kutsal amaç
olan doğuma hizmet içindi. Bedeni zevke teslim etmek bir günah olarak
kabul ediliyordu. Bu inanca göre ruhun temiz kalması ancak cinsel
perhizle sağlanabilirdi. Arzuyu görmezden gelen inanç, penisin
kabarmasını sağlayan gücü de, kadın bedeninin şeytani kışkırtıcılığı
olarak ilan etti. Bundan böyle erkek, yapacağı günahkâr eylem sonucunda
duyacağı suçluluk duygusunu, kadın bedenini lanetleyerek hafifletecekti.
Tek tanrılı dinlerin yayılma sürecinde erotik çağ artık çok gerilerde
kalmıştı. Sümer tapınaklarında
bedenlerini İnanna’ya adıyan kadınlar, Hıristiyanlıkta bu sefer tanrı
babaya adayacaklardı, ancak tam tersine cinsellikten uzaklaşıp ömür boyu
bakire kalacaklardı.
Tarihsel
süreç içerisinde iktidarı ele geçiren erkek egemen güç hukuk ve din
vasıtasıyla insan soyunu üretimine büyük katkısı olan kadının
kutsallığını el birliğiyle yok ederek kadını cinsel bir nesne haline
getirir. Erkek kadın cinselliğini hem yargılamaya hem de istediği şekilde yönetmeye başlar. Namuslu/namussuz kadın kategorileri oluşturarak kendisine bir tehlike olarak gördüğü kadın cinselliğini kontrol altına alır. Fuhuş, erkek cinselliğinin yüceltilmesine hizmet ederken, kadının cinselliği “iyi, namuslu” anne rolü ve “tehlikeli, kötü, namussuz” fahişe
rolü ile ikili bir ayrıma sokulmasına ve kadının değersizleştirilmesine
hizmet eder. Erkek bir yandan soyun devamı için evliliği, diğer yandan
ise kendi cinsel hazzı için evliliğin ayrılmaz yoldaşı fahişeliği desteklemeye devam eder. Kadın
ve erkek doğasına ilişkin ileri sürülen mitler sayesinde, kadın kurban
seçilip damgalanarak toplum dışına itilir ve kaos engellenir, aksi
takdirde, devlet tescilli genelevler, “namuslu” kocalar
olmayacak, toplumun iki yüzlü ahlak anlayışı ortaya çıkacak ve toplumda
kuralsızlık hakim olacaktır. Devlet hem kadın bedenini denetleyen
yasalar çıkarırken, hem de bu bedenden kâr sağlamaya yönelik genelevler
açar. Böylece yasal hale gelen fuhuş normalleştirilir ve genç kuşak
erkeklere kadının cinsel bir mal olduğu ve fuhşun zararsız bir eğlence
olduğu mesajını verdirtir. Dolayısıyla bu durum kadınları açık hedef
haline getirmekten ve kurban sayısını arttırmaktan başka bir işe
yaramayacağı gibi bu kadınların ömür boyu sicillerinde taşıyacakları
“genel kadın“ etiketi ile damgalanmasını sağlar. Üstelik yasalar
kadınların girişimciler tarafından
sömürülmelerine de engel olmuş değildir. Sermayeden zarar görmemek
adına kadına uygulanan her türlü duygusal, ekonomik, bedensel şiddet
devlet kontrollü genelevlerde devam etmekte, fuhşun yasallaşmasının
kadınları koruyacağı iddiası ataerkil ideolojinin yeni bir yüzünden
başka bir şey olmaktan öteye gitmemektedir. Bu ise bir yandan kadına
erkek cinselliğinin dizginlenmesi rolü veren, diğer yandan gayrimeşru
ilân eden ataerkil iktidarın ikiyüzlülüğünün açık bir göstergesinden
başka bir şey değildir.
Erkek, fuhşu meşru hale getirmek için fahişelik kurumunun olmaması durumunda namuslu kadınların
ve çocukların zarar göreceğine ilişkin ataerkil savunma geliştirir.
Erkeğin dizginlenemez cinsel dürtüleri ve saldırganlığından doğabilecek
tüm sorumluluğundan muaf tutarak, erkeğin özünün toplumda yaratabileceği olası tahribatları önlemek adına tampon kurum olarak fuhşun kurumsallaştırılması ya da göz yumulması sağlanır. Fuhşu meşrulaştırma çabasındaki erkek egemen yapı kadını şeytan, günahkâr, azgın, açgözlü nitelemeleriyle damgalayıp toplumun günah keçisi ilan ederken, erkeğe fuhuş pazarında oynadığı girişimci, doğal ihtiyacının giderilmesi peşindeki masum müşteri, hata hayırseverlik rolleriyle tarihsel süreçte sütten çıkmış ak kaşık rolünü biçer.
Fuhuş, toplumdaki namuslu kadınları
olası erkek taciz ve tecavüzlerinden bir ölçüde koruyan ve dolaylı
yoldan yine kadınlara hizmet eden bir söylem olarak ortaya konulup
meşrulaştırılır. Genelev kadınları diğer kadınların namus bekçileridir.
Cinsel deneyimlerle donanan erkek, fuhuş pazarında müşteri olma hakkını
da saklı tutarak, namuslu bir
kadınla evlenip, toplumda var olan düzenin devamını sağlar. Böylece
erkekler fuhuş yapan bir kadınla olduktan sonra rahatlıkla evlerine
dönebilir, aile birliği bozulmaz, erkeğin çapkınlığı sadece bir fahişeyle
olduğu için hoş görülür. Bu kurum aynı zamanda toplumsal statü aracı
olarak erkeklerin ilk cinsel deneyimlerini yaşadıkları, cinsel eğitim
alıp eğlendikleri, psikolojik terapi aldıkları bir alan olarak da amme hizmeti verecektir.
İlahiden
gelen bir armağan olarak kutsal mekanda üretmeye yönelik yaşanan
cinsellik önce din adamlarının sonrasında da devletin vasıtasıyla kadın
bedeninden elde edilen kazanca dönüştürülerek erkeklerin cinsel arzularını ve haz duygularını söndürmek adına pazarlanır.
Babası tarafından kutsala hizmet amacıyla tapınaklara getirilen
rahibeler sonrasında pezevengler tarafından geneleve düşürülen
fahişelere dönüşür. Artık Tanrıça İnanna adına tapınaklarda sevişen saf,
lekesiz atfedilen Mezopotamya’nın “kutsal kadınlar”ı tek tanrılı
dinlerin öğretileriyle lanetlenen, lekelenen, hukuk yoluyla damgalanan,
toplum dışına itilen, tel örgülerin ardında ya da izbe sokaklarda
bedenleri satışa sunulan karanlığın yitik günahkâr kadınlarıdır.
KAYNAKÇA
AÇIKALIN, N.,“Toplumda Fahişelik Kurumunun Vazgeçilmezliği üzerine Mitler: Mersin Örneği”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, The Journal Of International Social Research Volume 1/4 Summer 2008.
AYDINGÜN, Ş., “Yerleşik Hayat Öncesi: Yaratan Beden”, Tunç Çağının Gizemli Kadınları, Yapı Kredi Yay., İstanbul, 2005, s.11-27.
BATI, U. “Hayatın Arka Sokakları: Seks İşçilerine Karsı Toplumsal Şiddet”, Dokuz Eylül Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt:10, Sayı:2, 2008.
BEAUVOIR, S., Kadın –Evlilik Çağı, Payel Yay., İstanbul, 1976.
BOTTERO, j. Eski Yakındoğu, Dost Yay.,Ankara, 2005.
BERKTAY, F., Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın: Hıristiyanlık’ta ve İslamiyet’te Kadının Statüsüne Karşılaştırmalı Bir Yaklaşım, Metis Yay, İstanbul, 2009.
CAMPBELL , J., Batı Mitolojisi,Tanrının Maskeleri, (Çev.) Kuret Emiroğlu, İmge Kitabevi, Ankara, 1992.
CANER, E., Kutsal Fahişeden Bakire Meryem’e –Toprak ve Kadın, Su Yay., İstanbul, 2004.
CHALLAYE , F., Dinler Tarihi, (Çev.) Samih Tiryakioğlu, Varlık Yay., İstanbul, 2007.
CIBIROĞLU, Y., Anadolu’da Kadının Kültürel Şifreleri, Arkeoloji ve Sanat Yay., İstanbul, 2011.
ÇIĞ, M.İ., Bereket Kültü ve Mabet Fahişeliği, Kaynak Yay., İstanbul, 2012.
ÇELEBİ, B.,“Eskiçağ Dininde Kadın- Ana Tanrıçadan Günahkâr Kadına”, Bilim ve Ütopya Dergisi, S.239, İstanbul, 2014, s.7-22.
DARGA, M., “Yunan/ Helen Uygarlığında Kadın” Çağlar Boyu Anadolu’da Kadın, Anadolu Kadınının 9000 Yılı, Kültür Bakanlığı Yay., İstanbul, 1993, s. 118-121.
ERBİL, P., Kibele'den Pandora'ya Kadının Tarihsel Yenilgisi, Arkadaş Yay.,Ankara, 2012.
FOUCAULT, M., Cinselliğin Tarihi, (Çev.) Hülya Uğur Tanrıöver, Ayrıntı Yay., İstanbul, 2012.
GEZGİN, İ., Sanatın Mitolojisi, Sel Yay., İstanbul, 2008.
-Fallusun Arkeolojisi, Sey Yay., İstanbul, 2012.
GÖRKAY, K., “Zeugma Roma Dönemi Konutları”, Arkeoloji ve Sanat Dergisi, S.141, İstanbul, 2012. s.VII-XVIII.
HOOKE, H., Ortadoğu Mitolojisi, Mezopotamya Mısır Filistin Hitit Musevi Hıristiyan Mitosları, (Çev.) Alâeddin Şenel, İmge Yay., Ankara, 1991.
KOCABIYIK, E., Dolaylı Hayvan: Süfli ve Şerefli Hayvani ve Erotik Şeytani ve Deli, Boğaziçi Üniversitesi Yay., İstanbul , 2009.
KRAMER, S.N., Tarih Sumer’de Başlar, (Çev.) Muazzez İlmiye Çığ, TTK, Ankara, 1998.
MASCETTI, M.D., İçimizdeki Tanrıça, Kadınlığın Mitolojisi, (Çev.) Belkıs Çorakçı, Doğan Kitap, 2000.
MCCALL, H., Mezopotamya Mitleri, (Çev.) Bircan Baykara, Phoenix Yay., Ankara, 2011.
PAROY, A., Dünyada Cinsellik, Dharma Yay., İstanbul, 2013.
ROSENBERG, D.,Dünya Mitolojisi Büyük Destan ve Söylenceler Antolojisi (Der.)Kudret Emiroglu-Ali Tartanoglu , İmge Kitapevi, 1988
STONE, M., Tanrılar Kadınken, (Çev.) Nilgün Şarman, Payel Yay., İstanbul, 2000.
TAMER, D., Augustus Çağında Cinsel Suçlar ve Lex Iulia De Adulteries Coercendis,Homer Kitabevi, İstanbul, 2007.
TEKİN, O., Eski Yunan ve Roma Tarihine Giriş, İletişim Yay., İstanbul, 2011.
UHLİG, H., Avrupa’nın Anası Anadolu, (Çev). Yasemin Bayer, Telos Yay., İstanbul, 2007.
UZUNOĞLU, E., “Tarih Öncesinden Demir Çağ’a Anadolu’da Kadın”, Çağlar Boyu Anadolu’da Kadın, Anadolu Kadınının 9000 Yılı, Kültür Bakanlığı Yay., İstanbul, 1993, s. 16-24.
YETKİN, A., “II. Meşrutiyet Dönemi’nde Toplumsal Ahlâk Bunalımı: Fuhuş
Meselesi, Tarihin Peşinde-Uluslararası Tarih Ve Sosyal Araştırmalar Dergisi- Yıl: 2011, Sayı: 6, s.21-54.
Alman istihbaratı AKP'yi, "DHKP-C'li" İsmail
Akkol ile tehdit mi ediyor?
Fuhuş serbest bölgesi mi geliyor, her türlü ticareti
yapacak ne demek?
Türkiye'nin NATO'daki veto yetkisi elinden alınabilir mi,
Rusya Türk konvoyuna neden saldırdı?
Erdoğan, vatana ihanet ettiğini ağzından kaçırdı.
Bakan Ala, egemenlik hakkımızı devredecek yasa
çıkartacağız dedi.
Macron süre uzatılmasını teröristlerle görüşüyor deyip,
150 saat süre uzatmak...!
Bu kez Davutoğlu, paydaşlarını işgale çağırdı.
Dünyadan uyarı geliyor fakat TBMM, milletle dalga geçen
Erdoğan'a, "ARTIK YETER" diyemiyor.
Ege sorunları paneli-152 adadan diplomasi,
akademisyenler, sokaktaki vatandaş sorumludur.
One Minute bitti, Büyük İsrail için anlaşma sağlandı.
Davutoğlu ve Netenyahu, "BÜYÜK İSRAİL"
projesini mi görüşecek?
İslam Ülkeleriyle Ticaret İsrail’in Gerisinde Kaldı.
Arap Baharının Kökeni, Nedir Bu BOP?
ABD'nin yeni güçlü adamı, Evanjelist Türk.
Ve
o şişman tercümanın adı neydi biliyor musunuz; TURGUT ÖZAL.
Eşcinsellik, Laik sorun mudur, İslami sorun mudur?
KARA SES'İN MEDRESESİNDE TECAVÜZ EDİLEN KIZIN ÖYKÜSÜ
Laikliğin tarihçesi
KARAÇARŞAF KEFEN GİBİ Mİ ÖRTÜYOR?
BACILARIMIZ ÖRTÜNEMEYECEKSE METRESLERİNİZ DE SÜSLENEMEYECEK.
Küçük kıza tecavüz edip hacca giden AKP takımı, alkol
yasağı koymaz.
Fahişeliğin tarihçesi...
MABET FAHİŞELERİ
Tevrat'ta Eski çağlarda kadının örtünmesi fahişe olduğunu
gösterdiği yazılıdır.
KIZLARI OKULA GÖNDERİRSENİZ FAHİŞE OLUR
Siz doğru sevişme, doğru namaz öğrenirken PKK Adana'da
Özel Okul Açtı!
Müslüman gözünden Türkan Saylan...
KUR'AN DA BAŞÖRTMEK NEDİR, NASILDIR?
Yeni Anayasa yaparken lüks genelev açıyoruz, hamd olsun.
Kürtçe tabelalar, tacizler, tecavüzler, yalanlar yalanlar
yalanlar...
Şeyhlere çocuk servisi...
Kutsal metinlerde zina.
Fetvacıların aklı neden hep vajinada? Fetvacılardan
farklı fetvalar. Kadında fahişelik olmalı.
Kuran’daki Allah’ın cinsiyeti nedir?
Urartu Dini, Urartu Krallığı'ndaki Ayinler
Hayvanlarla Cinsel İlişkide Bulunmanın Hükmü Nedir?
Ensest-Eşcinsel araştırmalar dosyası... İmren Aykut,
'Güneydoğu'da ensest son derece yaygın'...
Kadına şiddetin kaynağı gizli eşcinsellik ve gizli ensest
yaşam dürtüsüdür.
İşte Osmanlı; Elinde tespih, evinde oğlan, dudağında
dua..!
Karınızı peşkeş çekme yasallaşsın mı istiyorlar? Hüllene
sahip çık ne demek?
İslâm Hukuku'nda Hülle ve Misyâr nikâhı. Bakire kanı,
Yahudiler...
"Helal genelev" projesi ortalığı karıştırdı! Eş
cinsel camisi açıldı.
Muhtarlar zaten nikah kıyıyordu, yeni düzenlemeyle
kavatlık yasası mı geliyor?
Sadece ülke elden gitmedi, din de gitti. İslam
yargılanmaya başlandı.
Kızmaya gerek yok, bunlar gerçek İslam'da vardır.
Milletin karısına, kızına orospu damgası vuran müftü...!
Türk kızlarını fahişe, babalarını gavat sanan
pezevenkler.
Erkek Cinsel Organına TAZİM, Türkiye'de de durum aynı.
Ölü Deniz Yazmaları
Gericilik sınırsız bir şekilde ilerliyorsa orada ne insan
ne de insan beyni kalır. Kastrasyon...
Kadın İslam'a göre nasıl dövülür, örnekteki gibi...!
Allah'ın sevmediği bir helal, Boşanma
Sivilleri de öldürün, Eğer masumlarsa öldükten sonra
nasıl olsa Allah onları affeder.
Dinlerde ölmek, öldürmek kavramları hakkında,
tartışmalarımızdan.
Tanrılar sürekli, "öldürün" der mi?
+18; ISIS (IŞİD) ve İslam gerçeği.
Şişme Noel Baba bıçaklayıp Enam Suresi okudular
Erdoğan, tecavüzlere neden sessiz kaldığını açıkladı.
O ses ÇOCUKLAR, Kaçak GELİNLER, Ayrılmak isteyen kıza
'tecavüz odası'...
Tecavüzcü erkekler üzerine bir inceleme
Çalıyorlar ama çalışıyorlar, tecavüz ediyorlar ama
sünnetliler.
Bağırmadı, tecavüze rızası var. Karar, onay veren
yargıçlara da uygulansın.
Sıra senin çocuğuna gelmeden tacize, tecavüze dur de,
TBMM'den caydırıcı yasa iste.
Çocuklarına bayram hediye eden ilk ülkeden,
tecavüzcülerine sübyan armağan eden ülkeye
Müslümanlar, sübyancılık gerçekleriyle yüzleşmelidir.
Utanç verici haber, çocuklar yıkıntılardan ekmek
topluyor. Zengine peşkeş çekmek serbest...
8 yaşındaki bebeğe, 7 yıl boyunca tecavüzün anatomisi.
ERDOĞAN ‘DA ÇÜK TAKINTISI VAR, Ben de ÇÜK olmak
istiyorum, Ayrımcılık önce "çükler" arasında başlıyor.
Hastanede Genel Cerrah yok ama camilerde tecavüzcü
imamlar bol miktarda.
Şerefsizler, ülkeyi geneleve çevirdiler, yetkililer
sadece seyirci konumunda.
Çalıyorlar ama çalışıyorlar, tecavüz ediyorlar ama
sünnetliler.
İYİ KIZLARA TECAVÜZ EDİLMEZ
Sünnet, Haç, Tartışmalarım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder