19 Ekim 2024 Cumartesi

Genelev İşleten Kiliseler, Halifeler Şehri İstanbul’da Fuhuş...

Bir vatandaşın, “Diyanet 6 bakanlığın bütçesini geride bıraktı” haberi üzerine sosyal medya hesabından Dünyanın En Hızlı Bilgisayarından 10 Kat pahalı olduğunu iddia etmiş neyse ki kısmen doğru olsa da kısmen yanlış olmuş.

Kısmen yanlış olmuş olmasına da alkolden, kumardan, kerhaneden alınan vergilerin, vergi havuzunda eritilip Diyanet'in harcamalarına katılıyor olmasını mü'minlerde nasıl bir mide var ki hazmedebiliyorlar anlamış değilim.

Hani deseniz ki Türkiye Dârü'l-harb durumundadır diye takıye (üç kâğıt) yapıyoruz, işimize öyle geliyor deseniz yine ayetlere göre kâfir (örten) olacağınız için nasıl bir mideye sahip olduğunuz kendi sorumluluğunuzda.

Durum yazık ki her konuda böyle, daha dün hepimizin Efendisi Hz. Tayyip Efendi'miz buyuruyor sosyal medyasından.

Diyor ki, 

Ben de Efendi'miz Hz. Erdoğan'ın paylaşımına şunları yazıp ilettim.

Ezberinizde hata var Hz. Erdoğan Efendi'miz.

Kutsal Cuma (Hayırlı Cuma, Büyük Cuma veya Paskalya Cuma’sı) dünya genelindeki Hristiyanların İsa Mesih'in çarmıha gerilişini ve (Golgotha-kafatası)'da ölüşünü andıkları dini gündür. Triduum'un (Üç Gün) parçası olan Kutsal Hafta'da Paskalya Pazarı'ndan önceki cumaya denk gelen Kutsal Cuma, Musevilerin Hamursuz Bayramı ile çakışabilir. Hayırlı Cuma aslen Paskalya Haftası'ndaki cumadır. Hristiyanların Cuma’sı Mübarek olsun.

"Yazık ki bu bilgisizlik sadece Erdoğan Efendi'miz yara almıyor, Efendi'mizin bilgisizliğinden yararlanan KaçAK Saray'ın karanlık dehlizlerinde besiye çekilmiş şerefiz Fettoş'un oğlanları da ortaklaşa Büyük İsrail Projesi'nin gerçekleşmesi için tüm güçleriyle çabalıyor ve hepimiz yaralanıyoruz" desem inandırıcı olabilir miyim dersiniz?

Ne dersem diyeyim, faydası yok biliyorum.

O nedenle bu bilgisizliklerin ya da eski bakan Taner Yıldız'ın "AKP'ye oy veren cahiller" dediği kesim zarar görmüyor, tüm ülke zarar görüyor.

O nedenle her tür pislik, her tür rezalet bu ülkede yaşanır durumda.

Tek başına Hz. Erdoğan Efendi'miz bunları görecek kapasitede olmadığı için ve çeteler bunu bildiği için başımıza gelmeyen taciz, tecavüz kalmadı.

Şu dakikalar itibarı ile Erdoğan Alman Şansölyesi Olaf Scholz ile basın toplantısı düzenliyorken aklıma geri kabul anlaşmaları geliyor.

Yazık ki Erdoğan bu anlaşmanın ne anlama geldiğini de bilmiyor.

Erdoğan'ın AB'den istediği 3 milyar Avro için "Davutoğlu'nu yolladım, paraları almadan gelme dedim" mealinde açıklamasını anımsarsanız, bugün Şansölye ile yaptığı görüşmeden kaç milyar dolar için Türkiye'nin kaç takla atacağını da sanırım anlamış olacağız.

Ekonomi çökmüş Diyanet Fettoşçuların babalarının çiftliğine dönmüşken ülke günaha dönse ne olur dönmese ne olur, insanımız günahkâr olsa ne olur olmasa ne olur?

Neyse, konu konuyu açmadan arşivimin tozlu raflarında kalmış bir yazıyı paylaşıp teselli bulabilirsek bulalım istedim.

19.10.2024

A. Dursun 


Kutsallıktan Günaha Dönüşen Cinsellik-Tapınaktan Arka Sokaklara İnen Fahişelik.

Bu makalem Bilim ve Ütopya Dergisinin 247. sayısında yayımlanmış olup intihallerde yasal haklar geçerlidir.

“Her şey cinselliktir. İnsan onu güçlü ve kutsal olarak koruyabildiği ve o dünyayı doldurabildiği sürece, cinsellik ne kadar da güzel olabilir. Sizi ışığıyla dolduran, yıkayan güneş gibidir.”

 Cinselliğin Kutsallığı
 
Eski toplumlarda ayıp sayılmayan ve özgürce gerçekleştirilen cinsellik, sonrasında günah kavramıyla bağdaştırılarak tarihin derinliklerine kök salmıştır. Cinselliğin neden günah olarak görüldüğünü ve insanlarda neden suçluluk duygusu uyandırdığını düşünmek gerekmektedir. Özellikle kadınların omuzlarına bir “günah” olarak yüklenen bu tarihsel suç, nasıl ve kimler tarafından işlenmişti?
 
Yüzyıllar boyunca kız erkek bütün çocuklara evreni ve içindeki her şeyi ERİL bir tanrının yarattığını; bu tanrının da erkeği kendi tanrısal imgesiyle donatarak oluşturduğunu ve sonra da erkeğe uysal uysal hizmet etsin diye kadını yarattığını öğreten bir toplumdan daha başka ne beklenebilirdi?
 
Arkeoloji bilimi olmasaydı belki cinsellik konusu gerçek manada bilinmeyecek ve bir günah olarak kadınlara yüklenen bu tarihsel suç toprak altında gizlenmeye devam edecekti. Bu araştırmada binlerce yıl öncesinde kutsal kabul edilerek tapınılan kadının tapınaklarının erkek egemen düzen tarafından ele geçirildikten sonra emeklerinin ve bedenlerinin sömürülerek aşağılanmalarındaki tarihsel süreç ve bu sürece çağdaş dinlerin ve iktidarların katkısı ele alınacaktır.
 
Arkeolojik belgeler çok ilkel yaşam şartlarına sahip insan topluluklarının birbirleriyle yakın ilişkiler içinde olsun ya da olmasın, tüm eski dünyada ortak bir din kavramının kadın bedeni üzerinden yaratılmış olduğunu göstermektedir. Özellikle Akdeniz kültürleri merkezli Eski Dünyada ilkel toplumlardan itibaren çoktanrılı pagan inanışlarına kadar (M.Ö. 40.000’lerden M.Ö. 1. binin ortaları) kadın, cinsel çekiciliği ile doğuran ve kendi neslini yaratan olmanın yanında besleyen, büyüten ve verimliliği sağlayan yönüyle, tek ve en büyük yaratıcı güç olarak tanrıçalaştırılmıştır. Zaten Paleolitik Çağ’dan itibaren uzunca bir dönem baskın sayıda kadın heykelciklerinin yapılmasının asıl nedeni, bu toplulukların kadından yüksek beklentileri olduğu düşüncesinin birer simgesel işaretleriydi. Avcı ve toplayıcı toplulukların yaşamla­rında “bereket” hemen hemen her şeyin ifadesidir: soyda bere­ket, avda bereket, topladıkları besinlerde bereket. Dolayısıyla göğüs, kalça ve cinsel organları abartı­lı yapılan “Paleolitik Venüs Heykelcikleri” daha sonraki dönemdeki Ana Tanrıça kavramının başlangıcı olarak kabul edilirler. Tarım üretimine geçilen Neolitik Çağ’da yine çok sayıda tasvir edilen çıplak kadın heykelcikleri de kadının din içindeki üstünlüğünü ve özellikle de tanrıçanın önceliğinin açık bir göstergesidir.
 
Anaerkil toplumun siyasal, ekonomik, toplumsal ve dini temeli de tarımsal yıla dayanır. Tarımın önemi, tüm yaşayan nesnelerin doğumdan olgunluğa, oradan ölüme ve oradan da tekrar doğuşa giden gelişimlerini vurgulayarak dairesel bir yaşam görüşünü beslemiştir. Anaerkil toplumlarda Ana Tanrıça veya Doğa Ana'ya hayat veren en üstün tanrıdır. O, tüm insan hayatının ve bütün yiyeceklerin kaynağıdır. Kalıcı olabilmek için, toplumlar çocuk yapmak ve yiyecek üretmek zorundadır. Ana Tanrıça'nın nimetlerine ne denli bağımlı olduklarını bilirler ve bu nimetlere kavuşabilmek için düzenli olarak ona ibadet ederler.
Bir din tarihçisi olan Mircea Eliade, mitolojilerin ciddi dinsel deneyimlerden ortaya çıktıklarını ve dinin özünü oluşturduklarını savunur. Ona göre mitolojilere yapı ve kullanım kazandıran kutsal deneyimlerdir. Bu düşüncenin ilk mitolojik örneklerini Mezopotamya’da Sumer toplumunda görmekteyiz. Sumerliler için de, yaşamın devamını sağlayan en önemli değer, kutsal güçler tarafından denetlendiğine inanılan “bereket”ti. Tanrıça İnanna, bereketin ve üremenin koruyucusuydu ve bu hayati görevin sorumluluğunu dişil bir güç olarak omzunda taşıyordu. Hatta dünyadaki yaşam, verimlilik ve insanlığın, özellikle Sumer halkının iyi durumda olması tanrıların çiftleşmelerine bağlıydı.  Sumer dinsel inanışına göre büyük bir cinsel çekiciliği olan Tanrıça İnanna ile kralın yaptığı kutsal evlenme töreni sonucu toprak bereketleniyor, döl yatağı verimlileşiyor, bu da ülkenin zenginleşmesine ve halkın daha iyi yaşamasına neden oluyordu. Erkeklerin dölleme, yani doğumdaki rollerinin anlaşılmasının ve değerlendirilmesinin bir sonucu olarak kraliçe bir koca alıyor ve bir yıl için onu kutsal kral ilan ediyordu. Başlangıçta bu kişi, onun ya kardeşi ya da oğludur, daha sonra oğlunu temsil eden bir genç olmuştur. Pek çok genç, kutsal kral olabilmenin onurunu elde edebilmek için birbirleriyle yarışmıştır.  Bu törenin ilk örneği ise M.Ö. 3. binlerdeki Sumer şehri olan Uruk’da çoban kral Dumuzi idi. Şiir tarzındaki mitolojide tanrıça Dumuzi’yi güvey olarak seçiliyor ve bu çiftin birleşmesiyle her tarafta bitkiler fışkırıyordu. Tanrıça çoban eşinden süt istiyor ve sarayı “yaşam evi”ni sonsuza dek koruyacağına söz veriyordu. Tanrıça yıkanıp, kudretli giysisini giyiyor, dualar ve şarkılar eşliğinde kutsal yere getirilen Dumuzi tanrıçanın yanına mutlu oturuyor, onun varlığının uyandırdığı şehvet ve istekle, cinsellik utancın ve günahın ötesinde dinsel bir anlam kazanıyordu. Bugün argo kabul edildiği ya da pornografik bulunduğu için bizim dahi yazmaya çekindiğimiz kadın ve erkek cinsel organlarının gerçek adlarını Sumer şairi kutsal bir eylem olarak gördüğünden yazmaktan çekinmiyordu: “Sevimli eliyle kalçalarımı okşuyor. Elini kadınlık organına koyuyor. Kara teknesini kremle doldurarak onu seviyor…birlikte olmaktan zevk duyduk, o benimle neşelendi, benimle tatlı sevgilim, kalbime yaslanarak dil oyunlarıyla elli defa yaptı.”
 
Bu nedenledir ki Ana Tanrıça inancı ve bereketin simgesi olan kutsal birleşme (hieros gamos) hemen hemen tüm tarım toplumlarında bir gelenek olarak aynen devam etti. Kutsal bir yerde, bereketin güvenliği için yapılan bir birleşme, hem erkek hem de kadın için saygınlık sağlayan bir davranıştı. Özellikle tapınaklarda bedenlerini İnanna’ya adayan bu rahibelerin tanrıçanın cisimleşmiş hali olduğuna inanılırdı. Bu kadınlar toplum içerisinde büyük saygı görürlerdi. Hatta aileler kızlarını kendi elleriyle tapınaklara getirirlerdi. Genç bir kız için bakireliğini İnanna’ya adamak ve tapınakta bir yabancıyla beraber olmak çok önemli bir erdem sayılırdı. Kutsal fahişenin müşterisi de sadece haz peşinde koşan bir erkek değildi. Onun isteği yaşamın en mahrem zevkini tadarken, aynı zamanda bedenini bereket tanrıçasına adamış fahişeyle beraber tanrısal bir zaman geçirmekti. Sumer düşüncesine göre insanın içindeki cinsel arzu, doğurganlığın sürekliliğini sağlayan en önemli güçtü. Aslında kutsal fahişelik, toprak ana kültüne yakarışın bir uzantısıydı. Sumer tapınaklarında arzu ve cinsel tepki, ilahiden gelen bir armağan ya da bir kutsama gibi kabul edilen bir yeniden üretme gücü olarak yaşanırdı. Sumer inancına göre yılın bereketli geçmesi, İnanna’nın mutlu edilmesine bağlıydı. Aslında Ana Tanrıçanın kendisi de kutsal bir fahişeydi. Kocası Çoban Tanrısı Dumuzi de onun için “o fahişedir, benim eşim fahişedir” diye seslenir.  Bu dönemlerde yapılan İnanna/İştar heykelcikleri ve kabartmalarında ilk göze çarpan, tanrıçaların hayli erotik pozlarla betimlenmeleriydi. Örneğin iki eliyle iki göğsünü kavramış tanrıça duruşu çok sık rastlanan bir figürdü.
 
Kutsal Kadınlar/Tapınak Fahişeleri
Tapınaklarda Tanrıça İnanna adına sevişen kadınlar “saf ve lekesiz” anlamına gelen “nu-gig” adıyla anılıyorlardı. Bu kadınların Akad dilindeki adları Qadishtu, ise “günahlarından arınmış kadınlar” ya da “kutsal kadınlar” diye çevrilmiştir. Sumer yazısında Lilith, bir genç kız, “İnanna’nın eli” olarak betimlenir. Bu eski tablette Lilith’in sokaklardan erkekleri toplayıp tapınağa getirmek üzere İnanna tarafından gönderildiği yazılıdır. Tevrat’da ise qadeşah; kutsal kadın veya adanmış kadın yani kült fahişeliğini ifade etmektedir.
 
Ancak, son iki yüzyılın en bilimsel incelemelerinde bile bu cinsel gelenekler hemen hemen hep “yosmalık” olarak tanımlanmış, kutsal kadınlarsa durmadan “tapınak yosmaları” ya da “kuttören yosmaları” adıyla anılmıştır. Qadishtu’nun karşılığı olarak verilen “yosma” sözcüğü eski geleneklerin gerçek anlamını bütünüyle çarpıtmakta ve kutsallıktan uzaklaştırarak okuyucunun dinsel inanışları ve dönemin toplumsal yapısını yanlış yorumlamasına yol açmaktadır. Oysaki tapınaklarda Tanrıça adına yapılan bu seks işinde her iki cinsiyetten profesyonel görevliler varken, bilim insanlarınca yalnızca rahibelere “kuttören kadınları/yosmaları” ya da “tapınak fahişesi” ismi yakıştırıldı. Bununla da kalmayıp, antik dönem tapınaklarını anlatırken, cinsel açıdan etkin olan Tanrıça’dan “uygunsuz” , “dayanılmaz ölçüde saldırgan”, “utanç verici biçimde ahlaksız” diye söz edilirken; kadınlarla su perilerinin ırzına geçen, onları baştan çıkaran erkek tanrıları da “oyuncu” ya da hayranlık uyandıracak ölçüde “erkeksi” olarak yazdılar.
 
Cinselliğin özgürce yaşandığı tapınaklarda görevli olan bu kadın ve erkek fahişeler çeşitli kategorilere ya da meslek birliklerine ayrılmışlardır. Bunlar arasındaki farklar ve uzmanlık alanlarını anlayacak kadar belgemiz bulunmamaktadır. Üç sınıf fahişe vardı: Kizrete, Senhate ve Haimate... Erkeklerden kimilerinin hem eşcinsel hem de dönme olduğu, kimilerinin de kadın adları taşıdıkları, hatta ve hatta lohusaymış gibi davrandıkları sanılmaktadır. İlk dönemlerinde Sumer tapınaklarında yalnızca tapınak fahişeleri başlarını örtmek zorundaydılar. Ancak M.Ö. 1600 yılında Asur Kralının çıkardığı kanunla bütün evli ve dul kadınların başlarını örtmeleri şart koşulurken, kızlar ve sokak fahişelerinin ise yasaklanmıştır. Böylece evli ve dul kadınlar mabet fahişeleri gibi yasal seks yaptıkları için kutsallaştırılmıştır.
 
Sumerlerin Inanna’sı Babil’de aşk ve cinsellik tanrıçası İştar (Akadca) olarak karşılığını bulmaktadır. Babil’deki önemli bir tapınakta görevli kadınlara “İştar’ın kadınları” anlamına gelen işhartu adı verilmiştir. İştar ise Fekineliler arasında Aştoret/Astarte olarak bilinir. İştar sözcüğü Aştar diye söylenmekteydi: Fenike dilindeki Aştoret, Yunan dilindeki Astarte deyimleri buradan gelmektedir. Tanrıça Astarte’ye tapınma, bütün Akdeniz bölgesine yayılmıştır. Kartaca’da, Sicilya’daki Eryx’de ve Kıbrıs’daki birkaç yerleşim merkezinde kurulan tapınaklarda kutsal cinsel gelenekler devam etmiştir. Sozomenos, bugün Lübnan olarak bilinen bölgede, Aphaca ve Baalbec’deki Ashtoreth tapınağında bu cinsel geleneklerin olduğunu yazmıştır. Farnell, Akdeniz bölgesindeki ilişkilerin çoğuna değinmiştir. Profesör James ve başka bilim adamı Ashtoreth tapımının, Kudüs’deki Yahve tapımıyla yan yana yer aldığını yazmıştır. James ayrıca Kudüs’de ve Shiloh’daki İbrani tapınağında uygulamaya devam eden cinsel gelenekleri de anlatır.
 
İnanna’nın bereket kültü bir gelenek halinde Sumer’den Babil’e, Asur’a, Kenan’a ve oradan da İsrail’e geçer. Anadolu’da ise Kibele, Yunanistan’da Afrodit/Demeter, Roma’da da Venüs adını alır. İştar, Aştarte  adlarıyla İsa’nın doğumuna kadar sürer. Hatta Kuran’da âl-İmrân suresinden anlaşılacağı üzere İsa’nın annesi de Meryem’i doğmadan önce tapınağa adamıştır. Eski Mısırlı kadınların cinsel geleneklere göre yaşadığını düşündüren bildiğimiz hiçbir kayıt yoktur. Fakat Rahip Hezekiel’in, 23. Bölümde bir gurup İbrani kadınını uçarılık ve iffetsizlikle suçlayarak bu “günahkâr” cinsel alışkanlıkları Mısırlılardan öğrendiklerinden bahsetmesinden ve öfkeyle onlara “Mısır Ülkesi’nden taşınıp getirilen uçarılığınızla yosmalığınızı sona erdireceğim” diye gözdağı vermesinden dolayı Mısır toplumunda da bu geleneğin var olduğu anlaşılmaktadır.
 
Ayrıca Kutsal Kitap, bu kadınların istedikleri gibi gelip gitmekte özgür olduğunu söyler. Topluluktaki sıradan kadınlar kadar varlıklı ve soylu ailelerin kadınları da Tanrıça’nın cinsel geleneklerine katılırdı. İsa’nın doğumundan kısa bir süre önce Anadolu’da doğan Strabon, cinsel geleneklerin o zamanki Anadolu’nun birçok bölgesinde görülen Tanrıça tapımında izlendiğini yazar. Bu cinsel gelenekler ya Kibele ya da Anaitis adına yürütülürdü. Strabon bu törelerin Comana ve Lidya’daki tapımların ayrılmaz bir parçası olduğunu yazmış; Lidya, Tralles’de bulunan yazıtlar da bunu doğrulamıştır.
 
Filolojik ve arkeolojik veriler, M.Ö. 7. yüzyıldan itibaren Yunan toplumunda “Hetere” (Eski Yunanca heteria) olarak adlandırılan kadınların varlığına tanık olunmaktadır. Hetere’nin sözcük anlamı “arkadaş/refika, fahişe; zevk, mutluluk veren kız”dır. Aşk Tanrıçası Aphrodite’nin tapınaklarında hizmet veren Hetere’ler olduğu bilinmektedir. Bunların arasında en tanınmışı Korinth’deki tapınaktır. Bu tapınaktaki kadınlar köle sınıfındandı ve aşk hizmetinden kazandıkları para tapınağın hazinesine gidiyordu. Sonradan Lucian kendi dönemindeki yani M.S. 150 yıllarındaki geleneklerden söz ederken; bu dönemin kadınlarının, yalnız Adonis için düzenlenen şölen gününde yabancıları sevgili olarak seçtiğini anlatır. Mısırlı İsis tapımı Roma’ya getirildiği zaman bile, kutsal kadınlar İsis tapınağında eski cinsel geleneklere göre yaşadıkları bilinir.
 
Antik Roma’da fahişelerin müşterilerini ağırladıkları localara “lupanar” yani “dişi kurt ini” demekteydiler. “Lupus”, Latincede kurt, “Lupa” ise hem dişi kurt hem de fahişe anlamına gelmektedir. Bu kelime aynı zamanda Remus ve Romulus’u büyüten Acca Larentia örneğinde olduğu gibi emziren kadın, yani Sanskritçede anne mânâsına gelen “akka” kelimesiyle de bağlantılı olarak “annelik, emziren dişilik” anlamındadır.  Ayrıca Aurelius Victor’a göre Acca Larentia da bir fahişedir. Dolayısıyla Roma’da da fahişelik dinsel bir içerik taşımaktaydı. Hıristiyanlık başladığı zaman Korentliler’in Venüs ve Afrodit mabetlerinde 1000’den fazla fahişenin Sumer bereket kültünün devamı olarak hizmet verdikleri bilinmektedir.
 
            Tapınakların Babasız Çocukları: kahramanlar, hükümdarlar, peygamberler
Bakire doğum mitleri, insan anne ile insan olmayan tanrısal bir varlığın birleşmesinden doğan çocukları anlatır. Bir efsaneye göre; Roma’nın kurucusu Romulus da Vesta Tapınağı’nın rahibesi olan Rhea Silvia’nın, Şavaş Tanrısı Mars’tan hamile kalmasıyla dünyaya gelmişti. Budha’nın doğumu da olağandışıdır: Annesi rüyasında, gökten nurlar saçarak inen beyaz bir filden bakire olarak hamile kalmıştır. Cengiz Han’ın atalarından Alan-ho Kadın’ın da sarışın bir adamın çadırın tünüğünden sızan ışıkla gelip karnını okşayıp, ışığın vücuduna girmesi sonucunda hamile kalmıştır. Sarışın adamın işi bitince yine ışık huzmesi olarak sarı bir köpek gibi sürünerek çıkıp gitmiştir. Alan-ho Kadın’a göre çocuklarının tanrı oldukları aşikârdır. Ortaçağın Hıristiyan dinsel resimlerinde bu fallik ışık gökten Meryem’e doğru uzanır şekilde gösterilmiştir. Bu ışık huzmesinin içinde Kutsal ruh bir güvercin biçiminde Bakire’yi döllemek üzere aşağıya inmektedir. “Normal” insanlar bir hayvan türü olarak vardır, oysa kâmil olanlar, peygamberler, hükümdarlar, kahramanlar, şamanlar, ermişler insan-tanrı melezi sayılırlardı. Bu çocuklar da kutsal bir birleşmenin sonucunda doğmuşlardı.
 
Arkeolog ve filolog Mascetti’ye göre, bakire Meryem ve onun babasız çocuk dünyaya getirme hikâyesi İlkçağ mitolojisinin mirasıydı ve Cebrail adı “ilahi koca” anlamına da gelmekteydi. Sumer dininde,özellikle büyük tanrıların mabetlerinde rahibeler tapınaklara Tanrının gelini olarak çeyizleriyle girerler ve “genel kadınlık” görevini yerine getirirlerdi. Tapınakta çeşitli erkeklerle sevişen bu kutsal kadınlar babası belli olmayan çocuklar doğururlardı.Zaten Samiler, tapınak kadınlarının doğurduğu çocukları, anneleri evli olmadığı için “bakireden doğma” olarak adlandırmaktaydı.
 
Strabon yolculukları sırasında, bu gelenekler sonucu doğan çocukların yasal ve saygın sayıldığına; analarının adıyla toplumsal konumu aldıklarına tanık olmuştur. Ayrıca bu adla sanın bütün resmi yazılarda övünçle kullanıldığını eklemiş ve kendi döneminde Anadolu’da “evlenmemiş analara neredeyse tapıldığını” yazmıştır. Batı Anadolu’daki Tralles’de ele geçen M.Ö.200 ait yazıt buna en iyi örnek teşkil etmektedir. Aurelia Aemilias adlı kadın bu yazıtta; anası ve kendisinden önceki bütün kadın ataları gibi kendisinin de tapınaklarda cinsel geleneklere katılarak hizmet ettiğini övünçle anlatmaktadır.
 
İnsan cinselliğinin böylesine gizlisiz saklısız kabul edilişine kucak açan ilk dinleri “üreme –tapıncı” adıyla anmak yerine, asıl bugünkü din anlayışı yeni bir insan yaratma sürecini utanç ya da günahla birleştirdi. Doğal olarak artık bu kadınlardan doğan çocuklarda bir günahın ürünüydü ve ölmeliydi.
 
İngiltere'nin Hambleden bölgesinde 1912'de Roma döneminden kalma antik bir geneleve ait kazılarda; bir parça giysi veya bohçaya sarılmış yığın halinde 97 bebeğin bulunduğu bir toplu mezar keşfedildi. Bunlar doğumdan hemen sonra olasılıkla gece vakti gizlice gömülen, bir günahın ürünü olarak dünyaya geldikleri için istenmeyen babasız bebeklerdi. Roma döneminden günümüze kadar yüzlerce yıl geçmesine rağmen genelev kadınlarının ve onlardan doğan çocukların kaderi değişmemişti: hamileler zorla cinsel ilişkiye zorlanıyor ve bebekler doğar doğmaz öldürülüyordu.
 
Tapınaktan Sokağa-Kutsallıktan Fuhşa 
Tarımı icat eden, sebzeyi yetiştiren, hayvanları besleyen, peyniri, yoğurdu, sirkeyi, aspirini bulan, çanağı, çömleği yapan, ipi eğiren, ıslak kile ilk anlamlı imleri basan ve büyü dilini bulup geliştiren, ilk yorumbilimi başlatan, gördüğü, duyduğu şeylerden anlam üreten ve yorumlayan, masal, ağıt, ninni ile başlayarak şiiri ve müziği bulan yani insan soyunu uygarlaştıran aslında kadındı. İnsan soyunun devamı kadının varlığıyla mümkündü. Üremenin asıl odağı olması nedeniyle, aşkı icat eden, yüzyüze sevişmeyi, öpüşmeyi tanrıça dini altında erkeklere öğreten ve onlara cinsel eğitim veren de oydu. Hatta erkeğini seçen ve yöneticileri belirleyen de yine kadındı: İnanna hükümdarlık asasını çobana verdiğinde o İnanna’nın eşi olur ve kenti yönetmeye başlardı. Sonuç olarak her şeyi bilmesi ve insan soyunu üretmesi nedeniyle kadın kutsaldı.
 
İşte erkek egemenliğinin kendi ideolojisini yerleştirebilmesi­nin önünde kadının bu kutsallığı büyük bir engeldi ve yok edilmeliydi. Bu işe cinsel organından başlanması elzemdi. Öncelikle onun düşünsel alandaki tahtından indirilmesi gerekiyordu. Çalışma alanlarının ilki tapınaklar oldu. Rahipler ve rahibeler, toprağın verimliliğini harekete ge­çirmek üzere birleşmek durumundaydılar. Tanrılara kurban verme âdeti nakdi ödentilere dönüşürken, kutsal fahişelik de dinsel kurumlara gelir geti­ren bir yapıya ulaştı. Kutsal bir varlığın kutsal bir organı, kutsal bir mekânda, gerçekte aşağılık dünyevi çıkarlar uğruna pazarlanmaya başlandı. Gelişen bu olgu içerisinde yüceliğin ölümü kaçınılmazdı. Ni­tekim kısa bir süre sonra mabetler fuhuş yuvalarına dönerken; kadın kutsiyeti dibe vurdu, tapınakların sözde “kutsal fahişeleri”, “sokak kadınları”na dönüştü.
 
Bunun ilk örneğine, Gılgamış Destanında tanık olmaktayız. Sumerce olduğu düşünülen Gılgamış adının ne anlama geldiği konusunda çok güvenilir bilgilere sahip değiliz. Ancak Sumer kenti olan Uruk ülkesinin M.Ö. 2600 yılları civarında yaşamış hükümdarlardan biri olduğunu biliyoruz. Gılgamış Destanı’nın yazarı birinci binyılda yapılan çivi yazısı edebiyatı derlemesinde muhtemelen Uruk’da yaşamış şeytan çıkarıcı bir papaz olan Sin-Leqi-unnini (Ey Sin-dualarımı-kabul-et) olarak kayıtlara geçmiştir. Yani bu destanın yazarı da kahramanı da bir erkektir.  
 
Destanda; azgın Gılgamış’ın Uruk’taki tüm evlilik çağındaki kızlarla ilk gece hakkını-ki bu hak Ortaçağda da derebeylerinde devam etmiştir- kullandığı ve tüm güçlü genç erkekleri kent duvarları ve tapınak için çalışmaya zorladığı için Uruk sakinleri tarafından tanrıların anası Aruru’ya şikayet ederler ve  Gılgamış’ın karşısına rakip çıkarmasını isterler. 
 
Aruru’da, balçıktan yabani insan olan Enkidu’yu yaratır. Gılgamış’ın avcılarından biri, Enkidu’yu görür ve Gılgamış’a haber verir. Gılgamış avcıya yanına bir tapınak fahişesi alıp, Enkidu’yu yabanıl hayvanlarla su içmek için gelebileceği sulama yerine götürmesini, böylece fahişenin çekiciliğini tuzaklarını ona karşı kullanabilmesine olanak hazırlamasını ister.
 
Destandan anlaşılacağı üzere özgür aşk artık tapınaklardan sokaklara inmiş ve kutsal kadın devlet eliyle baştan çıkarıcı bir şekle bürünmüştür. Buradaki kadın tanrıça adına tapınaklarda seks yapan kadın değil erkeğin iktidarını gerçekleştirmek için kullanılan şehvet düşkünü bir “Orospu” (Akadçası Shamhat) olarak gösterilir.
 
Böylece vahşi hayvanlar arasında yaşayan Enkidu, gerçek aşkı kendisini tavlamak için gönderilen işin uzmanı ve şehvet düşkünü gerçek bir fahişe sayesinde keşfeder: “Kadın, örtüyü üzerinden atar/Ve [Enkidu] ondan faydalanabilsin diye, dişilik organı çıkar ortaya./Utanmadan ağzından öper onu kadın (“soluk soluğa bırakır”) /Elbisesini atar  bir tarafa./ Ve alır kadını hemen altına/ Enkidu, tatlı sözler söylerken ona,/O, bir kadının  neler yapabileceğini gösterir bu vahşi adama
 
Enkidu, altı gün altı gece süren sevişmelerden sonra, bu baş döndürücü kadının cazibesine tamamıyla kapılır ve her yere onun peşinden gitmeye hazırdır. Bu kadın sayesinde, kültürlü ve uygar bir “erkek” olmayı öğrenir. Onu vahşi doğasından koparıp kültürün içine sokan “özgür” aşktır.
 
Aslında, Gılgamış mitinin dinsel evreninde, hayvanlığından ayrıştırılmış “doğru” bir cinsellik, uygarlaşmanın temel ilkesi gibi görülmektedir. Buna aracılık eden kadınlar da birer uygarlaştırıcı olarak ortaya çıkmaktadır. İnsan, insani niteliklerini, aklını ancak denetimsiz, irrasyonel bir libidodan kurtularak kazanabilirdi. Cinsel ilişki bir erginleme yolu gibi görünmektedir. “Bilmek” ve “cinsel ilişki” kelimelerinin bazı dillerdeki anlamsal akrabalığı bu yöndeki düşünceleri destekler gibidir. “Bilmek” anlamına gelen İbranice ve Grekçe sözcükler aynı zamanda “cinsel ilişkide bulunmak” anlamına da gelmektedir. Kitabı Mukaddes’teki “İbrahim karısını bildi ve o gebe kaldı” denir. Metnin İngilizce çevirisinde kullanılan sözcük (conceive) hem “idrak etmek”, “kavramak” hem de “gebe kalmak” anlamına gelir. Türkçede de bu etimolojik ilişkinin izi sürülebilir: “bel” kelimesinin hem toprağı kazmak için kullanılan aracın adı olduğu gibi aynı zamanda “bel suyu” da demektir ve “bellemek” de hem bir şeyi öğrenmek anlamına hem de cinsel ilişki anlamına gelir.
 
            Gılgamış Destanı’nda ortaya çıkan bu kadınların ilk örneklerine bakılırsa, onların meslekleri gereği gözden uzak ve aşağılanmış bir halde, çok zor bir hayat sürdükleri de görülür:
“Asla mutlu bir yuva kuramayacaksın!/ Asla hareme sokulmayacaksın!/ Bira köpüğü senin güzel göğsünde kirlenecek,/Ve sarhoş adamlar senin süslü giysilerini bulaştıracak!/ Yalnızlık içinde tek başına kalacaksın,/ Sur dipleri senin mekanın olacak!/Ve sarhoşlarla, berduşlarla yüzgöz olacaksın!”.
 
Öte yandan Gılgamış Destanında hayat kadınına önce iç karartıcı ve zor bir yazgı verilmiş, ardından sanki bu telafi edilmek istenircesine, kadının erkek üzerindeki korkunç etkisi yüceltilmişti:
 
 En soylu kişiler sana deli olacak!/ Ve daha bir fersah öteden, herkes [sabırsızlıktan] tırnaklarını yiyecek!/ İki fersah öteden, herkes [sinirden] başlarını sallayacaklar!...Altına ve değerli taşlara boğacaklar seni…/ Kulaklarına küpeler takacaklar…/Ve senin için herkes, yedi çocuk annesi olsa da,/ kendi karısını terk etmeye hazır olacak!” (VII/IV:2 vd).
 
Eski muhteşem maceralarını, atıldığı sonsuz tehlikelerin ve zaferlerinin özetlendiği bölümde  Gılgamış’ın en azından adının ölümsüz olmasını istemektedir: “Eğer günün birinde ölürsem, en azından bir adım olacak/…Sonsuz bir ün”.
 
Söz konusu Destan Gılgamış adını tarihte bir kahraman olarak ölümsüzleştirirken bu kahramanlığa ulaşmasında devlet eliyle araç olarak kullandığı uygarlaştırıcı kadını ise şehvet düşkünü baştan çıkarıcı “orospu” olarak belleklere yerleştirmiştir.
 
Geç Neolitik Dönemde tapınaklarda doğan ve sokağa taşan fuhşun ve fuhuş aracılığıyla düşürülen kadının öyküsü işte böyle başlamıştır. Üstelik bu öykü bir iki merkezde değil, eski dünyada Antik Yunan’dan Mezopotamya’ya; Mezopotamya’dan Gucerat’a; oradan da Hindistan’a kadar bir hayli geniş bir coğrafyada yaşanmaktadır.
 
Fahişelerin tapınaklardan ayrılıp şehirlerin içine inmeleri ve bu mesleğin kutsaldan arınıp lanetle dönüşmesi ise, uygarlığın ilerleyen dönemlerinde, erkek egemen düzenin iyice olgunlaşmasının sonucunda gerçekleşecekti.
           
            Devlet Eliyle Fuhuş -Resmi Genelevler
MÖ 6. yüzyılda Antik Yunan’da fahişeliğin artması sonucu kadın bedeninden kazanç sağlamak amacıyla Solon tarafından düzenlenen bir yasa ile ilk genelevler açılarak devlet güdümlü sektöre dönüştürüldü. Artık Atina’da her keseye uygun, kiralık kadın bedeni bulmak mümkündü. Yoksul kesim için girişin ucuz olduğu genelev mahalleleri vardı. Zenginlerin tensel zevkleri içinse, danslar eşliğinde ziyafet sofralarının kurulduğu lüks genelevler hizmetteydi. Site’nin fahişe gereksinimi, savaş ganimetleri olan kadınlar ve köle pazarlarından satın alınan esirler sayesinde sağlanıyordu. Fahişelerin çocukları gayri meşru kabul ediliyor ve onlar da anneleri gibi vatandaş olamıyordu. Hatta kadınların saçlarını sarıya boyatması ve diğer kadınlardan ayıran özellikte elbise giymeleri de yasayla belirleniyordu.
 
Genelevde fahişe köleler (deikteriades) dışında çeşitli müzik âletleri çalan ve dans eden eğitimli, istemediği takdirde erkeği reddetme hakkına sahip nitelikli fahişeler (auletrides)  de vardı. Ayrıca toplum içindeki şölenlerde ve sempozyumlarda erkeklere arkadaşlık etmeleri için dans ve müziğin dışında güzel konuşma, edebiyat, hatta felsefe eğitimi verilen hetere’ler de bulunmaktaydı. Bunlar Yunanlı erkekler tarafından aranılan bir tür üst tabaka fahişelerini oluşturan bu kadınların erkeklerle her türlü ilişkileri ücrete tabiydi. Hetere’lerin güzelliği ve eğitim düzeyleri, ücret saptamada başlıca kriterdi. Ancak Büyük İskender’in yıktığı Thebai şehrinin surlarını onarmak isteyen fahişe Phryne’nin bu önerisi “Şehir Meclisi” tarafından kabul edilmemişti. Çünkü ne kadar zengin olursa olsun o bir yurttaş değil, bir Hetere’ydi..!
 
Sonuçta kadınlar için bir tür batakhane olan genelevler, erkekler için cinsel ilişkideki baskın rollerinin abartıldığı zevk merkez­leri oldu. Sonu gelmez şehvet burada tatmin buluyor; evde ise yasal eşleri aracılığıyla varisler ediniyorlardı. Antikçağda evli kadınların kocalarından haz almaları beklenmediği gibi uygun da görülmezdi. Ancak uzun süre cinsel iliş­kiye girmeyen kadın tehlike yaratabilirdi. Çünkü kadın bedenine ve duygularına hâkim olamazdı. Bu nedenle de Solon çıkardığı ya­sada kocanın yasal eşi ile ayda en az üç kez cinsel ilişkiye girmelerini zorunlu kılmıştı. Bu konudaki en güzel özeti antik Yunanlıların şu özdeyişi yapmaktadır:
 
Haz için hafifmeşrep kadınlara, günlük bakımımız için metreslere, yasal bir so­yumuz ve yuvamızın sadık bekçisi olması için de kadınlara sahip olmak gerekir”.
 
Kadın-erkek cinselliğini sınırlayan geleneksel fallik yasalar, egemen eril cinselliğin kendi cinsindeki oğlan bedenlerine yönelmesine yol açmıştı. Ancak bu cinsel yönelim de sadece yetkinliği olan yurttaşlar için geçerliydi. Aksi şekilde davrananlar ölüme kadar giden cezalarla cezalandırılabiliyordu. Solon bir kölenin jimnastik yapmasını ve kendisine bir oğlan sevgili edinmesini yasaklamıştı. Çünkü ona göre, oğlan sevgili edinme davranışı onurlu ve erdemli kabul edilen edimler arasındaydı. Bu düşünce beklide kendisinin de oğlan sevgilisi olmasından kaynaklıydı.
 
Romalı bir erkeğin de yasal karısından zevk alması alay konusuydu. Augustus döneminde Roma’da kırk altı tane genelev olduğu bilinmektedir. Fahişelerin bulundukları oda kapılarında bu kadınların isimleriyle birlikte meziyetlerine göre değişen fiyat listeleri mevcuttu. Tiberius Dönemindeki sikkelerin ön yüzlerinde I’den XVI’ya kadar bir numara, arka yüzlerinde ise çeşitli erotik sahneler yer almaktaydı. Bunlar muhtemelen genelevlere giriş jetonlarıydı.
 
Fahişelerin fişlenmeleri de bu döneminde olmuştur. Roma İmparatoru Augustus döneminde kadınlar kendilerini Lex Iulia’nın cezalarından koruyabilmek için fahişe sayılmayı bile göze almıştı. M.Ö. 19’da Vistilia adlı bir kadın cezadan kurtulabilmek için kendisini fahişe listesine yazdırmıştır. Ancak Senato devreye girmiş ve kadını sürgün cezasına mahkûm etmiştir. Cinselliğe yönelik ikiyüzlü eril siyaset hukuken desteklenmiştir. Bir yandan fahişelerle ilişki ve zina aşağılanmış, bir yandan da savunulmuştur. Erkek köle veya fahişelerle ilişki ise suç sayılmazken, zina işlemiş kadınların cezalandırılmaktan kurtulabilmek için kendilerini fahişe olarak kaydetmeleri yasaklanmıştır. Caligula fahişelere vergi yükü getirmiştir. Severus Alexander ise fahişelerle ilgili üzüntü duyduğu halde, fahişeliği ortadan kaldırmamıştır.
 
Antik Yunan olduğu gibi Roma’da da cinsellik kutsal güçler tarafından yasaklanmamıştı. Yani bedenin sağladığı zevk, günah olarak kabul edilmedi. Günah olgusunun beyinlerde oluşmadığı bu dönemde cinsel eylem, sadece bazı toplumsal düzenlemeler yoluyla denetleniyordu. Atina’da olduğu gibi Roma’da da para karşılığında kadın bedeninin zevklerinden tatmak isteyen bir yurttaş bu iş için organize edilmiş bir ev bulmakta hiç zorlanmazdı. Fahişenin fiyatı güzelliğine ve hizmet gördüğü genelevin hitap ettiği sosyal sınıfa göre belirleniyordu. En pahalı kızlar bakire olanlardı.  Genelevlere bakire bir kız geldiğinde, defneyapraklarıyla süslenen kapıya kızın özelliklerinin yazılı olduğu bir tablet asılırdı. Dövüşler, spor karşılaşmaları ve şenlikler gibi halkın toplandığı yerler de serbest çalışan fahişelerin (prstibulae) gözde mekânlarıydı. İmparator Claudius’un karısı Messalina’nın bile fahişelik yaptığı yönünde dedikodular vardı. Söylentiye göre şehvetinin esiri olan Messalina, geceleri genelevlerde gönüllü olarak çalışıyordu. Gün ışıdığında bile Messalina’nın tatmin olmadığı, kulaktan kulağa yayılırdı. Muhtemelen bu kadınları şehvet düşkünü gösteren ataerkil mitin bir uydurmasıydı.
 
Roma’da da çeşitli fahişe grupları bulunmaktaydı. Kapı eşiklerinde bekleyip önlerinden geçenleri tavlamaya çalışanlar (doride), kurtlar gibi uluyup zevk çığlıkları atarak müşteri toplayanlar (lupae), Venüs veya Priapos’a adanmak üzere fallik çörekler yapıp satarak müşteri arayanlar (aleicariae) dışında mezarlıklarda ağıtçılık yapanlardan, sokaklarda müşteri kovalayanlara ve eğlence yerlerinde garson olanlara kadar faklı  isimlerle adlandırılan fahişeler mevcuttu.   
 
Genelev İşleten Kiliseler
            Tek tanrılı dinlerin ilki olan İbrani inancı, katı bir ataerkil anlayışı üzerine kurulmuştu. Cinsellik ilk defa “günahkâr” bir edim olarak kabul ediliyordu. Tevrat’taki yaratılış hikayesine göre tanrı, Adem’i uyutup onun kaburga kemiğinden kadını yaratmıştı. Bu betimleme, bin yıllar boyunca erkeğin kadın üzerindeki üstünlüğünün kutsal kanıtı olarak görülecekti. Kadının ikincil konumu, artık tanrısal bir kaynak tarafından da tescil edilmişti. Kadının lanetlenmesine neden olan bir diğer kutsal hikaye de, yasak meyvenin yenmesi ve bunun sonucunda da Adem ve Havva’nın cennetten kovulması olayıydı. Tevrat’a göre, bu yasaklanmış eylemi yapmak için erkeğin kafasına giren kadındı. Erkeği baştan çıkaran, kışkırtıcı bir yaratık olarak düşünülen kadın, aynı zamanda ilk günahın işlenmesine de neden olmuştu. Tevrat’daki bu öykü ile, Havva’nın cezalandırılmasının meşrulaştırılmasının yanı sıra hem kadının “yapısal aşağılığını” sistemleştirmiş, hem de kadını ebediyen şeytanın suç ortağı ilan etmişti.
İncil’de , “Bir kadına şehvetle bakan her adam, o anda yüreğinde onunla zina etmiş olur, “Eğer sağ gözün seni suç işlemeye sürüklerse, onu çıkar ve at. Senin için bedenin parçalarından birinin yok olması tüm bedeninin cehenneme atılmasından daha iyidir’’ (Matta, 5-28/29) ifadeleri bir yandan kilisenin resmi söylemlerinde yer bularak cinsellik lanetlemiş,  öte yandan kiliseler işlettikleri genelevler sayesinde seks ticaretinden payını almıştır. XII ve XIII: yüzyıllarda İngiltere ruhban sınıfın elinde 100 bine yakın fahişe vardı. 1095 yılında Papa II.Urban’ın, çağrısıyla Kudüs’e yapılacak Haçlı seferlerinde orduları fahişe konvoyları takip ediyordu. Bir yıllık sefer için aşağı yukarı 13 bin fahişeye ihtiyaç duyuluyordu. Birkaç yıl süren seferlerde askerler, fahişeler sayesinde cinsel ihtiyaçlarını karşılayabiliyorlardı. Ancak böyle bir şansı olmayan evli kadınları bekleyen seçenek, “bekaret kemerleri”ydi. Sefere çıkıp aylarca evinden ayrı kalacak belki de savaşta ölüp bir daha hiç dönmeyecek olan koca, karısının namusunu ancak bu yolla koruyabileceğine inanıyordu. Sadece dışkılama delikleri bulunan bu demir donlar sayesinde feodal dünya, kadın cinsel organını kilit altına almıştı!
 
            Halifeler Şehri İstanbul’da Fuhuş
İslamiyet’in kabul gördüğü Osmanlı’da da durum çok farklı değildir. Fuhşun en çok hissedildiği dönem 16. yüzyıldır. Bir yandan gayr-i meşru işle uğraşan kadınlardan vergi alınırken öte yandan da fuhuşla ilgili fermanlar çıkarılmıştır. 22 Haziran 1602 tarihli bir belgede, bir handa yakalanan üç fahişeden ikisinin kızgın demirle cinsel organın dağlanması, diğerinin ise bir çuvala konulup İstanbul Boğazı’na atılmak suretiyle öldürüldüğü tespit edilmişse de fuhuş yaygın bir şekilde devam etmekteydi. 1639’da İstanbul’da yapılan büyük esnaf alayını tasvir eden Evliya Çelebi, Kadın taciri (Esnaf-ı Zengâhbegân’dan) 212, cinsi sapığın da (Esnaf-ı Hayzandilberan) 500 kişi olduğunu ancak bunlar gibi pek çok insanında var olduğunu anlatır. Tarih-i Gılmâni yazarı Mehmed Halife ise sokaklarda alenen anal seks yapan Yeniçerilerden bahseder.
 
III. Selim meyhanelerin kapatılması, fahişelerin asılması dışında kadınların şehvet uyandıracak tarzda kıyafetler giymelerine yönelik oldukça sert yasaklar getirmiştir. Fuhşun daha fazla yaygınlaşmasından korkulmuş ve önlemek amacıyla yine kadınları hedef alan yeni tedbirler uygulamaya konulmuştur. Padişahın onayı ve şeyhülislamın bilgisi dahilinde meşhur fahişelerden beş tanesi, bir gece çuvalla İstanbul Boğazı’na atılıp boğulduktan sonra ve sabah erkenden herkesin görmesi için üçü İstanbul kent merkezi, biri Kasımpaşa ve biri de Üsküdar’da asılarak “ibret-i alem” için teşhir edilmiştir. Ayrıca 1791’in Temmuz ayında elli beş fahişe tutuklanmış ve sürgüne yollanmıştı.
 
Oysa, Kırım Savaşı sonrasında İstanbul’a çok sayıda savaş esirinin yerleştirildikleri yerlerde Devlet eliyle umumhaneler açılmıştır. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren umumhanelerin de fahişelerin de sayısı artmıştır. Sadrazamı Ali Paşa’nın 1859’daki emirnamesine kadar fuhşu önleyici herhangi bir hüküm konmamış, hatta bu gibi kadınlar, Osmanlı tebaasından olan bir şahısla evlendirilerek veya evlenmiş gibi gösterilerek umumhanelerde rahat bir şekilde çalışabilmelerinin önü açılmıştır.
1920 yılında Sıhhiye Heyeti Müdürlüğü kayıtlarına göre İstanbul’da fuhuş yapılan 175 umumhane ve 2171 kayıtlı kadın olduğu bilinmektedir. Gizli fuhuş yapanların da dâhil edilmesiyle bu sayının iki katına kadar çıktığı söylenmektedir. Ayrıca devlet bu kadınlardan kanuni hakkı olan aylık vergisini de almayı ihmal etmemiştir.
 
Osmanlı toplumunda da zina eden veya bu işi meslek edinen “fahişe” vb. sıfatlar yakıştırılıp toplumdan dışlanırken, mahalle veya evlerinden çıkarılırken, erkeklere ne böyle bir sıfat yakıştırılmış ne de onlara bu tür muameleler reva görülmüştür. Nitekim zina davalarında tarih boyunca hep kadın daha fazla suçlanmış ve ilk ceza verilen kadın olmuştur. Çünkü kadın erkeğin şehvetini uyaran, onu baştan çıkaran günah keçisidir.
 
Tapınaklar ve Genelevler
Sumer kent devletleri döneminde toplumsal artı, tapınaklara bağlı depolarda korunurdu ve kutsal yakarma, bereketin sigortası olarak algılanırdı. Tapınaklarda yapılan fuhuş, bir gelir kapısı olmanın ötesinde, dinsel bir olguydu. Elbette ki, kutsal fahişelerin hizmetlerinden kazanılan gelirler, tapınak için oldukça önemliydi. Ancak tapınak fahişeliğinin ekonomik boyutu, onun kutsalla olan ilişkisinin önüne geçecek kadar baskın değildi.
 
Eskiçağ tapınakları günümüz kilise, sinagog ve camileri gibi insana hüzün veren mekânlardan ziyade dansın, müziğin ve cinselliğin yer aldığı tapınma yerleriydi. Bugünkü kiliselerde çarmıha gerilmiş acı çeken İsa ya da kucağında çocuğu ile boynu bükük Meryem’in freskleri yerine cinsel birleşmenin tasvir edildiği erotik sahneler, içki sunumları, dans ve eğlenceler konu edilmişti.
 
Antik dönemin genelevleri içinde kuşkusuz en ünlüsü Roma’daki Pompei idi. Pompei antik kentinde bile en azından yirmi beş genelev bulunmaktaydı. Bununla birlikte McGinn, Pompei antik kentinde genelev olduğunu tahmin ettiği yapıların bir listesini vermiş ve yüz elliden fazla isim sıralamıştır. Duvarları farklı cinsel birleşme pozisyonlarını konu alan erotik fresklerle süslü olan Vetti genelevi, Pompei’ye gelen kalburüstü insanların uğrak yeriydi. Ancak Romalı seçkinlerin tensel ihtiyaçlarını karşılayan sonsuz hazzın yer aldığı Pompei’deki bu yaşam M.Ö. 79 yılında Vezüv yanardağının öfkesiyle son bulmuştu. Pompei’nin de Tevrat’ta bahsi geçen günahkârlar şehri Sodom ve Gomora gibi Tanrı tarafından yerle bir edildiği inancı tüm Hıristiyan dünyasına benimsetilmişti. Oysa eşcinsel ilişki yaşandığı için yerle bir edilen Sadom ve Gomora’dan kaçarak kurtulan Lut’un soyu kızlarıyla yaptığı ensest ilişkinin ürünüydü.
 
19. yüzyılın başlarında Pompei’de yapılan kazılardan çıkartılan erotik resim ve kabarmalardan oluşan sanat eserleri Napoli Ulusal Arkeoloji Müzesinde kilitli odanın önüne ek duvarlar örülerek muhafaza edilmişti. Yalnızca ayrıcalıklı konukların görme şansını elde ettiği bu erotik eserler, insanların ahlakını bozacağı düşüncesiyle 200 yıl boyunca sıradan ziyaretçilerden gizlenmişti. Pagan kültürünün bu cinsel hoşgörü düzeyine Hıristiyan Avrupa’sı, ancak 2000 sene sonra ulaşabilmişti.
 
Zeugma antik kentinde yapılan kazılarda bazı mekanların zevk ve eğlence amacıyla kullanıldığını göstermektedir. Dura-Europo’ta bir yapının duvar sıvası üzerinde ortaya çıkarılan boyama ile yapılmış uzun bir yazıtta; Zeugma ile Dura-Europos arasında gidip gelen gece eğlencelerinde sahne alan profesyonel sanatçıların ve hetaera’ların listesi bulunmaktadır.
 
Efes antik kentindeki genelevin günümüz genelevlerinden çok daha sağlıklı şartlara sahip olduğu söylenir.  Öyle ki, geneleve giren erkeklerden salona geçmeden önce antrede ellerini ve ayaklarını yıkamaları istenirdi. Venüs (Aphrodite)’e adanmış genelev temizlik için gereken her türlü imkâna sahipti ve mermerden yapılmış salonda bir Venüs heykeli bulunmaktaydı.
 
Öte yandan; antik dönemde erotik resimlerle süslü genelevlerin dar, loş ve karanlık odalarında yaşanan kısa süreli ilişkilerde önemli olan bir anda kabaran erkek cinselliğini teskin etmeye yönelik bedensel hazzın sağlanmasıydı.
 
Osmanlıda ise sürtük olarak adlandırılan bu kadınlar mangalla ısınan soğuk ve pis yerlerde yatıyor, erkeklerin ellenmelerini engelleyecek tel örgülerin ardındaki kafeslerinde bedenlerini satışa sunuyorlardı.
 
Ana Tanrıça’dan Baba Tanrıya-Kutsaldan Karanlığın Yitik Günahkâr Kadınına
Sonuç olarak Ana Tanrıçanın yaratıcı özellikleri ve doğurganlığı tarihsel süreç içerisinde erkek tanrılara aktarılır: Mısır tanrısı Atum, Nil Nehri'ni penisiyle yaratmış ve Mısırlılara ve onların kültürüne hayat ver­mişse, Enki de penisiyle dölleyerek Mezopotamya insanına nehirler yardı­mıyla hayat vermiştir. Enki bu kanalları penisini kullanarak kazmış ve insanlığın hizmetine sunmuştur sonra da insanlara seks yo­luyla üremeyi öğreten ilk insan bebeğin babası olmuştur. "Benim penisime şükredin” diyen de Enki’dir.  Yunan baş tanrısı Zeus da bundan geri kalmaz. Zeus, Athena’yı kafasından, Dionysos’u bacağından doğurur. Rüyasında orgazm olur ve gökyüzünden toprağa düşen spermleri ile Agdistis meydana gelir.
 
Sırada Ana Tanrıça’nın yüceliğinin yok edilmesi ve aşağılanması vardır. Sumer baş tanrısı Enlil’in Tanrıça Ninlil’e tecavüzü ile “Ana Tanrıça”nın alt edilmesi söz konusudur. Bahçıvan Sukaletuda’nın Tanrıça Inanna’ya tecavüzü ise tanrısallıktan insani boyuta inen bir başkaldırışın göstergesidir. Yunan tanrısı Zeus’un boğa, yılan, kuğu gibi kılıktan kılığa girip kız peşinde koşması yetmiyormuş gibi tanrıçalara tecavüzleri dinsel açıdan utanç duyulacak derecededir. Tanrılara göre bütün tanrıçalar, gerçekten değişebilecek bir gecelik, fahişe görünümündeydi. Yaratıcı kadın Yunan mitolojisinde saf değiştirir. Onu yaratan artık bir erkektir.  İnsanlığın başına köklü dertler açan bir “ilk kadın” tasviri olan Pandora ile kadın yaratıcı gücünden koparılmakla kalmaz aynı zamanda cinselliği ile aşağılanır. Devletin ortaya çıkması iktidarın erkeklerin eline geçmesiyle Sumer’de olduğu gibi kadın tanrıçalar daha önceleri ilk sıradayken, onların yerini erkek tanrılar alır, daha sonra tanrıçalar gök’ten kovulur ve göğün tek sahibi baba tanrı olur.
 
Baba Tanrının dini Tevrat’da da kadının rolü aynıdır. O, erkeği baştan çıkaran, kışkırtıcı bir varlıktır. Hatta tıpkı Pandora’da ki gibi yasaklanmış bir eylemi yapan ve ilk günahın işlenmesine de yine bir kadın neden olmuştur. Şeytan’a kanan Havva yüzünden Adem de cennetten kovulmuştur. Böylece “Hayatın anası” (ki Chawa/Havva) olan ve insanları doğuran kadın ilk günahı işleyen kişi olarak lanetlenir. Bu günah sadece din kitaplarında kalmaz, kiliselerin, sinagogların duvarlarına, tavanlarına işlenen fresklerle insan bilincine kolay kolay unutulmayacak şekilde kazınır.
 
Hıristiyan kadınların önünde en güçlü rol, İnanna’ya hiç benzemeyen “Bakire Meryem” figürüydü. O, bakire bir anneydi! Kadınların ruhsal hedefi Meryem gibi saf ve dokunulmamış olmaktı. Anneliğin cinsel arzular tarafından gölgelenmemesi gerekiyordu. Cinsel ilişki sadece kutsal amaç olan doğuma hizmet içindi. Bedeni zevke teslim etmek bir günah olarak kabul ediliyordu. Bu inanca göre ruhun temiz kalması ancak cinsel perhizle sağlanabilirdi. Arzuyu görmezden gelen inanç, penisin kabarmasını sağlayan gücü de, kadın bedeninin şeytani kışkırtıcılığı olarak ilan etti. Bundan böyle erkek, yapacağı günahkâr eylem sonucunda duyacağı suçluluk duygusunu, kadın bedenini lanetleyerek hafifletecekti. Tek tanrılı dinlerin yayılma sürecinde erotik çağ artık çok gerilerde kalmıştı. Sümer tapınaklarında bedenlerini İnanna’ya adıyan kadınlar, Hıristiyanlıkta bu sefer tanrı babaya adayacaklardı, ancak tam tersine cinsellikten uzaklaşıp ömür boyu bakire kalacaklardı. 
 
Tarihsel süreç içerisinde iktidarı ele geçiren erkek egemen güç hukuk ve din vasıtasıyla insan soyunu üretimine büyük katkısı olan kadının kutsallığını el birliğiyle yok ederek kadını cinsel bir nesne haline getirir. Erkek kadın cinselliğini hem yargılamaya hem de istediği şekilde yönetmeye başlar. Namuslu/namussuz kadın kategorileri oluşturarak kendisine bir tehlike olarak gördüğü kadın cinselliğini kontrol altına alır. Fuhuş, erkek cinselliğinin yüceltilmesine hizmet ederken, kadının cinselliği “iyi, namuslu” anne rolü ve “tehlikeli, kötü, namussuz” fahişe rolü ile ikili bir ayrıma sokulmasına ve kadının değersizleştirilmesine hizmet eder. Erkek bir yandan soyun devamı için evliliği, diğer yandan ise kendi cinsel hazzı için evliliğin ayrılmaz yoldaşı fahişeliği desteklemeye devam eder. Kadın ve erkek doğasına ilişkin ileri sürülen mitler sayesinde, kadın kurban seçilip damgalanarak toplum dışına itilir ve kaos engellenir, aksi takdirde, devlet tescilli genelevler, “namuslu” kocalar olmayacak, toplumun iki yüzlü ahlak anlayışı ortaya çıkacak ve toplumda kuralsızlık hakim olacaktır. Devlet hem kadın bedenini denetleyen yasalar çıkarırken, hem de bu bedenden kâr sağlamaya yönelik genelevler açar. Böylece yasal hale gelen fuhuş normalleştirilir ve genç kuşak erkeklere kadının cinsel bir mal olduğu ve fuhşun zararsız bir eğlence olduğu mesajını verdirtir. Dolayısıyla bu durum kadınları açık hedef haline getirmekten ve kurban sayısını arttırmaktan başka bir işe yaramayacağı gibi bu kadınların ömür boyu sicillerinde taşıyacakları “genel kadın“ etiketi ile damgalanmasını sağlar. Üstelik yasalar kadınların girişimciler tarafından sömürülmelerine de engel olmuş değildir. Sermayeden zarar görmemek adına kadına uygulanan her türlü duygusal, ekonomik, bedensel şiddet devlet kontrollü genelevlerde devam etmekte, fuhşun yasallaşmasının kadınları koruyacağı iddiası ataerkil ideolojinin yeni bir yüzünden başka bir şey olmaktan öteye gitmemektedir. Bu ise bir yandan kadına erkek cinselliğinin dizginlenmesi rolü veren, diğer yandan gayrimeşru ilân eden ataerkil iktidarın ikiyüzlülüğünün açık bir göstergesinden başka bir şey değildir.
 
Erkek, fuhşu meşru hale getirmek için fahişelik kurumunun olmaması durumunda namuslu kadınların ve çocukların zarar göreceğine ilişkin ataerkil savunma geliştirir. Erkeğin dizginlenemez cinsel dürtüleri ve saldırganlığından doğabilecek tüm sorumluluğundan muaf tutarak, erkeğin özünün toplumda yaratabileceği olası tahribatları önlemek adına tampon kurum olarak fuhşun kurumsallaştırılması ya da göz yumulması sağlanır. Fuhşu meşrulaştırma çabasındaki erkek egemen yapı kadını şeytan, günahkâr, azgın, açgözlü nitelemeleriyle damgalayıp toplumun günah keçisi ilan ederken, erkeğe fuhuş pazarında oynadığı girişimci, doğal ihtiyacının giderilmesi peşindeki masum müşteri, hata hayırseverlik rolleriyle tarihsel süreçte sütten çıkmış ak kaşık rolünü biçer.
 
Fuhuş, toplumdaki namuslu kadınları olası erkek taciz ve tecavüzlerinden bir ölçüde koruyan ve dolaylı yoldan yine kadınlara hizmet eden bir söylem olarak ortaya konulup meşrulaştırılır. Genelev kadınları diğer kadınların namus bekçileridir. Cinsel deneyimlerle donanan erkek, fuhuş pazarında müşteri olma hakkını da saklı tutarak, namuslu bir kadınla evlenip, toplumda var olan düzenin devamını sağlar. Böylece erkekler fuhuş yapan bir kadınla olduktan sonra rahatlıkla evlerine dönebilir, aile birliği bozulmaz, erkeğin çapkınlığı sadece bir fahişeyle olduğu için hoş görülür. Bu kurum aynı zamanda toplumsal statü aracı olarak erkeklerin ilk cinsel deneyimlerini yaşadıkları, cinsel eğitim alıp eğlendikleri, psikolojik terapi aldıkları bir alan olarak da amme hizmeti verecektir.
 
İlahiden gelen bir armağan olarak kutsal mekanda üretmeye yönelik yaşanan cinsellik önce din adamlarının sonrasında da devletin vasıtasıyla kadın bedeninden elde edilen kazanca  dönüştürülerek erkeklerin cinsel arzularını ve haz duygularını söndürmek adına  pazarlanır. Babası tarafından kutsala hizmet amacıyla tapınaklara getirilen rahibeler sonrasında pezevengler tarafından geneleve düşürülen fahişelere dönüşür. Artık Tanrıça İnanna adına tapınaklarda sevişen saf, lekesiz atfedilen Mezopotamya’nın “kutsal kadınlar”ı tek tanrılı dinlerin öğretileriyle lanetlenen, lekelenen, hukuk yoluyla damgalanan, toplum dışına itilen, tel örgülerin ardında ya da izbe sokaklarda bedenleri satışa sunulan karanlığın yitik günahkâr kadınlarıdır.
 
KAYNAKÇA
AÇIKALIN, N.,“Toplumda Fahişelik Kurumunun Vazgeçilmezliği üzerine Mitler: Mersin Örneği”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, The Journal Of International Social Research Volume 1/4 Summer 2008.
 
AYDINGÜN, Ş., “Yerleşik Hayat Öncesi: Yaratan Beden”, Tunç Çağının Gizemli Kadınları, Yapı Kredi Yay., İstanbul, 2005, s.11-27.
BATI, U. “Hayatın Arka Sokakları: Seks İşçilerine Karsı Toplumsal Şiddet”, Dokuz Eylül Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt:10, Sayı:2, 2008.
 
BEAUVOIR, S., Kadın –Evlilik Çağı, Payel Yay., İstanbul, 1976.
 
BOTTERO, j. Eski Yakındoğu, Dost Yay.,Ankara, 2005.
 
BERKTAY, F., Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın: Hıristiyanlık’ta ve İslamiyet’te Kadının Statüsüne Karşılaştırmalı Bir Yaklaşım, Metis Yay, İstanbul, 2009.
 
CAMPBELL , J., Batı Mitolojisi,Tanrının Maskeleri, (Çev.) Kuret Emiroğlu, İmge Kitabevi, Ankara, 1992.
CANER,  E., Kutsal Fahişeden Bakire Meryem’e –Toprak ve Kadın, Su Yay., İstanbul, 2004.
CHALLAYE , F., Dinler Tarihi, (Çev.) Samih Tiryakioğlu, Varlık Yay., İstanbul, 2007.
CIBIROĞLU,  Y., Anadolu’da Kadının Kültürel Şifreleri, Arkeoloji ve Sanat Yay.,  İstanbul, 2011.
ÇIĞ, M.İ., Bereket Kültü ve Mabet Fahişeliği, Kaynak Yay., İstanbul, 2012.
ÇELEBİ, B.,“Eskiçağ Dininde Kadın- Ana Tanrıçadan Günahkâr Kadına”, Bilim ve Ütopya Dergisi, S.239, İstanbul, 2014, s.7-22.
DARGA, M., “Yunan/ Helen Uygarlığında Kadın” Çağlar Boyu Anadolu’da Kadın, Anadolu Kadınının 9000 Yılı, Kültür Bakanlığı Yay., İstanbul, 1993, s. 118-121.
ERBİL, P., Kibele'den Pandora'ya Kadının Tarihsel Yenilgisi, Arkadaş Yay.,Ankara, 2012.

FOUCAULT, M., Cinselliğin Tarihi, (Çev.) Hülya Uğur Tanrıöver, Ayrıntı Yay., İstanbul, 2012.

 

GEZGİN,  İ., Sanatın Mitolojisi, Sel Yay., İstanbul, 2008.
                    -Fallusun Arkeolojisi, Sey Yay., İstanbul, 2012.
GÖRKAY, K., “Zeugma Roma Dönemi Konutları”, Arkeoloji ve Sanat Dergisi, S.141, İstanbul, 2012. s.VII-XVIII.
HOOKE, H., Ortadoğu Mitolojisi, Mezopotamya Mısır Filistin Hitit Musevi Hıristiyan Mitosları, (Çev.) Alâeddin Şenel, İmge Yay., Ankara, 1991.
KOCABIYIK, E., Dolaylı Hayvan: Süfli ve Şerefli Hayvani ve Erotik Şeytani ve Deli,  Boğaziçi Üniversitesi Yay., İstanbul , 2009.
KRAMER, S.N., Tarih Sumer’de Başlar, (Çev.) Muazzez İlmiye Çığ, TTK, Ankara, 1998.
MASCETTI, M.D., İçimizdeki Tanrıça, Kadınlığın Mitolojisi, (Çev.) Belkıs Çorakçı, Doğan Kitap, 2000.
MCCALL, H., Mezopotamya Mitleri, (Çev.) Bircan Baykara, Phoenix Yay., Ankara, 2011.
PAROY,  A.,  Dünyada Cinsellik, Dharma Yay., İstanbul, 2013.
ROSENBERG, D.,Dünya Mitolojisi Büyük Destan ve Söylenceler Antolojisi (Der.)Kudret Emiroglu-Ali Tartanoglu , İmge Kitapevi, 1988
STONE, M., Tanrılar Kadınken, (Çev.) Nilgün Şarman, Payel Yay., İstanbul, 2000.
TAMER, D., Augustus Çağında Cinsel Suçlar ve Lex Iulia De Adulteries Coercendis,Homer Kitabevi, İstanbul, 2007.
TEKİN, O., Eski Yunan ve Roma Tarihine Giriş, İletişim Yay., İstanbul, 2011.
UHLİG,  H., Avrupa’nın Anası Anadolu, (Çev). Yasemin Bayer, Telos Yay., İstanbul, 2007.
UZUNOĞLU,  E., “Tarih Öncesinden  Demir Çağ’a Anadolu’da Kadın”, Çağlar Boyu Anadolu’da Kadın, Anadolu Kadınının 9000 Yılı, Kültür Bakanlığı Yay., İstanbul, 1993, s. 16-24.
YETKİN, A., “II. Meşrutiyet Dönemi’nde Toplumsal Ahlâk Bunalımı: Fuhuş
Meselesi, Tarihin Peşinde-Uluslararası Tarih Ve Sosyal Araştırmalar Dergisi- Yıl: 2011, Sayı: 6, s.21-54. 

Alman istihbaratı AKP'yi, "DHKP-C'li" İsmail Akkol ile tehdit mi ediyor?

Fuhuş serbest bölgesi mi geliyor, her türlü ticareti yapacak ne demek?

Türkiye'nin NATO'daki veto yetkisi elinden alınabilir mi, Rusya Türk konvoyuna neden saldırdı?

Erdoğan, vatana ihanet ettiğini ağzından kaçırdı.

Bakan Ala, egemenlik hakkımızı devredecek yasa çıkartacağız dedi.

Macron süre uzatılmasını teröristlerle görüşüyor deyip, 150 saat süre uzatmak...!

Bu kez Davutoğlu, paydaşlarını işgale çağırdı.

Dünyadan uyarı geliyor fakat TBMM, milletle dalga geçen Erdoğan'a, "ARTIK YETER" diyemiyor.

Ege sorunları paneli-152 adadan diplomasi, akademisyenler, sokaktaki vatandaş sorumludur.

One Minute bitti, Büyük İsrail için anlaşma sağlandı.

Davutoğlu ve Netenyahu, "BÜYÜK İSRAİL" projesini mi görüşecek?

İslam Ülkeleriyle Ticaret İsrail’in Gerisinde Kaldı.

Arap Baharının Kökeni, Nedir Bu BOP?

ABD'nin yeni güçlü adamı, Evanjelist Türk.

Ve o şişman tercümanın adı neydi biliyor musunuz; TURGUT ÖZAL.

Eşcinsellik, Laik sorun mudur, İslami sorun mudur?

KARA SES'İN MEDRESESİNDE TECAVÜZ EDİLEN KIZIN ÖYKÜSÜ

Laikliğin tarihçesi

KARAÇARŞAF KEFEN GİBİ Mİ ÖRTÜYOR?

BACILARIMIZ ÖRTÜNEMEYECEKSE METRESLERİNİZ DE SÜSLENEMEYECEK.

Küçük kıza tecavüz edip hacca giden AKP takımı, alkol yasağı koymaz.

Fahişeliğin tarihçesi...

MABET FAHİŞELERİ

Tevrat'ta Eski çağlarda kadının örtünmesi fahişe olduğunu gösterdiği yazılıdır.

KIZLARI OKULA GÖNDERİRSENİZ FAHİŞE OLUR

Siz doğru sevişme, doğru namaz öğrenirken PKK Adana'da Özel Okul Açtı!

Müslüman gözünden Türkan Saylan...

KUR'AN DA BAŞÖRTMEK NEDİR, NASILDIR?

Yeni Anayasa yaparken lüks genelev açıyoruz, hamd olsun.

Kürtçe tabelalar, tacizler, tecavüzler, yalanlar yalanlar yalanlar...

Şeyhlere çocuk servisi...

Kutsal metinlerde zina.

Fetvacıların aklı neden hep vajinada? Fetvacılardan farklı fetvalar. Kadında fahişelik olmalı.

Kuran’daki Allah’ın cinsiyeti nedir?

Urartu Dini, Urartu Krallığı'ndaki Ayinler

Hayvanlarla Cinsel İlişkide Bulunmanın Hükmü Nedir?

Ensest-Eşcinsel araştırmalar dosyası... İmren Aykut, 'Güneydoğu'da ensest son derece yaygın'...

Kadına şiddetin kaynağı gizli eşcinsellik ve gizli ensest yaşam dürtüsüdür.

İşte Osmanlı; Elinde tespih, evinde oğlan, dudağında dua..!

Karınızı peşkeş çekme yasallaşsın mı istiyorlar? Hüllene sahip çık ne demek?

İslâm Hukuku'nda Hülle ve Misyâr nikâhı. Bakire kanı, Yahudiler...

"Helal genelev" projesi ortalığı karıştırdı! Eş cinsel camisi açıldı.

Muhtarlar zaten nikah kıyıyordu, yeni düzenlemeyle kavatlık yasası mı geliyor?

Sadece ülke elden gitmedi, din de gitti. İslam yargılanmaya başlandı.

Kızmaya gerek yok, bunlar gerçek İslam'da vardır.

Milletin karısına, kızına orospu damgası vuran müftü...!

Türk kızlarını fahişe, babalarını gavat sanan pezevenkler.

Erkek Cinsel Organına TAZİM, Türkiye'de de durum aynı. Ölü Deniz Yazmaları

Gericilik sınırsız bir şekilde ilerliyorsa orada ne insan ne de insan beyni kalır. Kastrasyon...

Kadın İslam'a göre nasıl dövülür, örnekteki gibi...! Allah'ın sevmediği bir helal, Boşanma

Sivilleri de öldürün, Eğer masumlarsa öldükten sonra nasıl olsa Allah onları affeder.

Dinlerde ölmek, öldürmek kavramları hakkında, tartışmalarımızdan.

Tanrılar sürekli, "öldürün" der mi?

+18; ISIS (IŞİD) ve İslam gerçeği.

Şişme Noel Baba bıçaklayıp Enam Suresi okudular

Erdoğan, tecavüzlere neden sessiz kaldığını açıkladı.

O ses ÇOCUKLAR, Kaçak GELİNLER, Ayrılmak isteyen kıza 'tecavüz odası'...

Tecavüzcü erkekler üzerine bir inceleme

Çalıyorlar ama çalışıyorlar, tecavüz ediyorlar ama sünnetliler.

Bağırmadı, tecavüze rızası var. Karar, onay veren yargıçlara da uygulansın.

Sıra senin çocuğuna gelmeden tacize, tecavüze dur de, TBMM'den caydırıcı yasa iste.

Çocuklarına bayram hediye eden ilk ülkeden, tecavüzcülerine sübyan armağan eden ülkeye

Müslümanlar, sübyancılık gerçekleriyle yüzleşmelidir.

Utanç verici haber, çocuklar yıkıntılardan ekmek topluyor. Zengine peşkeş çekmek serbest...

8 yaşındaki bebeğe, 7 yıl boyunca tecavüzün anatomisi.

ERDOĞAN ‘DA ÇÜK TAKINTISI VAR, Ben de ÇÜK olmak istiyorum, Ayrımcılık önce "çükler" arasında başlıyor.

Hastanede Genel Cerrah yok ama camilerde tecavüzcü imamlar bol miktarda.

Şerefsizler, ülkeyi geneleve çevirdiler, yetkililer sadece seyirci konumunda.

Çalıyorlar ama çalışıyorlar, tecavüz ediyorlar ama sünnetliler.

İYİ KIZLARA TECAVÜZ EDİLMEZ

Sünnet, Haç, Tartışmalarım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder